02-02-2011 00:31

Şefaat, Kur`an dışı bir inançtır

Kur`an Nesli Kültür Merkezi`nde `Kur`an`a Göre Ahiret İnancı ve Şefaat` başlıklı bir konferans veren İktibas Dergisi yazarlarından Mehmed Durmuş, şefaat inancının, adl-i ilahiyle birlikte uluhiyyet ve rububiyyette Yüce Allah`a ortak tanımama akidesine de aykırı olduğunu söyledi.

Şefaat, Kur`an dışı bir inançtır

İslam ve Hayat

Kur'an Nesli Kültür Merkezi'nde "Kur'an'a Göre Ahiret İnancı ve Şefaat" başlıklı bir konferans veren İktibas Dergisi yazarlarından Mehmed Durmuş, şefaat inancının, adl-i ilahiyle birlikte uluhiyyet ve rububiyyette Yüce Allah'a ortak tanımama akidesine de aykırı olduğunu söyledi. 

Kur’an’da cennete ve cehenneme gideceklerin vasıfları çok açık şekilde belirtildiğini ifade eden Durmuş, “Kim cennete nasıl gider, kim cehennemi nasıl hak eder, bu Kur’an’da açıkça bildirilmiştir. Cehennemi hak eden bir insanı kim Allah’ın cezasından kurtarabilir? Allah’ın dininde, Muhammed (a. s.)’ın bize öğrettiği dinde böyle bir şey yoktur. Bu kadar merhametli bir Rabbin adaletini de hesaba kattığımızda, hiç kimsenin şefaatine gerek kalmaksızın, kulları arasında en uygun hükmü vereceğinden kuşku duyamayız” diye konuştu.

Geleneksel din anlayışlarında konunun Kur’ani çerçeveden çıkarılıp rivayet kültürüyle bulandırıldığını anlatan Durmuş, Kur’an’a tamamen aykırı rivayetlerle bir şefaat ediciler listesi hazırlandığını ve bu listede olanların, cehenneme gitmeyi hak eden insanları bundan kurtaracağına inanıldığını kaydetti.

Konuyla ilgili rivayetlerde çelişkiler olduğunu da vurgulayan Durmuş, bir kısım hadislerde hesap günü kimsenin kimseye faydasının olamayacağı yolundak, Kur’ani hakikatin, bir kısmında ise büyük günah işleyenlerle peygamberler ve bazı zevatın şefaat edeceği iddiasının yer aldığını hatırlattı.

Durmuş, sunumunun devamında, Kur’an’da 24 ayette şefaat konusunun geçtiğini belirterek, bu ayetleirn üç gruba ayırılabileceğini söyledi ve şöyle devam etti:

“Bunlardan birincisi; 'Allah’ın izni' vurgusunun yer aldığı ayetler, ikincisi; kâfirlerin şefaat inancını rededen ayetler, üçüncüsü de; şefaati kesin olarak reddeden ayetler. İlk bölüm ayetler maalesef Kur’an bütünlüğünden koparılarak bâtıl şefaat inancına delil gibi sunulmaya çalışılmıştır. Oysa bu ayetler şefaatin imkânsızlığını farklı bire şekilde ifade eden ayetlerdir. Bakara 48, 123, 254. ayetlerde, En’am 51. ayette ve benzeri ayetlerde şefaat keisn olarak reddedildiği, hesap günü hiçbir şefaatin olmayacağı açıkça ifade edildiği halde, bâtıl anlayışlar İslam inancına farklı yollardan sokulmaya çalışılmıştır.”

Şefaat konusunun doğrudan akide meselesi olduğunu da ifade eden Durmuş, “Yüce Allah kendi uluhiyetine, rububiyyetine, malik oluşuna hiçbir şekilde ortak koşulmasına razı olmadığı halde, şefaat inancıyla bu akideye zarar verilmektedir. Akidemizi bütün kirlerden temizlememiz öncelikli sorumluluktur” diye konuştu.

Şefaatte gerek olup olmadığı sorusunun da önemli olduğuna değinen Durmuş, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Sevap belli günah belli, haram belli helal belli. Hiçbir kapalılık yok. Cennete gideceklerin vasıfları, cehenneme kimlerin gideceği Kur’an’da Rabbimiz tarafından açıkça belirtilmiş. Dinin sınırları belli. Buna tâbi olanlar cennete gidecek, sınırları ihlalde ısrarcı olanlar cezayı hak edecek. Cennet ve cehennem, Yüce Allah’ın, insanları hak ettikleri karşılıkla karşı karşıya bırakmasıdır. Şefaat inancı tamamen bir şirk inancıdır, hiçbir peygamberin böyle bir öğretisi yoktur.”

Konferans, Mehmed Durmuş’un dinleyicilerden gelen soruları cevaplaması ve “Kur’an’a Göre Şefaat” kitabını imzalamasıyla sona erdi.

YORUMLAR
  • Yasin Ayyıldız   07-06-2012 09:25

    Şefâat Kelimesinin Anlamı "Şefâat"in aslı "şef'" kelimesidir. Bunun anlamı da bir şeyi benzeri olan şeye eklemek, yan yana getirmektir. Şef' kelimesinden türeyen şefâat ise, sözlükte, bir kimsenin bağışlanmasını istemek, başkası adına yardım istemek, duâ etmek, rica etmek demektir. Şefâat, bir mü'minin günahlarının bağışlanması için Allah'a duâ edip yalvarmaktır. Bir başka deyişle, bir kimsenin yardım etmek veya yardım dilemek gayesiyle, bir başka kişiye nisbet edilmesi, onunla birlikte anılmasıdır. Daha çok yüksek makamdan aşağı makama doğru bir kullanılışı ifade eder. Şefâat edene Şâfi' veya Şefî'; şefaat edilene meşfû' (şefaat bekleyen) denilir. "Şefâat"in çoğulu şüfeâ' olarak gelir. Şefaat, kişinin yardım edeceği, kendisi için istekte bulunacağı kimsenin yanında yer alması ve onu tek bırakmamasıdır. Şefaat kavramı en çok saygı ve rütbe yönünden yüksek olanın kendisinden daha aşağı birinin yanında yer alıp yardımıyla onu yalnız başına bırakmamasında kullanılır.[2281] Şefâat, aynı zamanda aracı olmak, yardım etmek, öncülük yapmak gibi anlamlara da gelir. Bu çeşit şefaat, âhiretle ilgili değil; dünyada olan aracılıktır. Nitekim Kur’an’da bu mânâda da kullanılmaktadır: “Kim güzel bir şefâatte bulunursa (güzel bir şeye aracı olursa), ondan kendisine bir hisse vardır. Kim de kötü bir şefâatte bulunursa (kötü bir işe aracılık) yaparsa, ondan da kendisine bir pay vardır. Alllah (c.c.) her şeyin üzerinde koruyucudur.”[2282] Burada ‘şefâat’ olarak ifade edilen aracı olmayı, Peygamberimiz, "Kim güzel bir sünnet (âdet, tavır, çığır) başlatırsa, onunla amel edildiği müddetçe ilk yapana ecir (sevap) yazılır. Buna karşı o sünneti yapanların sevaplarında bir eksiklik olmaz...”[2283] diye ortaya koymuştur. Buradaki şefaat; hayır olsun, şer olsun, insanların bir yola girmesini sağlamak, onların o yola girmesine aracı olmaktır. ‘Hasene olan şefaat’, insanların iyiliği için, onların faydasına uğraşmak, onlardan zararı uzaklaştırmaya gayret göstermek, kötülükleri önlemeye çalışmaktır. Ebû Mûsâ (r.a.) anlatıyor: Peygamber (s.a.s.), bir ihtiyacının giderilmesini isteyen birisi gelince arkadaşlarına döner ve "Şefâat edin, ecir kazanın. Allah da Rasûlünün diliyle dilediğine hükmetsin"[2284] derdi. "Seyyie olan şefâat" ise, insanların kötü yollara gitmesi için çalışmak, onların kötülüğü ve sapıtması için çaba harcamak, onların zararı için gayret etmektir. İnsanların kötü yollara sapması için sebep hazırlamak, yardımcı olmaktır. Şüphesiz ki bu şekilde, iyi veya kötü olarak ‘şefâat’ etmek, insanlara yardımcı olmak karşılıksız değildir, herkes yaptığının karşılığını alır. Şefâatin Mâhiyeti Allah’ın şefaat için kimlere izin verdiği veya vereceği konusunda kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Çünkü bu Rabbimizin bileceği bir konudur. Şu kadar var ki, şefaati yardım etmek, birinin zarardan kurtulması için duâ etmek, iyi bir şeye öncülük mânâsıyla alırsak, mü’minlerin ve sâlih insanların diğer kimseler hakkındaki duâlarını, şehidlerin ve çocukların yakınlarına duâ etmelerini, peygamberlerin ümmetleri için yalvarmalarını bu şefaat kapsamı içerisinde düşünebiliriz. Şefaati, bir kimseyi azaptan kurtarmak için Allah’a aracı olmak şeklinde düşünürsek; bu, olmayacak bir şeydir. Hiç kimsenin bir başkasını azaptan kurtarmaya yetkisi olmadığı gibi gücü de yoktur. Birçok hadis-i şerifte geçtiği gibi Peygamberimiz (s.a.s.) ümmeti için şefaat etmeye izinlidir. O, mü’minlerin günahlarının bağışlanması için Allah’a duâ etmiştir ve Âhirette yine duâ edecektir.[2285] “Her peygamberin kabul edilen bir duâsı vardır. Diğer peygamberler o duâyı yapmakta acele ettiler. Ben ise bu duâmı Kıyâmet gününde ümmetime şefaat için sakladım. Ona, ümmetimden şirk koşmayanlar kavuşacaklardır.”[2286] “Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir.”[2287] Bunlara benzer birçok hadiste Peygamberimiz'in şefaat izni olduğunu görmekteyiz. Bu şefaat elbette onu hak edenler içindir. İnkâr edenler için şefaat kapısı kapalıdır. Allah’a şirk koşanlar şefaatten yararlanamazlar. Onlar, dünyada iken kendilerine gelen elçileri ve onların haber verdiği Âhireti kabul etmiyorlardı. O elçileri alaya alıyorlar, Rablerine isyan ediyorlar, ya da Allah’tan başka ilâhlar ediniyorlardı. Bu nedenle onların orada yardımcıları ve bir şefaat edicileri yoktur. Onları azaptan kurtaracak, ya da cezalarını hafifletecek bir velileri de olmayacaktır. Allah izin verirse, Peygamberimizin şefaati mü’minlerin bağışlanması, makamlarının daha da yükseltilmesi için bir duâ ve yakarış olarak gerçekleşecektir. Şefaat olunacak mü'minlerin de şefaat edilmeye lâyık olmaları şarttır. Şüphesiz ki Allah’ın affetmeyeceği bir kimse için Peygamber af ve bağışlanma dilemez. Şefâat, bir yönüyle de yardımdır; Bir kimseye faydalı olmak, ona iyiliğin gelmesine aracı olmak, bir kötülüğün ondan uzaklaşmasına yardımcı olmaktır. Bu şefâat çeşitli şekillerde olabilir. Nitekim Peygamberlerin tebliği, insanları Hakka dâveti bir şefaat olduğu gibi onların, ümmetleri için duâ edip affedilmelerini istemeleri de bir şefâattir.[2288] Allah'ın, kullarından faziletli birisinin diğer bir mü'min için hayır isteğine icabet ederek bundan bir zararı gidermesi, yahut onun günahlarını affetmesi, insanlara sonsuz nimet ve lütuflarının bir kısmıdır. Mü'minin, mü'min kardeşinin günahlarının affı için duâsı Allah katında ona şefaati türündendir. Allah katında hayırlı bir kulun bu duâsı ister dünyada iken sağ olan mü'min için olsun, ister ölmüş mü'min için olsun veya âhirette meydana gelsin aynıdır. Dünyada iken Hz. Peygamber (s.a.s.)'in mü'minlere duâsı, onlara bir çeşit şefaatidir. O daha bu dünyada hayatta iken mü'minlere duâ ederek şefaatte bulunmuştur. Nitekim Hz. Âişe (r.a.)'nın naklettiğine göre, Rasulullah (s.a.s.) çok defa geceleri yatağından kalkar, mü'min ölülere Allah'tan mağfiret istemek için Bâkiu'l-Ğarkad mezarlığına giderdi.[2289] Kur’an’da Şefaat Kur'an'da şefaat kelimesi 30 yerde geçer. Bu âyetlerden 13 tanesi, genel olarak şefaatin geçersizliği, kabul edilmeyeceği ile ilgilidir. Bu âyetler, doğrudan şefaat düşüncesini devre dışı bırakır. Bu âyetleri, Kur'an bütünlüğünde değerlendirdiğimizde, bu kabul edilmeyen şefaat, âhirette kâfirler için fayda vermeyen şefaattir. Yine bu şefaatin, Allah'ın izin vermediği durumlarla ilgili olduğu görülür. Çünkü Kur'an'ın şefaatle ilgili olarak vurgu yaptığı önemli bir konu, şefaatin Allah'a ait olduğu, O izin vermedikçe kimsenin şefaat edemeyeceğidir. Yine herkese şefaat edilemeyecek, Allah'ın dilediği ve râzı olduğu kişilere şefaat edilebilecektir. Kur'an'ın şefaat kavramının da tevhid akidesiyle ilgisini kurarak şefaati Allah'ın iznine bağlaması gösteriyor ki, hakikatte şefaat eden de, şefaati kabul eden de Yüce Allah'tır. “De ki: ‘Şefaatin tamamı Allah’a aittir.”[2290] Şefaat dilekleri de, mü'minlerin şefaatten yararlanmaları da Allah'ın iznine bağlanmıştır. Bu yüzden şefaat isteği ve duâsı sadece Allah'a yapılmalıdır. Şefaat İzni: Kur’an, şefaat olayının daha çok Âhiretteki durumunu anlatmaktadır. “...O’nun izni olmadan, O’nun katında şefaat edecek kimdir?...”[2291] âyeti, eğer Allah izin verirse başkalarının da şefaat isteğinde bulunabileceği anlamına geldiği gibi; müşriklerin şefaat umdukları bütün putlar ve benzerleri asla şefaatçi olamazlar, çünkü Allah (c.c.) onlara böyle bir yetki vermemiştir mânâsına da gelir. Yûnus Sûresi 3. âyette de benzer ifadeleri görüyoruz. Allah (c.c.), kendi katından ahid (söz) almışlara,[2292] Hakka şâhidlik edenlere,[2293] dilediği ve râzı olduğu kimselere[2294] şefaat etmeleri için izin vermektedir. Âhirette Kimsenin Şefaati Fayda Vermez: Bir âyette, mü’minlere mallarından ‘infak’ etmeleri emrediliyor. Bu infakın, hiç bir dostluğun veya şefaatin olmadığı Âhiret günü gelmeden önce gerçekleşmesi gerekir.[2295] Bu ifade şefaat izniyle çelişmiyor. Esasen kullara şefaat edecek olan, onları kurtaracak olan Allah’tır. O’nun şefaatinin dışında hiç bir şey fayda vermez. Kişi başkalarının yapacağı şefaate güvenmemelidir. Fakat Rabbimiz dünyada veya Âhirette şefaat için bazı kullarına izin verebilir. İnkâr edenlere ve Hak’tan yüz çevirenlere hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermez.[2296] Tapınılan Sahte Tanrıların Asla Şefaati Olmaz: Allah (c.c.) inkârcılara, puta tapanlara şöyle soruyor: “Yoksa onlar Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler?”[2297] Bazıları kendilerine şefaatçi olsunlar diye putları, Allah’ın dışındakileri ilâh edinirler.[2298] Ancak bu putlar onlara asla şefaat edemeyecektir.[2299] O inkârcıların ve dünyada iken İslâm’dan yüz çevirenlerin ne yardımcıları ne de bir şefaatçileri vardır.[2300] Kendilerine şefaat edecek kimsenin olmadığını kendi ağızlarıyla itiraf ederler.[2301] Allah’ın dâvetine uymayıp Kitap’tan yüz çevirenler o gün "bize şefaat edecek bir şefaatçi yok mudur?" diye yalvaracaklar veya dünyaya geri dönmeyi arzu edecekler.[2302] Kur’ân-ı Kerim, Allah’a şirk koşulan şeylerin/putların şefaat yetkisine sahip olmadıklarını vurgular.[2303] Müşrikler, bir yandan Allah’a şirk koşuyorlar, bir yandan da koştukları ortakların Allah katında mutlaka şefaat edeceklerini iddia ediyorlardı. Kur’an’ın reddettiği şefaat, Allah’ın iznine bağlamadan birtakım varlıklardan beklenilen ve istenilen şefaattir. Yoksa Yüce Allah’ın, bizzat kendi yetkisinde olan şefaat nimetini, sevdiği bazı kullarına ihsan edeceğini Kur’an açıklamaktadır. Yine Kur’an’dan anlaşılmaktadır ki, kâfirler için şefaat söz konusu değildir. Yine kendisine şefaat izni verilen şefaatçi, öyle herkese şefaat talebinde bulunamaz; Ancak Allah’ın râzı olduğu iyi kimseler için şefaat konusunda aracılık yapabilir.[2304] Kur’an’daki birçok âyet, Haşir gününde şefaatte bulunma fiilini reddeder.[2305] Başka âyetlere göre ise, bu dünyada işledikleri kötü ameller nedeniyle âhirette cezalandırılmaktan şefaatçileri sayesinde kurtulacaklarını düşünenler, Haşir günü, telâkkilerinin yanlış olduğunu anlayacaklardır.[2306] Bu tür âyetler, mahşerde adâlet ilkesinin sıkı sıkıya uygulanacağını ve herkesin kendi fiillerinin sorumluluğunu yükleneceğini ifade etmektedir. Kur’an, şefaatin Allah’ın izin ve müsaadesine bağlı olduğunu belirtir.[2307] Allah’ın en seçkin kulları melekler ve peygamberlerin bile Allah izin vermeden şefaatleri sözkonusu değildir.[2308] Ancak mü’minler için bir hak olan şefaat,[2309] sadece Allah’a ait olup,[2310] O’ndan başkası şefaat edemez, ama başkasına, şefaatte bulunmak müsaadesini vermek sûretiyle Allah şefaat eder. Kur’an âyetlerinde[2311] şefaat iki şarta bağlanarak, Allah’ın, kendisi için şefaat dilenilen kimsenin kavlinden hoşnut olması ve şefaat ediciye de şefaat için izin vermesi halinde bu yoldan istifade edilebileceği anlatılır. Şefaat yetkisi ancak Allah’a aittir. Şefaat, sadece Allah’tan istenmelidir. Ölmüş kimseler isterse peygamber olsun, direkt olarak onlardan asla şefaat istenemez. “Yani, “şefaat yâ Rasûlallah” demek hem “şefaatin tamamının Allah’a ait olduğu”[2312] âyetine, hem de “ancak Senden yardım isteriz”[2313] âyetine ters düşeceği için câiz değildir. Peygamber’den bile şefaat istemek câiz olmadığına göre, Allah’ın dostu olduğu zannedilen kimselerden şefaat talep etmek ya da böyle bir şeyi garanti gibi bilmek hiç mi hiç câiz olmaz. “De ki: ‘Şefaatin tamamı Allah’a aittir.”[2314] Ancak, “Ey Allah’ım, Rasûlullah’ı bana şefaatçi eyle” diyerek Allah’a duâ edilebilir. Tirmizî’nin rivâyet ettiği bir hadiste peygamberimiz bir sahâbîye şefaatini istemesini şöyle öğretmiştir: “Allah’ım O’nu (Rasulullah’ı) hakkımda şefaatçi kıl.” Büyük müfessir Elmalılı, âyet el-kürsî’nin[2315] tefsirinde şunları söyler: Tüm sebep O, tüm gaye O, her şeyin mâliki olan O; Allah’ın mülkü olan yaratıklardan kimin haddi ki Allah’ın izni olmaksızın yüce huzurunda şefaat edebilsin? Bu halde hangi budaladır ki Allah’ın emri olmadan bunların birinden şefaat dilenebilsin. Bizzat O’nun izni ve emri olmadıkça herkes başından korkmadan nasıl şefaate kalkabilir? Herhangi bir şeyde ister bir parça olsun tasarrufa kimin yetkisi olabilir? Bilindiği üzere şefaat, hürmete lâyık birinin kendinden düşük bir diğeri hesabına rica ve yakarma ile yardım ederek O’na katılması demektir ki, bu bir bilinmezi bildirmek veya bir isteği ortaya çıkarma ile bir beraberlik anlamını kapsar. Bunu da kendini ve kıymetini bilen ve şefaat olunan kimseye şefaat istenenden daha çok bir ilişkisi bulunan ve zarar getirmeyeceğinden emin olan kimse yapabilir. Oysa Allah’ın mülkü olan şu yaratıklardan herhangi biri ile Allah’tan daha çok birlikte bulunmaya ve O’na bilgiçlik satmaya ve ilerisini gerisini tamamen idrâk etmeden ve önünü ardını hesap etmeden ilâhî huzurda kendine bir mertebe verip de şefaate kalkışmak, gerek şefaat eden ve gerek şefaat olunan için ne kadar tehlikelidir? Eğer Allah bildirmemiş ise şefaat edecek olanın hali, şefaat edilecek olandan daha çok endişeye değer olmadığı nereden bilinir? Bu hal içinde, isterse melekler ve peygamberler olsun, kimdir o ki Allah’ın izni ve güç vermesi olmadan önünü ardını hesaplamayıp Allah’ın kullarına Allah’tan daha çok sahip çıkmak, koruma yetkisini kendinde görsün de şefaate cesaret edebilsin. Ancak Cenâb-ı Hak dilerse, özel veya genel şefaate ilâhî irâde çıkar da kendilerine bildirilmiş bulunursa o başka... Demek ki Yüce Allah’ın ululuğundan şefaat umulamaz değildir. Fakat şefaat de herkesten önce O’nun kendi elindedir ve O’nun izni ve emri ile gerçekleşebilir. O zaman şefaat kapısı açılır ve şefaat etmesine izin verilenler kendi dilediklerine değil; yine Allah’ ın dilediklerine şefaat imkânını bulabilir. Bundan anlaşılır ki önce, hak tanımayan Allah düşmanlarının kendilerine şefaat etmesi umulan bir Allah dostu bulabilmelerine, bunun gibi müşriklerin putları gibi ilim şanından olmayanların şefaatçi olabilmelerine, asla ihtimal yoktur.[2316] “İleride gelecek bir günden korkun ki, o günde hiçbir kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz. Hiç kimseden şefaat kabul olunmaz ve fidye (bedel) de alınmaz. Onlara asla yardım yapılmaz.”[2317] Konumuzun temelini teşkil eden bu âyetin tefsirinde Min Vahyi'l-Kur'an adlı tefsirde şu açıklama yapılmaktadır: Bu âyette şefaat, dünyadaki beşerî zihniyetin iptal edilmesi, kaldırılmasıdır. Yani dünyadaki zihniyet ve yaklaşıma göre insan tamamen sorumluluktan kurtulmak için bireysel bağlar ve kişisel umutlarla âhiretteki hayatını garanti altına almaya çalışmaktadır. Âhiret işlerini dünya işlerine benzetmektedir. Burada birisinin problemi olduğunda bir başkası onu halledebilmekte veya araya vâsıta/aracı koymakta. Ya da malî veya başka bir bedel karşılığında işini başkasına gördürmektedir. Bunlar genel bir kurala dayanmayan, kişisel seviyelerin durumlarına göre değişebilen çözüm yollarıdır. Bu tür hareketler ve girişimler kanun dışına çıkmaya neden olabilir. Eğer şefaat edecek olan kişiler şan, şöhret, makam ve mevki sahibi kimselerden oluşuyorsa orada kanun işlemez. İşte âyet, âhirette böyle bir şefaat anlayışını reddetmektedir. İlke olarak şefaat meselesine gelince; pek çok cahil insanın anladığı gibi, mesele bireysel sevgiden kaynaklanan kişisel ilişkilerle hiç de ilgili değildir. Genellikle câhil insanlar, bu yanlış anlayışlarından dolayı peygamberlere ve velî zannettiklerine kişisel birtakım üstünlükler vererek adaklar, sadakalar ve benzeri şeylerle onlara yaklaşmaya çalışırlar. İnsanlar aynı mantıkla liderlere, şöhret ve makam sahibi kimselere hediyelerle yaklaşmaya çalışırlar ve onların şefaatlerini elde etmeye uğraşırlar. Peygamberlere ve velî zannettiklerine yakınlaşma ile liderlere ve makam sahiplerine yakınlaşma arasındaki tek fark, velîlere ve peygamberlere karşı beslenen bu duygunun kutsallık bilinciyle beraber olmasıdır.[2318] Şefaat konusunda bazı insanların aklına şöyle bir soru gelebilir: Yüce Allah'ın şefaat vaadinde bulunması ve peygamberlerin bunu duyurmuş olmaları, insanların günah işlemeye devam etmeleri ve Allah'ın koyduğu haramları çiğnemeleri yönünde teşvik edilmeleri sonucunu doğurmaz mı? Kitap ve sünnette şefaatle ilgili olarak yer alan nasları, dinin temel esası olan ortak koşmaksızın Allah'a kulluk sunmaya ve O'na itaat etmeye yöneltmeyle nasıl bağdaşır? Öncelikle, sorudaki bu yaklaşım, bağışlamanın kapsamlılığını ve rahmetin genişliğini gösteren âyetlerle çelişmektedir: "Allah kendisine şirk/ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar."[2319] Bu âyet, tevbe olayının söz konusu olmadığı durumlara işaret ediyor. Bunun kanıtı da tevbe edilmiş olması durumunda bağışlanan günahlar kapsamına giren "şirk"in bu âyette istisnâ edilmiş olmasıdır. İkincisi; Yüce Allah tarafından dile getirilen şefaat vaadinin insanlara duyurulmasının insanları günaha sürüklemesi, dikbaşlılık ve isyankârlık yapmaya teşvik etmesi iki şarta bağlıdır: 1- Suçlunun şahsı ve nitelikleriyle birlenmesi. Ya da hakkında şefaat edilen günahın hiç bir şüpheye yer bırakılmayacak şekilde belirginleştirilmesi. Yani şu şahıs veya bu günah hakkında kesin olarak şefaat sözü verilmesi. 2- Şefaatin her türlü cezayı, tüm zamanlarda temelden yürürlükten kaldıracak şekilde etkin bir rol oynaması. Eğer, "falanca gruptan olan insanlar veya bütün halk, işledikleri suçlardan dolayı cezalandırılmazlar, günahlarından dolayı kesinlikle sorgulanmazlar" veya, "falanca günahtan dolayı hiç bir zaman azab görülmez" şeklinde iddialar ortaya atılacak olursa, bu kesinlikle bâtıl bir iddiadır, yükümlülere yöneltilen hüküm ve sorumluluklarla alay etmektir. Fakat, eğer her iki şart açısından konu müphem bırakılırsa; şefaatin hangi günahlar ve hangi günahkârlar hakkında geçerli olacağı belirtilmezse; ya da yürürlükten kaldırılacak cezaların, tüm zaman ve durumlardaki cezalar olacağı şeklinde bir iddia ortaya atılmazsa, kişi vaad edilen şefaatin kapsamına girip girmeyeceğini bilmez, dolayısıyla Yüce Allah'ın koyduğu yasakları çiğnemeye cesaret etmez. Tersine, bu durum, kişide ilâhî rahmete yönelik bir duyarlılık meydana getirir. İşlediği günahlardan ve kötülüklerden dolayı ümitsizliğe ve Yüce Allah'ın rahmeti hakkında karamsarlığa kapılmaz. Ayrıca Yüce Allah şöyle buyurmuyor mu? "Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz."[2320] Âyet-i kerime, büyük günahlardan kaçınma şartına bağlı olarak küçük günahlar ve suçlar için öngörülen cezaların kaldırılacağını ifade etmektedir. Eğer, "büyük günahlardan sakınırsanız, küçük günahlarınızı affederiz" demek doğru ise, bu durumda, "eğer imanınızı korur da Kıyâmet gününde sağlam bir imanla bana gelirseniz, şefaatçilerin sizinle ilgili şefaatlerini kabul ederim" demek de doğru ve yerinde olur. Bütün mesele de zaten nihâyet imanı koruyabilmektir. Çünkü günahlar imanı zayıflatır, kalbi taşlaştırır ve nihâyet şirke götürür. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Hüsrâna uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın tuzağından (onlara mühlet verip de sonra ansızın yakalanmasından) emin olmaz."[2321] "Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerine pas olmuştur."[2322] "Sonra kötülük edenlerin sonu, Allah'ın âyetlerini yalanlamak oldu."[2323] Bu uyarılar günahkârı günahlardan uzaklaştırmaya, takvâ yolunu izleyip muhsinlere ulaşmasını sağlamaya yeter ve böylece bu anlamdaki şefaate bile ihtiyaç duymaz. Bundan daha büyük yarar, en güzel sonuç budur. Aynı şekilde hakkında şefaat edilen suçlu veya şefaate konu olan suç belirlenir de, ancak azabın bazı yönlerini veya bazı zamanlarını kapsadığı vurgulanırsa, bu da, kesinlikle suçluların cesaretlenmesine, suç işlemeye teşvik edilmesine yol açmaz. Kur'ân-ı Kerim, şefaate konu olacak suçluları da günahları da belirginleştirmez. Cezanın kaldırılmasını da, ancak bazı durumlar için söz konusu eder.[2324] Şefaatle İlgili Şu Dört Nokta Gözönüne Alınmalıdır: 1-) Şefaat sırf Allah’a ait olan bir haktır. Allah’ın izni olmadan hiç kimse şefaat edemez. Hiç kimse, hiç bir konuda Allah’ı zorlayamaz. Mekke müşrikleri taptıkları putların Allah’a rağmen kendilerine şefaat edecekleri gibi sapık bir inanca sahiptiler. Şefaat etme yetkisine sahip olan peygamberler, âlimler ve şehitler ancak Allah’ın izniyle ve takdir ettiği kadar şefaat edebilirler. 2-) Şefaat, yalnız günahkâr müslümanlar içindir. Kâfirler için şefaat yoktur. Âyet-i kerimede Allah Teâlâ bu konu hakkında şöyle buyurmaktadır: “Onlara (Kâfirlere) şefaat edicilerin şefaati fayda vermez.”[2325] 3-) Günahı az olan varken çok olana, imanı kuvvetli olan varken imanı zayıf olana şefaat edilmeyecektir. 4-) Müslümanlar, Allah’ı râzı etmeden, önceliği Allah’a değil de başkalarına vererek şefaat hakkı kazanamaz. Müslümanlar Allah’ın izniyle Peygamberimiz’in şefaatine hak kazanabilmek için de Peygamberimiz’in sünnetine uymalıdır. Hal ve hareketlerinde O’nu örnek almalıdır. Peygamber örnek alınmadan yaşanan hayat İslâmî bir hayat değildir. Şefaat Kavramının Yozlaştırılması Tevhid akîdesinin anlaşılmasında en önemli kavramlardan birisi de şefaat kavramıdır. Tevhid ve şirk kavramları yeterince anlaşılmadan şefaat de anlaşılamaz. İşte bu sebeple şefaat kavramı, kimi istismarcılar tarafından ustalıkla çarpıtılmakta ve müslümanların temiz duyguları bazı çevreler yararına sömürülmektedir. Kur’an’ın genel hatlarıyla anlattığı “tevhid”den habersiz olanların, sadece şefaat kavramını değil; diğer akîdevî kavramları da anlayabilmesi ve toplumsal yaşam içerisindeki istenilen yere oturtabilmesi mümkün değildir. Müslümanların, Allah’ın koymuş olduğu sınırları ve insanların o sınırlar içerisindeki yerini bilmesi gerekir. İnsanın yapısı, özellikleri ve gücü çok iyi bilindiği takdirde toplum içerisinde bazı insanların tuğyan edip haddi aşmaları, müstekbirleşerek Allah’ın sıfatlarına müdahale etmeleri de anlaşılabilecektir. Şefaat kelimesinin anlamı, o günkü câhiliyye toplumunda çok iyi biliniyor ve kullanılıyordu. Müşrikler kendi putlarını Allah’a yaklaştırıcı olarak kabullendikleri[2326] gibi, âhiret gününde şefaat edeceklerine ve kendilerini azaptan kurtaracaklarına da inanıyorlardı. “Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine hiçbir zarar ve fayda veremeyecek şeylere tapıyorlar ve ‘bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir’ diyorlar. De ki: ‘Siz Allah’a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların şirk/ortak koştukları her şeyden uzak ve yücedir.”[2327] Allah katında (Allah’a rağmen, O’nun izin vermediği) şefaatçiler olduğunu söylemek, Allah’ı gereği gibi tanıyamamaktan kaynaklanır. Bu davranış, Allah’a iftira etmektir ki, bu da büyük bir sapıklıktır. Böyle bir iddia, dünkü câhiliyye toplumunda olduğu gibi, bugünkü toplumda Kur’an’dan habersiz, gelenek ve hurâfeleri kendisine din edinmiş kesimlerde de vardır. Kur’an dışı bir geleneği din olarak kabul edip bunu yaşamaya çalışan bazı insanlar, kurtuluşlarının Allah’a gerçek iman ve sâlih amellerde değil; sâlih veya veli zannedilen zatlara bağlanmakta olduğunu, o insanların Allah’ın yanında özel bir konumlarının bulunduğunu, bu sebeple onların isteklerini Allah’ın geri çevirmeyeceğini iddia ediyorlar. Kur'an, putlara ve putlaştırılan insanlara güvenmenin şirk olduğunu değerlendirerek “Allah, onların şirk/ortak koştukları her şeyden uzak ve yücedir.” buyuruyor. İnsanlara güvenmekten ziyade, sâlih amel işlemeye dâvet ediyor. “İleride gelecek bir günden korkun ki, o günde hiçbir kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz. Hiç kimseden şefaat kabul olunmaz ve fidye (bedel) de alınmaz. Onlara asla yardım yapılmaz.”[2328]; “Ve öyle bir günden sakının ki, o günde kimse kimseden yana bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez, onlara hiçbir yardım da edilmez.”[2329] O gün, öyle dehşetli bir gün ki, herkes kendisini kurtarabilmek için çırpınıyor, özürler sayılıp dökülüyor, güvenilen kişilerin veya şeylerin de kendileri gibi âciz olduğu anlaşılıyor. Sapanlar ve saptıranlar birbirlerini suçluyor, bu yapılan ve söylenilenlerin fayda vermediği anlaşılıyor. Herkes kazandıklarıyla rehin tutularak hesaba çekiliyor, zerre miktarı hayır ve şer karşılık görüyor, kimseye orada iltimas geçilmiyor, haksızlık edilmiyor. İşte bu sebeple Allah Teâlâ bizi o günün dehşetiyle uyarıp korkutuyor. Dünyada iken o gün için bir şeyler yapmamızı, şefaatçiler edinmeye çalışmanın faydasız olduğunu, ancak kendi amellerimizle korunabileceğimizi bildiriyor. “Sizin O’ndan (Allah’tan) başka ne bir şefaatçiniz, ne de bir velîniz vardır. Hâlâ düşünüp öğüt almıyor musunuz?”[2330] Kur’an, o gün, hâkimiyetin tümüyle, tek hâkim olan Allah’a ait olduğunu bildirerek, bu hâkimiyette hiçbir ortak ve aracının olmadığını, o gün insanların birbirlerinden farklılığının bulunmadığını, özel statüye sahip hiçbir kimsenin olmadığını belirtiyor. “O’nun izni olmadan kimse konuşamaz.”[2331]; “Onlar Allah’tan önce söz söyleyemezler.”[2332] “O gün öyle dehşetli bir gündür ki, kimse konuşmaya cesaret edemez; Ancak o gün ruh ve melekler, sıra sıra dizilirler. Rahmân’ın izin verdiğinden başkası konuşamaz. (Rahmân’ın izin verdiği) konuşan da doğruyu söyler.”[2333] “Konuşmak” kelimesi ile şefaat kast edilmektedir. Şefaat için ise iki şart vardır. Birincisi, Allah kime izin verirse o konuşacaktır; ikincisi ise, konuşan kimse doğru ve gerçek olanı söyleyecektir. Diğer bir husus ise şöyle belirtilmiştir: “Allah’ın huzurunda, izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez. Öyle ki, onların kalplerinden korkuları giderilince denilir ki, ‘Rabbiniz ne buyurdu?’ Onlar da: ‘Hakkı buyurdu, O çok yücedir, çok büyüktür’ derler.”[2334] Fayda verecek şefaat Allah’ın izin verdiğidir. Kur’an’dan, tevhidden habersiz insanlar, kendilerine şefaatçi edindiklerinin de Allah’ın azâbından korktuklarını anlayamıyor veya anlamak istemiyorlar. Peygamberlerin bile “nefsî, nefsî” diyecekleri, kendi kurtuluşlarını düşünüp korkacakları bir günde kolay sığınak arıyorlar. Hâlbuki şefaat ancak Allah’tan gelecek izinle olacaktır. Ondan önce de insanların kendi sınavlarını vermeleri ve korkularının giderilmesi gerekir. Eğer sınavını başarıyla vermiş, korkuları giderilmemişse, o da kendisi için yardım bekleyecektir. Zira kazandıklarıyla helâke sürüklenenler için şefaatçi yoktur. Onlar için çılgın alevli bir azap vardır.[2335] Çünkü onlar iman etmemişlerdi, iman edenleri ise hayatlarını isyan içerisinde geçirmişlerdir. Onlar kazandıklarıyla helâke uğramışlardır. Peygamberimiz, kızına şöyle söyler: "Yâ Fâtıma! Nefsini ateşten kurtar. Çünkü ben, senin için Allah'tan bir şeyi savamam."[2336] Görüldüğü gibi, Allah'a yakın olmak için, Peygamberimiz'in kızı dahi olmak yetmiyor. Mutlaka Allah'ın râzı olacağı ameller içinde olmak gerekiyor. Âyetlerde geçen Allah’ın şefaat için izin verdiği kimselerin kimler olduğu, bunların bu izne ulaşmalarının sebebi, verilecek iznin hangi boyutta olduğu gibi hususlar Kur’an ışığında açıklığa kavuşturulması gereken hususlardır. Bu meseleler aydınlanmadığı sürece, nice insan “Medet yâ Abdülkadir Geylânî!, Yetiş yâ Hızır, yardım et! Ey şeyhim bana şefaat et!” demeye devam edecektir. Birinci mesele, Allah tarafından kime şefaat etme izni verileceğidir. Öncelikle şunu unutmamalıyız ki; “şefaatin tamamı Allah’ındır.”[2337] Yani hiç kimsenin böyle bir yetkisi yoktur ve böyle bir cesarette de bulunamaz. Kime şefaat için izin verip vermeyeceği ise tamamen Allah’a aittir. Şefaat izni verileceklerden birisi meleklerdir. “Göklerde nice melek var ki, onların şefaatleri, dilediği ve râzı olduğu kimse için Allah’ın izin vermesi dışında bir işe yaramaz.”[2338] Diğer bir âyette ise, “Onlar şefaat etmeye mâlik değillerdir. Ancak bilerek Hakka şehâdet edenler müstesnâdır.”[2339] denilmektedir. Âyette belirtildiği gibi, şefaat edebilme yetkisi verilecek insanın, bilinçli bir şekilde hakka şehâdet etmesi, kelime-i tevhidin anlamını bilerek iman etmesi ve ihtivâ ettiği anlamı bilinçli bir şekilde yaşantısına aktarması gerekir. Şâhit olanın tâğuta, tâğutî sisteme karşı tevhidin mücadelesini yükseltmesi, kâfir düzenleri reddederek Allah’ın dinini yeryüzünde hâkim kılma çabasını Kur’anî bir üslûpla sergilemesi gerekiyor. “O gün, Rahman olan Allah’ın kendisine izin verdiği ve sözünden râzı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.”[2340] Fayda verecek şefaat, kendisine izin verilen, sözünden hoşnut olduğu, dilindeki şehâdetle tavırları bütünleşen, âlemlerin rabbine iman ederek tâğutu reddeden, kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa/tevhide yapışarak Allah’ın dininin mücadelesini verenin şefaatidir. İkinci mesele; kimlere ve niçin şefaat edileceğidir. Kimlerdir bu aziz insanlar? Allah’ın merhamet ve ihsanına ulaşacak olan bu insanlar, hangi amelleri ile bu rahmete ulaşabilmişlerdir? “Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur’an’la inzâr et/uyar. Onlar için Allah’tan başka ne bir velî (dost), ne de şefaatçi vardır. Umulur ki, Allah’tan korkup sakınırlar.”[2341] Allah ilk şefaat edilecek topluluğu ve onların şefaatçilerini açıklıyor. Onlar ki; âhirete iman etmiş, o gün Rablerinin huzurunda toplanacaklarının bilincinde ve o günün hesabının dehşetinden korkan insanlardır. Bunlar Kur’an’la uyarılıyorlar. Kur’an onların dünya hayatındaki yaşantılarını düzenliyor. Bunlar Kur’an’la şekilleniyor ve bulundukları ortamı da Kur’an’la şekillendirmeye çalışıyorlar. İşte bunlar, hesabı nasıl verebilecekleri hususunda korkarak, korktukları şeye uğratılmamak için korunmaya çalışanlar ve korunarak muttakî (takvâ sahibi) olanlardır. İşte onların velîsi ve şefaatçisi Allah’tır. Çünkü şefaat izni veren Allah’tır ve şefaat edilecek insanlar da Allah’ın râzı olduklarıdır. “(Onlar) Allah’tan önce söz söyleyemezler; ancak O’nun emri üzerine iş yaparlar. Alah onların yaptıklarını ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar Allah’ın râzı olduğundan başkasına şefaat edemezler. O’nun korkusundan titrerler.”[2342] O gün Allah’tan önce konuşabilecek hiçbir kimse yoktur, onlar Allah korkusundan tir tir titrerler. Acaba bugün kurtulabilecek miyiz derler. Değil birilerine şefaat edebileceklerini düşünmek, bu düşünce akıllarının ucundan bile geçmez. Öncelikle kendi hesaplarını vermeye çalışırlar, ne zaman ki onların korkuları giderilir; ancak o zaman biraz olsun rahatlarlar; işte o zaman huzura kavuşturulurlar. Ama onlar o durumdayken bile Allah’ın önüne geçemez, ondan önce söz söyleyemezler. Ne zaman ki Allah bu durumlarından sonra onlara izin ve emir verir, ancak o zaman iş yaparlar, alîm olan Allah onların yaptıkları ve yapacakları işi çok iyi bilir. Onlara orada, kimseye iltimas geçmek için izin verilmez, sadece Allah onlara ikramda bulunur. Onlar cennete girecek insanlar için, aracılık etmeye memur edilmişlerdir; cennete girecek insanları tesbit etmek için onlara yetki verilmemiştir. Bu durum ise, Allah’ın bir lütfu ve ikramıdır; onu dilediğine verir. Ancak bu insanları biz dünyada iken isimleriyle, falan insandır şeklinde tanıyamayız. Zira bu yetki Allah’a aittir, tesbit edecek olan da Allah’tır. Filan velî, falan sâlih insan şefaat edecektir iddiasında bulunmak, Allah adına konuşmaktır ve Allah’a yalan isnadında bulunmaktır. Allah Kıyâmet günü bu görevi vereceği insanı kendisi belirleyecek ve o insan da bu görevi yerine getirirken Allah’tan bağımsız hareket etmeyecektir; davranışlarını Allah’ın hoşnut olmasına göre ayarlayacaktır. Şefaat edilecek insanlar da, Allah’ın kendilerinden râzı olduğu kimselerdir. Onlar, bir Allah’a iman etmiş, dünyada iken kendi nefsî istek ve arzularına göre değil; Allah’ın Kur’an’da bildirdiği şekilde yaşamışlardır. Zayıf düşürülmüş olmalarına rağmen imanın verdiği güçle Allah’ın dinini yeryüzüne hâkim kılabilmek için mücadele etmişlerdir. Bu mücadele esnasında karşılarına çıkan zorlukları aşmasını bilmiş, yapılan dünyevî teklifleri kabullenmeyip sadece Rablerinin rızâsını dilemişlerdir. Böylece Allah da onlardan râzı olmuştur. İşte şefaat olunacak insanlar, işte kurtuluşa erecek insanlar bunlardır. Şefaat etme yetkisi verilecek olanlar, bu vasıflara sahip olanlara şefaat edecektir. Üçüncü mesele; şefaate ulaşamayacak insanların kimler olduğudur. Bu insanları Kur’an bize şöyle tanıtıyor: “Dünya hayatını ve onun güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tam olarak veririz ve onlar orada hiçbir eksikliğe de uğratılmazlar. İşte onlar, âhirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir. (Dünyada) yaptıkları da boşa gitmiştir. Hâlen yapmakta oldukları şeyler zaten bâtıldır.”[2343] Dünyayı ve güzelliklerini arzulayıp onun için çalışıp çırpınanlar, dünyada yaptıklarının karşılığını eksiksiz olarak alacaklardır. Kazandıklarıyla Allah’a şükretmeleri, O’nun yolunda infakda/harcamalarda bulunmaları gerekirken; ölümü, âhireti unutarak dünyanın geçici zevklerine aldananları ölüm yakaladığı zaman onlar için ateşten başka bir şey yoktur. Onlar kazandıklarıyla nefislerine zulmetmiş, kendilerini helâke sürüklemişlerdir. “Ey Muhammed! Onları yüreklerin ağza geleceği, tasadan yutkunacakları, yaklaşan Kıyâmet günü ile inzâr et/uyar. Zâlimlerin ne bir dostu, ne de sözü dinlenecek bir şefaatçisi olur.”[2344] “Ey iman edenler, alışverişin, dostluğun ve şefaatin olmayacağı gün gelmeden evvel, sizi rızıklandırdıklarımızdan infak edin. Kâfirler, onlar kendilerine yazık edenlerdir.”[2345] “Onlar Kitabın haber verdiği sonuçtan başka bir şey mi bekliyorlar? Sonuç gelip çattığı gün, önceleri onu unutmuş olanlar, 'Rabbimizin peygamberleri şüphesiz bize gerçeği bildirmişti, şimdi bize şefaat edecek var mı ki, şefaat etsin; yahut geriye döndürülsek de yaptıklarımızın başka türlüsünü yapsak' derler. Doğrusu uydurdukları şeyler onları bırakıp kaçmışlardır.”[2346] “Koştukları ortakları, artık şefaatçileri değildir. Ortaklarını inkâr ederler.”[2347] “Orada putlarıyla çekişerek, 'vallahi biz apaçık sapıklık içerisinde idik, çünkü biz sizi âlemlerin rabbine eşit tutmuştuk, bizi saptıranlar ancak suçlulardır. Şimdi bizim için ne bir şefaatçi var, ne de yakın bir dost. Keşke geriye dönüşümüz olsaydı da, iman edenlerden olsaydık' derler.”[2348] Allah’a, birtakım putları ve put edinilen şeyleri ortak koşan müşrikler için şefaat edilmeyecektir, onlar orada birbirlerini suçlayacaklar, şefaatçi edinenler ise dünyaya döndürülmeyi arzulayacaklar, yaptıkları yanlışları bir daha yapmamak için ve yapmaları gerekirken yapmadıkları şeyleri yapabilmek için. Ancak onlar için bir daha dönüş olmayacaktır. Âyetlerden anlaşıldığı gibi kâfirler, zâlimler, müşrikler ve müşrik müstaz’aflar için şefaatçi yoktur.[2349] “Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez.”[2350] “O’nu bırakıp da ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahman olan Allah bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana fayda vermez, beni kurtaramazlar.”[2351] “Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden Allah’tır. O’ndan başka bir velî ve şefaatçiniz yoktur. Düşünüp öğüt almaz mısınız?”[2352] Şefaat, imtihanı kazanan bir insanın diplomasının imtihanı yapan zât tarafından verilmesi yerine, kendi isteği doğrultusunda bir başkasını onore etmek için onun eliyle vermesidir. Ödül, din gününün tek sahibi[2353] Allah’tır. O’nun hükmünü bozacak kimse yoktur. Şefaat, cenneti hak eden Allah’ın râzı olduğu kimseye Allah’ın istediği bir kulu vâsıtasıyla Allah’ın cennet müjdesini verme müsaadesidir. Allah, bu ödülü ister kendisi verir, ister bir başka kulunu ödül müjdesi için şefaatçi kılar. Yoksa, Allah’ın cehenneme atacağı, bu konuda hüküm verdiği kimseyi, Allah’ın elinden ve hükmünden alıp onu Allah’a rağmen azaptan kurtararak cennete koymak anlamında bir şefaat anlayışı kesinlikle tevhidle bağdaşmayan şirktir. Böyle bir şefaatçi anlayışı Allah’tan başka ikinci bir ilâh tanımak demektir.

  • Taliban   03-04-2012 11:19

    EDİTÖRÜN NOTU: "Ehl-i Bidat", "Zındık" gibi mezhebi ithamları bırakın da varsa bir cevabınız verin kardeşim. Bu suçlayıcı, dışlayıcı, itham edici ezberlerden arının artık. Kur'an'a ve sahih sünnete dönün! Bakara 254. ayeti, En'an 51. ayeti vs okumayı deneyin isterseniz.

  • Taliban   02-04-2012 16:44

    EDİTÖRÜN NOTU: "Taliban" adıyla yazan kardeşimiz, ne bu hiddet bu celal! Sakin olsanız, ilmi olarak cevaplamayı tercih etseniz yanlış olduğunu düşündüğünüz hususları olmaz mı?

  • sebahattin dağüstü   30-03-2011 11:15

    şefaat Allahındır.Müslüman olarak ölebilenleredir.Torpilsizliktir şefaat.Hakiki müminin nail olacağı durumdur şefaat.10 sorudan hiçbirini yapmayan öğrencinin sınıf geçmesi değildir şefaat.şefaat hesap gününde nefsi mutmainnelerin nail olacağı haldir.Şefaat başka kanaat başkadır.Dünyadaki kanaatler ahirette nice olur .Şefaate nail olmak için son nefeste müslüman olarak ölebilmek gerekir.Şefaat Cenabı Allahtandır.Müminin velisi Allah tır.Çünkü O Rahmandır.Kim Rahman olan Allah tan başka şefaat edebilirki.Allah c.c bütün yaptıklarımıza şahittir,Kim şahit ise şefaatçide o dur.

  • ahmet bayrak   08-02-2011 10:24

    Müslümanlar arasında hiç anlaşılmayan cennetten cehenneme transfer olan veya yanıp yanıp cıkıpta cennete girenler konusu hep çarpıtılmıştır.mehmed durmuş kardeşimizin dediklerine aynen katılmaktayım.islam dininde aracılık yoktur.şefaat konusu torpil 'edilmektir.bunuda sırf Allah yapar.şefaat konusu Allaha aittir.ondan başkası şefaat edemez bu şefaat konusu tam anlaşılmalıdır. islam dininide cehennemden cennete transfer olayı yoktur.ben günahımı çekeyimde sonra cennete girerim konusu islamda yoktur.cennet ve cehennem ebedidir.giren bir daha çıkmayacaktır.

  • ZÜLKÜF ARSLAN   05-02-2011 21:59

    şefaatin olmadığını söylemekte kurana aykırıdır,önemli olan ŞEFAAT NEDİR bunu kuran ışığında ve resulullahın pratikliğinde ANLLAMAYA ÇALIŞMAK GEREKİR.. Nedense ya toplu red ,veya toplu kabula geçiliyor asıl doğru yolun şakınlıkları ve şakınları dır bu toplu red veya toplu kabul anlayışında olanlar... Aslında şefaat nedir kuran şefaat tten bahsediyor ve bu şefaat nedir buna açıklık getirilseydi daha faydalı olurdu belki konu anlatılırken buna değinmiş olunsada VERİLEN YAZIDA KISA Bİ TANIM YAPILSAYDI FAYDALI OLURDU.... Evet şefaat var kuranda ve bu şefaat,hakka şahidlik edenlerin AHİRETTE ONURE EDİLMESİDİR....ALLAHIN İZİN VE RIZASI İLE...ALLAHIN RAZI OLACAĞI KİŞİLERE AMA KİMİN KİME EDECEĞİ VE BOYUTU NEDİR İSMEN BEYAN EDİLMEMİŞTİR... Bunu inkarda KURANIN ŞEFAAT KONUSUNU İNKARDIR BUDA İMANİ DİR...

  • muhammet    04-02-2011 19:42

    sadece kuran üzerinde çalışma yapılsa tüm yanlış uygulamlar yanlış inanışlar ifşa olacaktır inşallah şeaat konusuda yanlış anlaşılmış ve bu yanlış hala devam ettiriliyor.

  • ADEMOĞLU   03-02-2011 17:26

    Sevgili kardeşim kitabi titizlikle okudum ve hayran kaldım Allah razı olsun. İslam toplumu önündeki kitabı dururken kalkarda hoca efendilerin sözlerine kulak vermez adeta kuran olarak bakarsa onun dediği doğru başka yalan deyip onun üzere yaşar ve ölürse hocanın ne sucu var ki o bildiğini söylemiş fakat sen senin öz kaynağını okudunmu evet okudum fakat ağızdan yüreğe olaşmaması gerektiği gibi değilmi sonrada islamız dıye meydanda kül kalmaz öylemi Allahınız aşkına hele bir gayret edin ve kitaba yönelin ha birde elindeki beşeri kitabi imanı kurtarma sayıp onun kitabullahın tefsiri gözüyle bakanlar varya vah onlara ve yaşamlrına.

  • Murat   02-02-2011 15:20

    Mehmed abiden Allah razı olsun. Çok önemli bir konuda çok önemli tesbitlerde bulunuyor. Bu tür etkinlikler devam etmeli.

  • ömer bitlis   02-02-2011 11:15

    "Şefaat inancı, adl-i ilahiye aykırıdır." demek, yanlış şefaat anlayışı kadar yanlıştır... Allah'ın muradını biliyorum demek bildiği doğru olsa bile yanlıştır...