Şükrü HÜSEYİNOĞLU

04 Aralık 2015

SEKÜLERLEŞEN DİL

“Günaydın", "Geçmiş olsun”, “Başın sağolsun”, “Çok yaşa - Sen de gör”, …

Yüce Allah’ın dinini makro iktidar alanlarının yanı sıra toplumun gündelik yaşantısından da uzaklaştırmak gayesiyle, laik-ulusal sistemin toplum mühendisliği projelerinin bir parçası olarak üretilmiş olan bu tür seküler temenni cümlelerinin, Müslümanlar arasında da sıkça kullanılır olduğuna tanık olmaktayız.

Rejimin kuruluş felsefesine uygun olarak, “Arapoğlunun yaveleri”ni “Türk ulusu”nun hayatından mümkün olduğunca çıkarmanın bir boyutu da dili sekülerleştirmekti / Allah’sızlaştırmaktı ve Türk Dil Kurumu’na yüklenen temel misyonlardan biri de buydu.

Burada bir parantez açarak, bugün PKK / BDP çevrelerinin de Kürt dili üzerinde aynı operasyonu gerçekleştirmekte olduğunu, Kürtleri sekülerleştirme misyonunu üstlenen bu çevrelerin, tıpkı Kemalist ideoloji gibi, dili sekülerleştirmeyi bu işin önemli bir boyutu olarak ele aldığını hatırlatmış olalım. Resmî dil politikalarıyla Türk dilinin Allah’sızlaştırılması sürecine benzer şekilde, söz konusu çevrelerin eliyle Kürt dilinin Huda’sızlaştırılmakta olduğunu görmekteyiz.

Konuya dönecek olursak, Allah’tan bağımsız hiçbir an ve alan tasavvur etmesi düşünülemeyecek olan Müslümanların hayatlarının merkezinde, âlemlerin Rabbi yüce Allah bulunmak durumundadır. Müslüman için Allah’tan bağımsız bir sevinç, Allah’tan bağımsız bir hüzün, Allah’tan bağımsız bir temenni, Allah’tan bağımsız bir gelecek tasavvuru düşünülemez.

Müslüman, yüce Allah’ın her şeye müdahil olduğunu, her şeye karıştığını bilir. Bu yüzden İslam’ı hayat nizamı kılan toplumlarda doğumdan ölüme, her ana dair yüce Allah’ın ismi çerçevesinde şekillenmiş ve dillere yerleşmiş cümleler bulunur. Bu cümlelerden bir kısmı bizzat yüce Allah’ın inzal buyurduğu cümleler olduğu gibi, bir kısmı da İslam toplumlarınca Kur’ani / Nebevi öğreti çerçevesinde şekillendirilmiş cümlelerdir.

Kur’ani öğreti gereği, bir Müslüman bir işi yapmaya karar verdiğinde “Allah dilerse” diye daha başından işine Allah’ı müdahil kılar, her işe “Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla” diyerek başlar, işlerinin sonunda “Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd ederim” diyerek hamdini daim kılar, bir nimete muhatap olduğunda “Bu Allah’ın dilemesiyle gerçekleşmiştir” ifadesiyle Allah’a yönelişindeki kesintisizliği sürdürür, bir yanlışa düştüğünde, farkına vardığı an hemencecik “Allahım, senden bağışlanma dilerim” duasıyla arınmaya yönelir, bir musibetle karşılaştığında “Biz Allah içiniz ve O’na döneceğiz” teslimiyeti ile Rabbine yönelir.

Müslümanın, kendisine ve başkalarına yönelik temennileri, ki bunlar neticede duadır, asla Allah’tan bağımsız olamaz. İçinde Allah’ın olmadığı, Allah’a yönelişin bulunmadığı bir temenni, boşluğa ve başıboşluğa terk edilmiş, hiçbir somut karşılığı olmayan bir beklentinin ötesine geçemez.

İşte yazının başında birkaç örneğini dile getirdiğimiz ve maalesef giderek Müslümanların diline de yerleşen seküler temenni ifadeleri bu cümledendir. Bir hastaya “Geçmiş olsun” dendiğinde ne denmiş olmaktadır? Evet, bu bir temennidir, lakin adresi olmayan bir mektup gibidir. Ortada bir temenni vardır, fakat temenninin bir dayanağı, bu temenniyi gerçekleştirecek bir özne yoktur. Sekülerizm, bu konuda oluşturduğu boşluğu doldurmaktan aciz kalmıştır!

Oysa temenni cümlelerinin merkezine yüce Allah’ın ismi yerleştirildiğinde, temenniler somut bir karşılığı olmayan seküler beklentiler olmaktan çıkıp, kendisine yönelinmeye ve sığınılmaya en lâyık makam olan âlemlerin Rabbi’ne iletilen dua mahiyetine dönüşmektedir. Mesela bir hastaya “Allah şifa versin” temennisinde bulunmak, şifanın kaynağı olan yüce Allah’tan o hasta için şifa talep etmektir.

Kısacası, yazının başında dile getirdiğimiz seküler temenni cümlelerinin gündelik konuşma dilimize yerleşmesine izin vermememiz gerekiyor. Bir asra yaklaşan resmî toplum mühendisliği çabalarıyla dili önemli ölçüde bu seküler ifadelerle kuşatılan toplumun da, bu konunun farkına varmasını sağlamak gerekir.