13-11-2007 22:03

Ulusçu resmi ideoloji iflas etti! Tek çözüm “İslâm Kardeşliği”

Tek çâre; bütün bir millet/ümmet olarak, “Ey inananlar! Hep birden Silm’e(barışa/İslâm’a) girin; şeytanın adımlarına(hilelerine/oyunlarına) uymayın!” (2/208) mesajına teslim olmaktır.

Ulusçu resmi ideoloji iflas etti! Tek çözüm “İslâm Kardeşliği”

Abdullah Yıldız / Vakit

Geçen hafta, neredeyse çeyrek asırdır PKK terörü ile mücadele görevini yürütmekte olan ve bu konuda en doğru yöntemi uyguladıklarını savunmakla kalmayıp aksini iddia edenleri ‘vatan hainliği’ ile suçlayan devletin güvenlik birimlerinin en tepelerindeki zevatın, emekli olduktan nice sonra kimi gerçekleri fark edenlerinin ard arda gelen itiraflarını okuduk hayretle!..
Kökleri Jön-Türklere, İttihat-Terakki’ye, Enver-Talat-Cemal Paşalara, be-tahsis Ziya Gökalp’e kadar uzanan ulusçu/Türkçü resmi retoriğin ve de ideolojinin iflas ilanı olarak okunması gereken bu itirafları birlikte gözden geçirelim:
Önce 12 Eylül askeri darbesinin mimarı, 7. Cumhurbaşkanı Org. Kenan Evren’in itirafları:
“Kürtçe yasağı koyduk. Ama biraz ağır yasak koyduk... Hata olduğunu sonradan anladım.”
Evren Paşa, bu yasağı neden koyduğunun ilginç hikayesini ise şöyle anlatıyor:
“Konuşmalarda, mitinglerde, şurada-burada Kürtçe konuşulmayacak. Okulda Kürtçe tedrisat yapılamaz dedik. Neden dedik? Ben devlet başkanıyken, bir köyde ilkokula gittim. Açtım kitabı, ‘oku şunu’ dedim çocuğa. Kem küm, çocuk okuyamıyor. Dördüncü sınıfa gelmiş, Türkçeyi okuyamıyor. Kızdım. Öğretmene döndüm, ‘Bu nasıl iş?’ dedim. Sonradan anlaşıldı ki, öğretmen de Kürt. Kürtçe yapıyor tedrisatı. Döndüm ve Kürtçe yasağını koyduk.” (Zaman, 8.11.2007)
Evren’in yasak koyma gerekçesi, I. Dünya Savaşı yıllarında Suriye ve Batı Arabistan Orduları Genel Komutanlığı yapan İttihatçı Cemal Paşa’nın, Arap halkın yaşadığı bu bölgede resmi işlemlerin Türkçe yapılmasını zorunlu kılmasını akla getiriyor. Enver ve Talat’tan sonra dönemin en kudretli adamı olan Cemal Paşa’nın huzuruna giren yöre insanının sağ çıkması da ‘mucize’ kabul edilirmiş. Buna Arap ileri gelenlerin Şam meydanında idam edilmeleri de eklenirse; Arap ulusçuluğunun, sadece İngiliz altınları ve Lawrens’lerin kışkırtmaları ile hortlamadığı kolayca anlaşılır. Birileri ‘Araplar bizi arkadan vurdu’ edebiyatının arkasına sığınsa da, bu akla ziyan uygulamaların koca bir imparatorluğun bölünüp paramparça olmasındaki payı ve ulusçuluğun “anti”sini ürettiği gerçeği unutulmamalıdır.
Maalesef Cumhuriyet elitleri, Jön Türk - İttihat Terakki şovenizmini daha ileri boyutlara taşıdılar. Bin yıldır “din kardeşliği”nin ve “ümmet” olmanın en güzel örneğini yaşayan, adeta etle tırnak olan Türk-Kürt halklarının arasına ayrılık tohumları atanlar, bizzat resmi ideolojinin “ulusçu” dogmalarını halka dayatanlar oldu. ‘Türk var, Türkçe var, başkası yok; Türk’ün Türk’ten başka dostu yok’ dendi.
İşbu yaman çelişkiyi Kara Kuvvetleri eski komutanı Org. Aytaç Yalman geçen hafta dillendirdi:
“Türkiye’nin, sorunu henüz sosyal boyuttayken görmesi ve doğru okuması gerekirdi... Ancak bunun yapılamadığını görüyoruz. Dilini konuşmak, şarkısını, türküsünü dinlemek istiyor, kültürünü yaşamak istiyor. Oysa bizler o dönemde ‘Kürt yoktur’ diye eğitilmişiz. Kürtleri Türklerin kolu olarak görüyoruz. Ortalıkta, dağlarda gezerken, ‘Karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir’ gibi tarifler dolaşıyor. O dönemde sosyal istekleri bile biz ‘yıkıcı faaliyetler’ kapsamında görüyoruz.” (Zaman, 8.11.2007)
Sadece Türklerin ve Kürtlerin değil Osmanlı şemsiyesi altında yaşayan çok sayıdaki etnik unsurun, bir diğerinin dili ile, dini ile, mezhebi ile, rengi ile, kıyafeti ile bir alıp-veremediği yoktu. Bu insanlar, özellikle ‘Anasır-ı İslâm’ yüzyıllar boyu bir arada kardeşçe yaşadılar. Sorun ‘Türk var, başkası yok’ sapması ile başladı. Seküler ulusçu zihniyet, sonra da bu ümmetin yegane tutkalı olan İslâm’ı yok saydı. ‘Harici ve dahili bedhâhlar’, bu tutkalı aşındırıp yok etmeyi ‘kanunen ve cebren’ gerçekleştirme yoluna girdiler. Terörü peydahlayanlar, kardeşi kardeşe kırdıranlar elbette bu fırsatı ganimet bildiler...
İmdi, bugün gelinen noktada, yukarıdaki itiraflar ve Org. İ.Hakkı Karadayı, Org. Hilmi Özkök, Org. İlker Başbuğ ve diğerlerinin terörle mücadeledeki başarısızlığın sebeplerine dair aynı minvaldeki beyanları ne anlama gelmektedir? Kabulü çok zor olsa da, bu, ulusçu resmi ideolojinin iflas ilanıdır.
CHP lideri Baykal’ın son öneri paketi, bu kabulün, fakat seküler temelde çözüm arayışının işareti gibidir. Bu ise bir başka çıkmaz sokaktır! Halkın 22 Temmuz’daki “İslâm kardeşliği” mesajına kulak tıkayanlar, hatta mesajı böyle okumayı bile tehlikeli bulanlar, kafalarını yeni duvarlara toslamadan halkımızın tek tutkalı olan İslâm’ı yok sayma dalaletinden tevbe ve rücû etmede gecikmemelidirler!
Bilin ki, kendi aranızda konuşup anlaşmayı başaramazsanız, ABD şeytanına mecbur olursunuz!
Bilin ki, Din’le savaşılmaz! İslâm’la didişmekten vazgeçip ‘ümmet’ bilincine sarılmazsanız; ve de bu halkla, tarihle, Din’le barışmazsanız, -maazallah- bu anafor bir topyekün izmihlâle dönüşebilir.
Tek çâre; bütün bir millet/ümmet olarak, “Ey inananlar! Hep birden Silm’e(barışa/İslâm’a) girin; şeytanın adımlarına(hilelerine/oyunlarına) uymayın!” (2/208) mesajına teslim olmaktır, vesselâm.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !