Şükrü HÜSEYİNOĞLU

27 Temmuz 2007

ULUSALCILARIN MUMU YATSIYA KADAR YANDI!

Son dönem Türkiye siyasetinde nevzuhur bir akımın etkinliği göze çarpmakta. “Ulusalcılık” adı verilen bu siyasi akımın öne çıkan aktörleri ise cemaziyelevvelleri itibariyle kimi Maocu, kimi Türkçü, kimi Kürtçü, kimi sosyal demokrat siyasi bir geçmişe sahip bulunan ve birkaç yıl önceye kadar yan yana gelmeleri imkan dahilinde görülemeyecek olan kişi ve kurumlardan oluşuyor.

Sloganlar, nutuklar göz önüne alındığında, ilk bakışta anti-emperyalist, tam bağımsızlıkçı, ülkenin kaynaklarının talan edilmemesi ve toplumun sömürülmemesi için ortaya çıkmış yerli bir duruşla karşı karşıya bulunulduğu izlenimi veren bu siyasi akım için tüm bunların birer paravandan ibaret olduğunu, asıl amacın ve gösterilen refleksin asıl kaynağının ise 28 Şubat sürecinden çok tanıdık olduğumuz laikçi zorbalığa dayandığını anlamak çok güç değil.

“Vatan, millet, Sakarya” söylemleri, anti-emperyalizm, AB ve yabancı sermaye karşıtlığı ise, 3 Kasım 2002’de sandıktan büyük bir farkla çıkan ve laikçi zorbalık açısından “irticai” niteliği tartışmasız olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin AB’ye üyeliği temel politika olarak benimsemesi karşısında, yeni döneme uygun muhalefetin araçsal söylemlerinden ibaret sadece. Nitekim bunun böyle olduğunu, ulusalcıların cemaziyelevvelleri kadar güncel birçok gelişme de kanıtlamış durumda. AB karşıtlığını kimseye bırakmadığı halde AB’nin fonlarından yüzbinlerce euro bağış alan Çağdaş Eğitim Vakfı’nın yöneticisi olanlar, Erdemir’in özelleştirilmesinde “yabancı sermayeye hayır!” propagandasıyla Erdemir’i kapıp şimdilerde ise kendi bankalarını yabancılara satanlar, AKP’ye karşı anti-emperyalist söylemlerle manşetler atıp ardından da Bush’a gazetelerinde açık mektup yazan ve “AKP’yle değil ulusal güçlerle iş tut” diyenler…

Neyse ki şu cumhurbaşkanlığı sürecinde bunların “vatan, millet, Sakarya” sloganları başta olmak üzere, anti-emperyalizm, AB karşıtlığı, yabancı sermaye karşıtlığı gibi söylemlerinin jakobenizm ve laikçiliğin birer paravanı olmaktan başka bir anlam ifade etmediği net olarak ortaya çıktı da maskeler bir bir düştü.

O mitingleri hatırlayalım. Hani Kıbrıs söz konusu olunca meydana sadece birkaç bin kişi toplayanların (ki bu da “vatan, millet, Sakarya” edebiyatındaki samimiyetlerini belgeliyor!), konu eşi başörtülü bir cumhurbaşkanı seçilmesi olunca yüzbinleri meydanlara yığdıkları mitingler…

O mitinglerde yapılan konuşmalarda temel hedef neydi? ABD mi, AB mi, yabancı sermaye mi? Tabii ki hayır! Kutlu doğum etkinlikleri, başörtüsü, İslam hukuk sistemi. Şapka düşmüş “ulusalcılık” net olarak görünmüştü o mitinglerde. Eee, AB fonlarından beslenen Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Başkanı Türkan Saylan’dan başka ne beklenirdi ki zaten…

“Ulusalcılık” adı verilen siyasi akımın paravan olarak kullandığı, istismar ettiği tek şey “vatan, millet, Sakarya” sloganları ve bu çerçevede AB karşıtlığı, anti-emperyalizm söylemleri değildi. Asıl mide bulandırıcı olanı, bir yandan İslam’ı ve onun değerlerini hedef alırken, diğer yandan AKP’ye muhalefet etmek adına açıkça din istismarına başvurmalarıydı. Daha önceleri cumhurbaşkanı olana dek Süleyman Demirel’in seçim meydanlarında yaptığı din istismarının aynısını şimdilerde bazı ulusalcılar yapıyordu.

1991 seçimlerinde Konya mitinginde, İnşirah Suresi’nde yer alan “Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır” mealindeki ayet-i kerimeyi önce Arapçasından sonra da mealen okuyup, “İşte o kolaylık Doğruyol Partisi’dir” şeklinde propaganda yapan, cumhurbaşkanı olunca da 28 Şubatçıların en büyük destekçisi kesilip “Kur’an’daki ahkam ayetleri çıkarılıp yerine çağdaş hukuk kuralları konulmalıdır” zırvasını ortaya atan Demirel’in yolunu seçimlere kadarki dönemde laikçi-ulusalcı Deniz Baykal ve Doğu Perinçek gibi isimler sürdürdüler.     

Alemlerin Rabbi yüce Allah’a, İslam’a, Hz. Peygamber’e ve Kur’an-ı Kerim’e, Salman Rüşdü’yü aratmayacak hakaretlerde bulunan Turan Dursun’un iftiralarla dolu kitaplarının yayıncısı olan Doğu Perinçek (İslami değerlere iftiralarla dolu söz konusu kitaplar halen Perinçek’in yayınevinin listesinde ve sitesinde yer alıyor) seçimden önce AKP’yi hadis okuyup Hz. Peygamber’in devrimciliğini yere göğe sığdıramayan konuşmalar yaparak vurmaya çalışıyordu.  

İslami değerlerin açıkça hedef alındığı “cumhuriyet mitingleri”nin en büyük destekçisi CHP’nin başında bulunan Deniz Baykal da seçim mitinglerinde halktan partisi için dua talep ederek bu ikiyüzlülük kervanına katılıyordu. Ayrıca CHP’liler muhafazakar şehirlerde seçim öncesi başörtüsü dağıtıp oy avcılığı yapmaktaydı.

Netice: Seçimler oldu, ulusalcıların mumu yatsıya da kalmadan sonuçların belli olmasıyla sönüverdi. Demek ki toplum eskisi kadar kolay kandırılamıyormuş. Bu olumlu bir gelişme olarak kaydedilmeli.