Türk aydınlarının Aristokrasi özlemi
Beni bu yazıyı yazmaya sevkeden, İngiltere Kraliçesi`nin Türkiye`de bulunduğu günlerde ana haber bültenlerinde kraliçe için, `Majesteleri` denilirken yapılan vurgudaki abartılı saygı oldu. Aslında karakalabalıkların seçkinlerle eşitliğine inanmakta zorlanan bir seçkinin bilinçaltını dışavuruyor, bu vurgulama.
İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth'in ve eşi Prens Philip'in Cumhurbaşkanı Gül'ün davetlisi olarak Türkiye'ye gelişlerine ilişkin televizyonda verilen haberleri izlerken, kimi anlı-şanlı ana haber sunucularının II. Elizabeth'e 'Majesteleri' deyişindeki özenli vurgu dikkatimi çekti. Türkiye'de seçkinlerin halka bakışındaki büyük çelişkiyi açığa vuran bir vurgudur bu esasında: Bir taraftan demokrasi halkı biçimlendirmekte öne sürülen en önemli amaçtır, öyle öğretilir okul sıralarında. Buna karşılık, demokrasinin beşiği sayılan Batılı ülkelerde 'mavi kan'a dönük bir hayranlığın seçkin bir kesimde göstermelik bir seviyede de olsa bir sürekliliğin, derinliğin temsili halinde varlığını koruması, bizim sayısı bir hayli yüksek yarı-aydınlarımızın kafasını karıştırmaya devam eder.
İnsanların doğuştan eşitliği ve insan olarak hukuksal planda eşit birer vatandaş statüsüne sahip olmaları konusunda yüzyıllar süren bir mücadelenin sonunda, özellikle Fransız Devrimi'nin ardından varılan noktada, Batı'da "mavi kan", sembolik bir anlamla yetinerek hayatta kalmayı başarmış gibidir, görünüşte de olsa.
Bizim Osmanlı İmparatorluğu'nun süreğinde yer alan bir Cumhuriyet'te yetişmiş toplumun insanları olarak Osmanlı Hanedanı'na yönelik bakışımızda, bu hanedan mensuplarının kanlarının daha farklı bir renk taşıdığı inancı mevcut olmamıştır. Böyleyken Türk sosyetesinin son yıllarda soy kütüğünü anlı şanlı bir Osmanlı ailesine dayandırmaya dönük bir eğilim içinde olduğu söylenebilir.
Sosyete Türkiye'de para ile dahil olunan, hayat tarzı para ile satın alınabilen bir kesimin adı. Soyluluk ve asalet –bu sitede yayınlanan bir yazıda da ifade ettiğim gibi- tutkusuna sahip olmayı gerektiren bir duruşu gerektiriyor. Burada kastettiğim 'tutku' ise, müzayedelerden satın alınabilecek antika bir eser değil.
Halk kitleleri ise eşitlik ideallerine karşılık bireysel özelliklerini geliştirmelerine imkan tanımayan bir sürü eğitimine tabi tutuluyor ülkemizde ve bu kaba-saba eşitlik inancının sağladığı ütopik bir bakış açısıyla, hayatın gerçekleri arasındaki uçurum arasında, yaşama dirençlerini korumaya çalışmakla geçiriyorlar, ömürlerini.
İranlı Şahlık taraftarları, Şah ailesinin cahil ve görgüsüz kitleleri uygarlaştırmada rol model olduklarını öne sürerek savunurlar, hem modern (hatta demokrat), hem de hanedancı olabilmelerinin felsefesini. Farah Diba Paris'te aldığı muaşeret eğitimiyle, çocukları ve eşiyle sunduğu çekirdek aile fotoğrafındaki pozisyonuyla İranlı genç kızların rol modeli olacaktı. Şah ailesi etrafında kümelenen bir soylu sınıf, yaşantı tarzıyla, giyim-kuşamıyla, sofra adabıyla bir taraftan avam için model teşkil ederken, diğer taraftan da altan alta bir peri masalının hâlâ yaşanmakta olduğuna dair avam kadar havasın da paylaştığı bir inancın korunmasına yardımcı oluyordur. (Bu inançta, Şah'ın Hollywood yıldızlarıyla kısa süreli maceraları ya da kızkardeşlerinin tekrarlayıp durduğu aşk, ihanet ve uyuşturucu içerikli skandallar paranteze alınır, ister istemez.)
Bir krallık yıkılırken, bakarsınız, pop endüstrisi yeni bir star sunuyordur kalabalıklara, bir uyku öncesi masalının yerini tutacak hayat hikayeleriyle.
Beni bu yazıyı yazmaya sevkeden, İngiltere Kraliçesi'nin Türkiye'de bulunduğu günlerde ana haber bültenlerinde kraliçe için, 'Majesteleri' denilirken yapılan vurgudaki abartılı saygı oldu. Aslında karakalabalıkların seçkinlerle eşitliğine inanmakta zorlanan bir seçkinin bilinçaltını dışavuruyor, bu vurgulama. Kalabalıkların oyuna olduğu kadar aşklarına da inancı olmayan bir bakıştır bu. Ünlü bir tiyatrocunun, bir köylünün veya dağdaki çobanın kendisi gibi aşkı en sahici boyutlarıyla duyamayacağı ve yaşayamayacağına dair açıklamalarını hatırlıyorum da.. .
Cumhuriyet seçkinleri, özellikle devrimler çağının bastırılışının göstergelerinden biri olan 12 Eylül askeri darbesinin ardından, kendi oylarının taşıdığı apayrı değerin bir şekilde tesciline ilişkin heveslerini gizlemez oldular. John Stuart Mill'e, Marx'a, sınıfsız topluma, hatta Bakunin'in radikal sınıf eleştirilerine atıflarda bulunan, bir süreliğine de olsa bir ayağını sol zemine basarak kariyerini oluşturmuş haber sunucularının İngiltere Kraliçesi'nden söz ederken kapıldıkları heyecan, 'vesayetçi demokrasi'den, askeri darbe çeşitlemelerinden vazgeçilmeyen bir ülkede halkların kardeşliği ve insanların da doğuştan eşit olduğu inancının yaşadığı sarsıntının dışavurumu gibi göründü bana.
(Cihan Aktaş / Dünya Bülteni)