Şükrü HÜSEYİNOĞLU

02 Temmuz 2017

SÂBİTELERE VE GÜNCELE DAİR (HAZİRAN)

Cahiliye inanç ve âdetlerini yeniden diriltmek ve Müslümanlar arasında yaymak gayesiyle hadis uydurma yoluna gidenler,

Dikkatli bakanlar açısından kolaylıkla farkedilecek acemilikler yapmışlar, şirklerini hadis adı altında Müslümanlara pazarlamaya çalışırken.

Vesile şirkini Müslümanlara bulaştırmak için uydurulan ve gelenekçiler tarafından bu şirki meşrulaştırmak için sıkça kullanılan, Hz. Ömer'in bir kıtlık sırasında yağmur duası için Rasulullah'ın (a.s.) amcası Abbas b. Abdulmuttalib ile tevessülde bulunduğuna dair rivayet bunun bir örneğidir.

Hangi cahil uydurduysa bu rivayeti, şirki yayayım derken üstüne bir de cahiliye asabiyeti sosu eklemiş!

Şayet duada tevessül diye bir şey olsaydı, kendisiyle tevessülde bulunulmaya lâyık olacak olan, sırf Rasulullah'ın amcası olduğu için Abbas b. Abdulmuttalib değil Hz. Ömer veya bir başka öncü sahabi olurdu.

Ki İslam'da dua ve ibadette vesile/tevessül hiçbir şekilde yoktur. Her çeşidi şirktir. Mekkeli müşriklerin yaptıkları da zaten tevessüle yönelmekten başka bir şey değildi. (Bkz: Zümer 3; Yunus 18)

Tevhidi istikametten sapmanın ve siyasi hırsların insanı nerelerden nerelere savurduğu acı gerçeğini Mehmet Bekaroğlu, Abdullatif Şener gibi isimlere bakıp gözlemlemek mümkün.

80'li yılların sonu-90'lı yılların başında Ankara'daki tevhid halkalarının muvahhid şahsiyetleri olmaktan,

Daha sonrasında maslahat adına sistem içi politikaya bulaşarak adım adım, merhale merhale gelinen nokta:

İslam ve halk düşmanı, tektipçi-jakoben, darbeci CHP'nin yöneticiliği ve aynı niteliklere sahip Perinçek'in yandaşlığı.

Rabbimizin Kur'an'da istikamete ve ondan hiçbir koşulda ve gaye ile milim ayrılmamaya niçin bu kadar vurgu yaptığını, bu adamların içine düştüğü hale bakıp bir kez daha anlayabiliriz.

(Not: Söz konusu tevhid halkalarında bulunup da, bugün ılımlı laik, liberal-kapitalist bir parti olan Ak Parti'nin yönetici kadrosundaki birçok isim de bu ibretlik halin misalleridir.)

Despot, darbeci, jakoben bir parti olan CHP'nin yeni bir Gezi provokasyonu provası olduğu çok açık olan yürüyüşü için "adalet" kavramını sloganlaştırması, politikacıların her şeyi araçsallaştırma pervasızlığının bir misalidir.

Bu; Nebevi siyaseti ortadan kaldırıp, cahiliye âdetlerini dirilterek saltanatı inşa eden Muaviye'nin bir sünnetidir. Müslümanların tarihinde İslam'ın şiar ve kavramlarını ilk araçsallaştıran odur.

Sıffin'de yenilgi tehlikesini görünce askerlerinin mızrak uçlarına Kur'an sayfalarını taktırarak hakem hilesine başvurmuştur.

Bu topraklarda despotluğun, darbeciliğin, tektipçi-faşist bir ideoloji (Kemalizm) uğruna kitlesel katliamların mümessili olan CHP'nin müdürü K.Kılıçdaroğlu ve elemanları da "adalet" kavramını araçsallaştırarak Muaviye'nin bu sünnetini takip ve taklit ediyorlar.

Yöneticilerin "dindar nesil" söylemleri ve İmam-Hatip ile İlahiyat okullarının sayısının artışı gibi hususlara rağmen Türkiye'de toplumun ve özellikle de genç neslin, bıraktık dindarlığı asgari ahlak sınırları açısından bile büyük bir yıkım içinde olduğunu gözlemlemek zor değil.

Bu paradoksun sebebi nedir?

El cevap: Bu alanda yegane direnç noktası olan Müslümanların direncinin de, AKP iktidarına büyük oranda zihnen angaje olunmasıyla kırılmış olmasıdır.

28 Şubat zorbalığıyla düşürülemeyen Müslüman gardının, ardından gelen AKP ılımanlığında düşmüş olması, toplumsal ifsadı önüne geçilmesi çok güç şekilde artırmış durumda maalesef.

Siyonist işgal rejimiyle yapılan ve Mavi Marmara'da hunharca katledilen 10 Müslümanın katili işgalcilerle ilgili davaları düşürdüğü gibi, Kudüsümüzü de işgal rejiminin başkenti gibi gösteren meşum anlaşma konusunda,

Türkiyeli Müslümanlar için Hükümet tarafından sus payı olarak, bu anlaşmayla Gazze'ye yönelik abluka ve ambargonun hafifletileceği ifade edilmişti.

Oysa anlaşmadan sonra birkaç koyteyner yardımla iş geçiştirildi ve sonrasında abluka-ambargo daha da ağırlaştı.

Şimdilerde elektrik yokluğundan Gazze'de hastaneler faaliyet gösteremiyor ve hastalar tedavi edilemiyor. Müslümanları sus payına razı ettiler ve fakat o kadarının bile takipçisi olmadılar, arkasında durmadılar.

Müslümanların yardım kuruluşları her ay düzenli olarak yoksullara onbinlerce kumanya kolisi dağıtacak olsa,

Kapitalist sömürü düzenlerinin bankacılık ve borsa sistemi üzerinden yapacağı yarım puanlık bir oynamanın zengin-yoksul uçurumunu derinleştirme konusundaki etkisini bile telafi edemezler.

Evet, taşıma suya ihtiyaç varsa su taşınacaktır. Yoksullara yardım etmek Rabbimizin de emridir. Fakat unutmamak lazımdır ki Rabbimizin emirleri bir bütündür ve O'nun asıl emri zulüm ve sömürünün ortadan kaldırılıp hak ve ona dayalı adaletin hâkim kılınmasıdır. Taşıma suyla değirmen dönmez.

İnsani yardım, kapitalist sömürü düzenlerini yerle yeksan edecek İslami mücadelenin bir parçası olursa anlamlıdır. Aksi halde bu yönde ortaya konulacak çabalar, kapitalizmin ve kapitalist düzenlerin vicdanı olma işlevi görmekten öteye gidemeyecektir.

Asılları Kur'an'da yer alan ve formları mütevatir sünnet olarak nesilden nesile bize ulaştırılmış olan namaz, oruç, hacc, kurban gibi İslam'ın şiarları mesabesindeki ibadetlerimizi, mütevatir sünneti yok sayarak keyfi, hevaya dayalı lafız oyunlarıyla mecralarından saptırmaya,

Kur'an ve onun pratik uygulaması olan sünnet-i Rasulullah'a dayalı formlarından koparmaya çalışan mealci saptırıcılar genç dimağlarda büyük tahribatlara yol açıyor.

Gençler sloganlara ve sığ-yüzeysel söylemlere bu kadar kolay aldanmamalı. Bunun için de gerçek anlamda bir ilim tahsili şart. Derinlik kazanılmayınca, sığlık-yüzeysellik maalesef etkili oluyor.

Suud, Mısır ve BAE yönetimlerinin Katar'dan taleplerinden biri de Türkiye üssünü kapatması. İslam coğrafyasına yönelik saldırı ve katliamlarda yoğun olarak kullanılan Doha'daki AmeriKAN üssüne ise itirazları yok. Alçak Ebu Cehil torunları.

Dünyanın en net duruşlusu, en açık sözlüsü ve aynı zamanda dünyanın en merhametlisi, en tatlı dillisi, en güler yüzlüsü olmaktır, Müslüman olmak.

Bu dünya ne kadar iğrenç bir yer haline getirildi. Müslüman katletmekte birbirleriyle yarışan Trump ve Putin adlı terörbaşları, Müslümanların bayramını kutlamışlar.

Alçak necisler.

Kur'an'da Rabbimizin "Kitabı kuvvetle tutun", "Ona sımsıkı sarılın" şeklindeki vurgularının sebebi nedir?

El cevap: İnsanların ekserisi Allah'ın emir ve yasakları konusunda son derece gevşek ve ciddiyetsiz tutum takınıyor da ondan.

Muttakiler, muhsinler, mücahidler ile Müslüman olduğu iddiasındaki diğer insanların ayrıştığı temel nokta burası olagelmiştir.

Kitab'a ve onun hükümlerine sımsıkı yapışan, onları kuvvetle tutanlar ile,

Kitab'ın hükümleri konusunda gevşeklik gösteren, kenarından-kıyısından tutunmaya çalışan, Allah'tan ve ahiret ekininden yana tercihini net olarak yapmaktan imtina eden, hep bir gözü ahiret ekininde bir gözü dünya ekininde olanların imtihan sahasıdır dünya.

10 Maddede Televizyon Kullanma Kılavuzu:

1- Televizyonun hayatınızı kuşatmasına, sizi ve çocuklarınızı yönlendirmesine asla izin vermeyin.

Siz televizyona tâbi olmayın, onu kendinizi tâbi kılın.

2- Televizyon neye iyi diyorsa onu iyi, neye kötü diyorsa onu kötü bilme zilletine düşmekten sakının.

Neyin iyi, neyin kötü olduğu konusunda ölçünüz ancak vahiy olsun.

3- Bâtıl batı kültürünün, başka türlü giremediği evinize televizyon aracılığıyla sızmasına müsaade etmeyin.

Bugün televizyonun, yaygınlıkla müfsid batının truva atı işlevi gördüğünü unutmayın.

Evinizin cehennemin dünyadaki şubelerinden biri haline gelmemesine dikkat edin. Eviniz, içinde Allah’ın ayetlerinin okunup yaşandığı, her şeyin onlarla belirlendiği bir cennet şubesi olsun.

4- Bir Tv kanalı olmaktan ziyade birer fısk ve fücur kanalizasyonu niteliği taşıyan kanallara mutlaka engel koyun. Unutmayın ki İslam, haram işlemeye götüren yolları engellemeyi öngörür. Harama yaklaşmamak esastır.

5- Kapitalizmin en etkili aracı haline gelmiş olan televizyona aldanıp modern bir “tüketim kölesi” olmaktan kendinizi ve ailenizi koruyun.

İhtiyacınız dışında harcama yapmanın israf olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

6- Vaktinizi televizyon başında heba etmeyin. Rabbinizin size emaneti olan vaktinizin kıymetini bilin.

Her şeyden olduğu gibi vaktimizi nasıl harcadığımızdan da hesaba çekileceğimizi unutmayalım.

Televizyon başında öldürülen zamanların bir vakit ısrafı olduğunu bilin ve unutmayın ki:

“...Kuşkusuz Allah, israf edenleri sevmez.” (A’raf, 7/31)

“İsraf edenler, şeytanların dostları olmuşlardır.” (İsra, 17/27)

7- Rabbimizin biz mü’minlere harama bakmayı yasakladığını hatırımızdan çıkarmayalım ve televizyon

izlediğimizde bu bilinç üzere olalım.

Mü’minlere söyle, gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar...” (Nur, 24/30)

8- Mevcut televizyon kültürünün, insan hevasını rableştiren/ilahlaştıran, seküler, kapitalist batı kültürünün bir uzantısı olduğunu asla unutmayın.

Bugün televizyon, genellikle boş söz ve boş meşgalelerin hâkim olduğu bir araç durumundadır.

İnsanlar bu araç vasıtasıyla boş meşgalelerle meşgul edilmekte, tam anlamıyla uyuşturulmaktadır.

Oysa bir Müslümanın taşıması gereken temel vasıflardan biri de boş şeylerden uzak durmaktır.

“Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.” (Mu’minun, 23/3)

9- Televizyonun, yaygın kullanımıyla çağdaş Firavun düzenlerinin ve çağdaş Karunların elindeki bir “sihirli kutu” olduğunu unutmayalım.

Dolayısıyla onun göz boyamalarına, yalan-dolanlarına asla aldanmayalım.

10- Rabbimizin şu ikazını aklımızdan asla çıkarmayalım:

“Ey iman edenler! Kendinizi ve ehlinizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun...” (Tahrim, 66/6)

Ramazan ayı bütün güzelliği ve inşa ediciliği ile geldi, hanelerimize, şehirlerimize konuk oldu. Ve artık veda zamanı.

Şimdi soru şu:

Birileri menkıbe anlatarak cüzdanlarını şişirdi. Onların payına böyle bir aydan düşe düşe hurafe tüccarlığı ve onun hasılası olan para düştü.

Peki ya bizlerin payına? Ramazan'da Kur'an'la olan mesaimizi artırıp, onun talim ettiği takva, birr, ihlas, ihsan, dâvet ve cihad bilinci ile kuşanabildik mi?

Sonraki 11 ay için gerekli yol azığımızı kazanabildik mi Ramazan'da?

Saadet Partisi ve Milli Gazete'nin CHP/Kılıçdaroğlu sevdası kabak tadı verdi artık.

Bu CHP müdürü Sam amcasının rızası için İhvan'a alenen terörist dedikten sonra geçer bu sevda sandık, meğerse kara sevdaymış, hiçbir şeyi gözü görmüyor.

Erdoğan muhalifliği yapacağız diye Kemalist diktacılara yanaşmakta beis görmeyen bu gibi ahmakça yaklaşımlar Erdoğan'a zarar vermek bir tarafa onu daha da güçlendiriyor.

Ahmaklık parayla değil ki.

Hayat dediğimiz şey, en nihayetinde Müslümanca ölmeyi başarmak sanatıdır.

“… Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada ve ahirette benim velim sensin. Beni Müslüman olarak vefat ettir ve salihlerin arasına kat.” (Yûsuf, 101)

Üniversite denilince akla, beyin ve kalbin üretimleri gelmeli değil mi?

Oysa Türkiye'deki üniversiteler belden aşağısıyla gündemde.

Ya gece sabahlara kadar kafelerde kızlı-erkekli rezillikler, ya karma öğrenci evleri pisliği, ya LBGT iğrençliği etkinlikleri ya da ODTÜ'de olduğu gibi karma tuvalet alçaklığı...

Lânet olsun böyle üniversitelere.

Kur'an'ı ne kadar güzel okusanız da, Kâbe imamı (!) Sudeysi'den daha güzel okuyamazsınız.

İşbu Sudeysi'nin, Suud'da geçtiğimiz günlerde yaşanan saray darbesiyle veliaht ilan edilen ultra AmeriKAN'cı Muhammed b. Selman için Mescid-i Haram'da yaptığı ateşli duayı dinlemişseniz, şunu anlamış olmalısınız:

Kur'an'ı güzel okumak değil, anlayıp idrak etmek ve yaşamaktır marifet.

Aksi takdirde Sudeysi misali güzel sesli saray bülbülü ve kitap yüklü eşek olmanız işten bile değildir.

İdlib'de işgalci necis Rusya'nın truva atı işlevi görmeye hazırlanan Hükümet,

Bu kirli işbirlikçilik kararını alma cesaretini, İslami (!) çevrelerin siyonistlerle yapılan ve Mavi Marmara ve onun üzerinden Kudüs'ün alenen satışa getirildiği anlaşmaya karşı suskun kalmış olmasından almış olabilir mi?

Hey gidinin İslami (!) çevreleri. Haydi Rasullerin (a.s.) mücadele sünnetini, bâtıl otoritelere karşı net bağımsız duruşlarını unuttunuz, kulak ardı ettiniz. Hiç değilse mezhep imamı olarak kabul ettiğiniz İmam Ebu Hanife'nin Emevi ve Abbasi iktidarları karşısındaki duruşunu unutmasaydınız.

CHP'liler darbeci yürüyüşleri için bir de slogan peydahlamışlar, "Yürütmüyoruz, yürüyoruz" diye.

Oysa rüşvetçilikte CHP belediyeleri ile AKP belediyelerinin birbirleriyle yarıştığını sağır sultan bile biliyor. (İstisna belediyeler vardır ve fakat istisnalar maalesef kaideyi bozmuyor.)

Yürütmüyorlarmış. Hadi oradan. Fena yürütüyorsunuz hem de.

Katranı kaynatsan da şeker olmuyor. İşbirlikçilik bu rejimin genlerine işlemiş. AKP de iktidarda olsa fark etmiyor işte.

İdlib'e necis Rus işgalcileri sokmak için Türkiye truva atı işlevi mi görecek? Yazıklar olsun:

"Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Suriye'nin İdlib bölgesinde Türk ve Rus askerlerinin olacağı bir mekanizma üzerinde çalışıldığını söyledi."

Müslümandan mürid olmaz. Zira Müslüman bilgi ve bilinç insanıdır. Gassalın elindeki meyyit gibi olma zilleti, aklını kullanmayanlar içindir.

Allah'ın Rasulü'ne dahi mürid olmayan (körükörüne tâbi olmayıp, ancak bilgi ve bilinç üzere, vahyi ölçüler içerisinde tâbi olan/itaat eden),

Kısacası bilgi ve bilinç dışı bir tâbiyeti asla kabul etmeyen bir sahabe neslinin,

Müridi olmak için şeyh/şeyhler arayan takipçi(!)leriyiz.

"Lut kavminin çocuklarıyız" pankartlarıyla yürüyüşler yapan, iğrençliklerini yaygınlaştırmak için çeşitli etkinliklet yapan, ODTÜ'de olduğu gibi tuvaletleri cinsiyetsizleştirmek gibi şeytanın aklına gelmeyecek rezilliklerin peşinde koşan sapıkları, şayet tevbe edip hallerini düzeltmeyeceklerse Allah kahretsin.

Müslüman olduğunu söyleyen bizler de, bu sapıkların sapkınlıklarını yaygınlaştırmak için gösterdiği çabaya bakıp, bunun 10'da 1'i kadar bizler hakkı, adaleti, ahlakı yaygınlaştırmak için çabalıyor muyuz diye soralım kendimize.

Yetimliğin ne kadar önemli bir mesele olduğunu ve yetimlerin nasıl derin acıların insanları olduğunu, yetim ve öksüz büyümüş olan merhum annemin herhangi bir sıkıntıyla karşılaştığında dilinden dökülen "Yetimin yüzü hiç güler mi" sözleri öğretmişti bana.

Reyhanlı'da, yetim Ümmetin yetim çocuklarını ziyaret etmek ve onlarla birlikte iftar etmek nasib oldu.

Lût (a.s.)'ın takipçileri olarak bizler yeryüzünde ve özelde ülkede Rabbimizin sözünü/ahkâmını hâkim kılmaya gayret ederken,

Sodom ve Gomore'nin sapkın halkının bugünkü takipçileri, toplumu ifsad etme yolunda alçakça adımlar atmaya devam ediyor.

ODTÜ'de sapkınların talebi üzerine tuvaletler cinsiyetsizleştirilmiş.

Allah'ın lâneti ve azabı bu alçakça kararı alanların üzerine olsun.

Ey Ümmetin hal-i pürmelalini kendilerine mesele edinen ve Ümmetin yeniden ihyası ve inşası adına hayatlarını ortaya koyarak mevziden mevziye koşan mücahid kardeşlerim,

Adanışınız ve cehdiniz her türlü takdiri hak ediyor. Lakin çağın Firavunlarına karşı mücadelede, onlarla bilek güreştirme imkânına sahip olmadığımız kaba kuvvet alanında vakitlerimizi, kanlarımızı ve nesillerimizi feda etmek yerine,

Onların türlü yalan-dolanlar üzerine bina ettikleri çağdaş düzen ve düzeneklerini, hile ve desiselerini, kültürel, siyasal ve yer yer fiili işgaller ve katliamlar üzere sürdürdükleri, tuğyan ve istikbara dayalı saltanatlarını açığa düşürecek,

Çağdaş sihirbazlığın temel enstrümanları durumundaki medya ve eğitim sistemleriyle kitleleri sevk ve idare altında tuttukları hileli düzenlerini/sihirlerini berheva edip boşa çıkaracak âsâyı, yani hakikat kılıcını kuşanmamız gerekmez mi?

Rasulullah (a.s.)'ın, devlet otoritesini kurup küfrün, tuğyanın fiili askeri gücüne karşı fiili askeri güç hazırladığı Medine öncesinde, Mekke dönemi boyunca kaba kuvvet tahriklerine pabuç bırakmamış olması, sabrı (istikamet üzere sebat ve direnişi) tercih etmesi bizler için önemli bir karine değil midir?

Evet; şirke, tuğyana, İslam coğrafyasında bâtıl batının mevcut kültürel, siyasi ve yer yer fiili işgallerine karşı savaşmak, hakkımız olmanın ötesinde sorumluluğumuzdur.

Ancak bu savaşı düşmanın istediği, bizi zorladığı sahada değil, İslam'ın bize kazandırdığı hikmetin, derin kavrayışın gerektirdiği düzlemde sürdürmemiz gerekir.

Fiili işgale karşı fiili direnişin olacağı durumlar da olabilir tabii ki, ancak bunun arızi olmaktan çıkıp Müslümanların ana hattı haline getirilmeye çalışılması asla kabul edilemez.

Aslolan, hikmet temelinde istikamet ve istikrar üzere direniş çizgisidir.

Batı medeniyetinin (!) özeti; laikliği, demokrasisi, liberalizmiyle nihayetinde bildiğiniz LGBT sapkınlığı ve azgınlığıdır.

Batıda bu sapkınlık ve azgınlığa direnen çevreler var tabii ki, lakin ana akım Batı paradigması, tuğyan etmiş insan hevasını ilahlaştırma üzerine oturmuştur.

Hümanizmi, rasyonalizmi, pozitivizmi ve onlara dayalı laikliği, demokrasisi vs ile Batı, insanlık tarihinin gördüğü en sapkın ve azgın kültürlerden biridir.

Kendilerine nimet verilenlerin (Peygamberler, sıddıklar, şehidler/şahidler, salihlerin) izlerini takip etme (taklit değil!) ve dalalete düşmüşler ile gazaba uğrayanların yolundan ictinab etme irade ve cehdi göstermedikçe,

Fatiha Suresi'ni günde 17 değil 170 kez de okusanız bir faydası olmayacaktır.

Her dua, öncelikle gereğince amel etmeyi gerektirir.

Türkiye “tesettür modasında” dünya birincisi olmuş. Başka bir şeyde dünya lideri olsaydı şaşardım zaten. Tesettür ile moda kavramlarını biraraya getiren bu zihniyete lânet olsun.

Büyük şeytan ABD dün Deyr ez Zor'da PKK-PYD güçlerine saldırı yapan Suriye rejimi jetini düşürdü. O jetler 7 yıldır hergün Suriyeli mazlumları katlederken izleyen, hatta yer yer destek veren bir terör devletidir ABD.

Ne güzel demişti Seyyid Kutub: "Amerika'dan nefret ediyorum. Fakat Amerika'nın vicdanına (!) sığınan Müslümanlardan daha çok nefret ediyorum."

Türkiye'de bir değil binlerce adalet yürüyüşü yapılması gerekir. Lakin bu coğrafyada ilhad ve irtidadın, bâtıl batı ve onun değer yargıları adına halka zulmetmenin ana karargâhı olmuş CHP gibi jakoben-darbeci bir partinin adalet kavramını bayraklaştırarak yürümesi anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir iş değildir.

Tıpkı 15 yıllık yönetiminde, her yıl sonu açıklanan bilançolarda en çok kâr edenlerin bankalar olduğu ve gelir dağılımının yoksullar aleyhine iyice bozulduğu AKP'nin adalet kavramını isminde kullanmasının anlaşılır ve kabul edilir olmaması gibi.

Adalet, makro anlamda ancak Allah'ın hükümlerinin hâkim kılınıp uygulanmasıyla, mikro anlamda ise toplumda muttakilerin sayısının ve etkinliğinin artması ile gerçekleşir ki, işte bizim adalet yürüyüşümüz bu minval üzere hiç bitmeden sürüyor ve sürecek inşallah.

Başta Âhiret ahvali gibi gaybi konuları insanlar kavrayabilsin diye dünyadaki olgular üzerinden, onlara teşbih yaparak anlatması (müteşabihat) olmak üzere,

Bizatihi zengin bir edebi dil olan Arapça'nın tüm zenginliklerini kullanarak insanlara hakkı anlatıp, yol gösteren Kitab-ı Kerime maalesef düz Bedevi aklıyla yaklaşmanın adıdır Selefilik.

Oysa Mekke'de Kur'an dâvetine icabet edip iman edenler de, ölçüp biçip dünyevi konum ve menfaatlerine aykırı buldukları için onu reddedenler de Kur'an'ın mesajlarını gayet iyi anlıyorlardı. İman eden bilerek iman ediyor, inkâr eden de bilerek inkâr ediyordu.

Tabi Selefilik açısından asıl belirleyici olanın; Kur'an'a bu yanlış yaklaşımın da öncesinde, Tevbe Suresi 100. ayetin kapsamının alabildiğine genişletilmesi ve farklılıkların görmezden gelinmesiyle şekillendirilen "ilk üç nesil" idealizasyonu üzerinden (Başta sahabe tanımları ve kapsamı konusundaki farklılıklar olmak üzere, sonraki iki nesil arasında özellikle usulud din konusundaki önemli farklar -Hadislerin Kur'an'a arzını savunanlar ile sened tenkidini yeterli görenler gibi- göz önüne alındığında bu şekildeki bir idealist tanımın çeşitli sorunlarla malul olduğu kolaylıkla anlaşılır) rivayet malzemesini asıl belirleyici kılmış olmasıdır.

Dolayısıyla Selefi yaklaşımın kendisini bu iki yönden ciddi şekilde muhasebe ve ıslaha tâbi tutması gerekir.

1- Rivayet malzemesini mutlaklaştırarak asıl belirleyici kılma yanlışından vazgeçerek, asıl belirleyicilik merciini Kur'an'a iade etmek.

2- Kur'an'a düz Bedevi akılla yaklaşma yanlışından vazgeçerek, Kur'an'a onun sahip olduğu ilmi ve edebi derinliğe layık bir kavrayış cehdiyle yönelmek.

Fethullah Gülen, sırtını AmeriKAN emperyalizmi ve siyonist lobilere dayayıp oynadığı ve İslami ve insani hiçbir ölçü tanımadığı, hedefe giden her yolu meşru gördüğü için de türlü kirlilik ve ifsadatı beraberinde getiren, iktidarı elde etme oyunundan vazgeçmelidir.

Artık o, Erzurum'da yetişmiş bir hafız, Edirne'de ve İzmir'de görev yapan ve yanlışıyla-doğrusuyla inandığı şeyleri topluma anlatmaya çalışan, ABD'den "kefere ve fecere" diye söz eden ateşli bir vaiz değildir.

Oynamaya koyulduğu ölçü tanımayan iktidar oyunu ve bunun için kurduğu kirli ilişkiler sonucu o artık emperyalizmin elinde bir politik manivela, bir pazarlık nesnesidir.

Bu acı gerçeğin farkına vararak nasuh tevbesiyle tevbe etmeli, ardından sürüklediği yüzbinlerce insanın dünyası ve ahireti üzerinde iktidar kumarı oynamayı bırakmalıdır.

Binlerce Kürt ve Türk gencinin ölümüyle neticelenen hendek terörünün sahiplerine "arkadaş",

Maruz kaldığı askeri darbe ve katliamlara rağmen eline silah almamakta direnen İhvan-ı Müslimin'e "terörist" diyen K.Kılıçdaroğlu'nun adalet yürüyüşü yaptığı bir dünyada,

Kavramların maruz kaldığı bu zulme/adaletsizliğe kim dur diyecek?

Ümmetin mevcut halini A'raf Suresi 128-129. ayetler ışığında değerlendirelim ve ümidimizi diri tutalım:

"Musa kavmine dedi ki: Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Akibet muttakilerindir.

Onlar da: Sen bize (peygamber olarak) gelmeden önce de geldikten sonra da bize işkence edildi, dediler. (Musa): Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helâk eder ve onların yerine sizi yeryüzüne hâkim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar, dedi." (A'raf 128-129)

Kur'an öğüt alınsın diye kolaylaştırılmış bir kitaptır. (Bkz: Kamer 17, 22, 32, 40)

Bu itibarla anlaşılma gayesi olmadan okumak, yaşama gayesi olmadan da anlamaya çalışmak doğru değildir.

Meselenin bir diğer boyutu da, Kur'an'ı anlamak-yaşamak eksenli okuma adına Kur'an'ın metninden koparak salt meal okumakla iktifa etme yanlışıdır.

Kur'an meali, mümkün olduğunca metinle birlikte okunulmaya çalışılmalıdır.

Aksi halde insanlar giderek Kur'an'ın kavramlarından kopmakta, meallerdeki hataları fark etme imkânından mahrum kalınmakta, Kur'an'ı meallerin dar çerçevesibde algılama yanlışına düşmeleri kaçınılmaz olmaktadır.

Eskiden bir kanal vardı ve orada Adile Naşit küçüklere uyku saati öncesi masallar anlatırdı.

Şimdi onlarca kanal var (maalesef ki çoğu, toplumun üzerine necaset boca eden birer kanalizasyon durumunda) ve buralarda sürekli olarak büyüklere masallar anlatılıyor.

Yol yakınken gel bu işten vazgeç. Boş yere kendini yorma. Senden Gandi mandi olmaz.

Öfkesini din edinmiş olanlar Londra'da kiraladıkları arabayı sivillerin üzerine sürerek insanların ölümüne yol açarken,

İslam'ın rahmetini kuşanmış olanlar, Sahura kalktıklarında tanık oldukları yangın karşısında canhıraş biçimde daireden daireye koşturarak İngiliz komşularını uyandırıyor ve can kurtaran misyonunu üstlenmiş oluyorlar.

İslam'ı yanlış anlamak ile doğru anlamak arasındaki fark bu kadar büyük işte.

Katar konusunda ölçüyü kaçıranlar, her olayda ölçüsüz, duygusal aşırı tepki vermekle malum ve malul olanlar... Alın size fırından yeni çıkmış, taptaze iki haber:

"Katar Emirlik Deniz Kuvvetleri ile ortak tatbikata katılmak için iki ABD savaş gemisinin ülkeye ulaştığı bildirildi."

"Katar Savunma Bakanlığı, 12 milyar dolarlık F15 savaş uçağı alımı için ABD ile anlaşma imzalandığını duyurdu."

Katranı kaynatsan da olmazki şeker. CHP bu. Mevcut laik-kemalist rejimi darbe ile (İlk Meclis'e yapılan darbe) kuran parti.

Darbecilikten vazgeçer mi, öyle yalvar yakar Yenikapı'da kürsüye çıkarılıp yalandan iki darbe karşıtı nutuk atmakla.

CHP'nin bugün yapacağını ilan ettiği yürüyüşün duyurusu için hazırladığı afişte kullandığı fotoğrafa dikkat. Önde Kemal Kılıçdaroğlu, arkada asker amcaları. Yani alenen darbe çığırtkanlığı.

Müddessir Suresi 18-23. ayetler arasında zikredilen ve müşrik Mekke ileri gelenlerinden Velid b. Muğire özelinde, vahyin mesajına karşı inkârcı tutumun nasıl teşekkül ettiğini özetleyen süreç, aslında insanlık tarihi boyunca ve günümüzde hep yaşanagelmektedir.

Şu farkla ki, bu "inkâr" bazen Mekke ileri gelenlerininki gibi doğrudan bir inkâr şeklinde olabildiği gibi, bazen ve hatta çoğu zaman hayat pratiği içinde karşılığını bulan bir inkâr biçimi şeklinde olabilmektedir. Nitekim Kur'an'ın anlam dünyasında, Rabbani bir hükmün teoride kabul edilip pratikte gereğinin yapılmaması da inkâr kapsamında değerlendirilmektedir. (Bkz: Bakara, 84-85)

Dâvete muhatap olup da icabet etmeyen veya etmiş görünüp de kıyısından köşesinden tutunan, temel amaç edinme anlamında dünya ile ahiret hayatı arasında kararsız kalıp bocalayan insanların önemli bir kısmı da, ayetlerde söz konusu edilen süreci birebir yaşayıp o neticeye ulaşıyor.

Kör bir inkârdan ziyade, tıpkı ayetlerde aktarıldığı gibi gerçek anlamda (Yani Kur'an'da Rabbimiz tarafından zikredildiği ve talep edildiği üzere mevcut hayatlarını vahyin ölçülerine göre yeni baştan düzenleme anlamında) İslam dâveti karşısında insanlar ölçüp-biçiyor, tartıyor ve maalesef genellikle mevcut hayat tarzlarından, konumlarından, iş ve mevkilerinin gerektirdiği ilişki biçimlerinden yana tutum alarak köklü bir İslami dönüşüme yanaşmıyorlar.

Seküler bir hayat anlayışına sahip olanlar yollarına yine o şekilde devam ettikleri gibi,

Geleneksel anlamda bir dini yaşantı üzere olanlar da, hayatlarını İslam dâveti çerçevesinde köklü ve bütüncül olarak yeni baştan düzenlemeye yanaşmayıp, mevcut halleri üzere yaşamaya devam ediyorlar.

İslam dâvetine muhatap olup da, hayatlarında bu dâvetin gerektirdiği köklü dönüşüme yönelen, ailevi, iktisadi, sosyal tüm işleyiş ve irtibatlarını bu dâvetin gerektirdiği üzere yeni baştan inşa etmeye yönelen insanlar geçmişte olduğu gibi bugün de çok fazla yekün teşkil etmiyor.

İnsan kendini bir şey sanıp müstekbirleşiyor ya, fakat işin aslı insan ne kadar aciz, ne kadar zayıf bir varlık.

Yeryüzünde ilahlık taslayan İngiltere'nin başkenti Londra'da 24 katlı bina maalesef canlı yayında saatlerce yandı. Onlarca insan öldü.

O müstekbir İngiltere bu yangın karşısında nasıl da aciz kaldı.

Ey insanoğlu sen bu kadar acizsin işte. Neyine güvenip de Âlemlerin Rabbine tuğyan ediyorsun, müstekbirleşiyorsun.

28 Şubat türü baskı dönemlerinde,

Olmazsa sonrasındaki Ak Partili yıllar misali ılıman dönemlerde bizden Tevhid eksenli duruşumuzu terk etmemizi bekleyenlere,

Hal dilimizle hep şunu söyledik ve söylemeyi sürdüreceğiz inşallah:

Allah'tan başka ilah/yol gösterici ve din-i mübini İslam'dan başka hayat nizamı tanımadığımızı söylerken şaka yapmıyorduk.

Türkiye'de gerçekleştirilen askeri darbelerin klasikleşen taahhüt cümlesini hepimiz biliriz: "NATO'ya, CENTO'ya bağlıyız." Birleşik Arap Emirlikleri'nin Vaşingtın küçükelçisinin şu açıklamaları, darbelerin kaynağı ve mantığının hiçbir yerde değişmediğini gösteriyor:

"Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Washington Büyükelçisi Yusuf el-Uteybe, Katar'dan istenen taleplerin listesinin yakında Washington'a sunulacağını söyledi.

Uteybe, "Katar'a diplomatik ambargo uygulayan ülkeler, aldıkları tedbirlerin ABD'nin bölgedeki askeri üslerini etkilemeyeceğini Washington'a iletti. Söz konusu önlemler arasında, Katar'a yönelik askeri bir operasyon söz konusu değil" diye konuştu."

1997 yılında İstanbul Üniversitesi'nde, dönemin başbakanı Erbakan'ı ziyarete gelen siyonist işgal çetesinin dışişleri bakanı David Levi'yi protesto etmiştik.

Üniversitenin tarihi kapısı önünde basın açıklaması yaparken polis çembere alıp hepimizi gözaltına almıştı. Basın açıklamamızı dinlemekte olan iki kişi de o hengamede bizimle birlikte gözaltına alınmıştı.

24 kişi mahkemeye çıkarıldık, savcı sembolik olarak sadece 4 arkadaşa ceza istedi. Fakat çıkan mahkeme sonucu 24'ümüze birden 1.5 yıl hapis cezasıydı. (28 Şubat'ın siyonist kaynaklı bir darbe olduğu bu tür davalardan da belliydi zaten.)

İnfaz yasası gereği cezamız 5 yıl ertelendi. 5 yıl içinde bir daha böyle yaramazlıklar yaparsanız hapsi boylarsınız dendi kısaca bize.

Tabi biz uslanır mıyız? Elhamdulillah hep yapageldik bu yaramazlıkları. Daha sonra birkaç defa daha gözaltına alınıp mahkemeye çıkarıldığım oldu 28 Şubat'ın zulüm ve dayatmalarına karşı eylemlere katıldığım için. Ancak hiçbirinde hapis cezası verilmedi. Zira diğerlerinin konusu siyonist rejim değildi.

Özellikle de 1998 yılındaki YÖK protestosunda İstanbul Emniyeti'nde 4 gün tutulduk, polisler gelip bize ikide bir DGM'de yargılanacağımızı söylüyorlardı. Ki bunun kuru sıkı bir tehdit olmadığını, savcılığın ilk başta dosyayı DGM'ye göndermeyi düşündüğünü sonra avukatlardan da öğrendik.

İşte o yargılamada bile hapis cezası çıkmamıştı, fakat 22 üniversite öğrencisinin protestosu, siyonist işgal dışişleri bakanına yönelik olunca ikisi de dinleyici olmak üzere 24 kişiye hapis cezasıyla sonuçlanmıştı.

Şimdi niçin yazdım bunları? Çünkü bugün, ertelenen 1.5 yıllık hapis cezası kararının zaman aşımından ortadan kaldırıldığına dair mahkeme kararı geldi.

Cübbeli denilen hurafe tüccarı, bir Tv programında konuyla ilgili sorulan bir soruya cevaben "Kıdem tazminatı caiz değil" demiş.

Gelinen nokta maalesef Bekri Mustafa'nın Ayasofya'ya imam yapılmasından daha vahim.

Hakkı Yılmaz, Edip Yüksel ve benzeri, Allah'a itaat bilincinin gündelik hayata nakşedilmiş temel direği namaz dahil İslam'ın ibadetlerini, kavram ve şiarlarını tahrif ve tezyif etmeye çalışanlar, evet Ebu Cehiller gibi doğrudan inkar yolunu seçecek kadar dürüst değiller.

İblis misali, Allah'ıın doğru yolunun üstüne Gezi parkında birilerinin yaptığı gibi kaçak çadır kurup, onun şiar ve kavramlarını tarihsel bağlamından, Allah Rasulü'nün ve ilk neslin pratiği bağlamından kopararak her türlü keyfi yorum ve tahrife açık hale getirerek insanları namazdan, taattan alıkoymaya çalışıyorlar.

Oysa Kur'an, gökten zembille dünyaya atılmış sıfırdan bir topluma seslenmedi. İbrahimî geleneğin tahrif edilmiş bir biçimi üzere bir pratiği olan bir toplumun bu pratiğini ıslah etmek üzere ve onlar üzerinden kıyamete kadar insanlara yol göstermek üzere inzal olundu.

Kur'an'ı bu tarihsel bağlamından koparmak, onu doğal zemininden ve pratiğinden mahrum ederek keyfi yorumlara açık hale getirmektir, ki bu İblisçe bir tasarruftur.

Geçenlerde bir arkadaşın iftar dâvetinde idik. Bizlerden birkaç gün önce iftarda, oğlunun arkadaşları olan İstanbul'un bir ilçesinin Ak Parti ilçe teşkilatı gençlik kolları üyelerini ağırlamışlar.

İftara iştirak eden 27 Ak Partili gençten sadece 2'sinin namaz kıldığından yakındı.

Tablo vahimdi fakat işin doğrusu iki yönden şaşılacak bir durum yoktu maalesef.

1- 27'ye 2, tam da bu toplumun Allah'a itaatten yana tercihte bulunan ortalama insan oranına tekabül ediyordu.

2- İktidarı elde etmeyi ve elde tutmayı her şeyden önceki temel hedef olarak belirleyen ve bu uğurda her türlü pragmatizmi, ölçüsüzlüğü meşru gören politik eksenli yaklaşımlar açısından önemli olan, gençlerin namazı vs değil, seçim dönemlerinde afiş asmadaki beceri ve fedakârlıkları ile oy oranlarına yapacakları etkidir. Gerisi teferruattan ibarettir.

Beşiktaş adlı takımın taraftar grubu Çarşı'nın paylaştığı ve “Göğüs kafesimizin röntgen filmi çekilse kalbimizde BJK logosu görünür” mesajı veren resim, neticede sembolik olsa da çok şey anlatıyor.

Evet, insanların fiziki olduğu gibi manevi filmini de çekmek mümkün olsa, her insanın kalbinde en sevdiği, en çok değer verdiği ve hayatını kendisine bağladığı, hayatının amacı kıldığı merci ne ise ayan beyan görülecektir.

Zaten Rabbimiz nezdinde her insanın kalp filmi bütün netliğiyle çekilmekte ve o çetin Hesap Günü karşısına çıkarılmak üzere insanın amel defteri dosyasına konulmaktadır.

Kalp filminde, Âlemlerin Rabbi Allah'ın isminin belireceği muttakilerden olmak duasıyla.

Muhakkak ki "Peygambersiz bir din", ana direklerinden biri yıkılmış, insanların keyfi yorumlarına açık hale getirilmiş bir dindir.

Bizim için en güzel örnek (Bkz: Ahzab 21) kılınan Allah Rasulü'nün (a.s.) pratik örnekliği (sünneti) olmadan en temel ibadetimiz olan namazı bile ikame edebilmemiz mümkün değildir.

Namaz ve benzeri İslam'ın pratiğiyle ilgili Nebevi örneklik, nesilden nesile yaşanıp aktarılarak, yaşayan Sünnet formunda zaten bize ulaşmış bulunuyor hamdolsun.

Bizler neticede namazı hadis kitaplarından değil, anne-babamızdan öğrendik, bizden sonraki nesil de bizden öğreniyor, öğrenecek.

Hadis rivayetleri konusuna gelince, toptan kabul de, toptan reddiye de aşırılıktır.

Buhari ve Müslim'in kitaplarını, ancak Rabbimizin Kitab-ı Kerimi için geçerli olan "La raybe fihi/Kendisinde şüphe bulunmayan" katına çıkarmak apaçık bir dalalettir.

Aynı şekilde bu kitapları ve yazarlarını ilmi açıdan tetkik etmeye yönelmek ve Kur'an ve sahih Sünnet ışığında doğrularını-yanlışlarını ayırt etmeye çalışmak yerine, itibarsızlaştırmaya çalışmak, onların hadis toplamak ve sahihini sakiminden ayırmak için ortaya koyduğu gayreti görmezden gelmek de basitliktir, yüzeyselliktir, vefasızlıktır.

Bugün bize düşen, Buhari'nin, Müslim'in ve diğer hadis bilginlerinin sened tenkidi noktasındaki gayret ve birikimlerini, metin tenkidiyle/Hadis rivayetlerini Kur'an'a ve sahih Sünnete arz ile taçlandırmaktır.

Bu yapıldığında evet hadis kaynaklarında ciddi bir eleme gerçekleşmiş olacaktır ve Kur'an ve sahih Sünnete dönüş yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır inşallah.

At izinin it izine karışması darbı meseli var ya, işte ona dair güncel bir enstantane.

Dün İstanbul'da gerçekleştirilen "Katar'la dayanışma eylemi"ne katılmak üzere elinde "Allahu Ekber" yazılı büyük bir sancakla yürüyen bir arkadaşın fotoğrafını gördüm bir paylaşımda.

Hemen arkasında "QNB Finansbank" tabelası asılı koskoca bir gökdelen...

Kur'an'ın açık ifadesiyle "Allah ve Rasulü ile savaş halinde olan", Katar sermayeli faizci bir bankanın binası yani.

At izi iti izi meselesi işte.

(Not: Ölçülü olmak, öncelikle Katar'dan ve onun on yıllardır süren emperyalizm işbirlikçiliği ve kapitalizminden akidevi olarak beri olunduğunu deklare etmek kaydıyla, şu an maruz bırakıldığı kuşatma karşısında Katar'la dayanışma içinde olunmasına tabii ki karşı değilim.)

Müslüman ölçü insanıdır. Her konuda ölçülü hareket etmekle mükelleftir. Bu, gündemin en sıcak konularından olan Katar krizi konusunda da böyle olmalıdır.

Katar bugün, İhvan ve Hamas'a sahip çıktığı için hedefte. Bu yönüyle dayanışma içinde olmayı hak eden bir ülke.

Bununla birlikte bu ülkenin, 90'lı yıllardan bu yana İslam coğrafyasına yönelik işgal ve katliamlarda aktif bir AmeriKAN üssü işlevi gördüğü de acı bir gerçek.

Dolayısıyla Katar'la ilgili konjonktürel dayanışma söylemlerimiz, bu ülkeye dair akidevi duruşumuzu zedelememelidir. Katar'dan ve onun küresel küfür odaklarıyla kurduğu velayet ilişkilerinden beriyiz.

Bakış açısı farkı:

- Canım iftar için bakkaldan şunu şunu al, şunu da unutma, ha bir de şunu. Tabi şu da vardı... Lütfen beni misafirlere mahcup etme.

- Mahcubiyet dedin de canım, ben sadece şunu şunu alıyım, gerisi israf ve gösterişe kaçıyor. Lütfen daha fazlası için ısrar edip beni Rabbime mahcup etme.

İncirlik işgal, katliam ve darbe üssü burada oldukça Türkiye'ye dair her türlü olumlu değerlendirme büyük bir aldanıştan ibarettir. Rabbimiz, İncirlik'in hesabını bu ülkede yaşayan herkesten, heppimizden soracaktır:

İşgalci AmeriKAN uçakları İncirlik'ten kalkıp Rakka'da, Deyr'ez Zor'da vs mazlumları katletmeyi sürdürüyor. Son olarak Rakka’da bir internet kafeyi vuran ABD savaş uçakları 15 sivili katletti.

Suudi Amerika'nın, Hamas ve İhvan gibi İslam dünyasının ana direkleri arasında bulunan hareketleri terörist olmakla niteleyip açıkça hedefe koyduğu ve sırf onlarla ilgili olumlu tutumundan dolayı Katar yönetimini (ve onun üzerinden Türkiye yönetimini) ablukaya aldığı bu vasatta,

Ekranlarda, gazetelerde İslam adına vır vır konuşan, yazan-çizen bunca zevattan herhangi birinden,

Mekke ve Medine'mizin Suudi Amerika işgalinde olduğu gerçeğine dair bir cümle ve bu gerçeğin idrak edilerek Umre ve Hac ibadetleri mevcut turistik gezi veya en iyimsir haliyle ferdi dindarlığa indirgenmiş ritüel formatından kurtarılıp,

İbrahimî-Muhammedî kıyam şuuru ve kolektif İslami bilinç üzere icra olunan gerçek anlamda bir ibadet kimliği kazanana, bu konuda gerekli kitlesel bilinçlendirme eğitimleri yapılana kadar,

Umre ve Hac organizasyonlarına/yolculuklarına ara verilmesi gerektiğini söyleyen herhangi birine denk geldiniz mi?

Gelmediniz ve maalesef gelemeyeceksiniz. Zira ekranlara çıkarılan, gazetelerde kendilerine anlı şanlı köşeler tahsis edilenler, İslami meselelerin hep ceset kısmına değinen/değinecek kişilerden seçilmektedir.

İslam'ın şiarlarının, ibadetlerinin asli hüviyetlerini ifade eden bilinç kısmına, bâtılı imha ve hakkı inşa odaklı içerik boyutuna dikkat çekecek olan Müslümanlar kitle iletişim araçlarından özellikle uzak tutuluyor.

Emperyalizm ve siyonizmin çıkarları tehlikeye girmesin diye kitlelerin daha çok uyutulması gerekiyor ve bu sebeple ekranlar ve gazete köşeleri İslam adına kitlelere ninni okuyanlarla dolduruluyor.

Katar Emiri Es Sani, Trump'ın davetini reddetti. Suud'un ABD finosu yöneticileri utansın.

AmeriKAN üslerini de kapat, devrileceksen de adam gibi devril, öleceksen de adam gibi öl be Es Sani.

İnsanlık düşmanı ABD ile Suriye'de onun mayın eşekliğini yapan PKK-PYD'nin Rakka operasyonunun ana üssü İncirlik.

İncirlik'te birkaç gündür aşırı hava hareketliliği gözlendiği haberlerde yer aldı. Bu, şu demek:

Rakka'da hava saldırıları sonucu katledilecek her bir Suriyeli mazlumun kanında, işgal, katliam ve darbe üssü İncirlik'i işgalcilere kapatmayan Türkiye yöneticilerinin de ortaklığı olacaktır.

CHP müdürü Kemal Kılıçdaroğlu, ABD'nin tasmalı finosu Suud'un Katar'a karşı başlattığı krizde niçin hemen topa girdi ve İhvan-ı Müslimin gibi şiddetten özellikle kaçınan bir harekete "terörist" deme alçaklığında bulundu?

Cevap basit: Emperyalist efendilerine "Türkiye'nin Sisi'si olmaya hazırım" mesajı verdi.

Bunu Yenikapı'ya yalvar yakar götürüp darbe karşıtı pozu verdirenler utansın.

Suudi İsrail dışişleri bakanından açıklama:

"Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil Bin Ahmed el-Cubeyr, Katar’ın Arap ülkeleriyle ilişkilerini tamir edebilmek için Filistinli Hamas ve Mısır’da Müslüman Kardeşler’e verilen desteğin sona ermesi gibi bir dizi adım atması gerektiğini söyledi."

2012'de yaptığımız Umre'nin ardından izlenimlerimi üç makale halinde paylaşmıştım. O makalelerden biri de "Harameyn Dâvâmız da Olmalı" başlığını taşıyordu.

( http://islamvehayat.com/-harameyn-dvamiz-da-olmali_m1051.ht… )

O makalede şunu ifade etmiştim:

"Bugüne kadar ihmal edilmiş bu dâvanın inşası için "Harameyn'le Dayanışma Platformu" gibi isimler altında kurumlar teşkil edilmeli, konferans ve sempozyumlarla Harameyn'in mevcut statükosunu ve bu statükodan kaynaklanan sorunlar gündeme getirilmeli ve çözüm önerilerinde bulunmaya çalışılmalı. Bu konuda ümmet coğrafyasının her bölgesinden konuya duyarlı temsilcilerle irtibatlar kurularak ortak ve yaygın bir duyarlılık oluşturmaya gayret edilmeli."

İslam coğrafyasında son yaşanan gelişmeler, Harameyn'in Suudi Amerika işgali altında olmasını Müslümanlar olarak artık gerçek anlamda mesele etmemiz gerektiğini bir kere daha acı şekilde hatırlattı bizlere.

Şahsen, Mekke ve Medinemizin (Harameyn) Suudi Amerika işgalinde olduğu gerçeğini gündemleştirecek, İslam coğrafyasında bu konuda ciddi farkındalıklar oluşturacak, Suudi Amerika elinde içi boş cesetlere dönüştürülen Hac ve Umre ibâdetlerimize Kur'ani/Nebevi anlamını yeniden kazandıracak bir platformun teşkil edilmesi noktasında duyarlı Müslümanlara buradan teklifte bulunuyorum.

Şaka gibi. Hürriyet gazetesi Ramazan sayfasında "Nasıl iyi bir Müslüman olunur?" diye soruyor.

Aynı gazete, siyaset sayfalarında nasıl laik-kemalist bir diktacı olunur, ekonomi sayfalarında nasıl daha tamahkâr bir kapitalist olunur ve magazin sayfalarında nasıl ahlaksız bir insan olunur sorularının cevaplarını arıyor aynı zamanda.

Hürriyet gibi baştan sona ifsad dolu gazetelere "din" sayfası hazırlayanlar nasıl bir fayda umuyorlar, insan merak ediyor.

ABD adlı çağın büyük şeytanı dün açıklama yapıyor "Katar'daki üslerden Irak ve Suriye'deki operasyonlarımız devam ediyor" diye. Suud'daki ABD üsleri hakeza, Türkiye'deki İncirlik vb üsleri aynı şekilde.

Mısır zaten siyonist işgal rejiminin finoluğunu yapıyor. İran ise Rusya adlı eş büyük şeytanın üssü durumunda ve tüm imkânlarını kanlı bir diktatörün ayakta kalması için seferber etmiş durumda.

İslam coğrafyasının komple emperyalizmin üssü durumuna getirildiği bu acı manzara içerisinde, Türkiye ve Katar neticede ABD'ye üs sağlayan iki ülke olmalarına rağmen, İslam ve Müslümanlara karşı başlatılan küresel savaşta ABD ve müttefikleriyle tamamen uyumlu hareket etmeyi kabul etmedikleri ve görece bağımsız politikalar geliştirmeye çalıştıkları, Hamas ve İhvan gibi Müslüman hareketlere tavır almadıkları için hedefteler.

Kısacası Mümtehine 8 ve 9. ayetlerde söz konusu edilen durumla karşı karşıyayız diyebiliriz.

Suud, efendisi ABD ve siyonist işgal rejimiyle birlikte İslam coğrafyasında türlü şeytanlıklar çevirirken, siz kaçıncı Hac veya Umre programınız için dolar biriktirmeye çalışıyorsunuz?

Unutmayalım, Allah Rasulü (a.s.) ömründe bir defa Hac, biri bu Hac'la birlikte olmak üzere birkaç defa da Umre yapmıştı.

Hac ve Umre'yi su yolu edinmek doğru değil. Hele bu ibadetlere harcanan paraların Suudi Amerika'ya can suyu olduğu bu dönemde hiç değil.

Bilinçli olarak yapılan bir Hac ve onun içinde veya farklı zamanda yapılan bir Umre bu ibadetlerin ifası için yeterlidir.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Almanya Dışişleri Bakanı'yla basın toplantısında konuşuyor ve diyor ki: "Alman yetkililer İncirlik üssünü değil, ancak Konya'daki NATO üssünü ziyaret edebilir."

Merdi kıpti, şecaat arz ederken sirkatin söylermiş. Ne bağımsız ülkeymişiz be! Her yanımız AmeriKAN ve NATO üsleriyle dolu. (Yanılmıyorsam emperyalist kâfirlerin Türkiye'de 28 adet üssü var.)

Öfkesini din edinmiş üç-beş kişinin, Londra'da, Paris'te, Münih'te vs sivilleri hedef alan saldırıları en çok kimleri sevindiriyor?

İslam mesajının dünyada yayılmasından rahatsız olan alçak siyonist işgal rejimini ve onun finoları Yahudi lobilerini, Vatikan'ı, Trump, Le Pen, Wilders gibi politikacıları, Neo-Conları vs.

Katar'ın Hamas ve İhvan'dan bazı mazlum Müslümanlara ev sahipliği yapmasına bile tahammül edemeyip, bu ülke ile tüm diplomatik ilişkileri kesen Suudi Amerika ile finoları Mısır, BAE ve Bahreyn'e lânet olsun.

"Sizden ücret istemeyen dâvetçilere uyun." (Yâsîn, 21)

Allah'ın dinini geçim kapısı edinen, aldıkları ücretler dillere destan olanlara değil.

Ey insanlar, ne kadar da az aklediyor, ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.

Ramazan geceleri, aralarda Kur'an sohbetleri yapılarak dinlene dinlene ikame edilen bir nafile namaz olduğu için Teravih namazı olarak isimlendirilen bir namazı bile, belirli bir rekat sayısında sabitleyip onu tamamlamak için koştura koştura kılınan, okunan onca ayetin anlamı üzerine aralarda sohbetlere yer verilmeyen, inşa boyutundan koparılmış bir cesede dönüştürdük.

Kavramlarımızı, şiarlarımızı ve bunlar üzerine bina olunan akidemiz ve ibadetlerimizi diriltmeden Ümmeti diriltmek imkan dahilinde değil.

Şimdi doğru oturup doğru konuşalım. (Doğru konuşmak için eğri oturmak zorunda değiliz!) 90'lı yıllarda İslami çevreler, Erbakan ve talebesi Erdoğan'ı geleneksel hurafelere dayalı eklektik bir din anlayışı sahibi, sağcı, devletçi, laiklik ve demokrasi gibi Batının insan hevasını esas alan akidevi tuğyanının temel enstrümanları karşısında reddiye yerine sentezci ve uzlaşmacı yaklaşım sahipleri olarak görür ve onlardan beri olduklarını deklare ederlerdi.

Aradan 20-25 yıl geçti, Erbakan söz konusu çizgi üzere vefat etti. Herkes gibi o da hesabını Rabbine verecek. Erdoğan ise, iktidar yolculuğu öncesi Washington gidiş-gelişleri sürecinde bu çizgiyi bile taşıyamadı ve Milli Görüş gömleğini çıkarıp daha liberal, ekonomide bildiğimiz kapitalist, dış politikada temel tercih olarak Batı kampı müttefikliğini esas alan muhafazakâr-demokrat bir çizgi oluşturdu.

20 yıl öncelerde, görece ümmetçi, en azından İslam Birliği gibi bir vizyonu olan Milli Görüş'e sağcı-devletçi, eklektik kimliğinden ötürü haklı olarak mesafe koymuş olan İslami çevrelerin, sonraki yıllarda, onun görece olumlulukları konusunda reddi miras ilan ederek siyaset sahnesine çıkan bir piyasa partisine taraftar hale gelmeleri ne ile izah olunabilir?

Siz hiç, İBB'nin ısrar ve inatla her yıl "Ramazan coşkusu Yenikapı/Maltepe sahilinde yaşanır" ifsadına itiraz edip, "Hayır kardeşim, Ramazan coşkusu mescidlerde yaşanır. Ramazan festival ayı değildir. Kur'an ayıdır, okumayı, sohbeti, ibadeti, taatı artırma-yoğunlaştırma ayıdır. Ramazanımızdan elinizi çekin!" diyen bir Tv vaizine denk geldiniz mi?

Demokrasinin ne demek olduğunu anlamak için önümüzde çok canlı ve tabi KANLI, güncel, somut bir misal var: "Suriye Demokratik Güçleri".

AmeriKAN emperyalizminin bölgedeki mayın eşeği PKK/PYD'nin örgütlenmesi olan "Suriye Demokratik Güçleri"nin ideolojik tektipçilikte, katliam yapmakta, kendileri gibi düşünmeyen Kürtler dahil insanları yuvalarından-yurtlarından etmekte, kısacası örgütsel hedefleri uğruna terörün her çeşidini işlemek konusunda DAEŞ'ten milim farkı yok.

Fakat onlar Batılı amcalarının gözünde cici çocuklar. Niçin? Çünkü onlar "demokratik güç". Yani sekülerizmi, Batının hayat tarzını savunan ve bununla da kalmayıp gücü ele geçirdikleri yerlerde insanlara dayatan cici teröristler.

Dünya görüşünüz laiklik, sekülerizm ve adınız da "Demokratik Güçler" ise dilediğiniz kadar katliam yapabilir, estirebildiğiniz kadar terör estirebilir, tektipçilik ve dayatmacılıkta rakip tanımayabilirsiniz. Bu durumda Batının gözünde terörist değil, demokrat olursunuz. Zira demokrasi gerçekten de tam olarak budur.

İncire ve "zeytin"e and olsun ki,

Tefâhur (aranızda övünme yarışı) ve tekâsur (çoğaltma tutkusu) sizin gözünüzü döndürmüş.

Ta ki zeytin ağaçlarına göz diktiniz.

Veyl olsun.