Şükrü HÜSEYİNOĞLU
SİYER Mİ KUR'AN'A TÂBİDİR, KUR'AN MI SİYER'E? -III-
Makale serimizin bu bölümünde, Beni Kurayza’nın Ahzab savaşı sonrası cezalandırılması konusundaki rivayetleri, bu rivayetlerin konuyla ilgili Kur’an naslarına ve Rasulullah (a.s.)’ın genel uygulamasına (Sünnet’ine) mutabık olup olmadığı noktasında değerlendirmeye çalışarak konumuza devam edeceğiz. Nihayet bir sonraki yazımızda da, “Rasulullah’ın, vefatı öncesi bir Yahudi’ye borcu karşılığı zırhını rehin bırakmış olduğu” rivayetini aynı şekilde Kur’an ve Rasulullah’ın genel tutumu (Sünnet’i) çerçevesinde değerlendirmeye tâbi tutarak makale serimize son vereceğiz, inşallah.
Bilindiği gibi hicretin 5. yılında, aralarındaki anlaşmaya ihanet ederek 4. yılda Rasulullah’a suikast girişiminde bulunan ve bunun sonucunda Medine’den sürgün edilen Yahudi Beni Nadir kabilesi, yerleştikleri Hayber’de İslam düşmanlığına devam ederek Medine’ye yönelik büyük bir saldırıya öncülük rolüne soyundu.
Müşrik Gatafan kabilesini, Mekke müşriklerini ve Beni Suleym gibi kimi müşrik Arap kabilelerini organize ederek hep birlikte büyük bir orduyla, İslam devletini çökertmek gayesiyle Medine’ye askeri harekât başlattılar. İslam düşmanlarının bu çok bileşenli müttefiklik yapısı sebebiyle savaşa Ahzab (Hizibler) Savaşı denildiği gibi, İran asıllı sahabi Selman Farisi’nin önerisiyle şehrin savunulması için hendeklerin kazılması sebebiyle Hendek Savaşı adı da verilmektedir. Nitekim Ahzab Suresi de adını 20. ayetine1binaen bu savaştan almaktadır.
Muhasara sürerken, Beni Nadir’in lideri Huyey b. Ahtab, o güne kadar Rasulullah ile “Medine Vesikası” çerçevesinde yaptıkları anlaşmaya sâdık kalan Beni Kurayza kabilesi liderlerini, Medine İslam devletine karşı bir zaferin kapıda olduğu propagandasıyla ikna ederek onları da ittifağa katmış oldu. Beni Kurayza, anlaşma metninin yazılı olduğu kağıdı yırtarak İslam devletiyle yaptıkları anlaşmayı bozduklarını açıkladılar.2
Bir aya yakın devam eden muhasaraya rağmen düşman güçleri hendekleri aşmaya muvaffak olamayınca ve nihayet Allah’ın mü’minlere bir yardımı olarak büyük bir fırtına ile konaklama imkânlarını da kaybedince mağlup bir şekilde geri çekilmek zorunda kaldılar. Düşman güçler mağlubiyet sonrası kendi topraklarına doğru yola çıkarken, zafer vaadiyle ittifaka dâhil edilen Beni Kurayza kabilesi, ihanet ettiği İslam devletiyle Medine’de başbaşa kalacaktı.
İşte Beni Kurayza ile ilgili siyer kaynaklarında yer alan rivayetlerdeki, bizim Kur’an’ın konuyla ilgili beyanlarına ve Rasulullah (a.s.)’ın Kur’an’a dayalı genel tutum ve uygulamalarına (Sünnet’ine) aykırı, hatta Rasulullah’a apaçık bir bühtan niteliği taşıdığına kani olduğumuz anlatımlar, bu noktadan itibaren kendini göstermektedir.
Bu anlatımlara göre, Ahzab Savaşı sonrası kalelerinde kuşatılan Beni Kurayza bir süre teslim olmamakta direndikten sonra, nihayet eski müttefikleri olan Evs kabilesi lideri Sad b. Muaz’ın hakemliğine ve haklarında vereceği karara rıza göstermiş, onun verdiği karar da kabilenin tüm yetişkin erkeklerinin öldürülmesi, kadın ve çocuklarının esir, mallarının da ganimet olarak alınmasıdır.3
Söz konusu anlatımlarda, Sad b. Muaz’ın hükmünün icrası sonucu öldürülen Kurayzalıların sayısının 600 ile 700 kişi arası4olduğu öne sürüldüğü gibi, bu sayıyı 900’e kadar çıkaran da, bu rakamların çok abartılı olduğunu ifade ederek, Cabir b. Abdullah’ın tanıklığıyla ağırlıklı görüşün 400 rakamı olduğu da dile getirilmiştir.5
Kabilesinin, Huyey b. Ahtab’ın teşvikiyle İslam devletiyle olan anlaşmalarını bozmasına karşı çıkmış olan ve fakat muhalefetinden sonuç alamayan, savaş sonrası kaleleri Müslümanlarca muhasara edildiğinde de yine kabilesine cizye verme karşılığı muhasaranın kaldırılması için girişimde bulunma teklifinde bulunan ancak bu teklifi de kabile liderlerince kabul edilmeyen Beni Kurayza’dan Amr b. Sû’da’nın, bunun üzerine kaleden ayrıldığını ve Müslümanların da onun dilediği yere gitmesine izin vererek cezalandırmadan muaf tuttuğu da anlatımlarda yer alan bir diğer husustur.6
Aynı anlatımlarda Sad b. Muaz’ın bu hükmü verirken, muharref Tevrat’ın Tesniye bölümü 20. kısım 10-15. cümlelerindeki ifadelere dayandığının iddia edilmesi de ilginçtir.7Anlatımlarda yer alan (ki aşağıda konuyla ilgili ayrıntılı tahlil ve bilgiler içeren bir makaleden de aktaracağımız üzere konuyla ilgili tüm anlatımlar aslında tek bir anlatıya, İbn İshak’ın anlatısına dayanmaktadır), Beni Kurayza’nın yetişkin erkekleri için Medine çarşısında hendekler kazıldığı ve boyunlarının vurularak bu hendeklerde gömüldükleri8gibi iddialar da, bu konuya tam anlamıyla tüy diken hususlardır.
Beni Kurayza kabilesinin cezalandırılması konusunda mevcut kaynaklardaki anlatı ana hatlarıyla bu şekildedir. Şimdi soru şudur: Bu anlatı Kur’an’a ve Rasulullah (a.s.)’ın Kur’an’a dayalı genel tutum ve uygulamasına (Sünnet’e) mutabık mıdır?
Öncelikle şunu ifade etmemiz gerekir ki, Rasulullah (a.s.)’ın Beni Kurayza’yı sürgün etmek yerine daha şiddetli bir cezayla cezalandırması kaçınılmaz bir gereklilikti. Zira, Medine’nin güçlü bir düşman ittifakıyla kuşatıldığı Ahzab Savaşı, Rasulullah’la anlaşmalarına ihanet ederek ona suikast tertipleyen Beni Nadir kabilesinin sürgün edildikleri Hayber’den organize ettikleri bir savaş niteliği taşıyordu. Bu açık ve acı tecrübe ortadayken, Rasulullah’ın Beni Kurayza’nın ihaneti karşısında daha ağır ve onlara ikinci bir Beni Nadir olma imkânı bırakmayacak bir ceza vermesi siyasetin de, siyasete dayanak teşkil eden adaletin de gereğiydi.
Fakat, neticede tamamı İbn İshak’ın anlatısına dayanan söz konusu anlatımlarda yer aldığı gibi, hakem tayin edilen Sad b. Muaz’ın hükmünün “kabilenin yetişkin tüm erkeklerinin öldürülmesi” olması ve Rasulullah’ın da bu hükmü onaylaması gibi bir anlatı, Kur’an’ın hem genel/külli adalet ve merhamet ilkelerine, hem de bu konudaki cüz’i ifadelerine açıkça aykırıdır. Tabii ki bu anlatı, Rasulullah’ın Kur’an’a dayalı uygulamasına (Sünnet’ine) de asla mutabık değildir.
Kur’an’ın, Beni Kurayza’nın Cezalandırılmasına Dair İfadeleri
Kur’an’ın, adını Ahzab Savaşı’ndan alan Ahzab Sûresi’nde 26-27. ayetler Beni Kurayza’nın cezalandırılmasını konu edinmektedir. Ayetlerde şu ifadeler yer almaktadır:
“Kitap ehlinden onlara yardım edenleri de kalelerinden indirdi ve kalplerine korku saldı. Onların bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir ediyordunuz. Onların yerlerine, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız bir toprağa sizi mirasçı kıldı. Allah her şeye güç yetirendir.” (Ahzab, 33/26-27)
Görüldüğü üzere ayetlerin beyanı, ilgili anlatımlarla kesinlikle mutabık değildir. Düşman birliklerine yardım eden Kurayzalılar’ın “bir kısmının öldürülüp bir kısmının esir alındığı” haber verilmektedir ki, İbn İshak, ondan İbn Hişam ve ondan da diğer siyer ve hadis kaynaklarının aktararak bu konuda maalesef genel geçer bilgi haline dönüştürdükleri “yetişkin tüm erkeklerin öldürülmesi” anlatısı, Kur’an’ın bu beyanıyla asla telif edilemeyecek bir niteliğe sahiptir.
Zaten Rasulullah’ın bu konudaki genel geçer uygulaması/Sünnet’i de, toplu bir cezalandırma yerine, mümkün olduğunca affetmeyi öncelemek, bir cezalandırma gerekiyorsa bunun mümkün olan en hafifini uygulamak, Beni Kurayza örneğinde olduğu gibi caydırıcılık ve ileriye yönelik bir tehlikenin önlenmesinin gerekli olduğu durumlarda ise, bütün bir topluluk yerine düşmanlıkta öncülük yapanlar ve bu düşmanlıkta ısrarcı olanların cezaya muhatap kılınması şeklinde gerçekleşmiştir.
Mekke’nin fethi sırasındaki uygulamaya baktığımızda bu durumu çok açık şekilde görebiliriz. Eman dileyen Mekke lideri Ebu Süfyan dâhil, onca düşmanlıklarına, Müslümanları Mekke’de zulümle çıkarıp üç büyük savaşta hedef almalarına rağmen Mekkelilere genel bir af ilan eden Rasulullah (a.s.), Abdullah b. Sa'd, İkrime b. Amr b. Hişam, Abdullah b. Hatal, Huveyris b. Nukeyz, Saffân b. Umeyye gibi düşmanlıkta ileri giden ve devam ettiren isimleri bu genel af kararının dışında tutmuştu. Hatta kaynaklarda yer alan ifadelere göre, Rasulullah o gün Mekkeliler’e “Bugün size ne yapacağımı sanıyorsunuz?” diye sormuş ve ardından da “Kardeşim Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi, bugün size kınama yok” ifadeleriyle güvence vermiştir.9
Zaten Beni Kaynuka ve Beni Nadir kabileleri de anlaşmalarını bozarak aleni bir ihanette bulundukları halde Rasulullah’ın onlara verdiği cezalar, Medine’den sürmekten ibaret olmuştur. Beni Kurayza’ya daha ağır bir cezanın verilmiş olması siyaseten ve adaleten evet gereklidir, fakat İbn İshak’ın anlatısına dayanan mevcut anlatılardaki gibi toplu bir ölüm cezası, İslam’ın ilkeleriyle asla bağdaşmayan bir uygulamadır.
Ahzab 26. ayetin beyanı ve Rasulullah’ın bu konudaki uygulamaları; Beni Kurayza’ya yönelik cezalandırmada ölüm cezasına çarptırılanların, anlaşmanın bozulması ve sonrasında muhasara sırasında da teslim olmamakta direnme gibi kararları alarak Müslümanlara düşmanlıkta öncülük rolü oynayan kabile liderleri ve yakın çevrelerindekilerden ibaret olduğunu göstermektedir.
Şayet siyer yazarları ve hadis kitaplarını tedvin edenler, muhatap oldukları anlatıları eserlerine alarak aktarmadan önce, Kur’an ve Sünnet düzleminde bir sağlama yapma gereği duysalardı, mevcut Beni Kurayza anlatısı mahkûm edilecek ve kaynaklarda yer verilerek bugüne kadar üstelik genel geçer bir bilgi gibi aktarılmış olmayacaktı.
W. N. Arafat’ın Konuyla İlgili Tesbitleri
Beni Kurayza konusundaki, tabir yerindeyse birin yanına beş eklenerek kurgulanmış ve gerek Kur’an’ın külli ilkeleri ve gerekse doğrudan konuyla ilgili olarak Ahzab 26-27. ayetlerin beyanı ve Rasulullah’ın genel uygulaması (Sünnet’i) çerçevesinde sorgulamaya tâbi tutma gereği duyulmadan bugüne kadar maalesef genel geçer anlatı olarak kabullenilmiş olan mevcut anlatı, W. N. Arafat adlı yazar tarafından 1976 yılında ciddi bir eleştiriye tâbi tutulmuştur. Journal of the Royal Asiatic Society of Great Britain and Ireland (Birleşik Krallık ve İrlanda’nın Asyalı Kraliyet Toplumu Dergisi) adlı mecmuada yayınlanan “New Light on The Story of Banu Qurayza and The Jews of Medina / Medine Yahudileri ve Beni Kurayza’nın Hikayesi Üzerine Yeni Bakışlar” başlıklı makale, İslami Araştırmalar ve Nisa dergileri tarafından Türkçeye kazandırılarak yayınlanmıştır.10
W. N. Arafat, bu makalesinde mevcut Beni Kurayza anlatısını birçok açıdan değerlendirmekte, ciddi bir sorgulamaya tâbi tutmaktadır.11Arafat, ilgili anlatıya kısaca değindikten sonra şu tesbitle eleştirilerine başlamaktadır:
“Bu rivayet incelendiğinde, rivayetin ayrıntıları itirazlara mahal verecek nitelikte görülmektedir. Öncelikle, 600, 800 ya da 900 kadar Beni Kurayza’lının merhametsizce katledildiği iddiası doğru değildir. Bu sonradan ortaya atılmış bir iddiadır ve ana kaynağını Yahudi rivayetleri oluşturmaktadır. Nitekim erken Yahudi tarihinde, detayların kaynakları, şaşırtıcı bir netlikle elde edilebilir… Bu konuda en detaylı bilgiyi içeren en eski kaynak İbni İshak’ın Sîreti’dir. Bu eser ayrıca en kapsamlı ve en çok alıntı yapılan bir eserdir. Daha sonraki dönemlerde, tarihçiler ondan yararlanmışlar ve çoğu durumda ona güvenmişlerdir. Fakat İbni İshak hicretten sonra 151 yılında, yani bahis konusu olayın gerçekleştiği tarihten 145 yıl sonra vefat etmiştir. Ondan sonra gelen tarihçiler, olayı onun anlattığı şekilde almışlar, az veya çok ayrıntıları ihmal etmişler ve onun belirsiz raviler listesini gözden kaçırmışlardır. Onlar, genellikle olayı kısaltmışlar ve olay kayda değer başka bir görüntü vermiştir. Çoğu durumda da, rivayet eden bu şahısların olaya ilgileri bununla sınırlı olmuştur...”
Makalenin devamında W. N. Arafat, İbn İshak’ın çağdaşlarından ve ilk hadisçilerden olan Malik’in onu “rivayetlerini Yahudilerden alan birisi” olarak tanımladığını belirtiyor ve şöyle devam ediyor: “Gerçekten de, ne İbni İshak’ın haber kaynakları, ne de böyle bir rivayeti derme-çatma bir araya getirme yöntemi, fıkıh alimi Malik’e göre kabul edilebilir değildi. Daha sonraki bir dönemde, İbni Hacer, Malik’in, İbni İshak’ı suçlamasının temel noktalarını açıklamıştır. Onun dediğine göre, Malik, İbni İshak’ı suçlamıştır, çünkü o, Peygamber’in gazvelerine dair yazdıklarını, Medine’de yaşayan Yahudi torunlarına başvurarak, Yahudi ataları tarafından kendi bakış açılarıyla aktarılmış olan şekilleriyle elde etmiştir. İbni Hacer bahsi geçen meseleleri ‘Kurayza ve Nadir hakkındaki acayip rivayetler’ şeklinde güçlü bir ifadeyle tanımlayıp reddetmiştir. Bu sarih redden daha mahkum edici bir şey olamaz.”
Yazar, Rasulullah’ın, Hayber Yahudilerinden İslam’a düşmanlıkta ileri giden bir aileyle ilgili tutumuna dair Ebu Ubeyd b. Sallâm’ın “Kitâbu’l-Emvâl” adlı eserinden, “Hayber Müslümanlar tarafından fethedildiğinde, Hayber halkı içinde öyle bir aile/sop vardı ki, Hz. Peygamber’e çirkin hakaretlerdeki aşırılığıyla şöhret bulmuştu. Hz. Peygamber o gün onlara azarlama sınırlarını geçmeyecek şekilde şöyle hitap etti: ‘Ey Ebu’l-Hukayk’ın çocukları! Ben sizin Allah ve O’nun Elçisi’ne olan aşırı düşmanlığınızı biliyorum. Fakat bu husus, geçmişte kardeşlerinize muamelede bulunduğum gibi size de aynı muamelede bulunmama mani olmayacaktır.’ (Yani sizi bu kin ve düşmanlığınızdan dolayı yargılayacak değilim). Bu olay, Beni Kurayza olayından sonra vuku bulmuştu”haberini aktararak, böyle bir tutum sahibi olan Rasulullah’ın, bir kabilenin tüm yetişkin erkeklerini ölümle cezalandırmak gibi bir hükmü kabul edip uygulamaktan ne kadar uzak olduğunu anlatmaya çalışmaktadır.
“Bu kabul edilemez katliam rivayetinin gerçek kaynağı, Medineli Yahudilerin soyundan gelen kişiler olup, İbni İshak bu ‘garib/acayip rivayetleri’ oradan almıştır. Böyle yapmakla, İbni İshak diğer alimlerden ve tarihçilerden ciddi eleştiriler almış ve Malik tarafından deccal olarak nitelendirilmiştir. Rivayetin kaynakları, bu yüzden, fazlasıyla şüpheli olup haberin ayrıntıları, İslam’ın ruhuna ve Kuran’daki ayetlere taban tabana zıttır. Güvenilir kaynak eksikliği olup, çevresel kanıtlar rivayetleri desteklememektedir. Bunun anlamı, rivayet şüpheli olmaktan da öte bir niteliktedir”ifadelerini kullanan yazar, makalesinin devamında çok önemli bir hususu daha gündeme getirmektedir. Yazar, Yahudilerin, daha önceki dönemlerde Romalılar gibi zalim güçlerden maruz kaldıkları zulümleri, bir şablon olarak Beni Kurayza olayına uygulayıp, bunun üzerine bir anlatı kurguladıkları ve bu anlatının İbn İshak’ın siyer anlatısında kendisine yer bularak Müslümanlar arasında da yaygınlaştığını ifade etmektedir.
Yazar bu konuda şu tesbitlerde bulunmaktadır: “Burada, basit bir benzerlikten daha fazlasını görmekteyiz. Bu anlatımlarda gerçekte, ilk örneğimiz (prototip) yer almaktadır. Kanaatime göre; Beni Kurayza hikâyesinin prototipi olan bu olay (Masada Olayı), Josephus tarafından klasik dünya için kaydedildiği gibi, ‘Yahudi Savaşları’ sonrasında güneye, Arabistan’a doğru kaçmış olan Yahudilerin sonraki nesilleri tarafından da muhafaza edilmiştir. Sonraki nesle ait bir jenerasyon, Masada’nın muhasarası ile Beni Kurayza’nın muhasarasını üst üste koymuştur. Belki de bunun sebebi, kendilerinin çok uzak bir geçmişe ait geleneklerini daha az uzak tarihleri ile karıştırmalarıdır. Bu karışım İbni İshak’ın rivayetinde yerini bulmuştur.”12
Görüldüğü üzere Beni Kurayza kabilesinin, Ahzab Savaşı sırasındaki ihanetlerinin neticesi olarak muhatap oldukları ceza konusundaki mevcut anlatı; Kur’an’ın külli ilkeleri, doğrudan konuyla ilgili beyanları, Rasulullah’ın Kur’an’a dayalı genel tutum ve uygulaması (Sünnet’i) ve tarihsel gerçekler açısından asla kabul edilebilir nitelikte olmayan, kurgu bir anlatıdan ibarettir. Bu kurguyu yapmış olan Yahudiler, bir taşla iki kuş vurmuşlardır. Kendilerini mazlum, Âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasulullah’ı ise (haşa) bir katliamın sorumlusu olarak gösterebilmek…
Ne yazık ki, Kur’an’dan kopuk siyer anlatım geleneği sebebiyle de, bu anlatıyı kurgulayan Yahudilerin me’şum gayeleri belli bir neticeye ulaşmış, mevcut Beni Kurayza anlatısı gibi Kur’an ve Sünnet kültürüne sahip bir Müslümanın duyduğu an reddetmesi ve Rasulullah ve arkadaşlarını tenzih etmesi gereken bu anlatı, birbirini tekrarlayan siyer kaynaklarının aktarım zinciriyle bugüne kadar taşınabilmiştir. Tıpkı konuyla ilgili önceki iki makalemizde değerlendirmeye tâbi tutmaya çalıştığımız “Rasulullah’a bir Yahudi tarafından yapıldığı ve onu belli bir süre ciddi şekilde etkisi altına aldığı” öne sürülen büyü anlatısında olduğu gibi.
Tüm bunlar, bize Siyer yazımında Kur’an ve Rasulullah’ın Kur’an’a dayalı genel tutum ve uygulamasını, yani Sünnet’ini temel dayanak ve doğru haberlerle yanlış haberleri birbirinden ayıran ölçü olarak kabul ederek mevcut siyer malzemesi ve anlatımlarını bu çerçevede yeniden gözden geçirmenin önemini bize anlatmaktadır.
İnşallah devam edeceğiz…
Dipnotlar
1 “(O münafıklar, düşman) birliklerin (ahzab) gitmediklerini sanıyorlardı. Birlikler yeniden gelseler çölde bedevilerle birlikte bulunarak sizin haberlerinizi sormayı isterlerdi. İçinizde olsalardı da ancak çok az çarpışırlardı.” (Ahzab, 33/20)
2 Siret-i İbn Hişam, C. 3, Sh. 308, Kahraman Yayınları
3 “Sa’d dedi ki: Ben onların hakkında hükm ediyorum ki: Erkekler katl olunsun, mallar taksim olunsun, çocuklar ve kadınlar da esir edilsinler.” (Siret-i İbn Hişam, C. 3, Sh. 330, Kahraman Yayınları)
4 İbn İshak’tan naklen; Siret-i İbn Hişam, C. 3, Sh. 330, Kahraman Yayınları
5 Bkz: Celaleddin Vatandaş, Hz. Muhammed’in Hayatı ve İslam Daveti, C. 2, Sh. 312, Pınar Yayınları
6 Bkz: Celaleddin Vatandaş, Hz. Muhammed’in Hayatı ve İslam Daveti, C. 2, Sh. 310, Pınar Yayınları
7 “Bir şehre cenk için yaklaştığında onu sulha davet edesin. Ve eğer sana sulh cevabını verip sana kapılarını açar ise, içinde bulunan kavmin tamamı sana haraçgüzar olup hizmet etsinler. Lakin eğer senin ile musalaha etmeyip savaşırlarsa onu muhasara edesin. Ve Allah’ın Rab onu senin eline teslim ettiğinde, erkeklerin tamamını kılıçtan geçiresin. Ancak kadınlarla çocukları ve hayvanları ve şehirde olan her şeyi yağma edip, Allah’ın Rabbin sana verdiği düşmanlarının ganimeti yiyesin.” (Tevrat, Tesniye bölümünden naklen; Müslümanların Tarihi, İhsan Süreyya Sırma, C. 2, Sh. 318, Beyan Yayınları)
8 Bkz: Siret-i İbn Hişam, C. 3, Sh. 331, Kahraman Yayınları
9 Bkz: Celaleddin Vatandaş, Hz. Muhammed’in Hayatı ve İslam Daveti, C. 2, Sh. 400, Pınar Yayınları
10 İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt: 17, Sayı: 2, 2004, Sayfa: 139-144; Nida Dergisi, sayı 143, Ağustos-Eylül 2010
11 http://www.islamvehayat.com/hz-peygamber-900-yahudi-nin-oldurulmesi-emrini-vermis-miydi-_d3619.html
12 http://www.islamvehayat.com/hz-peygamber-900-yahudi-nin-oldurulmesi-emrini-vermis-miydi-_d3619.html
(Not: Bu makale, İktibas Dergisi'nin Temmuz 2020 sayısında yayınlanmıştır.)