Ulusalcılıktan Amerikancılığa bir yol gider...
Cengiz Çandar `Tayyip Erdoğan fotoğrafına İsrail çarpısı` başlıklı yazısında anti-emperyalist bir ideoloji olma iddiasındaki ulusalcılığın giderek `ABD ve İsrail muhibbi` oluşunu anlatıyor.
Cengiz Çandar 'Tayyip Erdoğan fotoğrafına İsrail çarpısı' başlıklı yazısında anti-emperyalist bir ideoloji olma iddiasındaki ulusalcılığın giderek "ABD ve İsrail muhibbi" oluşunu anlatıyor. İşte Çandar'ın yazısı:
Tayyip Erdoğan fotoğrafına İsrail çarpısı
Cengiz Çandar / Referans
Tayyip Erdoğan fotoğrafına İsrail çarpısı; İsrail'in bölgedeki resmine Türkiye çarpısı...
Abanın altında sopa gösterme aylarına giriyoruz. 24 Nisan tarihi yaklaşırken, Ermeni soykırım tasarısının Amerikan Kongresi'ne sunulması ve Amerikan Başkanlık açıklamasında "soykırım" sözcüğünün kullanılıp kullanılmayacağı Türkiye-ABD ilişkilerinin üzerinde "Demokles'in kılıcı" gibi sallanmaya başlıyor. Tam bu noktada, Türkiye'nin Amerika'daki İsrail lobisine ihtiyacının altı çizilmeye başlanıyor. Dolayısıyla, Türkiye'nin İsrail'e herhangi bir nedenle "yan bakması", doğrudan doğruya Türk-Amerikan ilişkilerini Türkiye aleyhine etkileyecek bir "koz" haline dönüştürülüyor.
Davos ertesinde İsrailliler de şimdiye dek ellerini sürmemeye özen gösterdikleri "kartlar"ın masada olabileceğini im etmeye başladılar. Alın dünkü Haaretz gazetesindeki bir köşe yazısının dikkate değer satırlarını:
"Bir telefon görüşmesinde Kürdistan bölgesinin bir üst düzey yetkilisi Irak Kürdistan köylerine Türk topçu ateşini "Sizin Gazze'ye yaptığınıza benziyor" diye karşılaştırdı. Bununla ilgili olarak Türk kaynaklarına göre, Kürdistan'daki PKK eğitim kamplarının yerine ilişkin istihbarat Türkiye'nin İsrail'den satın aldığı ve almaya devam ettiği pilotsuz uçaklar tarafından toplanıyor.
Ermeni katliamı konusunda olduğu gibi, İsrail, Kürt köyleri bombalandığında dilini ısırmıştı. İlişki Türkiye'nin daha önemli olduğu bir dönemde oluşturulmuştu. Şu sırada ise İsrailli yetkililer sadece off-the-record görüşmelerde Türkiye'ye karşı öfkelerini ifade ediyorlar ve Türkiye'nin çok yakında iki ay içinde Amerikan Kongresi'nde Ermeni konusu gündeme geldiği vakit İsrail'in yardımına ihtiyacı olacağını hatırlatıyorlar."
Bu satırların yer aldığı yazının başlığı ise "Erdoğan'ın iki yüzlülüğü İsrail-Türkiye ilişkilerini incitmemelidir".
Bu yazı başlığına yansıyan ve yazıda yer alan görüşleri ve duyguları paylaşan epey bir sayıda yetkili-yetkisiz, etkili-etkisiz Türk de bulunuyor.
Tayyip Erdoğan fotoğrafı üzerine İsrail çarpısının çekildiği anlaşılıyor. Tayyip Erdoğan'ın Türk hasımları, İsrail'de Tayyip Erdoğan fotoğrafı üzerine çekilen çarpının Washington'a da sirayet etmesi için ellerini oğuşturuyorlar. Ulusalcılığın, hızla "Amerika ve İsrail muhibbi" haline dönüşmekte olduğuna işaret eden ilginç bir zaman dilimindeyiz.
Amerika'nın İsrail'e karşı Davos'ta ifadesini bulan görüşlerinden ötürü Tayyip Erdoğan'ın ipinin Washington tarafından çekilmesinin, bazı çevrelerde istendiği bir sır değil.
***
Ancak bu arzu ve isteklerin pek dikkate almadığı bir olgu var: İsrail, Gazze saldırısıyla birlikte zayıfladı. İsrail'e kendisini dayayan bir tutum da ister istemez zayıf bir zemin üzerinden hareket etmek durumunda.
İsrail'in Gazze saldırısı, bu saldırıya karar veren İsrail liderlerinin hesaplarının aksine, İsrail'i zayıflattı. İsrail, Gazze ve Davos sonrası, hem askeri, hem diplomatik ve hem de siyasi açıdan Gazze öncesine oranla çok daha zayıf bir konumda.
Evet, askeri olarak da öyle. Zira, Gazze, İsrail askeri makinasının sınırlarına ulaştığını ortaya koyuyor. İsrail'in müthiş ateş gücünün Gazze'yi yerle bir etmeye ve oran olarak 22 gün içinde 50 bin TC vatandaşının ölümüne denk düşen sayıda Filistinli öldürmeye gücü var. Bunların üçte biri çocuk. Ayrıca, binlerce binayı da dümdüz edecek kadar güçlü bu askeri makina.
Ama, İsrail, her ne gerekçe ile olursa olsun, çok kısa süre içinde ikinci bir Gazze saldırısı tekrarlayabilir mi?
Gazze saldırısı çapında bir saldırıyı çevresindeki herhangi bir Arap gücüne karşı kullanabilir mi? Örneğin Lübnan'a saldırabilir mi?
Hayır.
İsrail'in anlı şanlı askeri gücü işte tam da bu nedenle Gazze'de sınırlarına dayanmıştır. Şu anda İsrail'in büyük bir askeri güce sahip olmasının pratik bir değeri yoktur.
Gazze sonrasında İsrail'in bir diplomatik ağırlığından söz edilebilir mi? Hangi ülke, herhangi bir adım atmadan veya bir pozisyon belirlemeden "Acaba İsrail ne der, ne düşünür?" sorusunu kendisine sorar? Hangi ülke, İsrail'i incitmemeyi, karşısına almamayı düşünerek siyaset üretmeyi tasarlar?
Doğru cevap, "hiçbir ülke" değil mi?
Gazze sonrası İsrail'in "siyasi prestiji" kalmış mıdır? "Moral highground" denilen "ahlaki meşruiyet" İsrail için toptan kaybolmuştur.
İsrail, askeri, diplomatik ve siyasi alanlarda Gazze'de bir şey kazanmamış, aksine kaybetmiştir.
Kimsenin, bu arada Amerika'nın bile İsrail'e ihtiyacı yoktur; tam tersine İsrail'in başta Amerika ve bu arada Türkiye'ye ihtiyacı artmıştır.
Arabayı atın önüne koymayalım; mevcut "Ortadoğu denklemi"nde İsrail'in Türkiye'ye ihtiyacı, Türkiye'nin ihtiyacından kat be kat fazladır.
***
Peki ya Türkiye-İsrail ilişkilerinde Davos'la birlikte meydana gelen "çatlak" nedeniyle Amerikan Yahudi-İsrail lobisi Ermeni soykırım tasarısına ilişkin Türkiye'den desteğini çekerse? Ya, "Ermeni soykırım tasarısı"nın Kongre'den geçmesinin önünde yollar açılır, ya Başkan Obama, Başkanlık açıklamasında "soykırım" sözcüğünü kullanırsa?
Pekâlâ. Soruyu şöyle de sormayı deneyelim: "Tek süpergüç ABD ile Ortadoğu'nun en önemli gücü Türkiye arasında çok yönlü olmak zorunda olan ilişkileri her yılın ilk çeyreğinde Ermeni soykırım tasarısına rehin bırakmak ve giderek Türk-Amerikan ilişkilerinin tümünü Türkiye'nin İsrail'in pervasız, dar görüşlü ve tehlikeli Ortadoğu politikasının tutsağı yapmak ne derece geçerlidir?
Böyle bir yaklaşım ne kadar sürdürülebilir? Sürdürülmeli midir?
Eğer, "Ermeni soykırım tasarısı" Washington'un ve İsrail'in elinde Türkiye'ye karşı her yıl kullanacakları bir "koz"a, Türkiye'nin ensesinde sallanacak bir "Damokles kılıcı"na dönüşmüşse, bu "koz"u elinde tutanlar, o kılıcın sapına sarılanlar düşünsün.
Zira, Ermeni soykırım tasarısı geçer ve Başkan Obama, her Amerikan Başkanı'nın yaptığı gibi –sanki çok hoş bir deyim imiş gibi- "katliam" sözcüğü yerine "soykırım"ı telaffuz ederse, iş biter.
Hangi iş biter?
Amerika'nın bazı çevrelerinin Türkiye'yi rehin aldıkları "koz" kullanılmış olur ve biter. İsrail'in Türkiye'yi Ortadoğu'da yedeğine alma hesabı biter.
Biterse, sonuçlarını Türkiye'den ziyade onların düşünmesinde yarar var. Dolayısıyla, Türkiye'nin kendisini İsrail'e ve giderek Washington'a rehin bırakmasının, "Ermeni soykırım tasarısı" ve "Kürt sorunu" korkusundan ötürü Ortadoğu'da elde ettiği "moral liderliği" terk etmesinin ve yanlış politikaların stepnesi olmasının gereği yok.
Ermenistan'la yakınlaşmaya devam, Kürt sorununu çözüm yönünde yol almaya devam.
Türkiye, bunları zaten yapmak zorunda ve ABD ile ilişkilerini "İsrail ipoteği"nden de kurtarmaya mecbur.