Sivas kumpası ve Başbağlar dramı üzerine...
Sivas olaylarının perde arkasında hangi hesaplar yatıyordu? Bu olaylara misilleme iddiasıyla gerçekleştirilen Başbağlar katliamı ne anlama geliyor? Sait Alioğlu yorumladı...
Sait Alioğlu
İslamveHayatDin ve mezhep bağlamında bir kavramsal analiz denemesi…
Sivas olaylarıyla ilgili o günden bugüne kadar medyada birçok şey yazılıp çizildi. Çok şey söylendi, konuşuldu vs. Olayları tertip eden güç ve güçler, o günlerde de olduğu gibi başta Müslümanlar olmak üzere akl-ı selim içre düşünen insanlar ve çevreler tarafından günümüzde adı ‘Ergenekon’ olarak belirginlik kazanan derin güçlerin ve gücün bir faaliyeti olarak ortaya konmaya çalışıldı. Bu vahim olayların bir ucundan da kendileri tuttukları yada var olan kumpasa azımsanmayacak oranda ‘kısmen de’ dahil oldukları halde; tabii ki içerisinde bulundukları durumlar muvacehesinde geçmişten tevarüs ettire getirdikleri bir silsileyle o ‘dini/mezhebi ve de salt ideolojik çevreler’ olayları sürekli sıcak tutmaya ve yer yer de kaşımaya ayarlı tutulan argümanlarından dolayı kendi zihin planlarında ‘şeriatçı bir kalkışım’ olarak lanse edip durdular yıllar yılı… Yukarıda ‘dini/mezhebi ve salt ideolojik çevre’ olarak vasfedip belirlemeye çalıştığımız kitleler içerisinde kendilerini başta Allah’a, elçisine ve hasetsen de Hz. Ali ve ehl-i beyte bağlı olarak hissedip duran insanların bir kısmı ne yazık ki tevarüs ettirdikleri yanlış bir din algısından olsa gerek, dinin özü ve olmazsa olmazı hükmünde sayılması icap eden şeriatı zaman içerisinde oluşan tarihi, sosyal ve siyasal bir hınca irca edip aşağılama yoluna gittiler. Bu nasıl bir din anlayışı ki, kendini İslam’a nispet edecek ve geri geldiğinde de onun olmazsa olmazı olan, şeriata karşı tavır takınılacak?! Galiba bu karşı çıkışı Kur’an’ın da sıkça belirttiği gibi ‘şirk psikolojisi ve şaşmaz bir hakikat olan Kur’an’ın vahyinden bihaberlikle’ tanımlamak mümkün olur… Sanırız bu durum kendisini zahiri planda İslam’a nispet eden ama tarihsel olarak ta inanç örüntüsü ‘ne gariptir ki!’ büyük oranda İslam dışı olgularla doldurulan Aleviliğin sanki bir kaderi gibi yer etmiş bulunmaktadır!
‘Niçin Sivas’ ya da hile ‘bazlı’ oyunlar…
1., 2. ve 3. yıl etkinlikleri Sivas’a bağlı Banaz diye bir köyde yapılan “Pir Sultan Abdal Kültür ve Sanat Ekinlikleri” nedense o yıl (1993) Alevilerle birlikte eskiden beri etkin olarak Sünni kitlelerin yaşadığı Sivas’a alınmıştı. Alınan bu karar bizce sıradan ve rastlantı sonucu değil, politik kaygılarla deruhte edilmek kastıyla alınan bir karardı. Zaten oluşan o vahim olayların künhüne vakıf olduğumuzda, alınan kararın ayrıştırıcı yönü ağır basan salt siyasi bir karar olduğu ayan beyan görülecektir Alınan bu karar belli ki birden çok drama sebebiyet verdi, vermesine ama, bu ülkenin ve Müslüman halkının kimyasını yok etmeye ayarlı şeytani bir tuzak olduğundan örgütlü ve örgütsüz şeriat karşıtı çevrelerin ellerinde patladı… Olayların akabinde çeşitli laik,Kemalist ve sol çevrelerin tertipledikleri ‘şeriat karşıtı’ mitingler, bir nevi ‘fetret dönemi’ olarak tanımlayacağımız kısa bir zaman dilimi sonrasında, en azından kültürel bazda bile olsa kendilerini şeriata, Kur’an’a ve İslam’a nispet eden halk yığınları tarafından zaman içerinde nefretle anılır oldu. Zira halk gerçeği görmüştü! Şeriat, dünya hayatından da önemli olan olmazsa olmaz bir hakikatti! Anlaşılan ifsad komitesinin hile ve tuzağı Anadolu halkı üzerinde bu kez de tutmamıştı… Zira doğal olarak şeytan’ın hilesi Kur’ani ifade ile haliyle zayıftı!... Tuzakları da boşa çıkmıştı… Şeytanın bir tuzağı vardıysa; Allah’ın da elbette bir tuzağı vardı ve yürürlükteydi… Allah tuzak kuranların en hayırlısıydı; şeytan ve avanesi bilmese de…
Temelden alırsak…
12 Eylül’le birlikte birtakım sosyal değişimlerden dolayı bir çok kitle gibi, hızla kimliksizleşen Alevi kitleye bir kimlik kazandırma çabaları, uzun yıllardır sürüp gitmekteydi. Bu çabadan amaçlanmak istenen şey mahiyeti ve keyfiyeti tartışılsa bile gelişme istidadı gösteren İslami hareketi durdurmaya çalışmak; 79 Şubat devrimiyle birlikte İran’dan Alevilere uzanan dost eli kırmak ve 50’li yıllar sonrası devleti sahiplenme açısından Müslümanlardan kısmen olsa da boşalan yere Alevileri oturtmaktı. Zira 12 Eylül süreci İran İslam devrimi ve küresel ölçekte ve ona koşut olarak gelişen İslami hareketlerin etkisiyle, başta gençlik kesimi olmak üzere Müslümanlar büyük oranda devletten ve sistemden kopuş atmosferinde kendilerini yeniden var etmeye çalışıyorlardı. Bu, olaylara neden olan sadece bir yöndü. Kopuşun daha bir çok yönü vardı haddizatında… Bizce önem açısından ikinci bir nedende Kürt sorunuyla başı derde giren laik ve ulusalcı sistemin PKK’yı yok etme arefesinde Alevi kitlenin olabildiğince yoğun desteğini sağlamaktı. Sistem olası bir destekle PKK’yı ezip Kürt sorunu’nu kökten kazımayı(!) düşünüyordu! Gerçi PKK ortadan kaldırılmış olsa bile Kürt sorunu toplumsal, kültürel ve ekonomik parametreleri olan bir sorun olarak yerli yerinde duracaktı. Ki, var olan bu sorun, laik sistem tarafından, bir amaca matuf olarak yıllar öncesinde oluşturulmuştu. İşin ilginç tarafı Sünni kitlelerle birlikte Alevilerde bu sorunun oluşturulma arefesinde sistemin gadrine uğramıştı. Ör. 1937 Dersim olayları… Ama buna rağmen Alevi kitlelerin Dersim özelinde laik ve ulusalcı sistem tarafından bir soykırıma tabi tutulması gerçeği halen ortadayken onlarca yıldır, saki başka bir alternatif ve düşünce, yol ve yöntem yokmuşcasına blok şeklinde, hemen hemen her şeçimde oyların CHP’ye gitmesi garabet olsa gerek! Gerçi bu garabet Türkiye özgülünde çeşitli sağcı, solcu ve Müslüman kitleleri de adım adım takip eden bir inceliğe haizdir.
Sorular… Sorular…Sivas’ta karanlık laik güçlerin tertiplediği bu olaylar yıllarca tartışılıp duracaktı belki… Ve belki o zaman asıl suçlular ortaya çıkarılır ‘nedenler ve nasıllar’ üzerinde en sağlıklı değerlendirmeler yapılabilirdi.
Yeri gelmişken, ilgilisine şu sorular sorulabilir;1- Yıllardır adına etkinlik nedir düzenlenmeyen bir kişi için neden son yıllarda bir etkinlik düşünüldü?
2- Düzenlenmesi düşünülen etkinlikler Pir Sultan Abdal’ın doğum yeri Banaz’da yapılsaydı, daha doğal ve daha anlamlı olmaz mıydı?
3- Alevi olmasına rağmen ‘laik-Ateist’ ve dinsiz olmayan bir insan adına düzenlenen etkinliklere laik ve ateist kimlikli ve bir o kadar da İslam düşmanı biri neden ve niçin davet edildi?
4- Kendi halkına Müslümanlığından dolayı düşman olan bir bürokrata neden ve hangi sebeplerden dolayı Sivas gibi bir ilin valiliği verildi? Ki, burada devletin kendi halkıyla neden bir türlü barışamadı gerçeği de gün gibi orta yerde duruyor…
5- Daha makul bir insan, valilik makamına getirilemez miydi? Yoksa halkın anlayamadığı olağanüstü durumlarla mı karşı karşıyayız? Bunu da bilmek hakkımız olsa gerek!
6- Şehirdeki medrese duvarlarına Marx, Lenin ve Stalin gibi Marksist lider ve önderlerin fotoğrafları, halkı tahrikı için mi, yoksa teskin etmek(!) için mi asıldı?!!
Aslında soruları daha da çoğaltabiliriz. Belki de bir grup azınlık dışında hemen herkes bu türden soruları, aklına getirmiş olabilir. Bu olan bitenin aklı başında olan insanları düşündür(t)memesi zaten neredeyse imkansız gibidir. Zira ortada resmen ve cebren bir düzenbazlık var!
Sivas’tan Başbağlar’a…
Gizli, mülevves ve ‘derin’ eller tarafından sahnelendikten sonra Müslümanlara mal edilmek istenen oyunlardan bir – iki gün sonra bir grup terörist; Erzincan /Kemaliye –eski adıyla Eğin- ‘ilçesine bağlı Başbağlar köyünü yakıp katliam gerçekleştirdiler. O olayda tam 33 Sünni köylü, köyü basan teröristlerce katledilmişti. Başta bu vahşet derecesini de aşan mahiyetteki katliamı TİKKO ve PKK üstleniyordu. Bölgeyi ve bölgenin mezhebi ve etnik yapısını düşünüldüğünde TİKKO faktörü bir anlam ifade edebilirdi, ama PKK faktörü biraz uzak bir ihtimaldi! Zira birisi salt Alevi kesim adına, yek diğeri ise bağımsızlık talebiyle kumpasa alınmaya çalışan ezici bir Sünni Kürt kitleye dayanıyordu! Yada dayanır görünüyordu… Buradan yola çıkarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; katliamı PKK’nın gerçekleştirmiş olması pek mümkün değildi. Olmaz mıydı, olabilirdi ama, işin bir de Sünni boyutu vardı PKK açısından… Zira ulusalcı bir karakter taşıyor olsa da sonuçta dört başı mamur sosyal ve siyasal bir yapılanma Alevi kitle için Sünni çoğunluk içerisinde asimile ve erime ile eş değerdi! Bu durumu besleyen bir takım tarihi dayanaklarda el’an mevcuttu. Bize bu katliamı TİKKO gibi salt Aleviler adına hareket ettiği söylenen bir grubun yapmış olma ihtimali daha yakın ve anlamlı geliyor.
Eski hal muhal…Anadolu’nun Malazgirt’le birlikte safha safha Müslümanlaşması sonucunda Orta Asya’dan kopup gelen Müslüman Türk beylikleri Tokat bölgesi başta olmak üzere Anadolu’nun değişik yerlerine dağılıp, İslami temelleri olan siyasal ve sosyal yapılar oluşturdular. Ör.Danişmendliler… İlimle iştigal ettiler, medeniyete katkı sunmaya çalıştılar. Malazgirt’e katkı sunan diğer Müslüman kitle olan Kürtlerde kendilerine yurt olan bölgelerde kendi yaşamlarını sürdürmeye çalıştılar. Daha sonra Orta Asya’dan gelen göçebe Türk/men toplulukların Anadolu coğrafyasında bıraktıkları etki medeniyete katlı sunmaktan ziyade heterodoks Asyatik ve İrani dinsel telakklilerin yol göstericiliğinde, var olan İslami/Sünni yapıya karşı içten saldırıları barındırıyordu. Bu aynı zamanda sapkın/heteredoks bir dinselliğin ve yerleşik yaşamda hiç mi hiç ciddi ve anlamlı bir karşılığı olmayan laleteyn/sıradan bir hayat telakkisinin yerleştirilmesi anlamına geliyordu. Bunda ne medeni –şehre uygun- bir yaşam, ne hak, ne hukuk, ne eğitim ve ne de insanlık alemine sunulacak içerisi dolgun bir kültür söz konusuydu. Eski hal devam ettirilmek isteniyordu sadece. Ama şu ince hakikat unutuluyordu; “Eski hal muhal, ya yeni hal, ya izmihlal…”
Daha sonra ise Osmanlı’nın kuruluşunda katkısı olduğu söylenen Aleviliğin Osmanlı’nın yükseliş dönemiyle birlikte ikinci planı itilmesi sonucu başlayan yabancılaşma ve ayrışma başta Türk ve Türkmen kitleyi aralarında kayda değer vuruşmalar vaki olmasa da iki temel kampa ayırmıştı; Alevi ve Sünni… Aleviler Osmanlı etkisiyle doğudaki dağlık bölgeleri tercih ederlerken, Sünniler ise hemen hemen ülkenin tümünde, özellikle de şehirli bir yaşam sürdürmeye çalıştılar. Bu yaşamsal tercihler her iki kitlenin baştan aşağı her hareketine de sirayet etmişti. Sünniler gide gide tüm Müslümanlarla irtibatlı hale gelirken,mektepli medreseli olurken; Alevi kitle ise İslam adı altında Şamanist, Budist, Manihesit vb. dinsel ögelerlerin baskınlığı altında İslam çizgisinden bir hayli uzaklaşmışlardı. Alevilik başlı başına bir din, bir mezhep, bir ekol, yada kültürel bir durum muydu; bu belli değildi!
İşte Osmanlı mirası üzerine kurulan cumhuriyetle birlikte Sünni kitlelerin –Türk veya Kürt vs.- devlet mekanizmasından, kamudan ve tümüyle toplumsal alanlardan dışlanması sonucu; Dersim gibi kırılmalara rağmen her alanda Aleviler boy göstermeye başlamıştı. Belki de Aleviler, tarihte modernizmin yıkıcılığına rağmen, kendileri gibi şeriat temelli İslam karşıtı bir yönetim nezdinde yeniden hayat buluyorlardı. Bu durum 70’li, 80’li yıllara kadar bu minval üzre sürdü. İran İslam devrimi, Afganistan’ın işgali, buna paralel olarak Arap ve sair İslam dünyasında gelişen İslami hareketler ve içeride vuku bulan 12 Eylül ihtilali 70’li yıllarda şıçrama yapan Müslümanların yeniden görece de olsa ihtişamlı günlerine dönme istidadı laik rejimi ve bilumum İslam karşıtlarını telaşa düşürmüştü. Zaten 12 Eylül öncesi tertiplenen Alevi-Sünni kırımları bu gerekçeye binaen sahnelenmişti. Sivas’ta ve akabinde de Başbağlar’da tertiplenen kumpas ve katliam anlamı itibarıyla tam da bu anlamda yerine oturuyordu...
Kumpas ve katliam…Yukarıda bir yerde belirttiğimiz gibi 12 Eylül sonrası diğer toplumsal gruplar gibi hızla kimliksizleşen Aleviler adına onlara yeri bir kimlik kazandırmak, eğer mümkün ise salt bir dinsellikten yola çıkarak uluslaştırmak ve imkan dahilinde de sistem adına kullanmak gayesiyle onlarda gizli eller tarafından kumpas içerisinde çekilerek Sünni kitleye karşı oluşturulmak istenen çetrefilli bir kumpas adına oltaya düşürülmek istendiler. Gizli eller –yada günümüz görüntüsüyle ETÖ- bu konuda mülevves amaçlarına bir müddette olsa ulaşmış oldular. Olayların akabinde sair sol çevrelerinde katılımıyla şeriata karşı mitingler düzenleme yoluyla kendi çıkarlarını korumaya çalıştılar. Ama zamanla mızrak çuvala sığmaz olmuştu… 90’lı yılların kudretli komutanları, katliamlara, kampanyalara katılan, daha doğrusu tertibe sokulan örgütler, tetikçiler ve tetikçileri besleyen güçler bir bir ifşa edilince, ifşa olunca etekleri tutuştu. Kullanıldıkları zehabıyla kitlesel bazı Alevi kuruluşları geçmişte içerisinde bulundukları kumpası ikrar etmek zorunda kaldılar. Nedamet getirdiklerini belirttiler. Bu türden ifşalar gazete manşetlerinden düşmedi. Hergün yeni bir ifşa, yeni bir pişmanlık haberi artık sıradanlaştı ve olağanlaştı…
Sır Küpü Arif Sağ ve gizlenen bazı hakikatler…Ta başından beri çeşitli medya kuruluşları ve olayların tanıkları tarafından Arif Sağ vurgusu yıllardan beri sürüp gitmekteydi. Yalan bile olsa olaylar karşısında Arif Sağ’ın sessiz ve ilgisiz kalması, hiçbir şey söylememesi şüpheleri onun üzerinde yoğunlaştırıyordu. Özellikle Vakit Gazetesi her katliam yıl dönümünde bu gerçeği dile getiriyordu. Sivas’ta ölen bazı sıradan vatandaşların Arif Sağ’ın tabancasından çıkar mermilerle öldüğü söyleniyordu. Ama bu iddialar İslami kesimde dile getirilse de laik ve sol çevrelerde söz konusu bile edilmiyordu. Olayların ilk günlerine dönersek, olayları mahallinde takip etme imkanı bulan bazı bağımsız İslami medya organlarında olaylar esnasında güvenlik güçleri tarafından öldürülüp, ailelerine bile haber verilmeden, alelacele mezara konulan maktüllerden bahsediliyordu. Bkz.İmza Dergisi Temmuz/Ağustos-1993 nüshaları vs…
Genel anlamda topluma karşı rejimle birlikte düzenlenen baskı politikaları gelinen süreçte ters tepip, halk düşmanı yapılar tel tel dökülünce, “itiraf edeyim, kurtulayım bari!”türünden taş düşürme telaşesi bugünlerde hayli revaçta olacak gibi! Artık iktidarda çeşitli idari ve ekonomik türden sıkıntılara rağmen halkın tüm kesimini kucaklayan bir iktidar vardı. Ve kararlılık sergileyerek karanlık güçlerin üzerine gitmekteydi. Tabii ki AB’ne girme düşüncesi de bu konuda lokomotif görevi görmektedir. Gerçek bir kurtuluş olmasa bile AB süreci temel karakteristik özelliği laik, pozitivist ve jakoben olan karanlık güçlerin iktidarlarını sarsmaktadır. Savaşta biraz bu temel üzerinden verilmektedir. Ama ne gam; bu savaşı Anadolu’nun Müslüman halkı kazanacaktır; kukla örgütlere, derin yapılara ve süregelen kışkırtmalara rağmen…
İşte bu hakikat çok iyi bilindiğinden itirafların bini bir para yerlerde sürünmekteydi. 6 Temmuz 2009 sayılı Vakit Gazetesi nüshasında “Madımak’ı yaşadım CHP’den tiksindim” diye itirafını dile getiren Bülent Kaya şöyle demektedir Serdar Arseven’e verdiği demeçte; “2-3 Temmuz günü Sivas’ı tahrik için giden gruptaydım, şimdi tövbe ettim” diyor. “Sivas’ta yaşadıklarımızı düşününce tiksindim. Çünkü koca Sivas oyuna getirilmişti O otelde BBP’liler sayesinde kurutulmuştum” diye devam ediyor.Bkz.Vakit Gazetesi 6-Temmuz-2009 Bu kişi Eski bir CHP yöneticisi olup şu an BBP Kahramanmaraş/Nurhak İlçe Başkanlık görevini yürütmektedir. Sanırım Bülent Kaya’yı itirafa sevkeden esas neden birkaç gün önce Sivas’ta çeşitli kitle örgütlerinde düzenlenen mitingde bir kişinin ‘münferiden’^taşıdığı ve Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı merhum Muhsin Yazıcıoğlu’na yönelik olarak taşıdığı “Yakarak güldün, donarak öldün” yollu hiçte hakikate raci olmayan hezeyanlarını dışa vuran posterimsi igrençliğiydi. Ama hakikate de bakılırsa eğer, Bülent Kaya’nın da belirttiği gibi bir yığın insan BBP parti il binasına sığınarak dumandan ve haliyle de ölümden kurtulmuşlardı. K, o insanların ölmekten kurtulmaları için memleketi olan Sivas’ta bulunan Muhsin Yazıcıoğlu’unu gayretleri vicdanı olan insanları itirafa sevketmektedir. Bülent Kaya’dan önce bu türden bir itirafın bizzat Arif Sağ’dan gelmesi daha anlamlı olurdu belki hakkında bir yığın şayialar bulunduğundan dolayı… Arif Sağ beklentimizi kısmen de olsa boşa çıkarmıyor ve Zaman Gazetesi’nin 7 Temmuz 2009 sayılı nüshasında “Madımak Oteli’nde 40’tan fazla kişi BBP’liler sayesinde kurtuldu” diyerek kendince bir itirafta bulunuyordu. Haberin devamında ise; “Sanatçı Arif Sağ, 2 Temmuz olaylarını ‘senaryosu yazılmış bir oyun’ olarak nitelendirdi. Sağ, kendisiyle birlikte 40’tan fazla kişinin kurtarılmasında BBP’lilerin önemli rolü olduğunu söyledi. Demek ki, Muhsin Yazıcıoğlu hiç kimseyi yakarken gülmemiş! Belki önümüzdeki günlerde daha henüz vicdanını satmamış insanlar tarafından bu türden itiraflar yapılacak! Bir kısmı samimiyetten, bir kısmı ise ETÖ’yle ilişkilendirilmemek aşkına! Anlaşılan nihai zafer mazlum ve mütevekkil Müslüman halkın olacak… Buna koşut olarak birde Başbağlar vahşetiyle ilgili itiraflar peş peşe gelse 33 canın acısı biraz hafiflese. Birde o katliama katılan caniler derdest edilip Ergenekon soruşturması çerçevesinde yargılanıp Silivri’de kendilerini kullananlarla birlikte ömürlerinin sonuna kadar mahkum hayatı yaşayıp Müslüman halka yönelik icra ettikleri zulümlere binaen ebeden kalsalar… Birde takım, taklavat cümle zalimler İnd-i Huda’dan gelecek olan bir inkılaba düçar olsalar.. ‘O zalimler, nasıl bir inkılabla devrileceklerini bilecekler!’ (Kur’an)
Başbağlar’ın katilleri Silivri’de…Kendilerine yönelik en ufak bir olayı bile insanları acındırarak sürekli gündemde tutmaya çalışan malum güçler nedense Başbağlar’da hiçbir şey olmamışcasına bir davranış içerisine girdiler. Olayın akabinde kurulan Başbağlar ile ilgili bir dernek bile ilgilerini çekmemişti sair zevatın! Hiç dile gelmiyordu. Müslümanlar onu dile getirdiklerinde hemen Maraş, Çorum ve Sivas ön plana çıkarılıyordu. Sanki o katliamları da Müslümanlar yapmıştı. Yıllardır olayın mağdurları İstanbul’da katliam yıldönümlerinde tam on altı yıldır çabalamaktadır. Katılıma Müslüman çevreler ilgi göstermektedir, ölenler, katledilenler kardeşleri ve de mazlum oluşlarından dolayı… Bu yılda diğer yıllarda olduğu gibi Merkezi İstanbul’da olan Erzincan Başbağlar Derneği Fatih Feza Düğün Salonu’nda var olan katliamı bir etkinlikle anılmış oldu. Programa katılan Ak Parti Konya Milletvekili Hüsnü Tuna Programda yaptığı konuşmada Başbağlar olayının asıl faillerinin Silivri’de olduğunu vurgulamış. Yerinde bir tesbit.
Sonuç yerine…Bazı bulanık görüntülere rağmen dünyanın gittiği noktaya sarf-ı nazar eylediğimizde artık her şeyin eskisi gibi yerli yerinde kalmayacağı konusunda bolca örnekle her gün karşı karşıyayız… Doğusunda da batısında da süregelen yerleşik yönetim mekanizmaları kendi özgülleri içerisinde de kalsalar, kıyısından köşesinden kırılmalara uğramaktadırlar. Bu kırılma hadiseleri ya yapının çürümeye başladığından, yada yapısı itibarıyla dünyanın var olan –mahiyeti tartışılsa bile- gidişatına uygunluk arzetmediğindendir diyebiliriz. Birde yaklaşık iki yüz yıllık batılılaşma fenomeni, eskisinin baskıcılığı ve jakobenliğine inat görece de olsa daha insani öz taşımaktadır. İşte baskıcı karakteri tevarüs ettire gelen batıcılarımız Müslüman halkın batıyla kurmayı ve belli bir eşitlik içre sürdürmeyi düşündüğü ilişkisini yok etmek için onlarca yıldır çeşitli kumpaslar oluşturarak nice katliamlara, sürgünlere vs. sebebiyet verip, acılarımız üzerinden nemalanmaya çalıştılar! Varlık vergisi olayları, 6-7 Eylül olayları, Çorum, Kahramanmaraş, Başbağlar katliamları, Sivas olayları ve Kürt bölgelerinde tüm cumhuriyet boyunca süren ölümler, gözaltılar, işkenceler vs. İşte Sivas tezgahı da maalesef kendilerine nedense aydın denilen salt Alevi ve sol, sosyalist bazı çevreleri içerisine çeken bir öze sahip olarak 90’lı yılları kara bulutlarıyla kapladı gitti… Derin devlet tüm mülevves yapısıyla tarihin karanlıklarına gömülüyor var olan iktidarın gayretli çabalarıyla göründüğü kadarıyla. Bizlere düşen de bu kararlılığa bir mum yakmak ve izlenen yolu aydınlatmak. Bu gemide biz varız, yani Müslüman halk! Acılarımızın dinmesi ve adaletin yerini bulması için her zorbalıkta olduğu gibi Sivas tertibinin de; Başbağlar katliamının da hesabının sorulacağı hayırlı günler temennisiyle otuz üç şehidimize Allah’tan rahmet dilemek gerek! Mekanları cennet olsun! Ve zalimler için yaşasın cehennem!!!