Abdullah METİN

16 Şubat 2012

SURİYE OLAYLARINA İRAN ZAVİYESİNDEN BAKIŞ

Büyük Ortadoğu Projesi bitmiştir derken, tam da bu projenin hedefindeki Arap topraklarında meydan gelen, Batı’nın “Arap Baharı”, İran’ın “İslami Uyanış” olarak nitelediği muhalif hareketler Müslümanların ekseriyeti tarafından desteklenirken Suriye konusunda bir ittifak sağlanamadı. Bununla birlikte Tunus, Libya, Mısır ve Suriye’deki olaylar dünya gündeminde bir hayli yer alırken, Bahreyn ve Yemen’deki olaylara sessiz kalınmaktadır. Türkiye’nin tüm bu olaylara değer odaklı ya da dış politikada mevcut olan ilkelerine göre baktığını söylemek gerçekten zor.

Libya’da NATO’nun işinin olmadığı söylendi ve fakat İzmir Libya’ya karşı NATO müdahalesinde merkez üs oldu. Daha sonra muhalifler açıktan açığa desteklenerek Libya’ya uçakla nakit olarak yüz milyon dolar para taşındı. Mısır’da Mübarek’e karşı cephe alındı. Şimdi ise Suriye’de Esad yönetimine karşı cephe alınmış durumda ve muhalifler desteklenmektedir. Ak Parti hükümetinin bu Arap yönetimlerinin karşısında durmasının temel bir savunması var: Diktatörlüklerin yıkılarak demokrasinin tesis edilmesi.

Ve hatta Mısır, Libya ve Tunus demeçlerinde laikliğin de tesis edilmesi tavsiye edildi. Fakat bu noktada hemen şu sorular akla gelmektedir: Beşşar Esad, muhalifleri katletmeye başlayınca mı diktatör oldu, ne oldu da Beşar Esad, Başbakanın gözünde birdenbire “kardeşlikten diktatörlüğe” tenzil oldu? Halkını öldürenlere karşı çıkılıyor da, binlerce kilometre öteden gelip Müslümanları öldürenlere neden karşı çıkılmıyor ve hatta kayıp vermemeleri için dua ediliyor? Humus’un hesabı soruluyor da Bağdat’ın, Ramadi’nin, Felluce’nin ve hatta Mavi Marmara’nın ve Gazze’nin hesabı neden sorulmuyor?

Beşşar Esad diktatör de Suudi Arabistan kralı Abdullah, Bahreyn emiri Hamad Bin İsa El Halife, Yemen cumhurbaşkanı Salih demokrasi havarileri mi?  İsrail’e karşı diplomatik ilişkilerimizi ikinci katip seviyesine indirmekten başka ne yaptık? Kürecik’e radar üssü kime karşı ve kimin güvenliği için kuruldu? (Küçük bir not: Radar sistemi denenirken Akdeniz’de F-15 jetinden İsrail yönüne atılan füze Kürecik’teki ve İsrail’deki radar sistemleri tarafından koordineli olarak izlenmiştir). Son sorular diğer sorulardan ayrıymış gibi görülebilir ama bütüne bakıldığında aslında hepsi aynı problemin sorularıdır. İran’ın olaylara bakış açısı, Ak Parti hükümetinin olaylara bakış açısıyla kıyaslandığında bütünün daha net görüldüğü ve daha ziyade değer odaklı hareket edildiği izlenimi vermektedir.  

Peki İran Suriye olaylarına nasıl bakmaktadır? Öncelikle vurgulamak gerekiyor ki, zannedildiğinin aksine Suriye’nin Nusayrileriyle İran’ın Caferilerinin mezhepsel bir yakınlığı yoktur. Caferilikle Nusayriliğin yakınlığı, Caferilikle Anadolu Aleviliği’nin yakınlığından daha fazla değildir. Bu sebeple İran’ın mezhepsel bir yakınlığa binaen Suriye yönetimini desteklediğini düşünmek yanlış olacaktır. İran’ın dış politika tasnifinde iki grup vardır: Hizbullah ve Hizbuşşeytan. Bu tasnife göre Amerika ve İsrail Hizbuşşeytan iken, Hizbuşşeytan düşmanları da Hizbullah grubunu oluşturur. Şu an Hizbullah grubunda 4 asli güç bulunmaktadır:

İran, Suriye, Hizbullah ve Hamas. İranlılara göre İran ve Amerika Ortadoğu’da iki kez karşı karşıya geldiler Birincisi 2006 yılındaki Hizbullah ve İsrail savaşıdır. Bu savaşta Amerika İsrail’i, İran ise Hizbullah’ı destekledi ve neticede Arapların gözünde İsrail’in yenilmezliği imajı son buldu. Bir diğer savaş ise 2008 yılındaki Hamas-İsrail savaşıdır. Bu savaşta da Hamas’ın arkasında İran, İsrail’in arkasında ise Amerika bulunuyordu ve her iki savaşta da İsrail sivilleri öldürerek düşmanını caydırmaya çalışmaktan başka bir şey yapamadı. İran’a göre, Hizbullah grubunun bu iki grubuna karşı saldırıda da netice alamayan Hizbuşşeytan grubu, bu kez Suriye’yi devre dışı bırakıp, Hamas’ın ve Hizbullah’ın himayesini zayıflatmak ve İran’ı yalnızlaştırmak istemektedir. İran’ı yalnızlaştırdıktan sonra askeri müdahaleden çekinmeyeceklerdir.

İsrail bilmektedir ki şu an İran’a saldırması halinde İran füzeleri ve savaş uçaklarının yanında, Güney Lübnan’dan 20.000, Gazze’den 5.000 füze Tel Aviv’e doğru tereddütsüz bir şekilde ateşlenecektir. Bu iki grup da bir devlet gücünü yansıtmamalarına rağmen İsrail’i korkutmaya yetmektedir. İran’ın Suriye olaylarına bakışının temelini bu güç dengesi oluşturmaktadır. Suriye’deki olayların dış destekli olarak çıkarıldığını düşünüyor ve haksız sayılamayacak şu soruları soruyorlar: Bahreyn’deki muhalifler taş atarken Suriye’deki muhalifler atacak kurşunu ve silahları nerden buluyorlar?  Ve Beşar Esad yönetimi diktatör ise Suud kralı, Bahreyn emiri diktatör değil mi, neden onlara karşı da muhalifler desteklenmiyor?

İran, Suriye’de muhaliflerin öldürüldüğünü kabul etmekle birlikte medyanın ölü sayısını çarpıttığını söylüyor. Fakat ölü sayısı ne olursa olsun üzüldüklerini belirtiyorlar. Beşar Esad halkına zulmetmemesi ve gerekli reformları yapması konusunda uyarılmış. Hatta 2010 yılında İran’da ortaya çıkan olayların ardından tüm raporlar Esad yönetimine iletilmiş ve ülkesinde bu tür bir fitnenin çıkarılması halinde krizi nasıl yöneteceği de anlatılmış. İran’a göre Suriye’de olayların bu kadar büyümesinin sebebi Esad’ın krizi iyi yönetememesidir. İran’ın Suriye’deki muhaliflere destek vermemesine Enfal suresi 72. ayet ışığında bakmak bize farklı bir pencere açabilir: Muhakkak ki iman edip hicret eden, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler; barındırıp yardım edenler, işte onlar; birbirinin dostudurlar. İman edip de hicret etmeyenlere gelince; hicret edene kadar sizin onlarla bir dostluğunuz yoktur. Şayet onlar da din hususunda sizden yardım isterlerse; sizinle aralarında muahede bulunan bir kavim aleyhinde olmamak üzere onlara yardım etmek boynunuza borçtur. Allah yaptıklarınızı görendir.

İran ile Suriye arasında antlaşma var ve bu antlaşmaya göre bu iki ülkeden birisine yapılacak olan saldırı diğerine de yapılmış kabul edilecektir. O halde İran’ın muhaliflere destek vermesi Suriye aleyhine olacağı için antlaşmaya da aykırı olacaktır. Ama İran’ın üzerinde önemle durduğu bir nokta var. Kendi ifadeleriyle şöyle diyorlar: bizim işimiz devletlerden ziyade milletlerledir, biz milletlerin gönlünü kazanmaya çalışırız, bizim için önemli olan ne devlettir ne de şahıslardır, Esad gelip geçicidir ama millet kalıcıdır, Esad yönetimi yıkılır yerine başka bir yönetim gelirse ve bu yönetim de İsrail aleyhtarı olursa, onlarla da işbirliği yapmaya hazırız, Rehber’in onayladığı görüş budur.

Suriye’deki olaylarda Amerika ve İsrail, muhalifleri desteklemektedir. Suriye politikasını aksi yönde değiştiren Türkiye de muhaliflerin safındadır. Fakat bu üç ülkenin de Yemen, Bahreyn ve Suudi Arabistan politikalarına bakıldığında ikiyüzlü bir politika izledikleri açıktır. Bu sebeple Suriye üzerinde bu kadar fazla oynanması olayların bir projenin ürünü olduğu izlenimi vermektedir. Dış destekli olmayan, bağımsız hareket eden ve davalarında haklı olduklarına gönülden inandığımız grupların varlığı aşikardır. Fakat Suriye’de, amiyane tabiriyle, at izi it izine karışmış durumdadır ve hem mevcut durum hem de muhalifler arasında dış destekli olanların zaferi Amerika ve İsrail’i sevindirecektir. İslam için kıyam edenlerin zaferi ise bütün Müslümanları olduğu gibi İran’ı da sevindirecektir kanaatindeyiz. Mevcut olaylardan dolayı İran’ın şiddetli bir şekilde kınanmasının haksızlık olacağı kanaatindeyim. Çünkü muhaliflerin öldürülmesi için fiili bir desteği yok ve hatta olayların katliama sebebiyet vermeksizin bastırılması için yönetime tavsiyeleri var.

Ayrıca yönetimle olan antlaşmasını unutmamak gerek. Bir diğer sebep ise, Ortadoğu’daki olayları Hizbullah ve Hizbuşşeytan arasındaki bir mücadele olarak değerlendirmeleri yanlış değil. İslami Uyanış olarak değerlendirdikleri bütün muhalif hareketleri desteklediler. Her ne kadar bizler mezhepsel bir yakınlığın ifadesi olarak görsek de (ama onlar bunu reddetmekteler) Bahreyn ve Yemen’deki olayları dünya gündemine taşımaya çalışan tek ülke İran. Ve hem bu ülkelerdeki olayları göz ardı etmeyerek hem de Suudi Arabistan’daki diktatörlüğün de yıkılması gerektiğini dillendirerek Ortadoğu’daki olaylara bakışında ikiyüzlülük yapmayan yine İran. Bu sözlerimiz İran’ın Suriye politikasını desteklemek için değildir. Ortaya koymak istediğimiz şey, İran’ın bu şekilde bir tutum sergilemek için yeteri kadar sebebi olduğu ve bu tutumlarının kendi maslahatlarının bir gereği olduğudur. Suriye’deki katliamların durdurulması için aktif bir girişimde bulunmadığı için İran da eleştirilmelidir. Ama daha öncesinde, kendi hükümetimizin kimlerin arzuları/baskıları/tehditleri/çıkarları/amaçları çerçevesinde bu ikiyüzlü politikaya yöneldiği sorgulanmalıdır.

İran’a askeri müdahale konusuna gelince, İran halkı buna ihtimal vermemektedir. Hamaney, Cuma hutbesinde (3 Şubat), “Eğer yaptırımlar sonuç vermezse İran’a askeri müdahale düşünüyorlarmış” dediğinde herkes gülmeye başlamıştı. Ve Hamaney’in sözleri sık sık "Amerika ve İsrail’e ölüm" sloganlarıyla bölünüyordu. Belirtmek gerekir ki, özellikle Ahmedinejad’ın ağzından duymaya alıştığımız İsrail karşıtlığı, sadece devlet erkanının dile getirdiği sözler değil. Bu karşıtlık halk arasındaki konuşmalarda da canlı bir şekilde görülmektedir. Duvarlara “Amerika aptalca şeylerce yapmaz”, tepelere “İsrail’e ölüm” sloganları yazılmış. Tüm bu atmosfer onlara da yansımış olacak ki, 6 yaşındaki çocuklar bile Amerika’ya tepkili.

Kendilerine saldırılmayacağı konusunda yukarıda bahsettiğimiz güç dengesinin varlığına ve silahlarına çok güveniyorlar. Kendisiyle konuştuğumuz bir yetkili şöyle bir olay anlattı: “Hürmüz boğazına giren son teknoloji ile donatılmış bir Amerikan savaş gemisi için Amerikalılar ‘bu gemiye hiç kimse yaklaşamaz’ dediler. Oysa deniz kuvvetlerimiz radarını devre dışı bıraktıkları gemiye yaklaştılar ve geminin altına İslam cumhuriyetinin bayrağını çizdiler ve geri döndüklerinde telsizden şöyle dediler: ‘geminizin altına bakın’.” Bu örneğin ardından, geçenlerde Amerika’nın insansız casus uçağını indirmelerini ve Hizbullah’ın 2006 savaşında canlı yayında İsrail’in savaş gemisini füzeyle vurmasını hatırlatıyor ve psikolojik savaşa dikkat çekiyor. Bu tür temaslar onlara psikolojik olarak önemli bir destek veriyor.

Ortadoğu’daki bir olayı, bölgedeki gelişmelerin ve planların bütününe bakmaksızın anlamaya ve açıklamaya çalışmak yanıltıcı olacaktır. Bu şekilde hareket ettiğimizde, kalbimizin taraf olduğu iki olayın kendi aralarında tezat oluşturmasını anlayamayız. Parçalar önemsiz değildir ama bütün, parçaların toplamından daha büyüktür ve daha önemlidir.