Şükrü HÜSEYİNOĞLU

08 Ekim 2007

TV ESİR ALIYOR; ESİR OLACAK MIYIZ?

İcat edildiği günden bu yana televizyon hakkında çok şey söylendi. Bu etkili araçla ilgili çeşitli nitelendirmeler yapıldı. “Sihirli kutu” da denildi, “aptal kutusu” da. Televizyona “şeytan icadı” diyen de oldu, “teknoloji harikası” diyen de. Nihayet biz de “Evlerimizdeki Truva atı” nitelemesi yaptık televizyon denilen bu göz boyayıp yalancı dünyalar kurgulayan ve kalabalıklara hükmeden cihaz hakkında.
Kimi düşünürler olumsuzluğun televizyonun doğasında var olduğunu, dolayısıyla içeriğinin olumlu ya da olumsuz olması üzerinden bir değerlendirmenin anlamlı olmadığını ifade ederken, bu görüşe katılmayan düşünürler ise televizyonun nihayetinde içeriği insanlar tarafından belirlenen ve kullanımı insanların elinde olan bir “araç” olduğu ve meselenin bu aracın doğru kullanılıp kullanılmamasında odaklandığı görüşünü benimsemişlerdir.
Bu değerlendirmeye göre, nasıl ki bıçak bir araç olarak iyi amaçla ve doğru şekilde kullanılabildiği gibi, kötü amaçla da kullanılabilmekteyse, televizyon da aynı şekilde iyiliği ya da kötülüğü ona yön veren ve onu kullanan insanların elinde olan bir araçtır. Tıpkı bıçak gibi, insanlara faydalı olmak için kullanılabileceği gibi, zarar vermek için de kullanılabilir.
Doğrusu her iki bakış açısı da üzerinde ciddi olarak durulmayı hak eden yaklaşımlar olmakla ve ben önceleri zikrettiğim ikinci yaklaşıma yakın durmakla beraber, son zamanlarda olumsuzluğun televizyonun doğasında olduğunu düşünmeye başladım.
TV’nin, nihayetinde içeriği insanlar tarafından belirlenen ve kullanımı insanların elinde olan bir araç olduğu, dolayısıyla olumlu ya da olumsuz oluşunun, ona yön veren insanların olumlu ya da olumsuz oluşuna bağlı bulunduğu düşüncesi tabii ki yabana atılamaz, fakat olumsuzluğun bu aracın doğasında olduğu ile ilgili de elimizde birçok karine bulunduğu açık bir gerçek.
Hem göze hem de kulağa aynı anda hitap eden bir araç olması sebebiyle karşısına geçen insanın tüm ilgisini esir alan ve izleyicisine başka bir meşguliyet imkanı bırakmayan bir özelliğe sahip bulunması TV’nin önemli handikaplarından biri mesela. TV izleyen bir kimse aynı zamanda kitap okuyamaz, herhangi bir üretimde bulunamaz. Karşısına geçen bir kimse o andan itibaren bu büyülü kutunun esiri olmuştur. TV konuşur siz dinlersiniz, tüm duyu organlarınızı, algınızı ona teslim etmek durumundasınızdır. Televizyon izleyen bir kimsenin kitap okuması mümkün mü mesela? Oysa radyo böyle değildir. Bir kimse aynı zamanda hem radyo dinleyebilir, hem de kitap okuyabilir, iş yapabilir, araba kullanabilir.
Evet, televizyon insanın kendisine gönüllü olarak esir olduğu bir sihirli kutu. İnsanlar zihinlerini, gönüllerini TV’ye teslim ediyor, fakat ellerine aldıkları kumandayla kendilerinin TV’ye hükmettiğini vehmediyor!
Televizyon insanları seyircileştiriyor. Yüce Allah’ın yeryüzüne halifeler kıldığı, hakikate şahitlik misyonu biçtiği insanları olup bitenin seyircisi olmaya mahkum ediyor.          
Evet, bugün insanlık büyük ölçüde televizyonun esiri olmuş durumdadır maalesef. Birçok insanın kıblesi televizyon olmuş vaziyette. Televizyon evlerin en müstesna köşesini işgal ediyor, insanlar oturacakları odayı televizyona göre dizayn ediyor. Evlerde yüzler, genellikle televizyonlara dönük. İnsanlar yönlerini televizyona çevirmiş, teelvizyonla yatıp televizyonla kalkıyor!
Bugün insanlık büyük ölçüde TV istasyonları tarafından yönlendiriliyor dersek abartmış olmayız herhalde. Yüz milyonlarca insan TV nereye bak diyorsa oraya bakıyor, neye sevin diyorsa ona seviniyor, neye ağla diyorsa ona ağlıyor, nereye git diyorsa oraya gidiyor, kimi sev diyorsa onu seviyor.
Mesela, emperyalist ABD 1991 ve 2003 yıllarında Irak’a, 2002’de Afganistan’a bombalar yağdırıp yüzbinlerce insanı acımasızca katlederken dünya televizyonlarda savaşın kurbanı olarak gösterilen petrole bulanmış bir kelaynak kuşuna ağlıyordu. Çünkü emperyalist odakların güdümünde olan televizyon şebekeleri insanların katledilen yüzbinlerce insan yerine bu kuşa ağlamasını istemişti.
Kitleler bugün nelere ağlıyor ve nelere seviniyor? Herhangi bir televizyon dizisindeki bir karakterin senaryo gereği ölümüne veya dizi yada filmlerde yine senaryo gereği ‘sevgililer’in ayrılmasına, yahut da bir tv yıldızının eşinden boşanmasına vs. ağlıyor insanlar. Kitlelerin hüzünleri gibi sevinçleri de medyanın gündemlerine taşıdığı yapay ve kurmaca olaylarla şekilleniyor. Asgari ücretle çalışan ve dolayısıyla geçim sıkıntısı çeken insanlar, medyanın etkisinde kalarak kendi sorunları yerine yıldız futbolcuların transfer ücretleriyle meşgul oluyorlar. Kendi düşük ücretleri yerine, kahvehanede arkadaşlarıyla, transferde bir servete kavuşan futbolcuların az paraya gittikleri üzerine sohbet ediyorlar.     
Birçok kimsenin neyi alıp tüketeceğini de televizyon reklamları belirliyor. Kısacası vahyin ve akl-ı selimin devre dışı kalmasından doğan iktidar boşluğunu televizyonun iktidarı dolduruyor. Artık birçok insan, saç stilinden giyim tarzına tüm hayatını televizyona göre şekillendiriyor. Kalabalıklar kendilerine hidayet önderleri olan Peygamberleri değil TV yıldızlarını model olarak seçiyor ne yazık ki.
TV’nin insanı esir alan ve okumaktan-düşünmekten önemli ölçüde alıkoyup enformatik cehalete mahkum eden sihirli gücü karşısında insanlığı yeniden akletme ve okumanın aydınlığına çağırmamız gerekiyor. İnsanların seyircileştirilmesi karşısında, okumayı, düşünmeyi, sorgulamayı güçlü bir şekilde insanlığın gündemine taşımamız icap ediyor.
İnsanlığı, televizyonun uyuşturan, tembelleştiren atmosferinden, Kitab’a, okumaya, akletmeye, üretmeye taşıma konusunda öncülük yapmamız temel bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor.
Öncelikle evlerimizdeki televizyon iktidarına zaman geçirmeden son vermemiz gerekmektedir. Evlerimizde televizyon dizileri değil, Allah’ın ayetleri yankılanmalı. Evlerimiz şeytani Batı kültürünün işgaline açık olmamalı. Televizyonun evlerimizde Truva Atı işlevi görmesine ve bizi yönetmesine, esir almasına izin vermemeliyiz. Ya onu kontrol etmeyi öğrenmeliyiz, o bize değil biz ona hükmetmeliyiz ya da evlerimizden çıkarıp atmalıyız.
Tedbir almazsak gözlerimiz önünde çoluk-çocuğumuzun televizyon tarafından nasıl esir alınıp mankurtlaştırıldığını, bize yabancılaştırıldığını seyretmek zorunda kalırız. Bu konuda üzerimize düşeni yapmazsak, kendi paramızla evimize soktuğumuz bu "sihirli kutu"nun ne tür olumsuzluklara yol açtığını bizzat yaşayıp görmek durumunda kalırız ki o zaman da geç kalmış oluruız.
Hanelerimiz şeytan ve dostlarının değil, Yüce Allah’ın sözünün geçtiği, Allah’ın ayetlerinin hükümran olduğu birer İslam kalesi haline gelmelidir. Ahzab Suresi 34. ayet-i kerimede Yüce Rabbimizin buyurduğu gibi, evlerimizi Kur’an ayetlerinin okunduğu, onlar üzerinde tefekkür ve sohbet edildiği güzide mekanlar haline getirmeliyiz. Evlerimizi cennetin dünyadaki şubelerine dönüştürmeliyiz.
Kendimizi ve ehlimizi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından korumamızın tek yolu budur.