11-07-2010 22:25

Srebrenitsa, soykırımın finaliydi

Üç yıl boyunca Sırplar uluslararası hiçbir konvansiyona kulak asmayarak insanlık dışı uygulamalarını pervasızca sergiledi. Soykırım ise savaş başladığından beri Sırpların başvurduğu tek savaş yöntemiydi. Savaşın yaşandığı ilk günden itibaren Bosna genelinde toplu katliamlar yaşanmıştır. Ancak Srebrenica ile Sırp caniler final yapmıştır. Çok sayıda Boşnak kurşuna dizilerek, kazılan çukurlara gömülmüştür.”

Srebrenitsa, soykırımın finaliydi

Bosna-Hersek’te yaşanan ve binlerce insanın ölümüyle neticelenen savaş hâlâ dünya kamuoyunun hafızalarından silinmemiştir. Savaşın yaşandığı ilk günden itibaren Bosna genelinde toplu katliamlar yaşanmıştır. Ancak Srebrenica ile Sırp caniler final yapmıştır. 1993 yılında Srebrenica’nın etrafındaki çember gittikçe daraltılmış olmasına rağmen gerekli önlemleri almayan BM ve NATO’nun tavrı Sırp güçleri cesaretlendirmiştir. Nihayet 16 Nisan 1993’teki olağanüstü toplantıda almış olduğu 819 ve 824 no’lu kararlarıyla BM Güvenlik Konseyi, Saraybosna, Tuzla, Jepa, Gorajde ve Bihac ile Srebrenica’yı da güvenli bölge ilan etmişti. 1992 yılında Büyük Sırbistan kurma hayalindeki Sırplar, Belgrad’da Devlet Başkanı Miloşeviç ve Genelkurmay Başkanı Perisiç’in desteğini alarak sözde Bosna Sırp Devleti ve Sırp Demokrat Partisi (SDS) Başkanı olan eski bir psikiyatri doktoru Radovan Karadziç ve General Ratko Miladiç öncülüğünde Bosna-Hersek’te etnik arındırma çalışmalarına başladı. ‘

Büyük Sırbistan hayaline ulaşmak için Srebrenica’yı almak şarttı

Srebrenica, Bosna-Hersek’in en doğusunda ve Sırbistan sınırına çok yakın bir yerde olması nedeniyle, Sırbistan ile Bosna ve Hırvatistan’daki Sırpların birleşmesine engeldi. Aynı zamanda Srebrenica, Sırbistan ile Kuzey Batı Bosna ve Hırvatistan’ın Krajina (Krayina) bölgesindeki Sırpların buluşmasını sağlayacak koridor olduğu için hayati önem taşıyordu. Kısacası stratejik öneme sahip Srebrenica’nın alınmasıyla yetinilmeyecek ve Srebrenicalı Müslümanların varlığı ve kültür izleri buradan silinecekti. Üç yıl boyunca Sırplar uluslararası hiçbir konvansiyona kulak asmayarak insanlık dışı uygulamalarını pervasızca sergiledi. Soykırım ise savaş başladığından beri Sırpların başvurduğu tek savaş yöntemiydi.

Daha savaşın ilk evrelerinde Nisan 1992’de Srebrenica’nın hemen dışında bulunan Bratunac köyünde yaklaşık 350 Bosnalı Müslüman, Sırp paramiliterleri ve özel polis güçleri tarafından ölümcül işkenceye tabi tutulmuş ve katledilmişti.

Bijeljina, Brutunac ve Zvornik gibi komşu bölgelerden kaçan on binlerce Müslüman 10 bin nüfusluk Srebrenica’ya sığınmak zorunda kalınca, nüfusu 60 bine kadar yükselmişti. Kış ayının soğuğuna rağmen insanlar sokaklarda yatıyor, açlık ve sefaletle boğuşmak zorunda kalıyordu.

İnsanın kanını donduran o facianın tanıklarından biri şöyle anlatıyor: “Sırplar bildikleri veya hakkında doğru-yanlış bir şey duymuş oldukları Müslümanları bir alana topladıktan sonra sorgulamaya tabi tuttular ve ardından da çukur kazdırdılar. İlk gün Çetnikler, Müslümanları çukurların önünde sırayla dizdikten sonra ateş ederek katlettikleri yaklaşık 500 kişiyi, yine sorguladıkları yaklaşık 100 kişiye bu çukurları doldurttular. Aynı günün akşamı kendileri için de çukur kazmaları emredildi. Aynı şekilde çukur önünde sıraya dizildikten sonra ateş edilerek vuruldular. Daha sonra seher vaktinde, buldozer geldi, çukur kazdı ve 400 civarında erkeği diri diri gömdüler. Bunlar, Çetnikler tarafından kafalarına göre topladıkları insanlardı. Kaçma teşebbüsünde bulunanları hemen vuruyorlardı.”

İnsanlık tarihinin en korkunç ve vahşi katliamı gerçekleştirildi

Bu coğrafyada insanlık, en korkunç katliamlardan, en feci dramlardan birine tanıklık etti. İşlenen suçların failleri, BM Güvenlik Konseyi’nin 25 Mayıs 1993 tarihli kararı ile kurulan eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi aracılığıyla uluslararası yargı önüne çıkarılmaya başlanmıştır.
Ünlü soykırım araştırmacılarından tarihçi Frank Chalk ve Sosyolog Kurt Jonassohn ile ünlü hukukçu Rabhael Lemkin’in ortak tesbitine göre “Soykırımlarda güçler dengesinin gözetilmesi ve devlete hakim olan grubun (bürokrasi, askeri ve siyasi) yönlendirdiği toplu katliamlar ve sonrası soykırım, bir devlet soykırımıdır.” tanımlaması bugün dünya milletler camiası adına beynelmilel hukuk tarafından benimsenmiştir.
Başta Srebrenica olmak üzere Bosna-Hersek topraklarında Bosnalı Sırp Çetnikleri tarafından gerçekleştirilen insanlık suçlarının teşvikçisi ve destekçisi durumundaki Sırbistan BM Güvenlik Konseyi onayı ile benimsenen beynelmilel hukuka göre Sırbistan devleti direkt olarak sorumludur. Yapılan araştırma ve elde edilen bilgiler ile ICTY’ye sunulan belgelere göre şu tespitler yapıldı:

1- Bosna-Hersek topraklarında devlet destekli veya devlete hakim güçlerin yönlendirdiği ve teşvik ettiği soykırım gerçekleşmiştir.

2- Toplu katliamlarla Müslüman Boşnak halkının bir kısmı yok edilmiştir.

3- Tehcir olayları sistematik bir şekilde gerçekleştirilerek, Müslüman halk kendi topraklarından kovuldu. Değişik ülkelere sığınmak zorunda kalan halkın bir kısmı Dayton Antlaşması sonrası eski topraklarına dönerken, halen önemli bir kesim Sırp Çetniklerinin baskı ve tehditleri sebebiyle geri dönemedi. Yetkili uluslararası
kuruluşların kararlarına rağmen sorumlu kurumlar bu dönüşü sağlayamamıştır.

4- Müslüman Boşnak halkı topyekun hedef alınmıştır. Etnik kimlik, din, sosyal ve kültürel hayat, milli kimlik gibi toplumun temellerini oluşturan unsurların yok edilmesi amacıyla çok yönlü saldırı ve katliam gerçekleştirilmiştir.

5- Sırp Çetniklerinin işgal ettiği Boşnak yerleşim birimlerindeki Müslüman topluma ait tüm tarihi, dini ve kültürel değerler ya yok edilmiştir veya ağır bir şekilde tahrip edilmiştir.

6- İşgal edilen yerleşim yerlerindeki Müslüman halka özel hazırlanmış ‘bedeli karşılığı’ satış belgeleri ve tapular, tehdit ve silah zoruyla imzalatılarak, mal ve mülkleri ellerinden alınmıştır. Bu sahte belgeler, Dayton Antlaşması’na göre geçerli sayılmamıştır.
Ancak, Bosna Sırplarının tek taraflı ilan ettiği sözde Bosna Sırp Cumhuriyeti makamları geçerli kabul ederek farklı bir gasp yöntemiyle işlenilen mülk edinme suçlarını meşrulaştırmıştır. BM’yi temsilen hukuk adına içtihatları onaylanan ünlü hukukçu

Prof. Dr. Raphael Lemkin, “Soykırım (genosit) direkt olarak kişileri hedef almaz. Kişinin dahil olduğu grubu hedef alır. Kişi de bu gruba ait olduğu için saldırıya uğrar. Soykırımın birden fazla turu vardır” der. Bosna-Hersek topraklarında yaşananları bu tarifin kapsamına almak mümkün. Kişi, kendisine duyulan kin ve nefretle değil; Müslüman oluşu, kimliği, inancı ve etnik varlığı nedeniyle hedef alınmıştır. Yani kişinin mensubiyeti, saldırıya uğramasında etkili olmuştur. “Eğer Boşnaklar Müslüman olmamış olsa, kimlik ve kültürleriyle etnik varlıkları farklı olmamış olsa bu kişi ve kişiler öldürülmeyecekti” denilebilir. Netice itibarıyla Srebrenica başta olmak üzere, Bosna-Hersek topraklarında gerçekleşen soykırım, ideolojiktir.

Büyük Sırbistan hayali

Yani Balkanlar’ın tek hakimi olma adına hayali olarak kurulan “Büyük Sırbistan”a engelgörünen Boşnak halkı, Müslüman olduğu için, farklı kültür ve kimliğe sahip olduğu için katledildi ve soykırıma tabi tutuldu. Bu gerçek, Sırp siyasileri ve askeri yetkilileri tarafından açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bosnalı Sırp lider ve soykırımın birinci derecede sorumlusu olarak tutuklu bulunan Radovan Karadziç’in, “Biz tek din ve tek kültürlü bir Avrupa için savaşıyoruz. Amacımız Balkanlar’daki İslam kalıntılarını yok etmek ve Anadolu’ya kadar sürmektir. Bu büyük mücadelemizde Avrupa ve Batı dünyası bizi tam olarak desteklemeli” şeklindeki itiraf ve çağrı içeren ifadeleri, soykırımın kim adına ve ne için işlendiğini açıkça göstermektedir. Ayrıca soykırımcı Sırplar olarak tarihe geçen Karadziç ve Mladiç’e göre, Balkanlar’ı Müslüman Boşnak ırkından temizlemek son derece şerefli bir girişimdi. Ve yine onlara göre Müslüman Boşnakların, milletler camiasından silinmesi bir kayıp sayılmayacaktı.

Sırp kasabı Slobotan Miloşeviç’in, Bosna-Hersek’te yaşanan iç savaşı değerlendirirken “Allah bazı milletleri üstün ve seçkin yaratmıştır. Bazılarını değersiz ve üstün olana itaat eden bir konumda yaratmıştır. Hıristiyan Avrupa’nın en dindar ırkı olan Sırpların, Müslümanlardan daha üstün oldukları bir gerçektir. Müslümanlar yok olmaktan kurtulmak istiyorlarsa, üstün olana itaat etmeye mecburlar” şeklinde ifade ettiği görüşlere sahip canilerin liderliğinde Bosna-Hersek ve Kosova başta olmak üzere sistematik bir soykırım hareketi başlatılmıştır. Yaşanan bu kitlesel kıyımları durdurmak amacıyla beynelmilel hukuk devreye girmiştir. Bosna-Hersek Cumhuriyeti, o dönem Sırbistan ve Karadağ Cumhuriyetlerinden oluşan Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ne karşı 1951 “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Konvansiyon”u ihlal ettiği iddiası ile Uluslararası Adalet Divanı’na 20 Mart 1993 tarihinde başvurmuştur. Zira, Konvansiyon’un 9. maddesine göre Konvansiyon’a taraf devletler arasında Konvansiyon’un yorumlanması, uygulanması veya yerine getirilmesi ve ayrıca soykırım fiillerinden veya 3. maddede belirtilen fiillerin herhangi birinden bir devletin sorumluluğu ile ilgili olarak çıkan uyuşmazlıklar, uyuşmazlığın taraflarından birinin talebi üzerine Uluslararası Adalet Divanı’na gitme hakkı tanınmıştır. Bu hakkı kullanan Bosna-Hersek devleti, gerçeklere kulaklarını tıkayan uluslararası hukuku harekete geçirmeyi başardı. Böylece, Bosna-Hersek’te yaşananlar için de beynelmilel hukuk geç de olsa devreye girmiş oldu. Dava devam ederken, davalı durumundaki ‘Yeni Yugoslavya’ devletinden 3 Haziran 2006 tarihinde Karadağ’ın ayrılması ile ortaya çıkan Sırbistan üzerinde yargılama yetkisine sahip olup olunmayacağı tartışılmıştır. Divan 11 Temmuz 1996 tarihli ara kararında Yugoslavya Federal Cumhuriyeti üzerinde yargı yetkisine sahip olduğunu kararlaştırmış ve Karadağ ayrıldıktan sonra da Sırbistan’ın davalı taraf olduğunu 26 Şubat 2007 tarihli nihai kararında kabul etmiştir.

Lahey Adalet Divanı katillerden yana çıktı

Kısmi yok etme soykırımı, sistemli ve hedefe yönelik soykırım, kültürel ve dini değerlere yönelik soykırım, dilsel ve kimlik içerikli soykırım gibi suçların işlendiği tespit edildiği halde; yargılamaya gölge düşmüştür. Bir süredir uluslararası hukuk organlarının verdikleri kararların tarafsızlığı tartışma konusu olmuştur. Kısacası; Lahey Adalet Divanı’nın Srebrenica soykırımı nedeniyle Sırbistan’ı “suçlu değil, kusurlu bulan” ve nerdeyse “küçük bir özür karşılığı” ödüllendiren kararı, uluslararası hukukun vicdanlarında ağır hasara sebep olmuştur. Lahey’in kararı uluslararası toplumun saygınlığı ve güvenirliğine ağır bir darbe indirmiştir. Srebrenica halkı ne yazık ki, uluslararası güce güvenmenin bedelini hayatı ile ödemek zorunda kalmıştır. Zaten var olan bu güvensizlik duygusunu Lahey Adalet Divanı’nın kararı derinleştirmiştir. Tüm bu adaletsizlikler, haksızlıklar ve ihanetler yetmiyormuş gibi Dayton Antlaşması’yla varılan ateşkes sonrası ve bugün devam eden süreçte Boşnak Müslümanlar hâlâ asimile edilme ve ahlak soykırımı çalışmalarıyla karşı karşıyadır. Başlatılan savaşın mağdurları olan Müslüman Boşnaklar kendi topraklarını terk ederek sığındıkları ülkelerde olduğu gibi Dayton Antlaşması sonrasında döndükleri ülkelerinde de çok yönlü bir asimilasyon politikasına maruz kaldılar. En yakınlarını kaybeden, evleri yakılıp yıkılan ve canlarını kurtarma pahasına başka ülkelerde mülteci durumunda kalan Müslüman Boşnaklar, etnik, dinsel, dilsel, kültürel baskılar yaşadı. Eski topraklarına dönüş sonrasında da Müslüman toplum üzerinde değişik asimilasyon politikaları, siyasi ve kültürel oyunların oynandığına şahit olmaktayız. Ekonomik, hukuki, siyasi, psikolojik, baskılarla Müslüman toplum asimile edilmek istenmektedir.

Bosna-Hersek’te Müslüman Boşnak halkı Batı destekli bir ahlak soykırımı altındadır. Bireylerin inanç değerlerinden koparılması ve yozlaştırılması amacıyla; uyuşturucu kullanımı, fuhuş, pornografi ve kumar gibi kötü alışkanlıkların, organize bir şekilde, gizli teşviklerle yaygınlaştırılması dikkat çekmektedir. Hedef; savaşla yok edilemeyen dini ve milli kimlik, bu yollarla önce zayıflatılacak ve sonra yok edilmesine zemin hazırlanacaktır. Müslüman Boşnak halkını öz değerlerinden uzaklaştırıp çöküşünü sağlamak yoluyla tek dinli, tek kültürlü Avrupa hayali gerçekleştirilmek istenmektedir. Bu hedefe varılması durumunda da Bosna-Hersek, AB topraklarına dahil edilerek süreç tamamlanacaktır.

“Bilge Kral”, Batının Müslümanlar hakkındaki stratejik bakışını şöyle özetliyordu: “Artık ordularla üzerimize gelmiyorlar. Ancak ellerindeki sermayeyi ve ideolojileri yeni bir etki yöntemi içinde kullanıyorlar ve yine o aynı hedefe ulaşmaya çalışıyorlar: Kendi egemenliklerini güvence altına almak ve bunun için de Müslüman milletleri ruhsal bir çöküntü ve maddesel bir bağımlılık içinde tutmak.”

(Kayank: Vakit)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !