Toplumsal felaketlere davetiye: Günahlara alışmak
Müslüman için günah karşısında iki tavır vardır. Biri işlemeden önce, biri de işledikten sonra. İşlemeden önce ondan uzak durmak için ne gerekiyorsa onu yapmak ve takva koruyucu zırhına bürünmek gerekmektedir. İşledikten sonra da en kısa zaman içinde tevbe edip, pişman olup bir daha işlememek üzere söz vermek, Allah ile olan ahdi yenilemektir.
Mustafa Çelik / Vakit
Biz günahın küçümsendiği, küçümsenen günahın çoğaldığı, küreselleştiği ve kitleselleştiği bir çağı yaşıyoruz. Artık her gün daha vahim boyutlarda işlenen günahlar, büyük günahların bile kanıksandığı bir halet-i ruhiye oluşturuyor. Onlarca cinayetin işlendiği bir vasatta bir tek insanın öldürülmesi haber bile olmuyor. Beşeri düzenlerin “suç” yaklaşımı ile vahyin “günah” nitelemesi arasındaki açı gittikçe büyüyor ve “günah”ın günah olduğunu bildirmek “suç” haline getiriliyor. Günahın mahiyetine ilişkin hassasiyetin kaybolması, günahların çoğalmasını beraberinde getirmiştir.
Günah, aydınlığı ortadan kaldıran karanlığın öteki ifadesidir. “Günah” sözcüğü Kur’an’da geçen “cünah” sözcüğünün Türkçe telaffuz şekli olmaktadır. Dinî metinlerde günah daha çok “ism” kelimesi ile karşılanır. Peygamberimizin hadislerinde “Kişinin kalbini tırmalayan, iç huzurunu gideren ve başkalarınca da bilinmesi istenmeyen şey” olarak tanımlanmaktadır. Buna göre mü’min olarak işlediğimiz fiil, bizi rahatsız ediyorsa, vicdanımızı kemiriyor, içimizi tırmalıyorsa, o şey günah demektir. Yaptığımız her iyiliğin ruhumuz üzerinde olumlu etkisi olur. Bunun sonucunda iç huzuru duyar, bir genişlik hisseder ve rahatlarız. Buna mukabil günahların da olumsuz etkisi olur. Bu olumsuzlukların artması halinde giderek içimiz kararır ve burnun kötü kokulara alışması sonucu güzel kokulardan rahatsızlık duymaya başlaması gibi ruha inşirah verecek güzel şeylerden sıkılma, kaçınma gibi bir psikolojik halete bürünme söz konusu olur. Bunun daha da ilerlemesi halinde kalbin kararması, mühürlenmesi halinden söz edilir. İşte o zaman artık kulak hakkı duymaz, göz görmez, akıl akletmez olur.
En büyük günah olan küfür de mutlak gerçekliğin karartılması, örtülmesi anlamındadır. Kur'an-ı Kerîm’de günahın tanımı yapılmamaktadır. Bu, neyin günah olduğunun aslında insanlık için bilinen bir şey olduğunun bir ifadesi sayılabilir. Cahiliye döneminde bile insanların maşerî vicdanında aslında neyin günah neyin iyilik olduğu biliniyordu. O yüzden hukuken caiz görseler bile bazı evlilik şekillerine nikah-ı makt (gazap evliliği) diyorlardı. Zina, sevicilik, livata gibi cinsel aşırılık ve sapkınlıkları çirkin davranış anlamına gelen “fuhuş” diye isimlendiriyorlardı. Kabe’nin tamiri sırasında açılan yardım kampanyasında fuhuştan ve ribadan elde edilen kazançların karıştırılmaması isteniyordu. Kur’an’da günahı ifade eden kavramları şu şekilde sıralayabiliriz:
1- İsm (Necm 53/32). Günah anlamında kullanılmaktadır. Kök anlamında hayır işlerden alıkoyma manası vardır. (Müfredât, s. 10)
2- Cünâh: Meyletmek kök anlamından hareketle, insanı Hak’tan sapma meyli gösteren (ism karşılığında) fiiller için kullanılır olmuştur. (Müfredât, s. 100)
3- Zenb ç. Zünûb: Günah anlamında Kur’an’da çokça geçen bir başka kavramdır. Kuyruk anlamına gelen zeneb kökünden türetilmiştir. Bir şeyin kuyruğunu tutmak, onun sonuçlarına katlanmak anlamındadır. Günah da, yapılan olumsuz işlerin kötü sonucu demektir. (Müfredât, s. 181)
4- Fuhş, fahşâ (en-Nahl 16/90), fâhişe (ç. Fevâhiş) (en-Nisâ 4/15; Necm 53/32): Bu kavram, özelde sevicilik, livata, zina gibi cinsel davranışlar ve genelde de aşırı derecede çirkin görülen söz ve fiiller için kullanılmaktadır. (Müfredât, s.373)
5- Münker (en-Nahl 16/90): (Genelde akıl tarafından) yadırganan, çirkin görülen davranışlar anlamındadır. (Müfredât, s. 505)
6- Masiyet: (Mücâdele 58/8). Isyân kökünden türetilmiştir ve “başkaldırı” anlamındadır. Elindeki asayı kullanarak direnme kök anlamından alınmıştır.
7- Seyyie: (Bakara 2/81) Hasene kelimesinin zıddıdır, kötü, çirkin fiil anlamındadır. (Müfredât, s. 253)
8- Küfr: Örtmek, bürümek kök anlamı vardır. En büyük örtü, mutlak hakikati örtmeye kalkışmaktır. (Müfredât, s. 434) O yüzden Allah’ı ve kutsal değerleri inkara şartlanmışlık anlamında terim olmuştur.
9- Fısk (Hucurât 49/7): Şeriatın belirlediği sınırı aşmak demektir. Büyük küçük her günah için kullanılmakla birlikte daha çok İslâm ahkamını benimsedikten sonra onları tümden ya da kısmen terkeden için kullanılmaktadır. (Müfredât, s. 380)
10- Fücûr: Diyanet perdesini yırtmak anlamındadır. (Müfredât, s.373)
11- Lemem: (Necm 53/32): Sürçme. Günaha tam düşmeden yaklaşmak anlamındadır (Müfredât, s. 454) göz yumulabilir türden olan yanlışlıkları ifade eder.
12- Hatî’e: (Bakara 2/81): Hata, yanlışlıkla yapılan şey demektir.
Bunların dışında başka kelimeler de kullanılmıştır. Keza haram kelimesini de bu kategori içinde ele almak gerekir. Kalbi kirleten, kirli kalblilerin çoğalmasına sebeb olan her şey günah cümlesindendir. Günahlar, şuyuu vukuundan beter olan şeylerdir. Çok çabuk yayılırlar. Öyle olunca da herkesin burnuna bu kötü kokudan bir nebze bulaşır. Başlangıçta kötü gelen nice kokuların alışkanlık peydah ettikçe kanıksandığı da bir gerçektir. Gelin kaynana kavga ederken gelin demiş ki: “Geldiğimde eviniz kokuyordu”. Araya giren kayınpeder, “Benim güzel gelinim” demiş, “O koku gene var da senin burnun alıştı”. Günahlara alışmak, toplumsal felaketlerin davetiyesidir. İslâm’ın günahlar karşısındaki tavrı öncelikle onun işlenmesini önlemek, önlenememesi halinde de olabildiğince gizli tutmak, fâş olmasını, teşhirini önlemektir. Zina isnadında dört şahit aranması, iddianın ispat edilememesi halinde iddia sahibinin müfteri addedilmesi ve cezalandırılması yoluna gidilmesi bu anlayışın bir tezahürü olmaktadır. Her evde bir lağım çukuru (logar) bulunur. Ama çoğu kimse onun varlığından bile habersizdir. Ama münasebetsizin biri tutar da çukuru karıştırmaya başlarsa, yükselen pis koku ayyuka çıkar ve bütün mahalleyi tutar. İşte erdemli tavır, mani olunamayan pisliklerin teşhirine imkân vermemek, olabildiğince gözlerden ırak tutmaktır. Bu anlamda Türkiye’deki müşrik ve münkir medyanın yaptığı teşhircilik, ahlaksız reklamıdır.
Bunun sonucunda günahlar saklanması gereken hatalı davranışlar olmaktan çıkıyor ve özgürlük adına insanlık, ipini koparmış danaların sağa sola saldırması gibi ne yaptığını bilmez hale geliyor. Bu ipini koparmışlığın, insana nispetle kulluk bağının koparılması olduğunu unutmamak gerekir. Sonra şu da unutulmamalıdır ki dana ipini kopardığı zaman sadece ipin kuşatıcılığından kurtulmuş oluyor. Ama bu kez onu kuşatan daha başka şeyler oluyor. Hele bir de vahşi doğada yapayalnızlığı ve fırsat kollayan canavarlarca çepeçevre kuşatılmışlığı söz konusu olduğunda vah onun haline. Bir Allah dostu der ki, “İnsan her günah işlediğinde o günahı işleyen uzuvda bir ışık yansa, insanın bünyesi yanıp sönen ışıklarla dolardı.” Eğer, her uzuv, kendisini yaratan Kudret'in ölçüleri dışına çıktığında, hayatiyetini kaybetseydi, sokaklarda ölü kalpli, ölü gözlü, ölü dimağlı insanlardan geçilmezdi!
Müslüman için günah karşısında iki tavır vardır. Biri işlemeden önce, biri de işledikten sonra. İşlemeden önce ondan uzak durmak için ne gerekiyorsa onu yapmak ve takva koruyucu zırhına bürünmek gerekmektedir. İşledikten sonra da en kısa zaman içinde tevbe edip, pişman olup bir daha işlememek üzere söz vermek, Allah ile olan ahdi yenilemektir. Günah karşısında Müslümanca alınması gereken tavrı almayanlar, günahların çoğalmasına sebep olanlardır. Günaha yönelme, ölçüsüzlüğe doğru yol almadır. Günahın çoğalması, toplumsal felaketlerin yaklaşmasıdır. Günahlara karşı duyarsızlık, toplumun başına sosyal felaketlerin çökmesidir. Bu, böyle bilinmelidir.