Şükrü HÜSEYİNOĞLU
SÖZ KONUSU OLAN İSLAM İSE, HİÇBİR ŞEY TEFERRUAT DEĞİLDİR
15 Temmuz meşum darbe girişimi sonrası sıkça duymaya başladığımız bir slogan var: “Söz konusu olan vatan ise, her şey teferruattır.”
Bu slogan netice itibariyle, vatan ve onun bekası söz konusu olduğunda insanların sahip olduğu ve olması gerektiği tüm değerlerin teferruat hale geleceğini ima ve ifade ediyor.
Bugüne kadar daha ziyade ulusçu (milliyet İslam’a ait ve İslami aidiyeti ifade eden bir kavram olduğu için ulusçularca gasb edilmiş bu kavramımızı kullanmıyorum) ve ulusalcı çevrelerce kullanılmakta olan söz konusu sloganın 15 Temmuz sonrası dönemde, daha önce bu tür ulusalcı söylem ve sloganlara karşı duran kimi dindar kesimlerce de sahiplenilip kullanılmaya başlandığına tanık olduk.
“Söz konusu olan vatan ise, her şey teferruattır” söylem ve sloganı, insanlığın yabancısı olduğu bir yaklaşım değildir. Özellikle de 2. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında bu mantığın ne büyük insanlık suçları ürettiği ve Avrupa çapında kitlesel katliamlara yol açtığını biliyoruz.
İnsanların doğduğu ve toplum olarak hayatlarını sürdürdüğü toprakları ifade eden vatan mefhumu tabii ki önemlidir. Lakin sorun, bu mefhumun fetişleştirilerek tüm değerler üstü bir konuma çıkarılması ve onun adına ve uğruna yapılan ve yapılacak her şeyin meşru görülmeye başlanmasıdır.
Biz Müslümanlar açısından iki farklı vatan mefhumundan söz edilebilir. Birincisi; doğduğumuz ve yaşamakta olduğumuz toprak parçası, diğeri ise; özlemimiz olan Yüce Allah’ın hükümlerinin hâkim kılındığı, tevhid ve adaletin hüküm sürdüğü toprak parçası. Birincisi reeldeki vatanımız, diğeri ise özlemimizdeki, idealimizdeki vatanımızdır ve bizim için aslolan; reeldeki vatanımızı idealimizdeki vatanımıza dönüştürmektir.
Ne var ki biz Müslümanların, her konuda olduğumuz gibi vatan konusunda denge üzere olmamız gerekir. Ne yereli fetişleştiren ve buna karşılık yeryüzünün halifeliği misyonumuz[1] gereği sahip olmamız gereken, yeryüzünü Allah’ın ahkâmının hüküm sürdüğü bütüncül bir vatan kılma evrenselliğini ihmal eden, ne de tersinden evrenselliği fetişleştirip, doğduğumuz ve yaşadığımız vatanı ihmal eden bir yaklaşım doğru değildir.
Bununla birlikte her halukârda vatan mefhumu bizim için insani ve İslami değerlerin (Her ikisi de Rabbani kaynaklı olan fıtri ve vahyi değerlerin) üzerinde değildir, olamaz. Zira değerlerin üzerinde görülen her ne varsa putlaştırılmış demektir.
Bizler, putlaştırılmış bir vatan anlayışına değil, üzerinde tağutun her çeşidini reddedip yalnız Allah’a kulluğumuzu gerçekleştireceğimiz, Allah’ın ahkâmsına göre toplumsal, ekonomik ve siyasal hayatımızı sürdüreceğimiz bir vatan anlayışına sahibiz.
Rabbimizin yegâne hak dini olan İslam, bize bu şekilde değerlere dayalı bir vatan anlayışı öğrettiği ve kazandırdığı gibi, kendisini anlama ve yaşama, kendi uğrunda mücadele etme konusunda da bizi ölçüsüz bırakmamıştır. Yani bizler, “Söz konusu olan İslam ise, her şey teferruattır” gibi bir anlayışla hareket etme gibi bir seçeneğe sahip değiliz. Aksine baştan sona güzelliklere, hayırlara dayalı bir ölçü ve değerler nizamı olan İslam bize “Söz konusu olan İslam ise, hiçbir şey teferruat değildir” kavrayışını öğretmektedir.
İslam öylesine bir ölçü ve değerler nizamıdır ki, insanlara nasıl yürümeleri gerektiğini[2], evlere nasıl girmeleri gerektiğini[3] vs bile öğretmektedir. Fıtri ve vahyi değerler bütününde İslam, insanlar için adeta dünyayı cennet kılacak bir ölçülülüğü vazetmektedir.
Son dönemde İslam coğrafyası genelinde ve Türkiye özelinde Müslümanlar arasında yaşanmakta olan istikamet krizlerinin temelinde de “Söz konusu olan İslam ise, hiçbir şey teferruat değildir” hakikatinin göz ardı edilmesi yatmaktadır.
Öngördüğü hayat nizamı gibi, bu nizamın hâkim kılınması mücadelesinin de ölçülerini/ilkelerini bildirmiş olan bir İslam’a bu ölçülülükle yaklaşmayan, şu veya bu ölçüde Makyavelist bir anlayışla hedefe giden yolları, İslami bir meşruiyeti olup olmadığına bakmadan, bizatihi hedefe götüreceği zannıyla meşru gören anlayış sahipleri, yukarıda da belirttiğimiz gibi baştan sona bir ölçü dini olan İslam adına ölçüsüzlükte adeta birbirleriyle yarışmaktadır.
Bugün Türkiye’de ve İslam coğrafyasının sair bölgelerinde, bir yandan Kur’an’ın câhiliyeye dayalı toğlumsal/siyasal işleyişlerden ilkesel ayrışmaya dayalı açık ve net ölçülerine[4] rağmen, câhiliye düzenlerinin câhili iç siyasetlerine dahil ve angaje olanların da, Kur’an’ın cihad ve kıtal konusundaki açık ve net ölçülerine[5] rağmen ölçüsüz, İslam ve insanlık dışı bir şiddet politikasını benimseyenlerin de bu noktaya gelmelerinin temel sebebi, “Söz konusu olan İslam ise, hiçbir şey teferruat değildir” hakikatini kavrayamamış olmalarıdır.
Evet, İslam müntesiplerine ölçülü olmayı ve ölçülü yaşamayı öğreten bir hayat nizamıdır. Ve bu nizam, öngördüğü ölçülerden bir kısmına tâbi olup başka bir kısım ölçüsünü ihmal edenleri “Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?...” (Bakara, 2/85) şeklinde ikaz etmektedir.
Dolayısıyla Müslümanlar olarak, “Söz konusu olan İslam ise, hiçbir şey teferruat değildir” hakikatini kavramak ve bireysel hayatımızda da, toplumsal alandaki sorumluluklarımızda da ve İslami mücadelemizde de bu hakikate davranmak zorundayız.
[1] “Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan merhamet edendir.” (En’âm, 6/165)
[4] Bkz: Müzzemmil, 74/10; Müddessir, 73/5; Kalem, 68/8-9 vb
[5] Bkz: Bakara, 2/190-193; Nisâ, 4/89-90; Muhammed, 47/4; Mümtehine, 60/8-9 vb