Vahşet asla normalleşmemeli
Filistin’de işgale karşı mücadele 76 yıldan beri kesintisiz bir şekilde süren bir mücadeledir. Ancak bazı zamanlarda olayların yoğunluk düzeyi artmıştır. Yoğunluk düzeyinin düştüğü dönemlerde ise siyonist işgalciliğin gerçek kimliğini gizleyerek, “normalleştirme” faaliyetleri yürütülmüştür.
İslam ümmeti başsız kaldıktan sonra çeşitli meselelere maruz kalmaya başladı. Bunların muhtelif sebepleri var. Ancak bizim gördüğümüz kadarıyla en önemlisi ümmet bilincinden, kardeşlik ve dayanışma ruhundan, birlikte hareket etme ve yaraları birlikte sarma duyarlılığından yoksun kalınmasıdır. Müslümanların tümünü kuşatması gereken cemaat ruhunun yerini ya tümüyle ferdiyetçi anlayış ya da sadece dar bir kesimi kapsayan, ümmet bilincinden yoksun bir cemaat anlayışı aldı. Bu durum İslam coğrafyasını çeşitli problemlerle boğuşturmak isteyenlerin işlerini kolaylaştırmakta ve onlara cesaret kazandırmaktadır. Bunun bir neticesi olacak ki günümüz dünyasında en çok problemlerle boğuşan coğrafya İslam coğrafyasıdır.
Günümüz Müslümanlarının karşı karşıya olduğu meseleler konusunda karşılaşılan en önemli sıkıntılardan biri de rutinleşmedir. Yani insanların gelişmelere alışmaları ve bunun neticesinde yaşananların onlar için adeta olağan gelişmeler haline gelmesi ve zamanla gündemlerinden düşmesidir. Oysa olaylar aynı sıcaklığıyla devam etmektedir.
Rutinleşme ve zamanın yıpratması birçok mücadelenin maddi sebeplerden çok psikolojik sebeplerden dolayı hedefine yaklaşamadan son bulmasına sebep olmuştur. Bazen de mücadelenin adeta bir hayat şekli haline gelmesine sebep olmaktadır. Yani zaman ilgi ve desteği yıpratsa da mücadeleyi yıpratamıyor, ama bu kez herhangi bir haksızlığın, işgalin ya da zulüm uygulamasının son bulması için verilen mücadele insanların hayatlarının ayrılmaz bir parçası haline geliyor.
Yaşadığımız çağın en uzun soluklu mücadelelerinden biri Filistin mücadelesidir. Filistin topraklarındaki hak mücadelesi bir asırdan fazla zamandır devam ediyor. Önce İngiliz işgaline sonra da siyonist işgale karşı mücadele edildi.
Fakat Filistin meselesinin bir avantajı var: Dünyaya kendi çıkarları doğrultusunda yön vermek isteyen güçlerin, oyunlarını çevirip bu meseleyi tümüyle tarihe gömme planlarının sonuna geldiklerini düşündükleri an, hiç ummadıkları bir yerden olaylar patlak veriyor. Birdenbire tüm Filistin topraklarına yayılıyor ve mesele yeniden dünya kamuoyunun gündeminde baş sırayı alıyor. Böylece tüm planlar alt üst oluyor. Bu meseleyi tarihe gömmek isteyenler de sıfır noktasına geri dönmek zorunda kalıyorlar. Bu da o toprakların kutsiyet ve bereketinden olsa gerek! Eğer bu tür gelişmeler yaşanmış olmasaydı Filistin direnişinin bu kadar uzun süre canlı kalması zor olurdu.
Siyonist işgal rejiminin kurulmasından sonra bu işgale karşı verilen mücadelelerin en yıpratıcı olanı ise Aksa Tufanı olmuştur. Sadece Filistin tarafı açısından değil Siyonist işgal rejimi açısından da öyledir. İşgal rejiminin Mısır, Ürdün ve Suriye’ye karşı açtığı Haziran 1967 Savaşı’nda ve Mısır’ın işgal güçlerine saldırı düzenlemesiyle başlayan Ekim 1973 Savaşı’nda da bu kadar kayıp vermediği, artık hadiseleri takip edenler tarafından kabul edilen bir gerçek.
Daha önce verilen mücadelelerin bazıları hayli uzun soluklu olmuştu, ama bu kez hem işgalcilerin saldırıları daha yıkıcı ve yıpratıcı, hem de Filistin direnişi karşısındaki kayıpları çok daha fazla olmuştur.
Filistin’de işgale karşı mücadele 76 yıldan beri kesintisiz bir şekilde süren bir mücadeledir. Ancak bazı zamanlarda olayların yoğunluk düzeyi artmıştır. Yoğunluk düzeyinin düştüğü dönemlerde ise siyonist işgalciliğin gerçek kimliğini gizleyerek, “normalleştirme” faaliyetleri yürütülmüştür.
Ancak dört aya yakın bir süredir Gazze’de sürdürülen katliam ve yıkımlar siyonist vahşetin dünden bugüne hiç değişmediğini ve normalleşmediğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Bu durumda iki tehlike karşısında uyanık ve dikkatli olmak gerekiyor. Bunların birincisi rutinleşmesi yani saldırıların ve katliamların kanıksanması, dolayısıyla güncel bir olay olarak algılanıp tepki ve duyarlılığın kaybedilmesi. İkincisi ise bundan sonraki süreç içinde siyonist işgalin normalleştirilmesi için siyasi faaliyetlere geri dönülmesinin kabul görmesi ve yadırganmaması.
(Ahmet Varol / Y.Akit)