Tasavvufun Peygamber Anlayışının Tenkidi
Peygamber`in beşeri tabiatı dışına taşırılması ve ona diğer peygamberlerin taşıdığı niteliklerden ayrıcalıklı bir görünüm verilmesi, tanrısal bir çerçeveye oturtulması Kur`an`la bağdaşamaz.
Hakikat-i Muhammedi ve Nur-u Muhammedi : Tasavvufun Peygamber Anlayışının Tenkidi
Arif Çifçi (Haksöz Dergisi arşivinden)
Peygambere iman konusu İslam'ın en başta gelen önemli ilkelerindendir. Peygamber vahiy yoluyla Allah'tan aldığı vahyi mesajı önce kendisi uygulamış ve arkasından da insanlara tebliğ etmiştir.
"Ben sadece Alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim, size Rabbimin mesajlarını duyuruyorum."1 "... Biliniz ki elçimize düşen açıkça duyurmaktır."2 mealindeki ayetler Rasul'ün görevini belirtmektedir.
Peygamber vahiy almasının dışında diğer insanlar gibi bir beşer olduğunu "Ben de sizin gibi bir beşerim."3 hitabıyla bildirmiştir. O da herkes gibi bir anne ve babadan doğmuş, çocukluk ve gençlik yıllarını bir toplumda geçirmiş, evlenip çocuk sahibi olmuştur.
Kur'an-ı Kerim'de peygamberlerin kişiliğini gerçekçi bir şekilde anlatan birçok ayet vardır. İnsanlar Allah'ın Kur'an'da tanıttığı ve övdüğü Peygamber'e ait özellikleri yeterli bulmayarak onu insanüstü bir konumda görmek istemişlerdir.
"Buna rağmen bazı Müslümanlar, hatta bazı alimler bile bile bunları bırakarak Kur'an naslarının izin vermediği, hatta Kur'an naslarıyla çelişen bazı özellikleri ona nispet etmeye çalışmaktadır. Eğer mevlüt ayinlerinde okunan hikayelerden birine kulak vermiş iseniz hiç kuşkusuz bu tür aşırılıklara şahit olmuşsunuzdur.
Buralarda Peygamber'in şahsiyeti tanrısal bir özelliğe bürünmekte ya da tanrısal bir çerçeveye yerleştirilmektedir. Ayrıca, siyer, şemail ve şerh alanlarında yazılan birçok kitapta da aynı aşırılıklara rastlamak mümkündür. Bu aşırılıklara insanın ilk yaratılış dönemi olan ana rahmindeki yaratılışında olsun, soy kütüğünde olsun, doğumunda olsun ve onunla ilgili müjdelerde olsun rastlamak mümkündür.
Halbuki bu tür söylentilerin ve iddiaların Kur'an'a dayalı bir aslı, sahih hadise dayalı bir senedi ya da akla yatkın bir yaklaşımdan gelen temeli yoktur. Hatta seleften rivayet edilen nakillerde ve önceki siyer kitaplarında bu tür şeylere rastlamak mümkün değildir. Böyle aşırı dindarlık sevdasına düşen Müslümanlar, Peygamber'in kamil insan olmasıyla, üstün ahlaki, temiz ruhu, gönül zenginliği, kuvvetli imanı, Allah için kendisini feda edişi ve yerine getirmeye çalıştığı büyük göreviyle ortaya çıkan olgunluğuyla yetinmeyerek, onun peygamber oluşu ve Allah tarafından seçilişine başka gerekçeler bulmaya çalışmışlardır. Onlar bu görev için bazı ön belirtiler ve müjdeler bulunması gerektiği kanısına varmışlardır.
Peygamber'in beşeri tabiatı dışına taşırılması ve ona diğer peygamberlerin taşıdığı niteliklerden ayrıcalıklı bir görünüm verilmesi, tanrısal bir çerçeveye oturtulması Kur'an'la bağdaşamaz.
Mesele onun tüm varlıkların en büyük babası olarak görülmesi, Hz. Adem'in belinden, daha ona ruh üfürülmeden çıkarılmış olması, tüm insanlığın yaratılmasındaki amacın o olduğu iddiası, arş, levh, kalem, kürsi, gökler, yerler, insanlar, cinler, ay, güneş, melekler, cennet ve cehennem gibi bütün kainatın onun nurundan yaratıldığının ileri sürülmesi, atalarından biri olan İlyas'ın hacda belindeki torununun telbiyelerini duyduğu, yaratılışından sonra daha ruhlar alemindeyken bile Peygamber olacağını bildiği, bunun alametlerini dağda, taşta, ağaçta hep gördüğü, annesinin onu doğurduğu sırada peygamberliğinin müjdelerini ve bunun belirtilerini gördüğü gibi iddialar bunlar arasında sayılabilir.
Bu bilgilere, iddialara Kastalani şerhleri ve muhtasarlarında daha başka siret ve delail kitaplarında rastlamak mümkündür. Onlar bu bilgileri verirken, Kur'an'ın aşağıda verilen ayetlerinde belirtilen, insanlar içinden meydana gelen Rabbani seçimin hikmetlerini unutmuş gibidirler."4
"... Allah, kime peygamberlik vereceğini daha iyi bilir..."5 "Gariptir, Araplardan bazılarını Peygamber'in peygamberliğini inkara sürükleyen ve ona karşı donuk bir tavra iten de; Peygamber'in sıfatları inancındaki bu gibi aşırılıklar olmuştur. Onlar Peygamber'i harikulade işlere gücü yeten, gaybı bilen, tabiata söz geçirebilen, ölümsüz olan, göklere yükselen, melekleri indirebilen vb. insanüstü niteliklere sahip bir varlık olarak algılamışlardır. Bunun için, Kur'an'ın Peygamber'i, kendileri gibi beşeri özelliklere sahip bir insan olarak kabul ettiğini, harikulade işleri becermesini talep ettiklerinde Peygamber'in beşeri bir elçi olduğunu hatırlatarak bunların reddedilişini gördüklerinde hayrete düşüp inkara kalkışmışlardır. Kur'an onların bu durumlarını zaman zaman ele alıp birçok ayette eleştirmiştir.
Aşağıdaki ayetlerde bu konu irdelenmektedir."6
"Dediler ki: Yerden bize bir kaynak fışkırtmadıkça sana inanmayız! Yahut senin hurma ve üzümden bir bahçen olmalı, aralarından ırmaklar fışkırtmalısın! Ya da zannettiğin gibi, üzerimize gökten parçalar düşürmelisin, yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin yahut altından bir evin olmalı, ya da göğe yükselmelisin. Bununla beraber sen bizim üzerimize okuyacağımız bir kitap indirmedikçe senin göğe çıkmana da inanacak değiliz." De ki: "Rabbimizi tenzih ederim! Ben sadece elçi olarak gönderilen bir insan değil miyim?" Zaten kendilerine hidayet geldiği zaman insanları inanmaktan alıkoyan şey hep: "Allah, bir insanı mı elçi olarak gönderdi?" demeleridir." (İsra, 90-94)
"Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkekler gönderdik. Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun. Biz onları yemek yemeyen cesetler yapmadık ve onlar ölümsüz de değillerdi." (Enbiya, 7-8)
"Dediler: 'Bu peygambere ne oluyor ki, yemek yiyor, çarşılarda geziyor? Ona kendisiyle beraber uyarıcı bir melek indirilmeli değil miydi? Yahut kendisine gökten bir hazine atılmalı, ya da kendisinin bir bahçesi olmalı da ondan yemeli değil mi?' Ve zalimler: 'Siz başka değil, sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz' dediler." (Furkan, 7-8)
Bu ayetlerden şu ilkeleri çıkarabiliriz:
a) Peygamber'in diğer insanlar gibi bir beşer olduğu, ondan olağanüstü özelliklerin beklenmemesi gerektiği.
b) Peygamberlik kendisine gelmeden önce kendisinin peygamber olacağını bilmediğini "De ki: 'Eğer Allah dileseydi, onu size okumazdım ve onu size hiç bildirmezdi. Bundan önce aranızda uzun süre yaşamıştım, düşünmüyor musunuz?'" (Yunus, 16) ayetinden öğreniyoruz.
c) Peygamberlik vakası yeni bir durum değildir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Kişiliğinde ve rasullüğünde vahiy alışında diğer peygamberlerden farkı yoktur. Aşağıdaki ayetler bunun delilidir:
"Muhammed, ancak bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz ökçeleriniz üzerinde geriye mi döneceksiniz?" (Al-i İmran, 144)
"Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik..." (Nisa, 163)
"Senden önce şehirler halkından yalnız kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başka elçi göndermedik." (Yusuf, 109)
"Andolsun biz senden önce de elçiler gönderdik, onlara eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber bir tek ayet getiremez..." (Ra'd, 38)
"Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de yemek yerler, çarşıda gezerlerdi..." (Furkan, 20)
"De ki: 'Ben peygamberlerden bir türedi değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyuyorum ve ben apaçık bir uyarıcıdan başka bir şey değilim." (Ahkaf, 9)
Bu ayetler onun diğer insanlardan vahiy almanın dışında olağanüstü özelliklere sahip olmadığına işaret etmektedir. Onun melek olmadığına, diğer peygamberler gibi bir peygamber olduğuna işaret etmektedir.
O aynı zamanda gaybı bilemediğini, diğer insanlar gibi beşeri duygulara sahip olduğunu, ölümsüz olmadığını, şeytandan her zaman Allah'a sığındığını bildiren ayetlerle de bizleri uyarmaktadır:
"De ki: 'Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem. Ben size melek olduğumu da söylemiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum.'" (En'am, 50)
"De ki: 'Ben kendime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir fayda, ne de bir zarar verme gücüne sahip değilim. Eğer gaybı bilseydim, elbette çok hayır elde ederdim. Ve bana kötülük dokunmazdı. Ben ancak inanan bir topluluk için bir uyarıcı, bir müjdeleyiciyim." (Araf, 188)
"Senden önce hiçbir insana ölümsüzlük vermedik, şimdi sen ölürsen onlar ebedi mi kalacaklar?" (Enbiya, 34)
"Ve de ki: 'Rabbim şeytanın dürtüklemelerinden sana sığınırım. Ve onların yanımda bulunmalarından sana sığınırım." (Müminun, 97-98)
"Ey Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu arayarak Allah'ın sana helal kıldığı şeyi sen niçin kendine haram ediyorsun?" (Tahrim, 1)
"O seni yetim bulup barındırmadı mı? Seni şaşırmış bulup doğru yola iletmedi mi? Seni fakir bulup zengin etmedi mi?" (Duha, 6-8)
"Biz senin göğsünü açmadık mı? Ve yükü üzerinden indirmedik mi? Ki, o belini bükmüştü." (İnşirah, 1-3)
Bu ayetler peygamber anlayışımızın nasıl olması gerektiğini bizlere bildirmektedir. Bu anlamda birinci kaynağımız Kur'an ve sahih sünnettir. Fakat bugün, biz, Peygamber'i anlatma endişesiyle yazılmış, gelenekten gelen, Kur'an'a aykırı zayıf ve uydurma rivayetleri doğruymuş gibi kabul eden bir kültürün eserleriyle karşı karşıyayız. Muharref bir gelenekle Kur'an ve Sünnet ışığında yüzleşmek durumundayız.
Peygamber sevgisi ve aşkıyla yazılmış edebiyat ve sanat ürünlerinde de bu uydurma ve zayıf rivayetlerin hâlâ yaşatıldığını görmekteyiz. İslami edebiyat dediğimiz klasik veya modern na'tlarda, mesnevilerde hep aynı zayıf ve uydurma rivayetler hiçbir eleştiriye tabi tutulmadan geçmişten gelen her şeyi doğru kabul ederek İslami neşriyat adıyla günümüz insanlarına sunulmaktadır. Bu yanlış nübüvvet anlayışı sonucunda "Kutlu Doğum haftaları"nda İslami duyarlılığı olan insanlara hurafelerle donatılmış bir peygamber modeli anlatılmaktadır.
Elbette bunun bir sebebi vardır. İslam kültüründe var olan peygamber anlayışındaki en önemli etken tasavvuftur. Tasavvufun nebi ve rasul telakkisi uydurma ve zayıf rivayetlerle örülüdür. Kur'an ve sahih hadislere dayanmamaktadır. O halde toplum kültüründe tarihten günümüze kadar gelen yanlış nübüvvet anlayışının sorgulanması ve tashih edilmesi gerektiği gün gibi aşikârdır.
Tasavvufun Peygamber Anlayışı: Nur-u Muhammedi ve Hakikat-ı Muhammedi
Kavramları
Hakikat-ı Muhammedi veya Nur-u Muhammedi demek Allah'ın ilk defa ve ilk varlık olarak Hz. Muhammed'i kendi nurundan yaratması demektir. Halk kitlelerinin ve tasavvuf kültürünün vahdet-i vücut düşüncesinin de etkisiyle bu görüşü benimsediğini görmekteyiz. İlk yaratılan varlık Hz. Muhammed'dir. Hz. Adem değildir. Hatta dünya bile onun yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır. Hatta her şey ondan yaratılmıştır.7 Diğer varlıklar derece derece Peygamber'in varlığının bir parçasından oluşmuştur. Bu düşünceleri değişik ifadelerle Zünun el-Mısri, Abdullah b. Selh et-Tüsteri, Hallac ve Muhiddin Arabi'de görebiliriz. Aynı düşüncelere Abdülkerim el-Cili ve Mevlana Celaleddin-i Rumi'de de rastlamaktayız.
İlk yaratılan varlık hakkında tasavvufçular kendi aralarında da birlik değildir. Kimisi ilk yaratılanın Peygamber'in nuru, kimisi aklı, kimisi de onun ruhu olduğunu ifade etmişlerdir.
"Bunun üzerine peygamberlerin ruhu Hazreti Muhammed'in risaletini tasdik ederler. Esma-i hüsnanın tespihine devam eden Muhammed'in ruhu ise "kahhar" isminde Allah'ın celal ve heybetinden terlemeye başlar. Başının terinden meleklerin ruhu, yüzünün terinden arş, kürsi, levh, kalem, güneş, ay ve yıldızların taşıyıcıları, göğsünün terinden alim, şehid ve salihlerin ruhları, kaşlarının terinden kadın-erkek bütün müminler, sırtının terinden beytü'l-mamur, Kabe, Beytü'l-Makdis, Ravza-i Mutahhara ve yeryüzündeki bütün mescitlerin yerleri, ayaklarının terinden doğudan batıya kadar bütün yerler ve içindekiler, kuyruk sokumundaki terinden başta, Yahudi, Hıristiyan, Müşrik ve Mecusiler olmak üzere bütün kafirler yaratılır."8
Bu konuyla alakalı Kur'an-ı Kerim'de ve sahih hadislerde hiçbir açıklama yoktur. Yaratılan ilk varlığın ne olduğu ancak naslarla bilinebilir. Gaybi bir konudur. Biz Müslümanlar olarak alemlerin ve bütün nimetlerin hepsinin insanlar için yaratıldığına inanıyoruz. Hz. Muhammed'in de insanlara doğru yolu gösteren diğer peygamberler gibi bir peygamber olduğunu ve bir beşer olduğunu biliyoruz.
Konuyla İlgili Hadis Diye İleri Sürülen Rivayetlerin Değerlendirilmesi
1. "Sen olmasaydın bu kainatı yaratmazdım." Bu söz hadis kitaplarında yoktur, uydurmadır. Ama tasavvuf kitaplarında, halka din öğreten kitaplarda, edebiyat ve sanat eserlerinde, şiirlerde bu zamana kadar hep hadis diye hatta kutsi hadis diye anlatılmıştır. Allahu Teala kainatı insanlar için yaratmıştır. Ne yazık ki bu sözün hadis ilminde bir değerinin olmadığı bilinmesine rağmen bazı insanlar, kitapları ve kişileri kutsallaştırarak bile bile bu sözlere hadis demeyi gelenek haline getirmiştir.
İşte ilmi değeri olmayan bir örnek: Abdulkadir Badıllı, Risale-i Nur'un Kutsi Kaynakları adlı eserinde yukarıdaki sözün hadis usulüne göre yüz kere zayıf gösterilse de ümmetin kabulünü kazandığı için doğru kabul edilmesi gerektiğini söyler. (s. 226) Hangi tarafını düzeltelim.
Kutsi kaynak ne demek? Hadis usulünün değil de kendi zannını hesaba katmak gibi bir yanılgı. Aşkın gözü kördür, demişler. Galiba ondan olsa gerek. Ama din akıllı olmamızı istiyor ve akıl sahiplerine hitap ediyor.
"... Bu anlayış... aynı zamanda Kur'an-ı Kerim ayeti gibi kültürde de yer etmiş ve etkinliğini günümüze kadar devam ettirmiştir. Nitekim cami imamları üzerine yapılan bir araştırmada 'Ey Muhammed sen olmasaydın alemleri yaratmazdım' şeklindeki mevzu hadise %27,2 kişinin ayet, %40,4'ün sahih hadis, %21,1 kişinin de uydurma hadis dediği, 'Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim.' şeklindeki mevzu hadise ise %1,4 kişinin ayet, %59,6 kişinin sahih hadis, %12,7 kişinin de uydurma hadis dediği tespit edilmiştir.9
Bu konuda diğer uydurma olan hadislere gelince:
2. "Adem su ile çamur arasında iken ben nebi idim."
3. "Ben Allah'ın nurundan yaratıldım, müminler de benim nurumdan."
4. "Allah benim nurumu göklerin yaratılmasından iki bin sene önce yarattı."
5. "Ben ve Ali nurdan yaratıldık."
Yukarıya aldığımız bu sözler geçmişte yazılmış ve bugünden yazılan tasavvuf kitaplarında kesin bir nas gibi doğru kabul edilmektedir. Halbuki bu sözler hadisçilerce de tenkit edilmiş, uydurma olduğuna karar verilmiştir. Merak [/b]edenler Muhittin Uysal'ın Tasavvuf Kültüründe Hadis Tasavvuf Kültüründe Tartışmalı Rivayetler isimli eserine bakabilirler.
Burada bu rivayetler hakkında gerekli tartışmalar yapılmış ve bu sözlerin hadis olmadığı ortaya konmuştur.
"Özellikle hadis alimleri ve Hanbeliler, Hz. Peygamber'in bu şekilde anlaşılmasının onu ilahlaştırmak anlamına geleceğini söyleyerek bu inancı küfür ve şirk saymışlar, daha önceki ümmetlerin de peygamberleri konusundaki aşırılıkları sebebiyle sapıklığa düştüklerini iddia etmişlerdir.
Hakikat-ı Muhammediye fikrinin Yeni Eflatunculuk'tan ki logos veya İskenderiyeli Aziz Clemens (ö. 215)'in peygamberlik konusundaki görüşleriyle ilgili olduğu, bunun önce Şii muhitine, oradan da tasavvufa geçtiği ileri sürülmüştür."10
Hz. Peygamber'i idealize ederek onu beşer üstü varlık seviyesine çıkarmada bu uydurma sözlerin oldukça etkili olduğu görülmektedir. Ayrıca bu inanç evliya ve keramet kavramlarının bir kült haline gelerek şairlere ve menkıbecilere bir alt yapı oluşturduğunu da görmemiz gerekir. Olayın Peygamber sevgisi altında işlenerek dini bir havaya bürünmesine zemin hazırladığı da ortadadır.
Sonuç
Hakikat-ı Muhammedi ve Nur-u Muhammedi inancı ehli kitabın Hz. İsa inancından etkilenerek ortaya çıkmıştır.
Hıristiyanlara göre Hz. İsa Allah'ın oğludur ve Allah ile insanlar arasında aracıdır. Ancak bir insan şeklinde ortaya çıkmıştır. İsa olmasaydı Allah ile varlıklar arasındaki bağ kopar ve dünya yok olurdu. Tasavvufçular da dünyanın yaratılmasını Hz. Muhammed'e bağlamışlardır.
Hakikat-ı Muhammediye teorisi hurafe ve saçmalıktan başka bir şey değildir. Yunan felsefesinden, Hıristiyanlığa oradan Şia'ya, oradan da Sünni tasavvufa ve Müslümanların kültürüne geçmiştir.
Ayetlerde insanın nasıl yaratıldığının izahı vardır:
"Andolsun biz insanı çamurdan, bir özden yarattık. Sonra onu emin ve sağlam bir karargahta bir nutfe haline getirdik." (Müminun, 12)
Peygamber'i tanrılaştıran ve onun Allah'ın zatından yaratıldığını iddia edenlerin dinden kaynakları yoktur. Bu anlamda Hz. Muhammed'i insan konumunun dışına çıkararak onu yarı ilah gibi gösteren rivayet ve sözlerin hepsi uydurmadır.
Netice olarak Allah'ın, kendi nurundan Peygamberimizin nurunu, sonra da o nurdan peyder pey diğer varlıkları yarattığı şeklindeki anlayışın yerleşmesinde mevzu hadislerin rolü olduğu anlaşılmaktadır.
Bu anlayışın Helenistik felsefedeki sudur nazariyesinden etkilendiği "Varlıkların ilk varlıktan feyz yoluyla sudur" ettikleri görüşü ile örtüşmektedir. Felsefenin İslam dünyasına girmesinden itibaren akl-ı evvel, akl-ı külli gibi kavramlar felsefi tasavvufun gelişmesini izlemiş, mevzu haberlerin de etkisiyle Nur-u Muhammedi, Hakikat-ı Muhammedi gibi kavramları oluşturmuştur.İran dinlerinin ve Gnostik-Maniheist fikirlerin İbn Arabi ve Hallac yoluyla tasavvufa girdiği araştırmacılarca ifade edilmektedir.
Bu yanlış anlayış sadece tasavvufa girmekle kalmamış. Yazar ve şairlerin Peygamber sevgisinin oluşmasında da zemin hazırlamıştır. Maalesef bu durum övgüyle dile getirilmektedir. Örnek: Dr. Selçuk Eraydın, "Hakikat-ı Muhammediye ve İlgili Beyitler", Diyanet Dergisi, Peygamberimiz Özel Sayısı, Cilt 25, Sayı 4, s. 131-143, 1989.
"Anne ve babasını, amca Ebu Talib'i dirilttiği, sünnetli olarak doğduğu, büyük küçük abdestinin mis gibi koktuğu ve hemen kaybolduğu gibi arkadan da gördüğü, kumda iz bırakmadığı halde ayağının taşta iz bıraktığı, üzerine sinek gibi haşerat konmadığı, gideceği yere nurunun kendisinden önce gittiği, boyunun herkesten uzun olduğu, üzerinden beyaz bir bulutun eksik olmadığı, gözleri uyusa da kalbi uyumadığından abdestinin bozulmadığı, tükürüğünü ashabın teberrük için avuçlarına alıp yüzlerine sürdükleri, şifa amacıyla idrarını içtikleri, kalbini Cebrail'in temizlemesi, yün giydiği, üzüm ve karpuzu özellikle sevdiği haberleri yalan ve iftiradır."11
Peygamberimize bağlılığı, sevgiyi ve onu örnek almamızı tavsiye eden çok sayıda ayet ve sahih hadisleri görmek ve bilgilenmemizin ona göre olmasını sağlamak gerektiğine inanıyoruz.
Dipnotlar:
1- Araf 7/61-62.
2- Maide 5/92.
3- Kehf 18/110, Fussilet 41/6.
4- İzzet Derveze; Kur'ran'a Göre Hz. Muhammed'in Hayatı, Ekin Yayınları 1998, s. 30-31.
5- Enam, 124.
6- İzzet Derveze a.g.e
7- Mehmet Demirci, Hakikat-ı Muhammediye, DİA, XV, 179.
8- Hatice Kelpetin Arpaguş'un Kara Davud, Muhammediye ve Envarü'l-Aşikin'den yaptığı alıntılar. Osmanlı Halkının Geleneksel İslam Anlayışı ve Kaynakları, Çamlıca Yayınları, İstanbul 2001, s. 155.
9- Mehmet Bilen, "Cami İmamlarının Hadis Bilgilerinin Mahiyeti Üzerine Tecrübi Bir Araştırma", İslamiyat, IV (2001), Sayı 1, s. 85.
10- Mehmet Demirci, Hakikat-ı Muhammediye, DİA, XV, 180.
11- Dr. Hatice Kelpetin Arpaguş, a.g.e., s. 208-211.
-
fatih duman 04-01-2012 18:35
selamun aleyküm, Allah razı olsun yazınız çok açıklayıcı olmuş. tasavvufun ne oldugu çok açıkça insanlarımıza anlatılmalı. tasavvufun bu sapık anlayışları toplumu şirke iten en büyük beladır. insanlar kuran ve hadis okumaz oldular menkıbe ile amel eder oldular. bizler ayet ve sahih hadis ile uyardığımızda itiraz ediliyor ve menkıbe ile yada kendilerince salih gördükleri kişilerin görüşlerini ayeti yalanlarcasına konuşuluyor. Allah hepimize tasavvuf şirkinden kurtulup muvahhid müminler olmayı nasib etsin. amin
-
mercan 06-07-2011 16:21
Birtakım yanlış görüşleri alarak tasavvuf anlayışı gibi göstermişssiniz. Tasavvufta böyle şeyler yoktur. Gerçekten tasavvufu bilen ve yaşayan insanlar da böyle değildir. Böyle şeyler de öğretilmez tasavvuf kitaplarında. Araştırmalarınızı sağlam kaynaklardan yaparsanız insanları da yanlış yönlendirmemiş olursunuz. Teşekkürler
-
S.Yılmaz 19-06-2011 15:49
Allah razı olsun, elinize sağlık