Sami Hocaoğlu, MHP adayı Gündüz Aktan`ın inkar dolu açıklamalarını yorumladı
İslâm açısından laikliği her meşrulaştırma girişimi Kur`an duvarına toslayacaktır, bu duvarı aşmak ancak Kur`an`ın bir kısmını inkâr etmekle mümkündür. İşte Aktan`ın bu çabasının neden imkânsız olduğunun delili.
Kur'an'ın bir kısmını inkâr etmeden bu iş olmaz
Sami HOCAOĞLU / Yeni Şafak
MHP adayı eski diplomat Gündüz Aktan da tam bunu yapıyor. Laikliği meşrulaştırmak için, Kur'an'ın bir kısmının hükmünü “geçersiz” ilan ediyor. Bir Müslüman'ın asla yapmaması gereken, yaptığında Allah'ın tarif ettiği İslâm'la ilişkisini koparacak olan bir durum bu. Bunu söyleme cüretinde bulunan insanın sadece hayatı ve kafası değil, inancı da karışık olmalı.
MHP adayı, bu çok cüretkâr sözlerine başkalarını da ekliyor. Mesela 1057 yıl önce vefat etmiş bir kelam âlimi olan İmam Matüridi'nin “laik” olduğu gibi komik bir iddiada bulunabiliyor. Ve mine'l-ğaraib…
Önce şu soruyu soruyor hazret: “Bugün 'dindar insan laik olabilir mi?” Kendisini otorite sayıp cevabı yapıştırıyor: “Evet, olabilir. Bunun en iyi örneğini Matüridi verdi…” Ve komedi devam edip gidiyor.
Neden komedi?
İnsan bilmediği sulara dalınca, çamura batıyor da ondan. Ondan bârika-i hakikat değil, kabak çekirdeği bile çıkmıyor. Çıksa çıksa kara mizah çıkıyor. Tam şairin dediği gibi: “Cehlin ol mertebesi sehl olmaz/Tahsilsiz ta bu kadar cehl olmaz”. Yani, bu kadar cehalet için sadece cesaret yetmez, özel bir tahsil de görmüş olmak lazım. Nedeni açık: İmam Matüridi, tarihte yazılmış tevhid kitaplarının en kalıcılarından birini kaleme almış olan mezhep sahibi büyük bir kelamcıdır. Böyle birini, kendini tevhidin hasmı olarak konuşlandırmış olan laikliğe yamayıvermek, “cahil cesaretiyle” izah edilemez.
Şapkadan tavşan çıkarmak, bundan daha masum bir iş. Bu, yumurtasız omlet yapmak kadar büyük maharet ister. Zira tevhid, “birlik”tir. İslam, insanlığın değişmez değerlerinin öbür adıdır. Ve İslam Allah'ın kâinatı yönettiği sistemin adıdır. Tevhid ise İslâm'ın üssü'l-esasıdır. Özü, Allah'ın uluhiyyetinin birliğinden çok (zira o bedihidir), rububiyyetinin birliğine dayanır. Firavun'un “Ene Rabbukumu'l-a'lâ” (Ben sizin en büyük Rabbinizim) iddiası, Allah'ın uluhiyetine değil rububiyyetine dönük bir şirk idi. Bu tevhidin dünya hayatımızdaki tezahürüdür ve Allah'ın hayata her zaman ve mekanda müdahil oluşunu ifade eder. “Kulle yevmin huve fî şe'n” âyeti “O, hayata her an müdahildir” mânâsına gelir.
Laiklik, bu anlamda tevhidin tam karşısında durur. Allah'ın müdahil olmadığı bir hayat alanının varlığı düşüncesine dayanır. Tanrıdan arındırılmış bir alan yani. Vahiy, kendisini tevhidin karşısına konuşlandıran her dünya görüşünü “şirk” olarak isimlendirir. Bu türden her teşebbüs, pağan Grek mitolojisindeki Tanrı'dan ateşi çalan Prometheus efsanesinin yeniden hortlatılmasından başka bir şey değildir.
Burada asıl yanlış olan, siyasete atılmış bir diplomatın uzmanı olmadığı bir alanda böylesine iddialı söylemlerle ortalığa çıkmasıdır. Kötü niyetli olmadığını düşünsek bile, bu yapılan en hafif deyimiyle ihtisasa saygısızlıktır.
Bireysel duruşu itibarıyla ağır oturaklı bir kişilik olarak tanınan eski diplomatı bu durumlara düşüren, yeni atıldığı politikanın gündelik çıkarları olamaz. Bunun için daha köklü ve ciddi bir neden gerekli. Galiba o neden, bu topraklara Batı'dan ithal edilen laisizmin köksüzlüğünü fark etmiş olmak.
Gerçekten de her yabancı ideoloji gibi laisizm de bu topraklarda neşvünema bulmadı. Aksine yeni sömürgeciliğin taşeron ideolojisi olarak Batı devşirmesi aydınlar eliyle bu topraklara sokuldu. Bir avuç mütegallibe eliyle tepeden inme yöntemlerle yürütülen mühendislik projesinin ideolojisi olduğu için de, tüm zorlamalara rağmen bu topraklarda kök salamadı. Hep himayeye muhtaç bir nim-ideoloji olarak kaldı.
Aktan gibiler bunu gördüler ve köksüz ideolojiye bir kök tedarik etmenin telaşına düştüler. İşte her cümlesinde kırk yanlış olan bu tür söylemler, bu beyhude telaşın ürünü.
Bu tür bütün çabaların zemininin ne kadar çürük olduğunu gösteren asıl nokta Aktan'ın gizli bir itiraf gibi duran şu sözünde saklı:
“Günümüzde bazı ayetler geçerliliğini kaybetti.”
Bu, Kur'an'ın kökten reddettiği bir inkar şeklidir: “O inkârcılar, âyetlerimizin bir kısmına inanıp bir kısmını reddediyorlar.” Bu Aktan'ın sorunu diyor ve geçiyoruz.
Asıl bu tavır, şu gizli itirafı içeriyor: İslâm açısından laikliği her meşrulaştırma girişimi Kur'an duvarına toslayacaktır, bu duvarı aşmak ancak Kur'an'ın bir kısmını inkâr etmekle mümkündür. İşte Aktan'ın bu çabasının neden imkânsız olduğunun delili.
İslâm, Allah'a teslim olmaktır. Allah'la pazarlık yapmanın adı başka bir şeydir.