01-09-2014 17:30

Şam İslam heyetinden `Tekfirden Sakındırma

Tekfir meselesi akide bahsinde önemli konulardandır. İnsanlar bu konuda ifrat ve tefrite düşmektedirler. Tekfir edilmeyi hak etmeyen kimseleri tekfir ederek ifrat konumuna, tekfir edilmeyi hak eden kimselerin küfrünü yok saymakla tefrit konumuna düşmektedirler.

Şam İslam heyetinden `Tekfirden Sakındırma

Tekfirden Maksat

Tekfir bir kimseyi küfre nisbet etmektir. İki kısma ayrılır: hiphop magazin

Yahudi, Hıristiyan ve putperestler gibi asli kâfirlerin küfrüne hükmetmek.

Muayyen bir şahsın, inanmış olduğu bir inançtan, söylemiş olduğu bir sözden veya yapmış olduğu bir fiilden dolayı dinden çıkıp mürtet olduğuna hükmetmek. Bu kısım dinin sakındırdığı ve bazı kurallar ve kaideler koyduğu kısımdır.

Tekfir Meşrudur

Müstahak olan kimseyi tekfir etmek, dinin naslarıyla sabit olan meşru bir hükümdür. Nitekim Allah azze ve celle müslüman olmayan kimselere bu şekilde hitap etmiştir. “Deki ey kafirler.” Yine Allah, resulü veya dinden herhangi bir şey ile istihza eden kimseye küfür ile hükmetmiştir.

“Eğer onlara, (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette, biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz?

(Boşuna) özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir gurubu bağışlasak bile, bir guruba da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz.”

Aynı şekilde –Allahtan başkasına dua etmek gibi- bazı sözler ve fiiller şirk olarak varit olmuştur. Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır:

“O'nu bırakıp da kendilerine taptıklarınız ise, bir çekirdek kabuğuna bile sahip değillerdi. Eğer onları (putları) çağırırsanız, sizin çağırmanızı işitmezler. Faraza işitseler bile, size cevap veremezler. Kıyamet günü de sizin ortak koşmanızı reddederler. (Bu gerçeği) sana, her şeyden haberi olan (Allah) gibi hiç kimse haber veremez.”

Kimler Tekfir Eder

Tekfir Allah’a ve resulüne dönen şer’i bir hükümdür. Kitap ve sünnetin, küfrüne, -zan ve şüphe olmaksızın- açık bir şekilde delalet etmediği kimseyi tekfir etmemiz caiz değildir. Yahudi, Hıristiyan ve putperestler gibi asli kâfirlere gelince her müslümanın, umumi ve muayyen olarak onların küfrüne itikat etmesi vaciptir. Zira onların küfürleri dinde bilinmesi zaruri olan meselelerdendir. Kitap ve sünnet bunu açık bir şekilde belirtmiştir.

Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur: “Kim İslam dan başka din ararsa ondan kabul olunmaz ve ahirette de hüsrana uğrayan kimselerdendir.”

Allah Resulü şöyle buyurmaktadır: “Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu ümmetten Yahudi ve Hıristiyan bir kişi beni dinlemez ve getirdiğimi kabul etmeden ölürse ancak cehennem ashabındandır.”

“Bu ümmet” lafzı ile maksat insanların tamamıdır. Zira Rasulullah insanların tamamına gönderilmiştir. Bu davet ümmetidir.

İman ehlinin vasıflarını asli kâfirlere ıtlak etmek veya onları tekfir etmemek sapıklıktır. Müslümanlardan birinin riddetine itikat etmek ve küfrüne hüküm vermek insanlardan herhangi birinin üzerine –ilim talebesi veya davetçide olsa- vazife değildir. Bu ilimde derinleşmiş olup kitap ve sünnetin fıkhını ve tekfirin şartları, engelleri, büyük küfür ile küçük küfür arasında ki fark ve fiilin tekfir edilmesi ile muayyen şahsın tekfir edilmesi arasında ki fark gibi tekfire taalluk eden konuları cem etmiş âlimlerin ve hükümleri kullanabilme ehliyetine sahip olan kimselerin görevidir.

Riddet cezasını uygulamak ise hâkim veya kadıların yetkili kıldığı kimseden başkası yerine getiremez. Bunun nedeni birçok şer’i ahkâmın üzerine terettüp etmesinden dolayıdır. Bunlar eşlerin boşanması, mirasın kopukluğa uğraması, mürtedin öldürülmesi, namazının kılınmaması vb. Bunlar sultana has hükümlerdir. İmam Şafi şöyle demektedir: “Hürler üzerine hadleri uygulamak imam veya imamın yetkilendirdiği kimsenin işidir.”

Müslümanları Tekfir Etmekten Sakındırma

Allah azze ve celle haksız bir şekilde Müslümanlara kötülük etmekten sakındırmıştır. Şöyle buyurmaktadır:
“Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.”

Bu ayetin tefsiri hakkında İbn kesir şöyle demektedir: “İşte bu açık bir bühtandır. Mümin erkeklerden ve kadınlardan yapmadığı bir şeyi onların aybı ve eksikliği olması yolunda hikâye etmek ve nakletmektir.” Peki, bu kötüleme küfür isnat etmekle olduğu zaman nasıl olacak!

Allah Resulü şöyle buyurmuştur: “Her kim kardeşine “Ey kâfir” derse, bu söz nedeniyle küfür, ikisinden birisine döner. Eğer dediği gibi ise bir beis yoktur. Aksi taktirde söz kendisine döner.”

İbn Hacer Kurtubiden şöyle nakletmektedir: “Şayet kendisine kâfir denilen kimse şer’i bir küfürle gerçekten kâfir ise bunu söyleyen kimse doğru söylemiştir. Aksi takdirde bu söz ve günahı ona döner.”

Allah resulü şöyle demektedir: “Müslümana lanet etmek onu öldürmek gibidir. Kim bir mümin erkek veya kadına küfür itham ederse onu öldürmüş gibidir.”

İbn Hacer el-Heytemi şöyle der: “Bu sebeple dikkat edilmeli ve endişe edilmelidir ki bu meselelerde tekfirde acele eden kimselerin müslümanı tekfir etmesi sebebiyle küfre girilmesinden korkulur.”

İmam Gazali şöyle der: “Mümkün olduğunca tekfirden sakınmak gerekir. Çünkü kıbleye doğru namaz kılan ve açıkça “La ilahe illallah, Muhammedun Rasulullah” diyenlerin mallarını ve kanlarını helal görmek yanlıştır. Bin kâfiri yanlışlıkla hayatta bırakmak, tek bir müslümanın kanını yanlışlıkla dökmekten daha hafiftir.

Tekfir Meselelerinin Tehlikesi

Tekfir de acele etme çılgınlığı büyük bir kötülük ve tehlike barındırmaktadır. Ümmete felaketler, afetler tattırmıştır. Birçok tehlikeler tevdi etmiştir. Tekfirin sonuçlarını şöylece sıralamak mümkündür.

1- Tekfir, insanı şeriata muhalif konuma düşüren ve ayrıca dinde bidat ve sapıklığa yol açması muhtemel olan tehlikeli bir babtır. Bu konuda fazlasıyla açılan kimsenin, Müslümanları tekfir edip onun kanını, malını helal görmesi sebebiyle küfre girilmesinden korkulur.

2- Toplumu parçalamak ve tefrika sokmak, kalpleri kin, nefret ve düşmanlıkla doldurmak, müslümanlar aleyhinde kötü zanda bulunmak ve hata, yanlış ve zellelerini araştırmak. Bu durum ise şeriatın muradı olan ümmetin vahdeti ve bir kelimede toplanmaya aykırıdır.

3- Müslümanların kanını heder edip akıtmak, bunu mubah görerek Allah’a yakınlaşmak ve mallarını ve ırzlarını helal görmek. İşte bu emniyet ve güvende olmayı sarsmış, korku yayılmış, maslahatlar yok olmuştur.

4- İslam davetinin ve yaygınlaşmasının sınırlandırılması şöyle ki başkalarını islama davet etmekten ve Müslümanların İslam toplumunda daveti yaygınlaştırmasına engel olmuştur. Çatışma, Müslümanların kendi aralarında gerçekleşen çatışmalara dönüşmüş ve artık takat ve kuvvetleri tükenmiştir.

Müslümanı Tekfir Etmenin Kuralları

Müslüman bir kimseyi mücerret şüphe ve zan ile tekfir etmek yeterli değildir. Aksine küfrüne delalet edecek kesin/kat’i delillere ihtiyaç vardır. İlim ehlinin bunu tekfirin şartlarında ve tekfirin engellerinin ortadan kalkması konusunda açıklamıştır.

Tekfirin Şartları

Birincisi: Kitap ve sünnet delillerinin muktezası ile sözün, fiilin veya terkinin küfür olduğunun sabit olmasıdır.
Şayet bu söz, fiil ve terkin küfür olduğu sabit olmamışsa bu şekilde hükmetmek hiçbir kimse için helal değildir. Zira bu, dinde haram kılınmış olan, Allah hakkında ilimsizce konuşmaktır. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

“De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”

Bir müslümanı sözlerin ve fiillerin tefsiri ve tahlili ile tekfir etmek veya küfrüne delalet edecek açık bir şey olmaksızın sadece lazımı ile küfrüne hükmetmek caiz değildir. İbn Hacer şöyle demektedir: “Sözü açık küfür olan veya söylediği sözün gerektirdiği mananın küfür olduğu kendisine açıklandığında, bu manayı kabul eden kişi hakkında küfür ile hükmedilir. Ancak sözünün gerektirdiği manayı kabul etmeyip reddeden kişi hakkında, sözünün gerektirdiği mana küfür de olsa, küfrüne hükmedilmez.”

İkincisi: Küfür hakkında kişinin fiilinin sabit olmasıdır. Kendisinden nakledilen kimseden veya kendisine tekfiri gerektirecek söz, fiil veya bir inanç nisbet edilen kimseden gerçekten bunun sadır olması gereklidir.

Üçüncüsü: Hüccetin ikame edilmesidir. İşlemiş olduğu fiilin, söylemiş olduğu sözün veya inanmış olduğu herhangi bir şeyin küfür olduğunu açıklayan delilin kendisine ulaşması ve onu anlamasıdır. Allah azze ve cellenin sözünden dolayı kendisine hüccet ulaşmayan kimsenin küfrüne hükmedilmez. “Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu.”

Dördüncüsü: Kelam, tekfire engel olacak yönlerden bir yöne ihtimalli olmamasıdır. Kendisinde karışıklık olmayacak şekilde açık olmasıdır. Şayet kelamın manası küfür olmayacak bir yöne ihtimalli ise –çok az bile olsa- tekfir edilmez. Ancak onun kendi isteğiyle küfür manasını tasrih etmesi gereklidir.

Beşincisi: Bir söz, fiil ve itikadın küfrüne hükmetme ile küfrü işleyen muayyen bir şahsın küfrüne hükmetme arasının ayrıştırılması. Bu ise cehaletleri sebebiyle aşırıya kaçanlardan birçoğunun mertebelerini ayrıştıramadığı tehlikeli kaygan zemindir. Muayyen fertler ise hüccet ikame ediliş şekillerine, içtihat ve tevillerine göre farklı farklıdırlar. Ebu’l İzz el- Hanefi şöyle demektedir: “Çünkü muayyen şahsın hata eden, günahı bağışlanmış bir müctehid olması mümkün olabildiği gibi, elindeki nassların dışında bulunan bir takım nassların kendisine ulaşmamış kimselerden olması da mümkündür. Onun pek büyük bir imanı ve Allah’ın rahmetine mazhar olmasını gerektiren bir çok iyilikleri de bulunabilir.”

İbn Teymiyye şöyle demektedir: “Söylenen söz, mutlak olarak sahibinin tekfir edildiği türden olabilir ve genelde bunu ifade etmek için, “Kim şöyle derse kafir olur” ifadesi kullanılır. Ancak bu sözü söyleyen kişi, gerekli olan hüccet ikamesi yapılmadan önce tekfir edilmez.”

Tekfirin Engelleri

Birincisi: Cehalettir. Şöyle ki kişinin inanmış olduğu bir inancın, işlemiş olduğu bir amelin veya söylemiş olduğu bir sözün küfür olduğunu bilmemesi. Cehalet zamanın, mekânın ve şahsın değişimine göre değişiklik arz edebilir. İbn Arabî şöyle demiştir: “ Bu ümmetten cahil ve hata eden kişi eğer küfür ve şirk işlerse bununla kafir veya müşrik olmaz, cehaleti ve hatasıyla mazur sayılır, ta ki ona terk eden kişinin tekfir edileceği hüccet apaçık ve beyin bir şekilde netleşip ona karışık gelen şeyler açıklanıncaya kadar bu böyledir. Ayrıca bu meselenin dinin zaruraten bilinen ve her müslümanın tereddütsüz bilip üzerinde kati ve açık icma ettiği bir mesele olması gerekmektedir. Buna ise bidat ehli haricinde kimse muhalefet etmez.”

İkincisi: İntifaul kast (kast etmemek). Hatanın özür olduğuna dair şeriatta bir çok nas varit olmuştur. Allah resulü şöyle buyurmaktadır: “Allah ümmetimden hata, unutma, zorlanıldıkları şeyin (günahını) affetti.”
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Tekfire gelince bu konuda doğru olan Muhammed ümmetinden her kim içtihat eder ve hakkı kasteder ama hata ederse tekfir edilmez. Bilakis hatası bağışlanır.”

Üçüncüsü: İkrahtır. İkrah bir kimseye istemediği şeyi mecbur kılmaktır. Şöyle ki insanın öldürülmek ve bir uzvunun kesilmesi ile tehdit edilerek yanında güç ve şeçim hakkının kalmamasıdır. İkrah sözlerde fiillerde olur kalplerde olmaz. İbn Battal şöyle demektedir: “Küfre zorlanan kimsenin öldürülmekten korktuğundan dolayı kalbi imanla dolu olduğu halde küfür ameli işlemesinin küfür olmayacağı hakkında ilim ehli icma etmiştir.” Küfre terettüp edecek hükümden önce ikrahın o kişi hakkında mevcut olmadığının tespiti gereklidir.

Dördüncüsü: Tevildir.
Tevil; bir şüpheden dolayı doğru ve hak olduğuna inanarak küfür işlemektir. İbn Kayyım “Medaricu Salikin” adlı kitabında islamın farzlarından bir farzını inkâr eden kimsenin küfrü bahsinde şöyle demektedir; “Bunu cehaletle veya teville inkar eden kimseye gelince bu kimse bu konuda mazeretlidir. Bu amelin sahibi tekfir edilemez. Bir şahsın mazur olduğu tevil şeriatta veya lügatte bir yönü olan tevildir. Ancak Bâtıni fırkasının yapmış olduğu tevil ise muteber değildir. Onların tevillerinin hakikati icmali ve tafsili olarak dini yalanlamaktır.”

İbn Vezir “İsarul Hak” adlı kitabında şöyle demiştir; “Zaruri olarak bilinen şeylerin hepsini inkâr eden kimsenin küfründe ihtilaf yoktur. Tevili mümkün olmayan şeyleri tevil ismiyle örtmüşlerdir. Mülhitlerin Allahın isimlerinin tamamında, kuran ve şeriatın tamamında ahirete ilişkin diriliş, kıyamet, cennet ve cehennem konularında yapmış olduğu teviller gibi.”

Tekfirde Aşırılığın Sebepleri

Tekfir aşırılık çeşitlerindendir. Kendisinde şer’i, nefsi ve ahlaki sebepler barındırır. Aşırı inançlar, sözler ve fiiller netice vermesi için bu hasletler birbirlerine yardımcı olurlar. Bu sebeplerin tabiatı bir vakitten başka bir vakte bir mekândan başka bir mekâna göre değişebilir.

Bu sebepler şunlardır;

1- Dinin Bilinmemesi

Hassaten aşırılığın vaki olduğu ince meselelerde dinin bilinmemesi ve muteber ilim ehlinin sözleri ve şer’i deliller olmaksızın bu meselelerde içtihada kalkışmaktır. Böylece nasların ve ahkâmın manaları tahrif edilmiş olunur. Netice olarak Müslümanlar arasında fitneler ihdas edecek ve aşırı tasarruflara sebebiyet verecek olan heva ya tabi olmak, batıl yollarla cedelleşmek, ehil olmayanların içtihat etmesi, ahir zaman ve fiten hadisleri ile çokça meşgul olmak yaygınlaşır.

2- Dinde Aşırıya Gitme

Dinde aşırılık aslen küfür olmayan masiyet, kebair yada şüpheli şeylerde tekfire götürür. Veya riddet ahkâmının kaideler ve engeller gözetilmeksizin muayyen şahıslara indirilmesidir.

3- Müslümanlar Hakkında Kötü Zanda Bulunmak

Tekfir bidatinin vaki olduğu kimsenin yanında asıl olan başkalarını itham etmesidir. Onların sözlerinin açıklaması, nefislerini tezkiye etmekle birlikte bütün eksiklik ve ayıplardan kendilerini muaf tutarak açıklamaların en kötüsüdür. Fazlasıyla kibre sahiptirler.

4- Sabrın Az Olması

Sabırsız olunması hak ve batıl arasındaki çatışmada Allahın sünnetini idrak edememeleri. Hak ve batıl arasındaki çatışma şer’i ve kevni sünnet üzerinde gerçekleşir. Bu sünnetleri bilmemek bütün insanlarla kavga ve düşmanlık çıkarmaya ve ürün devşirmede aceleciliğe götürür.5- Allahın Şeriatı İle Hükmedilmemesi

Bazı mütedeyyin gençlerin gayret ve çabaları şeriatın hükmünün geri gelmesi için harekete geçti. Belirlenmemiş, disipline edilmemiş yöntemler ile bu bozulmalara yönelmeye başvurdular. Nihayetinde ilim ve tecrübe yetersizliğinin sebebiyle haddi aşmalar ortaya çıktı.

6- Zulmün Yaygın Olması

Sistemlere karşı gönüllerde öfke, kin ve şikâyet beslenmesi. Sonrasında bu duygularını bu sistemlerle muamele içerisinde olan her bir kimseye veya bu cemaatlerin benimsemiş olduğu yol ile sistemlerle çatışma içerisinde olmayan herkese şamil kıldılar. Onlarla ittifak edip el ele verdiklerini ya da onlardan razı olduklarını iddia ettiler.

7- Sert Davranmak, İşkence ve Baskı

Hakim olan sistemin ilim ve hayır ehline sert davranması işkence etmesi ve baskı uygulaması. Bu sert davranış hüküm çıkartmada zıt bir sert davranma şekline sürükledi. Gönülleri ve akılları bu sistemlerle sadece silahlarla muamele edileceği sabitesine ve bütün kollarının ve çalışanlarının hükmünün küfür ve riddet olduğuna mahsur bıraktı.

8- Dış Güçlerin Provokasyon ve Entrikaları

Bu onları bu güçler ile mücadele şeklinde sabrın ve hikmetin yok olmasına iletmiş ve bununla beraber açık bir savaşa dahil etmiştir.

Tekfirde Aşırılığın Tedavisine Dair Önemli Kaideler

1- Müslümanda asıl olan adalettir ve yakin ile islamının zevali tahakkuk edinceye kadar müslüman olduğudur. Her kim iki şahadeti dile getiriyorsa aksi delil olmadığı müddetçe ona İslam ile hükmedilir. İnsanların akidelerini imtihan etmek ihtiyat değildir. Aşırıların yolu olduğu üzere onların hükmünde tevakkuf etmek yoktur.

İbn Nuceym Bahru Raik adlı eserinde şöyle demektedir: “Riddeti kesin olarak bilinen şeye riddet olarak hükmedilir. Aksi takdirde şüphe varsa riddet ile hükmedilmez. Yakin ile sabit olmuş İslam, şüphe ile zail olmaz.”

2- Büyük küfür ile küçük küfrün arasının ayrılması. Kuran ve sünnette geçen küfür kelimesi bazen kendisiyle dinden çıkaran küfür kastedilir bazen de dinden çıkarmayan ancak isyan ve fıskı gerekli kılan küçük küfür kastedilir. Tıpkı şirkin ve nifakın büyük ve küçük olarak taksim edilmesi gibi.

3- Mutlak tekfir ve muayyen tekfirin farklı şeyler olup arasının ayrılması. Küfür fiil, söz ve inançların umumuna küfür lafzını ıtlak etmek caizdir. Örnek olarak kim Allah’a söverse küfre girer demek gibi. Ancak küfrü muayyen bir şahsa, ehil olan kimse tarafından şartlar tamamlanmadan ve maniler ortadan kalkmadan indirgemek caiz değildir.

4- Bazen insanda küfür ve iman, iman ve şirk, iman ve nifak bir arada bulunabilir. Küfür, şirk ve nifak amellerinden bir şeye düşmek külli manada küfrüne hükmetmeyi gerektirmez. Ancak mezkur şartlar ve kaideler ile gerçekleşir. İbn Kayyım es-Salat ve Ahkamu Tarikuha adlı eserinde şöyle demektedir: “Bazen bir adamda küfür ve iman, tevhit ve şirk, takva ve fücur, nifak ve iman bir arada bulunabilir. Bu ehlisünnetin asıllarından olup bidat ehlinin muhalefet ettiği konudur.” Kendisinde küfür amelinin sadır olduğu kimseye küfür ile vasıflandırmakta aceleci davranmak caiz değildir. bu küfürden dolayı iman vasfının ondan külliyen zail olmadığı ihtimal dahilindedir.

Sonuç

Zikredilmiş olan meseleler tekfir ile hükmetmenin tehlikeli ve ince meseleler olduğunu tekit etmektedir. Herkesin işi değildir.

Allahtan bizi dininde ince anlayışlılardan kılmasını ve açık ve kapalı bütün fitnelerin şerrinden bizleri korumasını dileriz. Hamd yalnızca alemlerin Rabbi olan Allahadır.

(Timetürk için tercüme eden: Tekfirden Tefkire)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !