Şükrü HÜSEYİNOĞLU
SİSTEM İÇİ DEĞİŞİM MÜSLÜMANLARIN LEHİNE Mİ İŞLİYOR?
İslami değerler ve Müslümanlara karşı baskıların yoğunlaştığı 28 Şubat sürecine halkın tepkisinin de etkisiyle 2002 seçimlerinde önemli bir çoğunlukla “iktidarı” elde eden AKP’nin son 8 buçuk yıllık yönetimiyle sistemin ciddi bir değişime tâbi tutulduğu görülmektedir.
Bu süreçte birçok dokunulmaza dokunulduğu, toplumu suni kamplara ayırmaya ve suni çatışmalar üreterek kendisini var kılmaya yönelik sistemin kuruluşundan bu yana devam ettirilen karanlık politikaların sorgulandığı, birçok karanlık tezgâhın aydınlatılmaya çalışıldığı, halkın değerleriyle ve farklılıklarıyla daha barışık bir yönetim anlayışı öne çıkarılmıştır.
Türk – Yunan Savaşı sonrasında imzalanan Lozan Antlaşması ise elde edilebilen kadarıyla “Misâk-ı Milli” sınırları içerisinde, Ahmet Altan’ın “Biz cumhuriyet kurup başına Mustafa Kemal’i getirmedik, Mustafa Kemal’i başa geçirip etrafına bir cumhuriyet kurduk” cümlesiyle özetlediğişekilde teşekkül ettirilen mevcut rejimle ve onun temel nitelikleriyle bir sorunu olmayan ve fakat rejimin, halkın değerleri ve farklılıklarıyla daha barışık kılınması vizyonuna sahip olan AKP kadroları bu yolda epey mesafe kat etmiş bulunmaktadır.
Bu kadroların içinden gelen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün geçtiğimiz yıl verdiği “Laikliğin koruyucusu ordu değil halktır” cümlesinde ifadesini bulduğu üzere, laik rejimi halka rağmenci askeri niteliğinden arındırıp demokratik bir cumhuriyete dönüştürme çabası, sistem içi değişimin ana rotasını teşkil etmektedir.
Bu coğrafyada yaşayan ve sistem içi değişim hedeflerinin çok ötesinde, Âlemlerin Rabbi’nin hükümleriyle hükmetme anlayışı üzerine bina edilmeyen sistemlerin kökten reddi ve Hududullah’ın hükümran olduğu bir toplumsal ve siyasal yapının inşası vizyonuna sahip olan biz tevhidi bilinç sahibi Müslümanlar açısından bu sistem içi değişim süreci ne ifade etmektedir? Değişim süreci çokça dillendirildiği gibi gerçekten de Müslümanların lehine mi işlemektedir?
Bu soruların cevabını aramaya geçmeden, öncelikle şunu belirtmek gerekir ki baskıcı ve despot bir rejimde yaşamak, despotlar dışında hiçbir toplumsal kesimin arzu edeceği bir durum değildir. Bu anlamda mevcut sistem bünyesinde de olsa, despotizmden halkın tercihlerine ve farklılıklarına daha saygılı bir yönetim anlayışına doğru gelişen değişim süreci Müslümanlar için de görece olumluluk olarak değerlendirilmesi gereken bir durumu ifade etmektedir.
Peki, bu son cümleyle yazının başlığındaki sorunun cevabı netleşmiş mi olmaktadır? Ne yazık ki hayır!
Şayet sistem içi değişim süreci, Müslümanların özgün konumlarını, şirk sisteminden ideolojik olarak kesin ve keskin hatlarla ayrışan tevhidi duruşlarını muhafaza ettikleri bir vasatta yaşanmış olsaydı veya sistem içi değişim yaşanırken Müslümanlar özgün konumlarını sürdürmeye devam etselerdi başlıktaki soruya rahatlıkla olumlu cevap verebilirdik.
Oysa mevcut durumda, birçok “İslami yapı” da, AKP üzerinden söz konusu değişim sürecinin bir parçası haline dönüştüğü ve özgün İslami konumlarını terk ederek sistem içi değişim aktörlerinin fiili destekçisi ve hatta bazen partneri işlevi görmeye başladığı için sürecin Müslümanların lehine işlediğini söylemek epey zorlaşmaktadır.
Her şeyden önce birçok “İslami yapı”nın, değişim süreciyle birlikte, sistemle var olan / olması gereken ideolojik hasımlıklarını terk etmeye başladığı, muhalif konumlarından ve İslami toplumsal ve siyasal hedeflerinden vazgeçerek değişen sistemin bir bileşeni olmaya yöneldikleri görülmektedir.
Kısacası, sistem içi değişim rüzgârları sadece sistemi dönüştürmekle kalmamakta, AKP üzerinden bu sürece dâhil olan Müslümanları da şu veya bu oranda savuran bir etki yapmaktadır.
Değişim süreci, bir yandan sistemin despot karakterini baskılayıp onu halka yakınlaştırırken, diğer yandan da toplumdaki en dinamik ve potansiyeli yüksek muhalif güç olan İslami muhalefeti dönüştürerek sisteme hısımlaştırma işlevi görmektedir.
Yaşanmakta olan bu karşılıklı değişim süreci bana, Rabbimizin Kalem Sûresi’ndeki şu beyanlarını hatırlatmaktadır:
“Şu halde yalanlayanlara itaat etme. Onlar, senin kendilerine yaranmanı (uzlaşmanı) arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.” (Kalem 68 / 8-9)
Sonuç olarak, sistem içi değişimin Müslümanların lehine işlediğini söyleyebilmek çok zor görünmektedir. Zira bu süreç, çoğunlukla özgün konumlarında sebat etmedikleri için Müslümanları da dönüştüren ve giderek bâtıl sistemi içselleştirmelerine, onunla bütünleşmelerine yol açan bir süreç niteliği taşımaktadır.