09-02-2008 12:54

Tesettür, Ilımlı İslam ve Laik Kaygı

Her yolu denemelerine rağmen bir türlü kökünü kazıyamadıkları örtü, alkolden, çıplaklıktan, paradan ve sair aşağılık çıkarlara tapmaktan başka hiçbir değer bilmeyen fanatikleri kızdırmaktadır. Elbette Müslüman kadının örtüsü, Müslüman olmayanlarca kolay hazmedilecek bir şey değildir.

Tesettür, Ilımlı İslam ve Laik Kaygı

Mehmed Durmuş

Düşmanları tarafından ısrarla 'türban' kelimesiyle tesmiye edilen Müslüman kadının örtüsü ve Müslüman kadının örtünme iradesi, İslam'ın ezeli düşmanlarını iyice deliye döndürmektedir. Ya da deliye dönmüş görünmektedirler. Her ikisi de hem mümkün, hem de vakîdir. Deliye dönmeleri, İslam'ın dünya gündemindeki yerini her geçen gün biraz daha pekiştirmesindendir. Deliye dönmüş görünmeleri ise, aslında Türkiye'de şu anda, bahsettikleri manada bir 'tehlike' olmamasına ve AKP'nin İslamcı bir gizli gündemi olması gibi saçma sapan sözlere inanmadıkları, bilakis AKP'nin, laik-demokratik rejimi İslam'la barışık(!) biçimde daha da işler hale getireceğini bildikleri halde, tepeden buyurmacı seçkinci konumlarının zedelenmesindendir. Bunca debdebenin bir kısmının bile elden gitmesi kolay katlanılır şey değildir.
Aslında laikler, savaşımlarını çok ciddi bir noktadan vermektedirler. Aymamakta direnen kimi 'İslamî' çevrelerle, bazı 'işinin ehli' ikiyüzlü kesimler ise, başörtüsünün, iddia edildiği gibi bir 'simge' olmadığını kanıtlamak için çabalayıp durmaktadırlar. Güya ki kadınlar bir insan hakkı olarak örtünmektedirler. Bu, tamamen bireysel bir tercih meselesidir…
'Türban' gibi, halkın anlamadığı, dolayısıyla, kastedilen gerçek anlamın halkın dikkatinden kaçırıldığı, sıradan bir sözcük üzerinden yeni yeni hesaplar ve hesaplaşmalar yapılmaktadır. Her yolu denemelerine rağmen bir türlü kökünü kazıyamadıkları örtü, alkolden, çıplaklıktan, paradan ve sair aşağılık çıkarlara tapmaktan başka hiçbir değer bilmeyen fanatikleri kızdırmaktadır. Elbette Müslüman kadının örtüsü, Müslüman olmayanlarca kolay hazmedilecek bir şey değildir. Hudeybiye sulhünü akdeden Mekke temsilcisi Süheyl de, Muhammed b. Abdullah'ın 'Rasûlullah' olmasını hazmedemediği için müdahale etmiş, gerekirse antlaşmanın yapılamaması pahasına, sadece Abdullah oğlu Muhammed olarak yazılmasını dikte etmişti. Doğrusu o gün için bu dikteyi yapacak gücü de vardı. Fakat o gün, Rasûlullah Muhammed'i, vasıfsız biçimde 'Muhammed' yazdırdı da ne oldu? Üç sene sonra, biçimsel manada İslam'ı engellemeye yönelik her adımın, gerçekte kendi kokuşmuş sistemlerinin tabutuna çakılmış bir çivi olduğunun farkına varabildiler…

Şerif Mardin Ne Dedi?

Jakoben laikler, 22 Temmuz seçimlerinde AKP'ye yenilmiş olmanın sıkıntısını nasıl atacaklarını düşünüyorlardı ki, Şerif Mardin'in röportajı tam zamanında imdatlarına yetişti. Bir bilim adamı olarak dünya çapında saygın bir yeri olan Prof. Mardin, Hürriyet gazetesinden Ayşe Arman'a verdiği mülakatta (16.09.2007), pek çok insanı şaşırtan mesajlar verdi. Şerif Mardin, röportajında özetle şunları söylüyordu:
Türkiye'de İttihat ve Terakki'den beri birçok parti, halka gitmek iddiasıyla yola çıkmasına rağmen, halkı tanımadıkları için halka gidememişlerdir. Buna karşın, zor kullanarak halka fikirlerini benimsetmeyi denemişlerdir. Fakat Demokrat Parti ile başlayıp AKP'ye kadar gelen çizgi, halka gidebilmiştir. Çünkü onlar, devletten önce, mahalli menfaatleri ortaya çıkardılar. Bu çizginin başarılı olmasında, Nakşibendîliğin rolünü de unutmamak gerekir. Türkiye'de Devlet, bu çizginin mahalli ve muhafazakâr değerlere önem vermesini hazmedemedi. Darbelerin yapılmasında da bu hazımsızlığın payı vardır.
Ayşe Arman, Türkiye'nin şeriata doğru gittiği varsayımını esas alarak soruyor: "Yani bir gün Malezya olur muyuz, olmaz mıyız? 'Olmayız' deyip, içimizi rahatlatır mısınız lütfen..." Mardin cevap veriyor: "Rahatlatamam. Çünkü olmayız diye bir söz veremem. Kimse veremez. Öyle dinamikler var ki dünyada, öyle tuhaf iç yapılanmalar, her şey olabilir. Endonezya'da 1960'larda kimse İslam'dan fazla bahsetmiyordu. Ama bugün Endonezya'da İslam, çok önemli bir siyasi güç olmaya başladı. Niçin ve nasıl böyle olduğunu da, Avrupa'da her gün kaleme alınan 100 bin makale anlamaya çalışıyor. Terörizm dendiğinde ne yazık ki din ve terör birlikte algılanıyor. Sadece nasıl geliştiği değil, nasıl bir arka bulduğu, sırtını nerelere dayadığı ve nasıl meşrulaştığı araştırılıyor."
'Malezya olur muyuz?' sorusunun, 'Türkiye'de bir gün Şeriat hâkim olur mu?' anlamına geldiğini, sanırım bilmeyen yoktur. Yakın zamana kadar bu soru, "Türkiye -Allah korusun ya!- bir gün İran olur mu?" diye sorulurdu. Şerif Mardin'in cevabı ise, hadiseye 'dışarıdan' bakan bir bilim adamı olarak, gayet yerindedir. Bu cevap, Türkiye'de şeriatın hâkim olmasını istemeyenlere bir uyarı niteliği taşırken, şeriatın dostları için de, umudu yeşertici mesajlar içermektedir. Türkiye İran olur mu, Malezya olur mu, Endonezya olur mu sorularıyla sürekli şeriat kâbusuyla yaşayanlara Kur'an'dan bir çift sözle cevap vermek mümkündür. Diyor ki Kur'an, Allah elbette nurunu tamamlayacaktır; kâfirler bundan hoşlanmasalar da… Ne var ki, Türkiye'nin İran veya başka bir ülke gibi Şeriat ülkesi haline gelmesi, tamamen buradaki toplumun, nefislerini o yönde temizlemiş/tezkiye etmiş olmalarıyla mümkündür. Bunu da yine Kur'an haber vermektedir. Buradan çıkacak anlam şudur: Türkiye'de ya bir gün kalktığımızda ya etek boyları daha da uzamışsa! korkusunu yaşayanlar gerçekten korkmaya devam etmelidirler, çünkü yukarıdaki Kur'an düsturları mucibince bir gün Allah'ın lütfu bu şekilde tecelli edebilir. Ama aynı zamanda korkmamalıdırlar da, çünkü Allah'ın dini İslam, yeryüzünün bütün canlılarına hayat bahşedicidir. Eğer bilseler, eteklerini mütemadiyen yukarıya doğru kısaltanların da saadeti, çok korktukları İslam'dadır.
Şerif Mardin, Batı'da Devlet ve din ilişkilerini ayırmanın tam 300 sene aldığını, Türkiye'de ise her şeyin 70 yıl içine sığdırılmaya çalışıldığını söylemektedir. Bu konu çok riskli bir meseledir. Hem sabırlı olmak gerekir, hem de bu kadar aceleye getirilmemelidir. Türkiye'de demokrasi zecri tedbirlerle korunamaz. Mardin'in önerdiği aslında uzlaşmacılıktır. "Bazı şeylerin birlikte olabileceğini düşüneceğiz. Bir şeyin, öbürünü ortadan silmediği bir rejim olacak bu. Türkiye'de her zaman, bir doğrunun başka bir doğruyu sildiği bir rejim yaşadık. Oysa demokrasi böyle bir şey değil. Bir taraf öbür tarafı silmiyor" sözleri, bunun kanıtıdır.
Şerif Mardin, türban meselesinin anti-demokratik bir uygulama olduğundan yüzde 100 emin olduğunu, bu hususta kararının net olduğunu ve türbanlı öğrencilerin üniversiteye girebilmeleri gerektiğini ifade etmektedir. Sonra da ekliyor: "Türban, benim kararımı verebildiğim nadir alanlardan bir tanesi." Burada Mardin'in, türban meselesini değerlendirirken 'anti-demokratik' tanımına iyi dikkat etmek ve bir kenara not etmekte fayda var…
Prof. Şerif Mardin, sıra genel anlamda 'kadın'a gelince, 'kaygı' sözcüğüne başvuruyor. "Ama kadınlar konusundaki problemin çok ciddi olduğuna inanıyorum. Kadınların Türkiye'de kendi durumlarının tehlikede olduğunu düşünmelerini haklı buluyorum. Çünkü orada henüz halledilmemiş bir sorun var. Nasıl türbanlıların üniversiteye girmesini destekliyorsam, bu ülkede kadınlarla ilgili çok ciddi bir problemin olduğuna da inanıyorum." "Yani kadınlar 'Aman canım abartacak bir şey yok!' demesinler mi?" sorusuna, "Demesinler. Çünkü kadınlarla ilgili abartılacak bir durum var. Geleceğinin tehlikede olduğunu düşünen kadınlar haklı" cevabını vermektedir.
İşte Mardin'in sözlerinin bu kısmı oldukça önemli. Çünkü İslam'la modernizmin en önemli çarpışma alanlarından biri kadın meselesidir. İslam'ı bir hayat tarzı olarak benimsememiş herhangi bir insanın, kadın sorununun şeriat kurallarına teslim edilmesinden büyük endişeye kapılması doğaldır. Aslında kadın meselesi, bütün bir dünya görüşünün simgesi durumundadır. Şerif Mardin'in "bu ülkede kadınlarla ilgili çok ciddi bir problemin olduğuna da inanıyorum" "kadınlarla ilgili abartılacak bir durum var. Geleceğinin tehlikede olduğunu düşünen kadınlar haklı" gibi sözlerini, "bu toplumun her geçen gün İslami hayat tarzına daha da yaklaştığını hissediyorum. Modernizmle İslam arasındaki ezeli kavga, İslam'ın lehine gelişiyor" tarzında anlamak, kanaatimce doğru bir tefsirdir.
Şerif Mardin, Türkiye Cumhuriyeti'nin, elitist bir devlet olduğunu, azınlıktaki elit bir grubun, memleketi modernleştirmek için gerekenleri 'iyi niyetle' düşünüp yaptığını ileri sürmektedir. Ona göre, 1960'lara kadar kovuğunda [yani 'ininde'?] yaşayan 'taşra' (çevre) o yıldan sonra yavaş yavaş kovuklardan çıkmaya başlamıştır. Kovuklarından çıkan insanların memleketinde ise, ne yapılacağına, onlarla nasıl baş edileceğine karar vermek kolay görünmemektedir.
Fakat Cumhuriyet rejimini kuranların elitist olduğu, sayısal olarak 'kovuğunda yaşayan' taşralıların çoğunluk olduğu sanısı da Mardin'e göre doğru bir anlayış değildir. Çünkü diyor Mardin, "Sayılar açısından azınlık-çoğunluk başka bir şey, moral açısından azınlık- çoğunluk başka bir şey. Bu ikisinin birbiriyle uzlaşması lazım." Şerif Mardin demek istiyor ki, 1960lara kadar kovuklarında yaşayan taşralılar sayısal olarak çoğunluk olabilirler ama bunlar ideolojik (moral) açıdan bir değer taşımıyorlar. İyiyi, doğruyu, ideali elitist zümre temsil eder. Bu açıdan bakıldığında, herhangi bir seçimde taşra kökenli bir partinin yüzde 46 oy alması hiçbir anlam ifade etmemektedir. Hatta bu oy yüzde yüz bile olsa yine mutlak bir zafer değildir. Bununla beraber, elitist zümreyle taşralıların uzlaşması demokrasinin geleceği açısından gereklidir.
Şerif Mardin, geçtiğimiz Haziran ayında Ruşen Çakır'ın kendisiyle yaptığı röportajda, 'mahalle baskısı' diye bir kavram ortaya atmıştı. Bu yeni röportajla birlikte 'mahalle baskısı' kavramı yeniden gündemin konusu haline geldi. 'Mahalle baskısı'yla şöyle bir fikir atıyor ortaya: Tamam AKP gibi bir partinin laik-demokratik rejimin temel değerleriyle bir sorunu olmayabilir. Fakat Türkiye'de halk nezdinde değişen bir şeyler var. (Mardin bu gerçeğe, "tuhaf şeyler oluyor" sözüyle değiniyor.) Dinin etrafında, hem de çok güçlü, teşkilatlanma diye bir şey var. 'Mahalle' dediği, toplumun elitist olmayan kesimleri içindeki İslamlaşma bir gün daha ciddi bir duruma gelirse, işte o gün Müslüman olmayan insanlar üzerinde bir nüfuz tesiri görülecektir. Bunun illa güç kullanılarak yapılan bir baskı olması gerekmemektedir. Aslında Mardin, haberdar mıdır bilmem ama İslam'ın emri bil maruf, nehyi anil münker ilkesine ve tebliğ kavramına işaret etmektedir. Bir gün mahallelerde, etek boylarının kısaltılması çekinilen, ayıplanan, utanmayı ve kınanmayı gerektiren bir durum haline gelebilir. Öyle bir Türkiye işte asıl korkulması gereken bir Türkiye'dir!
Hâsılı, Şerif Mardin'in yaptığı, Hürriyet gazetesinin postal-perest yazarları gibi, AKP hükümetine karşı orduyu darbe yapmaya kışkırtmak değildir. Tam tersine Mardin, AKP'yi de aşacak bir İslamlaşma 'tehlikesine' dikkatleri çekmektedir. Türkiye'de oluşacak yeni şeklin AKP'yi de döveceğini, AKP'nin yeni gelişen duruma biat etmek zorunda kalabileceğine parmak basmaktadır. Bu tespiti, Hürriyet gazetesinin postalcı yazarı da paylaşıyor.
Kimi güdümlü gazeteciler yeni bir darbe isteyebilirler. Bu tamamen, bu tür gazetecilerin bağlı ve bağımlı oldukları patronlarıyla, aldıkları parayla, beslenmelerinin sebeb-i hikmetiyle ilgili bir durumdur. Laikliği onlardan çok daha iyi anlayan ve bilen ve hatta kimisi de kendileriyle aynı yayın grubunda çalışan başka bazı gazeteci ve yazarlar ise, darbe yapmakla laik sistemi korumanın mümkün olmadığı, laik sistemi kollamak görevini askere yüklememek gerektiği uyarısını yapmaktadırlar. (M. Ali Birand, Hürriyet, 20/09/2007).
AKP'ye tam destek veren muhafazakâr gazetelerde yazan, laikliğe olan vukufiyet ve sadakatlerinden şüphe edilemeyecek başka bazı yazarlar ise, AKP'nin laiklik anlayışının kesinlikle CHP'nin laiklik anlayışından daha ileri olduğundan yüzde yüz emin olduklarını ifade etmektedirler. (Şahin Alpay, Zaman, 20.09.2007). Çünkü bu yazarlar, "AKP'nin dindarlıkla laikliği buluşturmaya hizmet ettiği" gerçeğini çok net biçimde görmektedirler. Muhtemelen bu yazarların, ilgili darbe yapım merkezlerine diyet borçları da olmadığı için, gayet yalın bir gerçeği ifade etmekte zorluk çekmemektedirler. Ya şu satırlara ilave edilecek başka ne var:
"AKP beş yıldır iktidarda... Sürüyle uygulamaya imza atmış... Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne sokmak için uğraşmış... Seçim bildirgesinde türbanın kelimesi dahi geçmiyor... İslamcı/şeriatçı vatandaşların yüzde 10 civarında olduğu bir ülkede yüzde 46.6 oy alarak, yani geniş kitlelere açılarak yeniden iktidara gelmiş..." (Emre Aköz, Sabah/18.09.2007).
Sözün özü, darbe çığırtkanı amigo gazetecilerle Şerif Mardin'in sözlerini aynı görmemek gerekir. Mardin, bilim adamı sıfatıyla, Türkiye'nin fotoğrafını çekiyor. Fakat İslam'ın bir hayat tarzı olarak egemen hale gelmesinden endişe duymasını da gizlemiyor.

Şerif Mardin Yanlış mı Anlaşıldı?

Bu işlerde genelde âdet olduğu üzere, Şerif Mardin'in beyanatı da, bilhassa AKP'ye yakın çevreler ve bazı muhafazakâr yayın organları tarafından, yanlış anlaşıldığı yolunda itiraz geldi. Mardin'in sözlerinin çarpıtıldığı, içinden bazı cümlelerin cımbızlanarak, belirli bir mesajı öne çıkarmak uğruna kullanıldığı ileri sürüldü. Ertuğrul Özkök ve yandaşlarının, olayı abartarak, "yeni bir darbe geliyor ve de gelmelidir!" yollu çığırtkanlıkları tabi ki kışkırtıcı, rövanşist, kinci ve saptırıcıdır. Şerif Mardin darbe istememekte, hatta darbe yapmanın sakıncasına işaret ettiği gibi, demokrasiyi koruma yolunun bu olmadığını da ifade etmektedir. Fakat Mardin, başörtüsü ve onun temsil ettiği hayat düzeninin neşvü nema bulmasını istemediğini, bundan korkanların tamamen haklı olduklarını da açıkça belirtmektedir. Ona göre Türkiye'deki 'mahalle' her ne kadar sayısal olarak çoğunluksa da, moral açıdan azınlıktır.
Kanaatimce Prof. Mardin'in sözleri, üzerinde durmaya değer önemli tespitlerdir. Bu sözleri önemli kılan, aynı zamanda, akademik unvanın en üst mertebesine çıkmış bir bilim adamının İslam'ı nasıl anlayıp algıladığını göstermesidir. Geleceğinin tehlikede olduğunu düşünen kadınları haklı bulması, bizi öfkelendirmek yerine, düşündürmeli, ibret ve ders vermeli, işimizi ciddiye almayı öğretmelidir.
İslam'ın bir din ve hayat nizamı olarak yeniden hayata dönme sinyalleri vermesi, her geçen gün İslam'a iman edenlerin artması ve hiç beklenmeyen kesimlerde İslam'ın makes bulması, bundan sonra Şerif Mardin'in sözlerine benzer analizlere daha fazla karşılaşacağımız anlamına gelmektedir. Herkes kendi dininin gereklerini yaşayacak ve de yaşamalıdır. Tabi ki Müslüman da… (
www.kuranislami.com)
 
 

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !