25-03-2008 13:33

‘Türban’ Savaşları

Tesettürlü mü`min kadınların sayısının artmasından dolayı `boğuluyor gibi olmak` ve hatta boğulmak, bir insanın en demokratik hakkıdır. Madem ki `özgürlük`, işte özgürlük. Dileyen burayı terk eder gider, dileyen `boğuluyor gibi olma` hakkını kullanır, dileyen, yerküreyi terk eder, uzayda (Rahman, 33) kendine tesettürsüz, İslamsız, namazsız, Kur`an`sız, alkollü, bol putlu bir dünya arayışına girer.

‘Türban’ Savaşları

Ahya Aras / İktibas Dergisi

Bir kadın… TV stüdyosunda bacak bacak üstüne atmış, koltuğa alabildiğine kaykılmış, çok müşteki olduğunu zannettiğiniz, 'kadın düşmanı' feodalitenin pek büyük bir ağası havasında konuşuyor. Hal ve hareketleri, beden dili gayet erkeksi. Bir pala bıyığı, bir de çektikçe şak şak ötecek iri taneli otuzüçlük tesbihi eksik. Sureta kadın işte. Ve başlıyor, bağırsaklarına doldurduğu 'hevai fişekleri' peş peşe patlatmaya: Türban kadın özgürlüğünün en büyük düşmanıdır! Türban, kadını erkekle eşitlemenin önündeki en ciddi engeldir! Türban, erkek egemen bir toplumun egemen erkeklerinin kadına dayattığı bir giyim tarzıdır! Erkek egemenliğinin önemli bir aracıdır! Bu çağda bu kafa! Türkiye, pardösülü kadın manzaralarını nasıl kaldırır!
Bu sureta kadının tam karşısında oturan, aynı değerleri paylaştıkları hemcinsi başlıyor, 'hevai fişeklerini' fırlatmaya: Türban beni irkiltiyor, ruhum kararıyor! Karşımda başını sıkıca örtmüş bir kadın gördüğüm zaman adeta boğuluyorum! Bu da, diğeri gibi, özgürleşme mücadelesinden bahsediyor. Türbanı savunan kadınları anlamadığını, bunların nerede yetişmiş olabileceğini sorguluyor. Sözünü ettiği kadınlar hiç özgürlük mücadelesi vermişler miymiş? Hiç erkek egemenliğine karşı çıkmışlar mıymış? Mahalle baskısına, kendi 'namuslarını' ve her şeylerini, başkalarıyla istedikleri gibi paylaşmak hakkını kullanmaya karşı mahalle erkeklerinin baskısına karşı kavga yapmışlar mıymış?
Bir diğeri, ne söylese kinini teskin etmeyeceğini anladığı için, 'türban' ile fahişelik arasında bir bağıntı kurmak geliyor aklına ve patlatıyor barutunu: Sümerler'de fahişe kadınlar örtünüyorlardı!
Bu kadınların epeyce büyük bir cüretle sordukları, bunca örtülü (genç) kadının nereden çıktığını anlamadıkları sorusunun benzerini ben kendileri için sorma gereği duymuyorum. 'Nerede yetişti bunlar?' demiyorum. Abes bir sorudur çünkü. Çünkü 'burada kâfir doğamaz ve büyüyemez' serlevhalı bir toprak parçası ve böyle bir tarih kesiti bilmiyorum. Çünkü iman ve küfür, mü'min ve kâfir, Müslüman ve müşrik yaşıttırlar. Dolayısıyla, şu anda ülkede yaşanan tartışmaları yeni çıkmış, ülke gündemine pat diye düşmüş bir sorunmuş gibi anlamak çok yanıltıcı olur. Ezeli bir mücadelenin yeni bir versiyonudur karşımızda duran.
Türbanlaştırdıkları tesettüre bu kadar kin ve nefretle saldıran bu insanları dinleyince, onlara cevap bulmakta tabi ki zorlanmıyorum. Her meselede olduğu gibi, bunda da zihnimi derhal Kitab-ı Kerim'in solmaz pörsümez ayetleri donatıyor. Ve ilk başvuru metnim, Kitab'ın şu sözleri oluyor:
"…De ki: Kininizden (kahrolup) ölün! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir."(1) Diyanet Vakfı mealinin 1987 Medîne baskısında ayet şöyle çevrilmiş: "Kininizle geberin! deyiver." Fahreddin Razi'nin Tefsir-i Kebir'ini tercüme eden mütercimler de ayeti bu şekilde çevirmişler. Bu tercümenin, ayetin aslına daha yakın ve daha şık olduğunu düşünüyorum.
Özgür, bunun onucu olarak da tesettür düşmanı kadınların sözlerine karşı Al-i İmran suresinin 119. ayetini hatırlamam sadece, ayetin "kininizle geberin!" kısmından kaynaklanmıyor. Bu ayet -siyak ve sibakıyla- baştan sona, sanki özellikle günümüzdeki bu mücadeleyi özetlemek için nazil olmuş gibidir. Şimdi ayete biraz daha yakından bakalım:
"Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz."
"İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise sizinle karşılaştıklarında 'inandık' derler; kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: kininizle geberin! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir." (Al-i İmran, 118-119).
Ayetin tasvirleri, ilk indiği günkü gibi canlı ve yerli yerincedir. Ayetin işaret ettiği gibi, toplum mühendislerinin söz, söylem ve yazılarında İslam düşmanlıkları açıkça görülmektedir. Bunlar, küpün dışına sızdırdıklarıdır. Kendi içlerindeki asıl düşmanlığın boyutları, bu sızıntılardan tahmin edilebilir. Ayetin önemli bir işareti de, kendilerini sevmedikleri halde, onlara muhabbet fedailiği yapan inananlaradır. Üçüncü olarak, kâfirlerin Müslümanlarla karşılaştıkları zaman "biz de inandık" deme gereği duymalarına dikkat çekilmektedir. Bunu şöyle anlamak gerekir: Kur'an'ın zikrettiği bu zümre, herhangi bir basın-yayın organında, kamunun duyacağı şekilde konuşur ya da yazarken, mutlaka "ben inançlara karşı değilim; ben işte (mesela) türbanın siyasal simge haline getirilmesine karşıyım! Benim çevremden şunlar şunlar da örtülüdür" şeklinde savunma yapmak gereği duymaktadırlar. Bunların erkek versiyonları da 'benim dedem de hacıdır' gibi kalıp cümlelerle, içlerindeki kini gizleme oyununa başvururlar. İşte bu savunma refleksi, "biz de inandık" demenin bu çağdaki izdüşümüdür.
Ayetin çağlar üstü aydınlatıcı açıklaması devam ediyor: Kâfirler kendi aralarında kaldıkları zaman, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. Televizyon ekranından konuşurken, babaannesinin de yaşmaklı olduğunu söyleme gereği duyan özgürlükçü bir kadın, sokakta yürürken başörtülü bir kadınla karşılaştığı zaman boğulduğunu hissediyor, resmen boğuluyor. Parmaklarının uçlarını ısırmanın bugünkü izdüşümü de işte bu temsil değil midir?
Gerek örtü üzerinden gerekse başka İslami hayat tezahürlerinden parmaklarının uçlarını ısırmanın biçimleri ve ısıranların sayısı gelecekte çoğalacaktır. 'Parmak ucu ısırma' fantezileri geliştirilecektir mutlaka.
Tesettürlü mü'min kadınların sayısının artmasından dolayı 'boğuluyor gibi olmak' ve hatta boğulmak, bir insanın en demokratik hakkıdır. Madem ki 'özgürlük', işte özgürlük. Dileyen burayı terk eder gider, dileyen 'boğuluyor gibi olma' hakkını kullanır, dileyen, yerküreyi terk eder, uzayda (Rahman, 33) kendine tesettürsüz, İslamsız, namazsız, Kur'an'sız, alkollü, bol putlu bir dünya arayışına girer. (Bu sözlerim umarım ulusalcı 'ya sev ya terk et!' diklenmesiyle karıştırılmaz).
Bilinmelidir ki Müslümanlar da kâfirleri gördükleri zaman içleri sürurla dolmamaktadır. Fakat Müslümanlar kâfirlere, Kur'an ile inzar etmek görevlerinin bir numaralı objeleri gözüyle baktıkları için, kalmalarını daha çok isterler. Kâfirler İslam'la uyarılmış olsalar da, olmasalar da, mutlaka Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatını, merhamet kavramını zihinlerinin bir yerinde hazır bulundururlar. Bir de mü'minler şunu bilirler ki, insanların kâfir olma hakları vardır. Herkes hesabını Allaha vereceği için, boğulacak kadar karamsarlığa düşmeleri söz konusu olmaz. Nasıl olsa mülk Allah’ındır ve hüküm de O'nundur. Bir gün hükmünü verecektir.
Bu, insanların Allah'a, dinine ve peygamberine düşmanlık etmeleri, Müslümanları tasalandırmaz anlamına gelmemektedir. Müslümanların ilki olan Muhammed (sav) de çok üzülmüştü buna. Lakin onun Rabbi, mealen, ne yani, bir tünel kazıp içine mi gireceksin, bir merdiven kurup, onları ikna edecek bir mucize mi getireceksin! (En'am, 35) şeklinde uyarmış, rahat olmasını salık vermişti.
İslam'a inanmayanlar, İslam'ın nezih tesettür emrine 'türban' adını taktılar. Bu, İslami dili baştan sona sekülerleştirme siyasetinin önemli bir parçasıdır. Maksat belli: 'Tesettür', mahalle baskısı yapar! Biz biliyoruz ki, türban tesettürden, tesettür de İslam'dan kinayedir. Yapılan bütün küfürler, hakaret ve saldırılar İslam’adır. Hatta İslam da Allah'dan kinayedir. Aydınlanmacı zihnin asıl problemi Allah iledir. (En'am, 33). Kıyamete kadar bu kin, nefret ve adavet devam edecektir.
Ben, İslam düşmanlarına bazı önemli gerçekleri şu şekilde hatırlatmak isterim:
Sizler, kininizin dozundan dolayı ortadan ikiye bölünseniz de, şuurlarınızı tamamen yitirseniz de (zaten bi-şuur olduğunuzu Kitap söylüyor. Bakara, 9, 12), ülkeyi terk etseniz de, sonuçta 'insan'sınız. İnsansınız, yani yaratılmış varlıklarsınız; ilah değilsiniz, kadir-i mutlak hiç değilsiniz. İcabında bir sineği bile kendinizden savmaktan aciz yaratıklarsınız. Her ne kadar kendinizi 'özgür' olarak ifade etseniz de, doğumlu ve ölümlü olmanız bunu yalanlamaktadır. Allah'a savaş açmanız, Don Kişot'a rahmet okutturmaktadır. Bir insan ırz, iffet, namus, şeref ve haysiyetten, ahlaktan, fıtrata uymaktan bu kadar ürkmemelidir. Bir insan, kendine hayat veren şeylere bu kadar kör ve sağır olmamalıdır. Bir insan, hiç değilse kendisini bir ananın doğurduğunu düşünmeli ve o ana üzerinden, bütün kadınlık vasıflarının ne kadar saygı duyulası mükerrem değerler olduğunu aklına getirmelidir.
Haydi burada Müslümanlardan nefret ettiniz, diyelim ki fazla mütevazi davrandınız ve bazı çalgıcılarınızın blöfü gibi, ülkeyi terk edip, size yaraşır bir yere yerleştiniz, orası, kendinden kaçtığınız Allah'ın yarattığı bir toprak parçası olmayacak mı? Orada soluyacağınız havayı başka bir Allah mı yaratmış olacak? Yediğiniz ama biteviye nankörlük yaptığınız rızıkları başka bir tanrı mı verecek? Orada teneke, plastik ve para özlü tanrıcıklarınızdan fırsat bulup da kafanızı çevirdiğiniz gökyüzü, kocaman bir tepsi gibi size gülümseyen dolunay, türban düşmanı bir ilah tarafından mı tasarlanmış olacak?
Haydi diyelim ki, kederlerinizi unutacak bir kent, beton plazalardan oluşan bir metropol, bir apartman kovuğu buldunuz ve orada 'asude' bir hayat yaşadınız… Peki ölmemeyi nasıl başarmayı düşünüyorsunuz? Ölmemeyi başaramayacağınıza göre, ikinci kez yaratılmaya (yeniden dirilmeye) nasıl karşı duracaksınız? Yeniden yaratıldıktan sonra, sizi hiç yoktan var eden Allah'a hesap vermeden nasıl sıvışacaksınız? Hesap vereceğinize göre, hangi ilahların torpili ile cehennem ateşinden kurtulacaksınız?
Bütün bunların hiçbirinden kurtulamayacaksınız. Sizden önce dünyadan, aynı dertten muzdarip yığınlarca türdeşiniz geldi geçti. Ama hiçbirisi ölümü kendinden savamadı. Ölüm gerçek olduğuna göre, ölümden sonrasına dair ilahi vaatlerin tamamının da gerçek olmadığına dair bir deliliniz var mı?
Aslında biz biliyoruz ki, sizin kininiz ne türbana, ne başörtüsüne, ne tesettüre, ne mü'min kadınlaradır. Hatta sizler gerçek anlamda Peygamber'e ve onun getirdiği Kitaba da değil, doğrudan ve bizzat Allah'a düşmansınız. (En'am, 33). Evet sizler Allah'ın düşmanlarısınız. Tıpkı sizden önceki selefleriniz gibi 'Allah', başka tanrılarınızla karışık biçimde anılırsa rahatlarsınız, şeriksiz olarak sadece Allah adı anıldığı zaman gerginleşirsiniz. (Zümer, 45). Çünkü tevhid vücut kimyanızı bozmaktadır.
Sizler Allah'ı yalanlıyorsunuz, tekzip ediyorsunuz. Bunu Kur'an etraflıca anlatmaktadır. Allah'ın vahiy indirmesine tahammülünüz yoktur. Allah'ın, insan hayatını tanzim etmek üzere Din vaz etmesini asla kabullenemiyorsunuz. Siz, insanların tamamen heva ve heveslerine göre, şeytani arzulara göre bir hayat kurmalarından yanasınız. Ben size açık ve net bir söz söyleyeyim: Kur'an sizleri 'kâfir' olarak tanımlamaktadır. Kur'an'a göre sizler kâfirsiniz! Kâfir, yani örten... Sizler Allah'ın ilahlık, rablık, hüküm koyuculuk ve diğer sıfatlarını örtüyorsunuz. Allah'ı yok saymak istiyorsunuz. 'Allahsız' bir dünya, 'Allahsız' bir hayat, 'Allahsız' bir cemiyet kurmak istiyorsunuz. 'Allahsız', dolayısıyla ahlaksız, edepsiz, arlanmasız; ayıp, günah, sevap, haram ve helal bilmeyen bir nesil peydahlamak istiyorsunuz.
Allah'ı küfrettiğiniz için, O'nun tesettür emrini küfür etmeniz sıradandır. Fakat biliniz ki, mü'mine kadınların tesettür ibadetini yok saymak, hatta bununla da yetinmeyip sövmek, hakaret etmek, saldırganlaşmak ve giderek 'boğulacak kadar çıldırmak'la hiçbir şey yapmış olmazsınız.
Örtünme ile fahişelik arasında bağ kuran akıl hocanıza ne demeli? Öyle anlaşılıyor ki ona biraz Arapça ve din dersi vermenin tam zamanıdır. 'Fahişe' kelimesi Arapçadır. Kur'an 'fahişe' kelimesini on üç kere, 'fahşa'yı yedi kere ve 'fevahiş'i de dört kere kullanmıştır. 'Fahşa'nın ve 'fahışe'nin anlamını hiç kimse Kur'an'ı bilen mü'minlerden daha iyi bilemez. Önce biraz lügate müracaat edelim isterseniz, 'fahışe'yi anlamak için…
'Fe-hu-şe' fiili ve 'fuhş' mastarı, gerek söz ve gerekse fiilin kötü, çirkin, aşırı kötü olmasını ifade eder. Fuhuş, kadının yaptığı çirkin bir iştir. 'Fahış', çok cimri ve alçak kimse ve aynı zamanda aklın kabul etmediği kötü şey anlamına gelmektedir. 'Fahışe', zina yapan kadını ifade ettiği gibi, çok kötü ve çirkin, ahlaksız denilebilecek başka işler için de kullanılmaktadır. 'Fahşa', yine aşırı derecede kötü, çirkin işleri ifade eder.
Bizim iman ettiğimiz Allah, fuhşun, fahişeliğin her türlüsünü, açığını ve gizlisini yasak etmiştir. Fahşayı, münker şeyleri ve haddi aşmayı (bağy) men etmiştir. (Nahl, 90). Allah müminlere, fahşanın bütün türlerinden ve münker (çirkin şeyler)den uzak tutması için namazı emretmiştir. (Ankebut, 45). Mü'minler hasbelkader kötü bir iş yaparlarsa, Allah'a tevbe edip bağışlanma dileme imkânları vardır. Allah'ı zikretmek müminlerin kişiliğini onarır, psikolojilerini düzeltir, ruh sağlığı kazandırır. (Al- İmran, 135).
Kâfirlerin dostu şeytan ise kendi yandaşlarına fahşayı ve münkeri emreder. Onlara bütün çirkinlikleri güzel gösterir. Allah hakkında, bilgiye dayanmayan, cahilce sözler söyletir. (Bakara, 169, 268; Nur, 21).
Mü'minler toplumu arasında fuhşun, fahişeliğin (her türlü fahşa) yayılmasını isteyenlere Allah hem bu dünyada, hem de ahirette şiddetli bir azap hazırlamıştır.
İslam, fahişeliği büyük bir günah saymakta ve zina yapan kadın ve erkeğin her birine yüz değnek vurulmasını takdir etmektedir. (Nur, 2). Fakat en önemlisi şudur: Allah, zinadan uzak durmayı emreder. Zira zina bir 'fahışe'dir, yani çirkin, hayâsız, ahlaksız bir yoldur, akleden bir toplumun kabul edemeyeceği bir yaşam tarzıdır. (İsra, 32). İslam'a göre, zina eden bir erkek zina eden ya da müşrik bir kadınla ancak evlenebilir. Zina eden bir kadın da ancak zina eden bir erkeğe ya da müşrik bir erkeğe layıktır. (Nur, 3). Kısacası kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara; namuslu kadınlar namuslu erkeklere, namuslu erkekler de namuslu kadınlara yaraşır (Nur, 26). Çünkü müşrikler necistirler (Tevbe, 28) ve mü'minlerle bir ilişkileri olamaz.
İslam, insan şeref ve haysiyetine o kadar düşkündür ki, namuslu kadınlara zina iftirası atan ahlaksızlara, seksen değnek vurulmasını emreder. (Nur, 4). Ayrıca Allah bunları hem dünyada hem de ahirette lanetlemiştir. (Nur, 23).
İnsanlar arasında fahşanın yayılmasını önlemek için Rabbimiz, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara namuslarını korumalarını, fahşa içerikli bakışlardan kendilerini alıkoymalarını hatırlatmış, aynı sebebe binaen, mü'min kadınların sokağa örtüsüz çıkmamalarını, dış elbiselerini giyinmelerini ve zinetlerini yabancılara göstermemelerini emretmiştir. (Nur, 30-31; Ahzap, 59). Bu da yetmemekte, erkek ve kadın mü'minleri, hayatları boyunca, marufu emredip münkerden nehyetmekle görevlendirmektedir. (Al-i İmran, 104, 110).
Aklını ipotek etmiş İslam cahilleri! İşte gördüğünüz gibi, İslam fahşanın/fahışenin en küçüğüne bile geçit vermemektedir. Yeryüzünde fuhşun, fahşanın ve fahişenin hiç olmamasını arzu eden yegâne sistem İslam'dır. İslam, zinasız, alkolsüz, kumarsız, haramsız bir dünya kurmak istemektedir. Sizler ise tıpkı İblis gibi, münkeri emredip, marufu nehyetmeyi görev bilmektesiniz. Dünya görüşünüzün temelinde kadınların örtüsüzleştirilmesi vardır. 'Türban' tartışmalarınızın özünü, kadın-erkek münasebetlerinde Allah'ın haram kıldığı her türlü günahın engellenmesi endişesi oluşturmaktadır. Bir mü'min kadının namuslu ve iffetli kalması sizi, tıpkı Lut kavmi gibi rahatsız etmektedir. Lut kavmi, Lut'u ve mü'minleri, "onlar fazla temiz kimselermiş!" diyerek küçümsüyorlar ve yurdu terk etmelerini istiyorlardı. (A'raf, 82; Neml, 56).
Müslüman kadınların örtüsünden, daha doğru bir ifadeyle yeryüzünün Müslümanlaşmasından hiç kimse bir zarar görmez. Bütün kâinat olduğu gibi, cemiyetler de Allah’a tam teslim olduklarında huzur bulacaklardır. Bu huzuru istemeyenler, büyük bir kusur işlemektedirler.
Son olarak bilmenizi isterim ki, yeryüzü Allah’ındır. Oraya dilediği kimseleri varis kılar. Allah nurunu, kâfirlerin ve müşriklerin arzuları hilafına, elbette tamamlayacağı hususunda kesin güvence vermektedir. Mü'min kadınlar örtünmeden yana irade beyan ettikleri sürece hiçbir kuvvet bunun önüne geçemeyecektir. Hiç kimse ağzıyla Allah'ın nurunu söndürme gücüne malik değildir. Allah'dan başka güç ve kuvvet yoktur. (La havle ve-la kuvvete illi billah).

(1) Al-i İmran, 119. Ali Özek başkanlığında altı kişilik heyetin hazırladığı Diyanet Vakfı Meali

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !