Şükrü HÜSEYİNOĞLU

23 Mart 2012

TARİH NİÇİN TEKERRÜRDEN İBARETTİR?

"Tarih tekerrürden ibarettir."

Niçin?

İnsanlar tarihe ders ve ibret almak için değil hamaset duygularıyla baktığı için...
 
Ders ve ibret alınmadığı için de tarih hep tekrarlanmaya, aldanışlar bir kez daha bir kez daha yaşanmaya, insanlık sürekli olarak benzer acılara muhatap olmaya devam eder...
 
Rabbimiz, önceki nesillerin yaşadıklarını ders ve ibret tabloları şeklinde beyan buyurmuştur ki, tarih tekerrür etmesin, insanlar önceki nesillerin yaşadıklarından ders ve ibretler çıkararak bugünlerini ve yarınlarını ziyandan koruyabilsinler.
 
Ne var ki, bu apaçık ders ve ibret tabloları bile çoğunlukla insanları önceki nesillerin ardısıra aynı akibete doğru yol almaktan alıkoymamıştır. Kur'an'da anlatılan peygamber kıssaları arasındaki büyük benzerlikler, işte insanoğlunun geçmişte yaşananlardan ders çıkarmaya yanaşmayan bu genelgeçer tutumunun sonucudur. 
 
Geçtiğimiz hafta bu coğrafyada yaşayan insanlar olarak tarihin tekerrürü hususunda trajik bir hadiseye tanık olduk. 
 
20. asrın başında Batılı emperyalist güçlerin paylaşım kavgası dahilinde meydana gelen ve "Alavere dalavere, Osmanlı askeri nöbete!" şeklinde özetlenebilecek bir oldu bittinin icracısı olan İttihatçı işbirlikçiliği ve işgüzarlığıyla Osmanlı'nın geleceğini teşkil eden bir neslin Alman emperyalizminin hesap ve çıkarları uğruna heba edildiği Çanakkale Savaşı'nın "zafer" yıldönümünün kutlandığı geçtiğimiz hafta, 2001 yılından bu yana bu kez Amerikan emperyalizminin çıkar ve hatırı için Afganistan'da bulunan Türkiye askerlerinden 12'sinin ölümü haberi geldi. 
 
Afganistan'daki ABD-NATO işgalinin bir parçası olarak Kabil Bölge Komutanlığı misyonunu yürüten Türkiye askerlerinden 12 kişilik bir grubu taşıyan helikopterin Kabil yakınlarındaki bir köy evine çarpması sonucu 12 Türkiye askerinin yanı sıra 4 de Afganlı sivil hayatını kaybetmişti.
 
Birçok ocağa ateş düşüren bu hadise üzerine, Türkiye'nin Afganistan'daki ABD işgalinin parçası olmasına yönelik çeşitli kesimlerden yükselen eleştirilere Hükümet cephesinden İttihatçı işgüzarlığı aratmayan cevaplar geldi. 
 
Başbakan Erdoğan, eleştirilere "Türkiye, bir butik devlet değildir. Türkiye, dünyaya açık bir devlettir ve güçlü bir devlettir. Güçlü bir devlet olmanın gereği de budur. Bunu yapmak durumundayız. Şu anda yapılan da budur zaten. Birilerinin söylediği veya kendilerine göre oluşturduğu yol haritasına Türkiye Cumhuriyeti devleti uymaz. Biz, olması gereken neyse onu yaparız, atılması gereken adımlar neyse onu atarız. Hiçbir zaman küçük düşünemeyiz, büyük düşünmeye mecburuz. Tabii ki büyük devlet olmanın da zaman zaman bedelleri vardır ve bu bedelleri de kimse görmezlikten gelemez. Bunu da görmek zorundayız" şeklinde cevap verirken, Başbakan Yardımcısı Arınç'ın cevabı ise, "Biz bildiğiniz gibi bir devletiz. Bu devlet bazen NATO kapsamında bazen de diğer ikili ilişkiler bağlamında başka ülkelerde asker bulundurabiliyor. Nasıl Bosna-Hersek de askerimiz varsa nasıl Lübnan'da askerimiz varsa, nasıl Afrika'nın bazı ülkelerinde askerimiz varsa... Biz tek başımıza Robinson gibi adada yalnız yaşayan bir devlet değiliz. Yükümlülüklerimiz var, sözleşmelerimiz var, üzerimize düşen görevler var ve bu görevleri askerlerimiz bazen de polislerimiz yerine getirebiliyor" şeklindeydi.
 
Zaten 2003 yılındaki Irak işgaline fiili katılım için milletvekillerini ikna etmeye çalışırken "Denklem dışı kalamayız. Trübünde olamayız, sahanın içinde olmamız lazım" argümanalrını kullanan bir zihniyetten başka bir şey de beklenemezdi.
 
Dönemin ABD Başkanı Bush'un, halen üzerindeki soru işaretleri aydınlatıl(a)mayan 11 saldırıları üzerine yaptığı "Ya ABD'den yana ya da düşmanımız olacaksınız" açıklaması karşısında dönemin Türkiye Başbakanı Ecevit'in, Afganistan işgaline ortaklığa atılırken yaptığı "ABD ne diyorsa doğrudur" mealindeki açıklamasını ve o dönemde muhalefette bulunan bugünkü Hükümet üyelerinin ABD için Afganistan'a asker gönderilmesini emperyalizme hizmet olarak niteleyip eleştirdiğini unutmayalım bu arada... 
 
Evet, 20. asrın başında Alman emperyalizminin İngiliz-Fransız cephesinin kuşatması karşısında cepheyi genişletme satratejisinin bir parçası olarak, oldu-bittilere kurban edilen bir neslin hesabını sormak, yaşananları sorgulayıp bugün ve yarınlar için dersler ve ibretler çıkarmak yerine, hamasete yönelerek "Çanakkale ruhu" edebiyatını köpürtmenin sonucu, emperyalizmin hizmetinde yeni kurbanlar vermekten başka bir şey olmaz ve olmamaktadır da.
 
Çanakkale'de savaşan Osmanlı askerleri şüphesiz ki inançları uğrunda öne atılıyorlardı. Lakin resmin tamamına bakıldığında, ümmetin hemen her parçasından neferlerin bulunduğu bu askerlerin inanç ve gayeleri ile savaşı sevk ve idare edenlerin inanç ve gayelerinin çok farklı olduğu görülür. Neticede belirleyici olan da neferlerin inanç ve gayesi değil, kurmayların strateji ve gayeleridir ve gözden kaçırılmaması gereken de tam da burasıdır.
 
Bir toplumun yetişmiş neslini emperyalist çıkar savaşlarına kurban vermenin adına "zafer" dediğinizde, bunun adı tarih okuması değil, ancak hamaset olabilir. Tarih doğru okunmadığı ve ondan gerekli ders ve ibretler çıkarılmadığı sürece de tekerrür etmeye devam eder. Nitekim bugün Afganistan'da ABD-NATO işgalinin parçası olarak görev yapan askerlerin ölümleri ardından yapılan "şehit" edebiyatı ve hamaset de bunun canlı bir örneğidir.
 
Bu çerçevede, Zaman gazetesinin 19 Mart Pazartesi günkü sürmanşetinde yer alan "Çanakkale'den Afgansitan şehitlerine dua" başlıklı haber, ders alınması gereken hadiselerin üzerini hamasetle kapatmanın trajik bir örneğini teşkil ediyordu: "Düşman askerlerine karşı kahramanca mücadelenin verildiği ve şehitlerin adının tarihe altın harflerle yazdırdığı Çanakkale Zaferi'nin üzerinden tam 97 yıl geçti. Vatanı, bayrağı, dini ve devleti için canını feda eden şehitlerin hüznü, Afganistan'da meydana gelen helikopter kazasında hayatını kaybeden 12 Türk askerinin acısıyla birleşti. Türkiye'nin dört bir yanında şehitlikleri ziyaret edenler dualarına yeni şehitleri de ekledi."
 
Yazının başında "Tarih niçin tekerrürden ibarettir" sorusunu sormuştuk...
 
Emperyalizmin hatır ve çıkarları uğruna çocukları kurban verilen bir toplumun, hesap sormak yerine hamasete yönelmesi veya egemenlerin estirdiği hamaset rüzgarlarına ortaklık etmesi, sorunun cevabı sadedinde fazla söze gerek bırakmıyor olsa gerek.