Şefaate delil gösterilen ayetler
Bakara 255’teki “O’nun izni olmadan kim şefaat edebilir?” ayetinden Allah’ın birilerine şefaat izni vereceği anlamını çıkarmak mümkün değildir. Çünkü bu bir cevap ayetidir.
Şefaate Delil Gösterilen Ayetler
O’nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir?” (2:255)
“O gün Rahmanın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkası için şefaat yarar sağlamaz.” (20:109) Diğer: 21:28, 34:23, 43:86
Bu ayetlerden yola çıkarak, yüce Allah’ın bazı kişilere/varlıklara şefaat yetkisi vereceğini düşünenler yanılgıdadırlar. Bunlar Kur’an bütünlüğünü göz önünde bulundurmadan, sadece ayetlerin yalın olarak ne dediğine bakarak, ne demek istediğini kavramadan; ayetlerin yalın kelime anlamlarını esas alarak ve atalar diniyle geleneksel kültürün etkisinde de kalarak şefaat hakkının Allahtan başka varlıklarda da olacağı sonucuna varmaktadırlar. Halbuki varılan netice doğru kabul edildiğinde bu sonuç konuylailgili diğer ayetlerle çelişmektedir. Bu da anlamın doğru verilmediğini göstermektedir.
Bakara 255’teki “O’nun izni olmadan kim şefaat edebilir?” ayetinden Allah’ın birilerine şefaat izni vereceği anlamını çıkarmak mümkün değildir. Çünkü bu bir cevap ayetidir.
“Kendilerine bir takım şefaatçi uyduranlara karşı, siz bunu nereden uyduruyorsunuz? Sizin için şefaatçi olarak gördüklerinize, şefaat etme hakkını/yetkisini kim verdi? Başka bir ilah daha var da o mu verdi? Bilesiniz ki böyle bir yetkiyi –dilersem- ancak ben veririm. Ben de vermediğime göre, yani bu konuda hiç kimseye yetki/izin vermeyeceğime göre; benim izin vermediklerime kim izin verme gücüne sahiptir ki, siz uydurduğunuz şeylerden şefaat umuyorsunuz. Siz istediğiniz kadar kendinize şefaatçi uydurun. Ben hiç kimsenin size şefaat etmesine izin verecek değilim.”
Delil olarak ileri sürülen ilgili ayetlerin Türkçe meallerdeki çevirilerinde bariz hatalar bulunmaktadır. Sözgelimi Taha Suresi 108-109'uncu ayetle Sebe' Suresi 23. ayet mevcut meallerin bir çoğunda şu şekilde anlamlandırılmaktadır:
"O gün kendisinden sapma imkanı olmayan çağırıcıya uyacaklar. Rahman'a karşı sesler kısılmıştır; artık bir hırıltıdan başka bir şey işitmezsin. O gün Rahman'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz." (Taha:108-109)
"O'nun katında izin verdiğinin dışında (hiç kimsenin) şefaati yarar sağlamaz." (Sebe:23) (Ali Bulaç Meali)
Ayetleri bu hatalı çevirisiyle okuyan bir kişi kaçınılmaz olarak bu ayetlerden, Yüce Allah'ın hesap gününde birilerine şefaat etme izni vereceği ve sadece bu izin verilen kişilerin şefaatinin bir yarar sağlayacağı sonucunu çıkartabilir.Halbuki ilgili ayetlerin şu şekilde çevrilmesi gerekmektedir;
"O gün kendisinden sapma imkanı olmayan çağırıcıya uyacaklar. Rahman'a karşı SESLER KISILMIŞTIR; artık bir hırıltıdan başka bir şey işitmezsin. O gün, Rahman'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu KİMSEDEN BAŞKASI İÇİN şefaat bir yarar sağlamaz." (Taha 108-109)
"O'nun katında izin verdiklerinden başkası İÇİN şefaat yarar sağlamaz." (Sebe:23)
Dikkat edilirse bu ayetler doğru çevirileriyle ve ilgili bağlam ışığında okunduğunda, hesap gününde verilecek olan 'İZİN'in şefaat etmeyle ilgili değil, bütün Rahman’a karşı tüm seslerin kısılı olduğu bir zamanda söz söyleyebilme/konuşabilme ile ilgili olduğu ve şefaat edenin de izin verilenler değil ALLAH olduğu net bir şekilde anlaşılabilmektedir.
Dolayısıyla ilgili ayetlerde kullanılan "izin"in şefaat etmekle ilgili değil, Allah katında "tüm seslerin kisili" olacagi bir günde (20:108-109) konuşabilmek/söz söyleyebilmekle ilgili olduğu tesbitini yapabiliriz. Zira ayetlerin bağlamı bunu açıkça gösterdiği gibi Arapça metinleri gramatik açıdan irdelendiginde de bu husus daha açık bir şekilde anlaşılabilmektedir.
"La tenfa'uşşefaatu illa Limen ezine lehur-rahmanu..." (Taha:109)
Ayette kullanilan "Li" edatının (harf-i Cerr) anlamı, içinde kullanıldığı bağlama ve söz dizimine göre farklılıklar göstermektedir. Şöyle ki:
1. "Li" edatı aidiyet belirtecek şekilde kullanılmaktadır. Bu anlam Türkçe'de "-nIn" iyelik ekiyle ya da "bir şey filana aittir" ifadesiyle karşılanmaktadır. Örnek: "Lillahi ma fis-semavati ve ma fi'l-ardi..." = "Göklerde ve yerde olan ALLAH'INDIR/ALLAH'A AİTTİR.
2. "İÇİN" anlamındaki kullanımı. Örnek: "halake LEKUM ma fis-semavati ve ma fi'l-ardi.." = "göklerde ve yerde olan her seyi sizin İÇİN yaratmıştır..."
Taha Suresi:109'da ise "Li" edatı birinci manada değil ikinci anlamda kullanılmaktadır. Zira ayetin bağlamı ve söz dizimi açısından birinci anlam mümkün değildir. Buna göre ayetteki
"La tenfa'uşşefaatu illa Limen ezine lehur-rahmanu..." ifadesinin motamot anlamı şu şekildedir:"Şefaat fayda sağlamayacaktır, kendisine izin verilenden başkasına/başkası İÇİN..."
Allah’ın izniyle’ ifadesine bir ek:
Bundan böyle sana Kur'ân'ı okutacağız da unutmayacaksın. Yalnız ALLAH'IN DİLEDİĞİ BAŞKADIR. Çünkü o açığı da bilir, gizliyi de. (A’la suresi 6-7. ayetler)
Görüldüğü gibi ‘Allah’ın dilediği başka’ ifadesiyle yine Allah’ın mutlak inisiyatif sahibi olduğu vurgulanmaktadır. Yani bir kul unutmamaya ne kadar gayret etse de Allah dilerse unutabilir. Kainatta olup biten herşey Allah’ın onayını aldıktan sonra cereyan etmektedir.
‘Hiçbir yaprak O’nun izni olmaksızın düşmez’ ayetini hatırlayalım.
Demek ki bu ‘Allah’ın diledikleri hariç’ kalıbı Peygamberimizin bazı ayetleri unuttuğu anlamına gelmemektedir. Allah dilerse unutabilirdi. ‘Allah unutmasını dilemiştir’ şeklinde bir beyan mevcut değildir.
Tıpkı bunun gibi ‘Allah’ın izni olmadan kimse şefaat edemez.’ cümlesinden Allah’ın birilerine şefaat için izin vereceği anlamı zorunlu olarak çıkmaz.
Allah’in izniyle ifadesi nasıl anlaşılmalıdır:
Mekke’li müsriklere “... (O’nun) izni olmadan katinda(huzurunda) hiçbir kimse sefaât edemez...” (2/255) buyurulan ayette yine sayet şefaât var ise yalnizca Allah’a aittir ve Allah kime izin verirse ancak o yapabilir denilmektedir. Yoksa bu ayetlerde şefaate izin verilecegi beyan edilmemektedir.
Ayetler Mekke’lilerin şefaat inancının asılsızlığını vurgulamak için indirilmistir.
‚Allah’in izni’ tabiriyle Allah’ın otoritesinin sınırsızlığı ve bütün inisiyatifin Allah’in elinde olduğu vurgulanmak suretiyle konuya farklı bir uslubla, anlatım tekniğiyle açıklık getirilmektedir. Konuyla ilgili bütün ayetler müşriklerin iddialarına cevap olarak gelmiştir.
Ahirette Allah’ın şefaati vardır, kulların şefaati yoktur:
Şefaat Kuran’da iki anlamda kullanılır:
Günahların bağışlanması için birilerinin aracılık yapması ve genel anlamda yardım manasında.
Ahirette günahların bağışlanması için kulların (peygamberler, veliler, meleklerin) şefaat etmesi diye bir şey İslam akidesinde mevzubahis degildir.
Pratik hayatlarında müslümanların Allah’ın şefaâti (yardımı) konusu üzerinde pek durmadıkları daha çok da Resulullah’ın ve evliyânın yardımı üzerinde durduklarını, dillerinde ve yaşamlarında daha çok bu iki deyim üzerinde durduklarına tanık oluyoruz.
Şefaat konusu, Mekke’de Resulullah ile Mekkeliler arasındaki konuşmalarda geçmis ve müşrik Mekkeliler elleriyle yaptıkları putlara neden prestij ettikleri sorulduğunda, “Onların şefaâtlari umulur! ” demişlerdir.
Bunun üzerine nazil olduğu belirtilen ayetlerle Allah, şefaât, yani yardım (var ise) bunun yalnız Allah’tan olduğunu belirlemektedir ve bu suretle de Mekkelilerin kuruntularının diğer konularda olduğu gibi sefaât konusunda da kendi kuruntuları olduğunu vurgulamaktadır.
Bu ayetlerden birinde: “... İleride gelecek bir günden korkun ki, o günde hiçbir kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz. Hiç bir kimseden sefaât kabul olunmaz ve fidye de alınmaz. Onlara asla yardım yapılmaz.” (2/48)
Bir diğer ayette de:“ Ve bir günden sakının ki, o günde kimse, kimseden yana bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaât fayda vermez, onlara hiç bir yardım da gelmez.” (2/123).
Bu ve benzeri konu ile ilgili ayetlerde açıkça, şefaâtin(var ise) yalnız Allah’tan olabileceği, O’nun dışında hiçbir varlığın buna yetkisi ve imkanı bulunmadığı belirtilmektedir.
Meleklerin dünyada şefaati Allah’ın izniyle vardir:
Böyle iken dediler ki: «Rahmân çocuk edindi.» Allah bundan münezzehtir. Doğrusu melekler (Allah'ın çocukları değil.) ikram olunmuş kullardır. Onlar Allah'ın sözünün önüne geçmezler, hep O'nun emriyle hareket ederler.
Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar, Allah'ın hoşnud olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler. Hepsi de O'nun korkusundan titrerler. (Enbiya suresi 26-28)
Bu ayetlerde şefaat aracılık anlamında değil yardım anlamındadır ve meleklerin dünyada müminlere mesela savaşlarda (Bedir savaşında olduğu gibi) yardım etmelerini konu edinmektedir.
Peki müminlere sefaat yok mudur ?
Bu soruyu da Bakara suresi 254. ayet cevaplamaktadir:
Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün(AHİRET) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın. Kâfirlere gelince, onlar zalimlerdir.
Hitap iman edenlere !
Dolayısıyla şefaâtin bir insan için yalnızca SAHİH İMANI VE SALİH AMELLERİ(yani kendi kendine şefaat/yardım etmesi) VE ALLAH’IN BAĞIŞLAMASI (Allah’ın şefaatı) şeklinde olacağını kabul etmek zorundayız.
Halk arasında kullanılan ıstılahi anlamıyla şefaatin olmadığına hükmedebiliriz.
Yani başka kulların bize şefaati yok, Allah’ın şefaati var.
Kim olursa olsun kimsenin kimseye torpili olamıyacağını, Allah, Kitabı’nda açık açık buyurmaktadır. Mağfiretinin, bağışlayıcılığının da yalnızca kendini razı edenler için olacağını da buyurmaktadır. Kim O’nu razı etmek için sahih iman sahibi ve salih amel sahibi olursa Allah elbette ki bunlar için bağışlayıcı, merhamet edici (yani sefaât-yardım edici) olacakıir.
Bunun dışında Kur’an’da herhangi bir şefaattan bahsedilmemektedir. Halk arasinda geleneksel olarak bilinen sefaâtin Kur’an’da yeri yoktur. Üstelik düsünürseniz Hesab Günü (DİN GÜNÜ)nün tek maliki Allah’tır ve orada Allah’tan başkasının herhangi bir şeyi yoktur. Her şey O’nun olduğuna göre, O’na ait bir şeyi kim, nasıl kime yardım (şefaât) olarak verebilecektir! Orada, O’ndan izinsiz herhangi bir şey olmaz ve olamaz burada olduğu gibi..
Allah’ın iradesini(verdiği hükmü) kimse değiştiremez:
Hakikaten, biz dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız; sonra bu durumda sen de bize karşı hiçbir koruyucu bulamazsın. 17/86
Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O'nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O bağışlayandır, esirgeyendir.
(Resûlüm!) Hakkında azap hükmü gerçekleşmiş kimseyi ve ateşte olanı sen mi kurtaracaksın! Fakat Rablerinden sakınanlara, üstüste yapılmış, altlarından ırmaklar akan köşkler vardır. Bu, Allah'ın verdiği sözdür. Allah, verdiği sözden caymaz. 39/19-20
Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O'na teslim olun, sonra size yardım edilmez. Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur'an'a) tâbi olun. 39/54-55
(Resûlüm!) Sen, onların hidayete ermelerine çok düşkünlük göstersen de bil ki Allah, saptırdığı kimseyi (dilemezse) hidayete erdirmez. Onların yardımcıları da yoktur. 16/37
İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir." Şu kadar var ki, İbrahim babasına: "Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez" demişti. (O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır. 60/4
(Ömer Karaaslan / kuranislami.com)
-
MOZGULNAR 27-02-2010 20:12
Doğrusu bu zaten