Türkiye`de en büyük din istismarcısı devlet
Rasim Ozan Kütahyalı: `Laiklik kavramını insanların hakkını, hukukunu gasp etmek için kötüye kullanan, fakat konu “devlet için” ölmeye ve öldürmeye geldiğinde İslami kavramları sonuna kadar istismar etmekte hiçbir sakınca görmeyen bir devlet...`
Laik sistemin kurulduğu günden beri birtakım siyasi aktörleri 'din sömürüsü' yapmakla, dini siyasete alet etmekle suçladığını belirten Taraf yazarı Rasim Ozan Kütahyalı, aynı sistemin "devlet için ölme" konusunda İslami kavramları sonuna kadar istismar etmekte hiçbir sakınca görmediğini vurguladı. Kütahyalı, yazısında şu ifadeleri kullandı: "Dindarların ölüm karşısındaki tevekkülünü ve isyansızlığını, şehadet kavramı karşısındaki dinsel hislerini istismar eden bir devlet kesinlikle laik bir devlet değildir."
İşte Rasim Ozan Kütahyalı'nın "Laik devlet ve şehadet" başlıklı söz konusu yazısı:
Laik devlet ve şehadet
Rasim Ozan Kütahyalı / Taraf
Güneydoğu’da kaybettiğimiz askerlerimizin çoğunluğu kırsal kökenli, yoksul ve dindar ailelerden geliyor... Yahya Kemal’in şiirinde tarif ettiği gibi “mümin, mütevekkil ve yoksul” aileler bunlar... Bu aileler benim nazarımda Derin Anadolu’yu simgeliyor...
Derin Anadolu’nun ölüm karşısındaki duruşu seküler/dünyevileşmiş bir duruştan çok farklı. Bunu geçen yazımda aktarmaya çalıştım. Ölümü Hakk’a kavuşmak olarak, bir vuslat günü olarak gören, en zamansız ve uygunsuz şekilde gelse bile ölüm karşısında tevekkül ve metanetini muhafaza edebilen bir kültüre ve kimliğe sahip Derin Anadolu...
Güneydoğu’daki yaşanan kayıplar bağlamında hep içimi acıtan bir mesele var... Kanaatimce, Derin Anadolu’nun bu iman ve tevekkülü Türk devlet zihniyeti tarafından çok açık biçimde istismar ediliyor... Bu ailelerin imanlarından kaynaklanan ölüm karşısında mütevekkil ve metin duruşları, onların manevi dünyasına tamamen yabancı olan modernist bir zihniyet uğruna, dünyevileşmiş kirli ilişkiler adına sürekli istismar ediliyor...
Derin Anadolu’nun şehadet kavramına yüklediği anlam da istismar ediliyor... Türk devleti; İslami kimliği benimsemiş insanların görünür olması, toplumsal ve siyasi arenada mesafe katetmesi karşısında rahatsız olan, laiklik kavramını insanların hakkını, hukukunu gasp etmek için kötüye kullanan, fakat konu “devlet için” ölmeye ve öldürmeye geldiğinde İslami kavramları sonuna kadar istismar etmekte hiçbir sakınca görmeyen bir devlet...
Bu zihniyet yeri geldiğinde devlet hizmetindeki apoletli ve cübbeli memurların eşinin İslami giyim tarzına sahip olup olmadığını müfettiş raporlarıyla tespit ettiriyor... Orada da durmuyor, evin iç dekorasyonunda resim tabloları gibi, içki büfesi gibi “laik” unsurlar olup olmadığına bakıyor, gelen misafirlerle harem-selamlık düzeninde mi oturuluyor, “laik” şekilde mi oturuluyor ona bakıyor... Devletin istihbarat memurları ve muhbirleri “devletin bekası” için bahsettiğim bu konularda üstlerine rapor veriyor... Bunların hepsi bu ülkede yaşandı, hepsi kayıtlara geçti. Bu tip tasarrufların en çok ve en sistematik şekilde uygulandığı devlet kurumunun da TSK olduğunu hepimiz biliyoruz...
Öte yandan mesele Türk toplumunu, devlet adına ölmeye, öldürmeye ikna etmeye gelince “laik” motivasyonlar tek başlarına yeterli olmuyor... Kendi iç bünyesinde İslami bir unsur olup olmadığı noktasında üst seviyede müteyakkız olan devlet zihniyeti konu buraya gelince aniden İslamileşiyor... Dışarıdan bakan bir yabancı yorumcu, devletin güvenliği ve savunması bağlamında kullanılan bu dili görse burada İslami bir siyasi rejimin geçerli olduğu kanısına varabilir...
Dolayısıyla neredeyse kurulduğu günden beri bir takım siyasi aktörleri “din sömürüsü” yapmakla, “dini siyasete alet etmek”le, “kutsal din duygularını istismar etmek”le suçlayan, yeri geldiğinde bu suçları işlemekten ötürü insanları içeri tıkan, bu tip siyasi partileri defalarca kapatan Türk devlet zihniyeti en büyük din istismarını ve sömürüsünü kendisi yapıyor... Bu devlet kendi siyasi amaçları uğruna İslami kavramları defalarca istismar etmiş, insanların kutsal saydığı dini duyguları defalarca kendi siyasetine alet etmiş bir devlet...
Elbette günümüz dünyasında her ülke kendi savunmasını temin amaçlı silahlı birlikler kurar. Bu uğurda ölenler de o ülke için en üst düzeyde bir değer taşır. Tabii gerçekten güvenlik ve savunma amaçlı olursa bu ölümler bir değer taşır... Öte yandan gerçek anlamda laik bir devlete yakışan davranış bu kavramları da laikleştirmek, din duygularını istismar etmemektir... Birçok Batı ülkesi Hıristiyanlığı hatırlatacak deyimleri kendi kayıpları için artık kullanmıyor. Bunu en başta dinî kurumlar ve aydınlar özellikle istemiyor. Hele ki dünyevileşmiş amaçlar ve kirli çıkar oyunları için dinî duyguların istismarından her dindar rahatsız olur, rahatsız olmalıdır...
Dindarların ölüm karşısındaki tevekkülünü ve isyansızlığını, şehadet kavramı karşındaki dinsel hislerini istismar eden bir devlet kesinlikle laik bir devlet de değildir... “Bizim toplum, oğlanları şehitlik payesi alınca ses çıkarmaz, bilakis mutlu olur, gerekçesini de sormaz” diye bir bakışa sahip bir devlet doğal olarak insan hayatını hiçe sayar... Aleni ihmal sebebiyle askerlerimizin öldüğünü gazetemizden okuduğunuz Dağlıca baskını gibi feci hadiseleri daha çok yaşarız, eğer bu zihniyeti sorgulamazsak...
Özellikle İslami kimliğe sahip yazarlarımızın bu mesele etrafında sansürsüzce yazmalarını çok gerekli görüyorum... Artık bu mevzuların yazılması gerekiyor. Bu din istismarı karşında öncelikle dindarlar konuşmalıdır diye inanıyorum...
Bu topraklar bu mevzuda daha ne kadar susacak, diye de tüm okurlara sormak istiyorum...