Şükrü HÜSEYİNOĞLU
SORGULANMAYAN VESAYET
Son dönemlerde ortaya çıkarılan darbe girişimleri ve yüksek yargının giderek daha da belirginleşen "ideolojik" kararları sebebiyle "askerî vesayet" ve "yargı vesayeti" terimleri sıkça gündeme gelmekte. Statükocu çevrelerin ise, bu terimlere karşı üretilen bir argüman olarak "sivil vesayet" kavramını öne sürdükleri biliniyor. Tüm bu "vesayet" tartışmaları arasında bu ülkedeki en temel vesayet sorunlarından birini teşkil eden laik sistemin Allah'ın dini üzerindeki asırlık vesayetini sorgulamaksa kimsenin aklına gelmiyor.
Bu ülkede vesayet kavramından söz edip de laik sistemin Allah’ın dini üzerindeki vesayetinden söz etmemek büyük bir eksiklik olacaktır. Nitekim, bugünlerde askerî vesayet tartışmalarının fitili ateşlemiş olan Balyoz Harekât Planı’yla ismi gündemde olan Emekli Orgeneral Çetin Doğan, iki yıl önce (2008) Maya Dergisi’nin 248. sayısında yayınlanan “Sil Baştan” başlıklı makalesinde şöyle diyordu:
“…Hıristiyan dininde 15’inci asırda gerçekleştirilen reform, ruhban sınıfının dünya ve ahiret işlerini tedvirde, İncil’de yer almayan geniş yetkilerini sonlandırmıştır. Bizde ise, Cumhuriyetin laik niteliğinin güvenceye alınması için, din zorunlu olarak devletin gözetim, denetim ve vesayeti altına alınmıştır.”
Aslında Çetin Doğan’ın söz konusu yazıda dile getirdiği hususlar malumun ilamından başka bir anlam taşımıyor. “Cumhuriyetin laik niteliğinin güvenceye alınması için, dinin devletin gözetim, denetim ve vesayeti altına alındığı” gerçeğini Çetin Doğan’ın yazısından öğrenmiş değiliz muhakkak ki. Lakin, laiklik adı altında Allah’ın dini üzerinde vesayet kuran, bu dinin mabedlerini ve ibadetlerini vesayeti altına alma siyaseti güden sistem içerisinden bu tür bir itirafın yapılmış olması çok önemli.
Bugünlerde adı bir darbe planı vesilesiyle gündemde olan ve askerî vesayetin tartışılmasında kilit rol oynayan bir asker kişinin, laik devletin Allah’ın dini üzerinde vesayet kurmuş olduğunu açık açık söylemesi, söz konusu vesayeti görmezden gelen veya görüp-bilip de gündemleştirmeye gerek duymayan biz Müslümanlar açısından bir uyanış vesilesi olabilir.
Evet, kuruluşundan itibaren İslam’ı ve İslam’a ait değerleri toplumsal alandan kovmayı temel bir politika haline getiren mevcut sistemin, kendi işleyişine müdahil kılmadığı İslam’a müdahil olmayı, İslam’ın mabed ve ibadetleri üzerinde dahi vesayet kurmayı amaçladığı bilinmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (Kurulduğu 3 Mart 1924 tarihindeki adıyla Diyanet İşleri Reisliği) bu amaç doğrultusunda yapılandırıldığı bilinmektedir. Prof. Dr. Bülent Tanör (1940-2002), bir Kemalist olarak, Diyanet’in ne amaçla kurulduğunu şöyle özetlemişti:
“Diyanet İşleri Başkanlığı, teknik bir kamu hizmeti kuruluşu olarak çalışıyor, rejimin talepleri doğrultusunda dinin kişiselleşmesine katkıda bulunuyordu… DİB, laikleştirme politikasına dinsel meşruluk kazandırma görevi yüklenmişti... Devlet, dinin siyasal ve toplumsal alana karışması olasılığına karşı DİB’i kullanmaktaydı.” (Bülent Tanör, Kuruluş Üzerine 10 Konferans, 1920 Sonları - 1996)
Askerî vesayet tartışmalarının odağında bulunan Genelkurmay’la aynı kanun maddesinde yapılandırılan Diyanet’in hazırladığı hutbelere, çıkardığı dergilere, her camide asılan yıllık takvimine, internet sayfasında yer verdiği dökümanlara kabaca bir göz atıldığında söz konusu vesayetin bugün tüm ağırlığıyla devam ettiğini görmek mümkündür.
Açılımların gündemde olduğu, üst üste çalıştayların toplandığı ve toplumun çeşitli kesimlerinin sorunları üzerine eğilindiği bu süreçte, İslam’ın mabed ve ibadetleri üzerindeki resmî vesayet politikasının sorgulanmaması büyük bir handikaptır. Diyanet’in bu konudaki merkezî rolünü sorgulayacak ve bu konuda alternatif çözümler üretecek bir tartışma zemini geliştirmenin ve Allah’ın dini üzerindeki resmî vesayet politikalarına karşı toplumsal bir bilinç oluşması yolunda adımlar atmanın vakti gelmiştir.