11-02-2018 11:54

Venhar Kur`an Evi`nde `Vasat Ümmet Ahlakı` konuşuldu

Vasat bir ümmette; Günlük olaylar ve Dünya’da yaşanan gelişmeler karşısında, adil olma vasfımızı koruyarak yorumlar yapılmalı, bir kişiye/kavme olan kinimiz veya sevgimiz bizi adil konuşmaktan alı koymamalıdır. Ancak tabii ki; Nabza göre şerbet verme kavramı kesinlikle VASATLIK değildir. Aile içinde adaleti gözetmelidir, Sevmede ve ilgi göstermede adaleti gözetmelidir, Müminlerin kardeş ilân edildiği, yığılan kişisel servetlerde, fakir ve muhtaçların hak sahibi olduğunun ifade edilmesi, İslâm`da adalet anlayışının tezâhürleridir. İşçilere bakışımızda adaleti gözetmelidir, Çocuklar arasında adalet, Mirasda adalet sağlanır.

Venhar Kur`an Evi`nde `Vasat Ümmet Ahlakı` konuşuldu

Venhar Cumartesi sohbetlerinin dünkü konuşmacısı Ali Durmuş idi. Durmuş, Vasat kelimesini detaylı bir şekilde analiz edip, Kur'an'da Vasat kelimesinin geçtiği ayetlere değindi. Kelimenin eş anlamlısı ve zıt anlamlısı diğer kelimelerle de bağlantılar kuran Durmuş, "VASAT" bir ümmetin ahlaki özelliklerini 15 başlık altında inceledi. Konuşmanın tam metnini sizlerin istifadesine sunuyoruz.1.    VASAT KELİME ANLAMI

Vasat kavramı, kök olarak Arapça “vasata"  fiilinin mastarıdır. Vast veya vasat şeklinde iki kullanımı vardır.  Kelime olarak: iki eşit tarafı olan şeyin ortası, denge, adalet, insaf gibi anlamlara gelir.  Vasat, sıfat olarak; en hayırlı, en iyi, en adil ve en güzel anlamlarında kullanılır. 

Râzi de Peygamberimiz (s.a.v.)’in Bakara Sûresinin 143. ayetinde geçen “Vasat” kelimesine  “adalet” anlamı verdiğini ifade eder.  Ayrıca Hz. Muhammed’in Kureyş kabilesinin en vasatı, yani en adil en dengeli ve en seçkin olanı olduğunun söylendiğini belirtir.2.    VASAT’IN SIFAT OLARAK KULLANIMI
 
Kısaca Araplar, “vasat” kelimesini sıfat olarak, hayır, adalet, iyilik, yücelik, insaf ve yüksek makamı ifade etmek için kullanırlar. Mekân için sıfat olarak kullanıldığında, o yerin tam ortasını ifade eder. Örneğin  “mera vasattır” Ortada olduğu için korunmuş ve sağlamdır. Bir saldırı olsa etrafındakiler yok edilmeden oraya ulaşılamaz.
 
Vasat kelimesinin Arapça’da farklı kullanımları da vardır. Örneğin, "Vasat" iki verilmiş soyut kavramın ortasını ifade etmek için de kullanılır. Meselâ "hesap bakımından bu en ortası, (en iyisi)" cümlesinde olduğu gibi.3.    VASAT’IN İSİM OLARAK KULLANIMI
 
 “vasat” isim olarak kullanıldığında orta, merkez,  öz, vücudun orta kısmı, çevre, etraf, âlem, ortalama alet, mümessil, araç, orta derece manalarına gelmektedir.
 
Arapça’da aynı kökten türemiş birçok farklı kelime ve kullanım vardır. Bunlardan “vasit”: şerefli, soylu anlamlarına gelmektedir. “vasût”: güneşin gökyüzünü ortalaması, “vâsita”: gerdanlığın ortasındaki değerli taş, “vesâta” arabuluculuk, “mütevassıt”: ortada, merkezi anlamlarında kullanılır.4.    KUR’AN’DA VASAT KELİMESİNİN KULLANIMI
 
“Vasat” kavramı,  Kur'an-ı Kerim’de beş farklı kalıpta ve beş ayette  geçmektedir.
 
4.1.Dengeli, Makul, Adil, Hayırlı... : (وَسَطًا أُمَّةً)
 
 
"İşte böylece sizin insanlar üzerinde şahitler olmanız, Resûl’ün de sizin üzerinizde şahit olması için sizi orta bir ümmet kıldık...
 
(el-Bakara 2/143)

 
4.2.Arasına girmek, tam ortasına dalmak (جَمْعًا بِهِ نَفَوَسَطْ) :
 
 
“ Topluluğun ortasına dalan ( at) lara”
 
 (el-Âdiyât 100/5 )
 
Elmalılı Hamdi Yazır ise bu ayette, düşmanı çevirip ortaya alarak, mağlup ve perişan eden Müslüman ordusuna yemin edildiğini söylemektedir. Sanki düşman askerinin, gelişigüzel bir orta yere değil de, ordunun veya atların en can alıcı/en çok zararı verilebileceği yere dalmak anlamı vardır. 
 
4.3.Orta Halli, Çok berbat veya lüks olmayan ( أَوْسَطِ):
 
Allah kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da kefareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek yahut da bir köle azat etmektir.
(el-Maide 5/89)

 
4.4.En Makulü, En Adil, En Dengeli Olmak (أَوْسَطُهُمْ)
 
Kalem Sûresinde anlatılan bahçe sahipleri olayında, 28. Ayette içlerinden en mantıklı sözü söyleyen kardeş için “أَوْسَطُهُمْ” ifadesi kullanılmaktadır. Ayette birkaç kardeşin ortaklaşa sahip oldukları bir bahçenin hasat zamanı geldiğinde, ürünlerini toplamak için akşamdan sözleştikleri, fakirlere hiçbir şey vermemek için de sessizce bahçeye gidip hasat yapmayı planladıkları aynı zamanda da bu işi kesinlikle yarın yapacağız diye yemin edip inşallah demedikleri ifade edildikten sonra, Allah'ın bir gecede bahçeyi kuşatıcı bir afetle kapkara yaptığı anlatılmaktadır. Bu olayı gördeklerinde, içlerinden en mantıklı yorumu yapan kişi şöyle demektedir:
 
 Onların en makul olanı: - Ben size (Allah’ı) tesbih etmeniz gerekmez mi, dememiş miydim? dedi.”
(Kalem 68/ 28)
 
Bu ayette “أَوْسَطُهُمْ” ifadesi, ism-i tafdil olarak kullanılmaktadır. Anlam olarak: en akıllı, en adil, en mantıklı ve en dengeli manasına gelmektedir.
4.5.Orta(الْوُسْطَ الصَّلاَةِ):
 
Kılınmasında ihmale en çok uğrayabilecek, meşguliyet anına rastlayan ve beş vakit namazın tam ortasında bulunan namazı muhafaza etmeyi emrederken yüce Allah, “vusta” kelimesini kullanmıştır.*
 
“Namazlara, (özellikle) orta namaza devam edin. Saygı ve bağlılık içinde Allah’a kulluk edin.
 (el-Bakara    2/238)
 
ÖZETLE VASAT TERİMİ; fiziki manada bir cismin iki ucunun ortasını, psikolojik manada bir toplumun en makul, en adil ve en doğru olanını; ahlâki anlamda da ifrat ve tefrite kaçmamayı ifade etmektedir.
 
 
 
 
 (Adalet – Mizan – Kıst – İstikamet – Hikmet)


5.1.Adalet Kelimesi
 
Arapça  adl” kökünden gelen adalet kelimesi, bir şeyi yerli yerine koymak, gerçeği ortaya çıkarmak, zulmün karşıtı olarak akla, sağduyuya, vicdana göre davranmak, doğru olmak, insaf etmek, denk olmak, birbirine eşit olmak, terazinin kefelerini eşit hale getirmek, tarafsızlık, anlamlarına gelmektedir. (el-Isfahânî, Müfredât)
 
Kur’an’da değişik formlarda “adl” kökünden 28 yerde geçmektedir.
 
 
 
Konuşmada ve Şahitlikte Adalet
 Konuştuğunuzda –akraba bile olsa- sözünüzde adil olun.”  
 
-el-En’am, 6/152-
 
 
 
 
 
 
Hükümde Adalet
Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline vermenizi  ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah size ne güzel öğüt veriyor...”
 
-en-Nisa 4/58-
 
 
 
Barış Yaparken Adalet
 “Eğer mü’minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup düzeltin. Şayet biri diğerine tecavüzde bulunacak olursa, artık tecavüzde bulunanla Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah'ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.”
 
-el-Hucurât 49/9-
 
5.2.Mizan Kelimesi
 
Arapça “vezene” kökünden türeyen “mizan” kelimesi bir şeyin ağırlık veya hafifliğini, miktarını öğrenmek anlamına gelir. Aynı zamanda bir şeyi tartmak için kullanılan terazi de vezin diye ifade edilir.
 
Kur’an’da değişik formlarda 23 yerde “vezene”  kökü kullanılmaktadır.
 
 
 
Genel Denge Kanunu (Kozmik alemin sünnetullahı)
 
Göğü yükseltti ve mizanı  koydu. Sakın mizanı bozmayın.”
 
 
er-Rahman 55/7–8
 
 
Ölçme, Tartma ve Değerleme İşini Adaletle Yapmak
 
 
“Sakın mizanı bozmayın. Mizanı adaletle tutun ve eksik tartmayın.”   
 
er-Rahman 55/9
 
Razi’nin de yorumuna göre, bu ayette genel itibarı ile  mizanda yani tartmada haddi aşmayın manasında 3 kez tekrar edilerek kullanılmıştır.
 
Ku’ran ile mizan-tartı, ölçü arasında bir münasebet  vardır. Çünkü Kur'an’da, diğer kitaplarda bulunmayan ilim; “mizan”da da, diğer aletlerde bulunmayan adalet vardır.
 
 
“Andolsun, biz elçilerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik……..”
 
 
 
el-Hadid 57/25
 
İbni Kesir de bu ayette geçen “mizan” için, Katade ve Mücahid’in “adalet” dediğini kaydettikten sonra şöyle der: “Mizan, dosdoğru ve sahih akılların; hasta, bozuk görüş ve düşüncelerden kendisiyle ayırt edildiği hak ve adalettir.” 
 
Yeryüzünde Denge (Yeryüzü Aleminin Sünnetullahı – Fıtri Ayarları)
 
Yere (gelince) onu döşeyip yaydık, onda sarsılmaz  dağlar bıraktık ve onda  her şeyden ölçüsü(mizanı) belirlenmiş ürünler bitirdik.”
el-Hicr 15/19
 
Yani  Yüce Allah  yeryüzünde her şeyi belli bir miktar ve ölçü içinde ilahi  hikmetin gerektirdiği şekilde takdir etti ve bitirdi.  Çünkü yerden çıkarılan madenler, hayvanlar, meyveler ve ekinler insanın yaşamına hizmet ettiğinden hepsi belirli miktarda yaratılır. Bunların hepsi birbiriyle uyumlu ve ölçülüdür. Eğer uyum olmazsa, denge olmaz.
 
Amelleri Tartan Terazi
 
O gün mizan haktır. Kimin tartıları ağır basarsa, işte kurtulanlar onlardır. Kimin tartıları hafif kalırsa, bunlar da ayetlerimize karşı haksızlık ettiklerinden dolayı kendilerini ziyana sokanlardır.”
el-A’raf 7/8–9
 
Ekolojik Denge -   İnayet (Gaye ve Nizam) Delili
 
Ekolojik denge, tabiattaki varlıklar arasındaki ahenk, insicam,  her şeyin belli ölçü ve miktarda olduğunu ifade eden dengedir.
 
Ekolojik denge bir kere bozulduğu zaman, zincirleme olarak yeni dengesizlikler  ortaya çıkmaktadır. Allah yarattığı kainattaki bu ekolojik dengeyi korumamızı istemektedir. Bize emanet ettiği bu güzelim nimetleri  korumayanları da sevmediğini ve cezalandıracağını ifade etmektedir.
 
“O iş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekini ve nesli helak etmeye çalışır. Allah ise bozguncuları sevmez.”
el-Bakara 2/ 205
 
“Yeryüzü ıslah edildikten sonra orada bozgunculuk  yapmayın...”
el-A’raf 7/56
 
5.3.Kıst Kelimesi
 
Arapça “g-s-tقِسْطِ” fiilinden türemiş mastar olan “kıst” kelimesi, adil olmak, kamil, mutedil olmak, terazi, miktar, pay ve hisse gibi anlamlara gelmektedir.
 
“Gasseta” adil şekilde bölüştürmek,  Gıstas” mizan ve en sağlam ölçü; fakat gast” olarak geldiğinde,  adaletsizlik yapmak, zulmetmek, gibi kelime tam zıt  bir anlama gelmektedir.
 
Kur’an’da 27 ayette geçmektedir. Sadece Cin Suresi 14-15. Ayetlerde olumsuz, diğerlerinde olumlu anlamda kullanılmaktadır.
 
 Adil ve Mutedil olmak
 
De ki Rabbim adaleti (kıst) emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O’na çevirin. Dini yalnız kendisine has kılarak O’na dua edin. Başlangıçta sizi yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz”
el-A’raf 7/29
 
Bu ayette geçen  “kıst”  kelimesi  adalet ve  i’tidal anlamına  gelmektedir. Kur'an insana, ifrat ve tefritten sakınıp  her işte orta  halli ve ölçülü  bir şekilde hareket etmeyi, dengeli davranmayı yani  mutedil olmayı, istikamet ve adalet üzere  bulunmayı emretmektedir.
 
Ölçüyü ve Tartıyı Düzgün Tutmak   
 
 
“(Şuayb, kavmine), Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle(bil gıst) yapın; insanların eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın”
Hûd 11/85
 
5.4.İstikamet Kelimesi
 
Arapça  “gâ-me” fiil kökünden türetilmiştir. İ’tidal üzere olmak, adaletten, doğruluktan ayrılmamak ve aklın gereğini yapmak anlamına gelmektedir. İstikamet aynı zamanda denge anlamına da gelmektedir. Araplar, “istegame lehu’l-emr” “işi dengeli ve düzgün oldu” derler.
 
İstikamet ile aynı kökten gelen “müstakim” kelimesi de hiçbir yerinde eğrilik bulunmayan, dümdüz ve dosdoğrudemektir.
 
 “Şüphesiz Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: ‘korkmayın, üzülmeyin, size va’d olunan cennetle sevinin’ derler.”
Fussilet 41/30
 
 Ayette Allah’ın birliğini ve Rabbliğini tasdik ve ikrar edip, şirke dönmeksizin o ikrarda sebat ederek hayatı tanzim etmek, istikamet olarak nitelendiriliyor. Hz. Ebû Bekir’e göre istikamet, Allah'a şirk koşmamaktır. Hz. Ömer’e göre ise, Allah'a itaat etmek, hayat yolunda dosdoğru yürümektir.
 
Kur’an’da istikamet kavramının geçtiği ayetler bir bütün olarak incelendiğinde; itikat, amel ve ahlakta ifrat ve tefritten uzak insanın, dengeli bir şekilde sırat-ı müstakim üzere olduğunu görürüz.
 
5.5. Hikmet  Kelimesi
 
Arapça“h-k-m” kökünden mastar olan “hikmet” kavramı, engellemek, mani olmak, sınırlamak suretiyle tecavüzü önlemektir. “hüküm,” zulme engel olmak  şeklinde tanımlanırken, rasgele davranmasına mani  olduğu için, ata takılan geme “hakeme” denmiştir. (İbn Faris, Lügat) Zalimin  zulmüne engel olduğu için yargıçlara, “hakim”  denmektedir.  (İbn Manzır, Lisanu’l-‘Arab)
 
“ha-ke-me” harflerinden türetilen tüm kelimelerde ortak olan engelleme faaliyeti; her zaman sulh, barış ve dengeyi hedefler.  (el-Isfahânî, Müfredât,)
 
Diğer bir tanıma göre hikmet, sağlam ve temelli bir ilme sahip olmak, yapılan her şeyi bu ilme uygun olarak yapmaktır. (İbn Aşûr, Tefsir)
 
Bu kavramların hepsi;  “vasat” lığı, orta yolu ve dengeyi ifade etmektedir.
 
(İfrat – Tefrit - Gulüv - Tuğyan – İfsat - Udvân ve Te’addî – Zulüm )
 
6.1.İfrat Ve Tefrit
 
İfrat, bir konuda  ölçüyü aşma ve aşırı gitmektir. Tefrit ise, bir konuda olması gerekenden daha az yapma, yani normalin altında kalmadır. İslâm ise, ne ifratı ne tefriti  benimser, çünkü O vasat bir dindir.
 
 6.2.Gulüv
 
Arapça “ğa-le-ye” kökünden mastar olan gulüv, bir şeyde haddi aşmak, taşkınlık yapmak, başkalarının hakkına tecavüz etmektir.
 
 Ey kitap ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin (تَغْلُواْلاَ)ve Allah hakkında gerçek olmayan şeyler söylemeyin…..”
en-Nisa 4/171   (benzeri Maide/77)
 
Nisa/171. ayetiyle ilgili olarak, İbni Kesir şöyle diyor: “Hristiyanlar, Hz. İsa hakkında sınırı aşıyorlar ve  Hz. İsa’ya Allah'ın vermiş olduğu konumu, yani O’nun bir kul ve Nebi  olduğunu beğenmiyorlar, O’nu Allah'tan başka ilah gibi görüyor, Allah'a ibadet eder gibi O’na ibadet ediyorlar.
 
6.3.Tuğyan
 
Arapça  “Ta-ğa-ye” kökünden mastar olan tuğyan, sınırı aşmak, azgın olmak, isyanda fazla ileri gitmek, ölçüsüz hareket etmek ve kâfirin küfründe aşırı gitmesidir. Kur’an’da 40 yerde geçer. Kur’an’da çoğunlukla insanın yaratılmış olduğunu unutup, küstahlaştığı, kendisini her şeyden müstağni zannettiğini, istediğini yapabilme, istediği her şeye sahip olabilecek kudrete sahip olduğu vehmine kapılıp, Allah'a kafa tutmaya kalkıştığını ifade etmek için kullanılır.
 
6.4.İfsat
 
İfsat, bir şeyin dengesini bozmak, alt-üst etmek, zulmetmek gibi anlamlara gelir. Salah kelimesinin zıddıdır. Kur’an’da 50 ayette geçen ifsat, genel olarak yeryüzünün dengesini bozmak, kargaşa çıkarıp halkın huzurunu bozarak onlara zulmetmek anlamında kullanılmıştır.
 
 
Kendilerine: ‘ yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde: ‘biz sadece ıslah edicileriz’derler. Bilin ki; gerçekten asıl fesatçılar bunlardır. Ama farkında değildirler.”
el-Bakara 2/11–12
 
Râzî şunları ifade eder: İbni Abbas, Hasan Basri, Katâde ve Süddi’ye göre yeryüzünde fesattan maksat, Allah'a açıkça isyan etmektir.
 
Allah’ın yasaları, kullar için vaz’ olunmuştur. İnsanlar bu dînî kurallara sımsıkı sarıldıklarında, düşmanlık ortadan kalkar ve herkes kendi işiyle gücüyle uğraşır. Böylece kan akıtmaların önüne geçilmiş ve fitneler dinmiş olur. Bu yolla hem yeryüzünün, hem de orada yaşayanların iyiliği sağlanmış olur.
 
6.5.Udvân, İ’tida ve Te’addî
 
“u-d-v”  harflerinden türetilen isim ve fiillerin tümünde ortak olan anlam, geri durulması gerekirken bir şey hakkında ileri gitmek, sınırı aşmak, sınır ihlâlinde bulunmaktır.
 
Udvân,”  uygulamalarda adaleti ihlal etmektir.  “Adî,” diğer insanlara karşı zulüm ve düşmanlık yoluyla taşkınlık yapan, “İ’tida” ise, her şeyde sınırı aşmak demektir. “İ’tida” özellikle, zulüm ve isyanda aşırı gitmek anlamında kullanılmaktadır.
 
Bu adaleti ihlal etme durumu için verilebilecek örnekler;
 
·        Evlere normal olarak kapılardan değil de arkadan, garı tabii yollarla girmek   el-Bakara 2/189
·        İsrail oğullarının peygamberlerini öldürmeleri,     el-Bakara 2/ 61; Âl-i İmran 3/122
·        Savaşta sınır ihlâli,  el-Bakara 2/ 190; el-Maide 5/2
·        Haksız yere savaşı başlatmak,      el-Bakara 2/ 194
·        Kadınlara zulmetmek için boşamamak,     el-Bakara 2/ 231
·        Yeme-içme hususunda haddi aşmak,    el-Maide 5/87
·        Yapılan antlaşmalara riayet etmemek,      et-Tevbe 9/10
·        Ceza gününü yalanlamak,     el-Mutaffifin 83/12
·        Allah'a şirk koşmak,          Kâf 50/20
 
Bütün bunlar gibi Allah'ın zatına ilişkin sınırları ihlal etmek de aynı kelime ile(“i’tida” ve “udvan”) ifade edilmiştir.
 
6.6.Zulüm
 
Arapça “za-le-me” kökünden mastar olan zulüm, lügat anlamı olarak, bir şeyi  konulması gereken yerden başka bir yere koymak, yersiz yapmak, bir kimsenin malını gasp etmek, hakkını vermemek, karanlık, bir yeri karartmak gibi anlamlara gelir.
 
 
ÖZETLE;  Allah'ın koyduğu sınırlar, tüm davranışların meşru zeminleridir. Çünkü bu sınırlar tabiidir, insan fıtratına uygun, her türlü eksiklikten uzaktır. Bundan dolayı kabulü de, uygulaması da kolaydır. İnsan fıtri olarak Allah'ın sınırlarına yabancılık çekmez. Onun için tevhid(vasatlık, adil olmak, ölçülülük, istikamet sahibi olmak, hikmetli olmak)  asli bir durum iken; isyan ve şirk (İfrat – Tefrit - Gulüv - Tuğyan – İfsat - Udvân ve Te’addî – Zulümarızî bir durumdur.7.    VASAT ÜMMETİN NİTELİKLERİ
 
Kur’an’ın temel hedeflerinden birisi de, yeryüzünde adil ve ahlaki temellere dayanan, yaşanabilir bir toplumsal düzen kurmaktır. Birey önce kendi içinde adil, iki aşırı uçta yer almayıp, dengeli bir hayat sürecek kimlik kazanmalıdır. Dolayısı ile dengeli olmayı başaran insanlardan oluşan toplum da dengeli, adaletli (vasat) bir ümmet olmayı başaracaktır.
 
Her hak sahibinin hakkını tam ve zamanında veren bu insan, sadece kendisi için değil, tüm insanlık için yaşama idealinden hareketle, yeryüzünde şahit ve model olma görevini kesintisiz sürdürmelidir. Böylece bütün bir insanlığın benliğinde yerleştirilmiş fıtrat nizamı oluşacak ve ihtiyaç duyulan vasat ümmet tahakkuk etmiş olacaktır..
 
İnsan yapısı itibariyle dengeli, adalet ve ahlâk temelleri üzerine dayalı bir toplum düzenini kurabilecek niteliklere sahip bir varlıktır. Onu yeryüzünün halifesi olarak görevlendiren ilahi irade, aynı zamanda onu bu görevin gerekli kıldığı tüm donanımla teçhiz etmiştir.
 
Kur’an-ı Kerim’in özellikle emir ve nehiylerdeki hitap üslubu, dengeli bir toplumda bir fert ve toplumun ilişkileri açısından son derece dikkat çekicidir. Bazen çoğul kipi ile tek bir ferde hitap ederken, (el-Mü’minûn 23/51; en-Nahl 16/ 126; en-Nur 24/26 ) bazen de tekil bir kiple tüm topluma (el-İnfitar 82/6; el-İnşikak 84/6;  el-Asr 103/2) hitap etmektedir.
 
Vasat Ümmetin özelliklerini üç başlık altında inceleyebiliriz;
 
1)     Vasat Ümmetin İtikadı(İnanç Esasları)
2)     Vasat Ümmetin Kulluk ve İbadet Anlayışı
3)     Vasat Ümmetin Ahlâkı (Toplumsal ve kişisel ahlak)    
 
** Vahyin inşa ettiği bu yeni insan kimliğin oluşturduğu toplumun en belirgin niteliği, hayatı yaşanılır, temiz ve nezih hale getirmiş olmasıdır. Kur’an-ı Kerim, yaşanacak, huzurlu ve nezih hayatı, Nisa suresi 31. ayette müdhalen kerima olarak tanımlamaktadır. Bu ifadeyi, son derece hoş bir yer, şerefli bir mesken, temiz bir hayat olarak anlamak mümkündür.
 
Peygamberimiz (s.a.v.)’in Allah’ın emri ile; “İşte bu, benim dosdoğru yolum! Öyleyse bunu izleyin ve diğer yollardan gitmeyin ki sizi O’nun yolundan saptırmasınlar” buyurduğu ve “Allah'ın tavsiyeleri” olarak bize önerdiği esasları anlatan (Enam 151-153), 
 
Ayrıca; İslâm  davetinin bir manifestosu gibi, Medine’de Peygamberimiz (s.a.v.)’in inşa edeceği İslâm toplumunun hangi ideolojik, ahlaki, kültürel, ekonomik ve hukuki ilkeler üzerine kurulacağını ortaya koyan  ve hicretten kısa bir zaman önce nazil olan İsrâ suresinin 23-39. ayetlerini baz alarak, dengeli toplumun temel bazı  niteliklerini maddeler halinde tespit etmek istiyorum.
 
De ki: “Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri) çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Meşrû bir hak karşılığı olmadıkça, Allah’ın haram (dokunulmaz) kıldığı canı öldürmeyin. İşte size Allah bunu emretti ki aklınızı kullanasınız.”
 
Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. Biz herkesi ancak gücünün yettiği kadarıyla sorumlu tutarız. (Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa âdil olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.
 
İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.
 
 
(En’am 151-153)
 
 
 
Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.
 
Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni  küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.
 
Rabbiniz, içinizde olanı en iyi bilendir. Eğer siz iyi kişiler olursanız, şunu bilin ki Allah tövbeye yönelenleri çok bağışlayandır.
 
Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir.
 
Eğer Rabbinden ummakta olduğun bir rahmeti beklerken (darlıkta olduğundan dolayı) onlara sırt çevirecek olursan, bu durumda (en azından) onlara yumuşak söz söyle.
 
Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.
 
 
(İsra 23-29)
 
7.1.Tevhide İnanan Şirkten Uzak Bir Ümmet
 
Tevhidin tanımı, Sufilerde ve  kelamcılarda  farklı farklı yapılabilmektedir. Hatta tasavvuf ehli kimseler, yazı ve konuşmalarında kendilerince tanımladıkları “tevhid” kavramını dillerinden düşürmezler. Özellikle son dönemlerde yaşanan FETÖ olayları sonrasında, kendilerine de benzer eleştirilerin yöneltilmesinde yaşanan artış nedeni ile bu kavrama daha da vurgu yapar olmuşlardır. Oysaki bu çabanın; tarikatların manevi liderlerini Allah ile ilişkilerinde aracı veya ortak veya eşit görerek düştükleri büyük çelişki ve günah psikolojisinin bir eseri olduğunu bizler Kur’an sayesinde biliyoruz.
 
Tüm varlıkların Allah’ın yeryüzüne bir yansıması olduğunu ve her varlığın esasında Allah’ın kendisinin tezahürü olduğunu iddia eden “vahdet-i vücud” anlayışı, tevhid ile zoraki bağdaştırılmaya çalışılıyor.
 
Rabıta ile şeyhten ve direk peygamberden yardım isteme veya şefaat gibi tevhide zıt inançları;  Allah katında itibarlı naz ehli kişilerin dualarının daha çabuk kabul edileceği,  şeyhlere danışmayı ilaçların prospektüsünü anlamada  ilim sahiplerinden faydalanma gibi görmek gerektiği, annesinin yavrusu için duyduğu muhabbeti Allah’ın evliyasına (!) duyma gibi açılımlarla şirk olgusunun üstünü örtmeye çalışmalarının tek sebebi, TEVHİD konusunda kendilerinin de duyduğu suçluluk psikolojisinden başka bir şey değildir.
 
Kelâmcılar tevhidi iki açıdan değerlendirmişlerdir. Bunlar, ilmi ve ameli birlemedir. İlmi birleme, Allah'ta bulunması zorunlu nitelikleri kabul etmek, tenzihi zorunlu olan eksik nitelikleri de reddetmektedir. Yani, Allah'ı bilgi ve söz düzeyinde tevhid etmektir.
 
 
Amelî tevhid ise, ortağı olmayan tek Allah'a ibadeti, kulluğu,  sevgi, ihlas, tevekkül ve bağlanmayı, yalnız O'ndan ummayı ve korkmayı, hiçbir konuda O'na eş tutmamayı gerektirir. Ameli tevhid, Allah'ı niyet, irade ve amel bağlamında birlemektir.
 
 
 
İlmî tevhidde tasdik tekzip; amelî tevhidde teşvik veya menvardır. İlmî tevhidin 2 karşıtı vardır. Bunlar ta’til (sıfatları iptal) ve teşbihtir (Allah'ı yaratılmış varlıklara benzetme). Amelî tevhidin de 2 karşıtı vardır. Bunlar da Allah'a sevgi, bağlılık, tevekkül ve güvenden yüz çevirmek ile bu konularda başka varlıkları Allah'a ortak koşmaktır.
 
 
Allah'ın kulların fiillerinin yaratıcısı olması, tüm evreni idare etmesi ve âlemlerin Rabbi olması gibi gerçekler ilmî tevhidin konularını oluşturur. Bu gibi gerçeklere kevnî gerçekler denir.
 
Allah'ın emrettiği şeylerin sevilmesi, haram kıldığı şeylerin sevilmemesi, O'nun sevdiğine sevgi gösterilmesi, sevmediğinden yüz çevrilmesi, bütün  hükümlerin O'nun tarafından teşri edilmesi gibi gerçekler de ameli tevhidin öğelerini oluşturur. Bu tür gerçeklere de dini ya da şer'i gerçekler adı verilir. Kozmik alemlerin Rabbi olan Allah, yeryüzündeki hayatın ve tüm canlıların da Rabbi’dir.
 
Allah'a ibadet, belirli amellerle sınırlı değildir. Allah'a ibadet etmek, insanın her adımında, her hareketinde, her sözünde O'nun koyduğu kurallara uymak, O'nun hükümlerini yerine getirmek, resullerinin gösterdiği yoldan yürümek demektir. Yalnızca O'ndan yardım dilemek, korkmak, O'na güvenmek, dayanmak, tevekkül etmek, sığınmak, O'ndan başkasını veli edinmemek, sorunların çözümünü O'na havale etmek, O'ndan başka koruyucu, kollayıcı kabul etmemek de tevhid inancının gerektirdiği tek Allah'a ibadetin boyutlarını  oluşturur.
 
Tevhidin tam zıttı olan şirk, aynı kökten gelen kelimelerle birlikte, Kur'an'da 150’yi aşkın yerde geçmektedir.
 
***Bütün müşrik toplumlarda, herkes idarede kendi ortağının söz sahibi olması için çalıştığından bir karmaşa hakimdir. Tek bir gücün hükmüne/iradesine razı olunmadığı için kim daha güçlü ise onun sözü geçmekte, zalim mazlumu ezebilmekte ve adalet olamamaktadır. Genellikle ahlaksızlık, nefis duyguları, hırs, azgınlık, taşkınlık ve menfaatperestlik hâkimdir.
 
Şirkin çeşitleri; Allah'ın birliğine ortak kabul etmek şirk olduğu gibi, kudret, irade ve tasarrufunda O'na ortak kabul etmek de şirktir. ÖRNEĞİN; gelecek endişesi ile inasnın çocuğunu anne karnında hayatına son vermesi  VEYA ruhsal sıkıntılar nedeni ile intihar etmek Allah adına yaşamlara müdahale bulunmaktır. Yeryüzünün kırklar hürmetine ayakta durduğuna inanmak, Allah’a eksiklik izafe etmek ve bir hakkı teslim etmemek olduğu için şirktir.
 
*** Şirk'in diğer bir çeşidi de, yalnız Allah'tan beklenmesi gereken sonuçları, Allah'tan başka güç ve kişilerden beklemektir. Olmayacak bir iş için Allah’tan yardım dilemelidir bir Mümin. Asıl tevhid; Allah’ın vasat bir ümmete hayrı nasip edeceğine sımsıkı sarılarak iman etmektir.
 
 
 
7.2.Aile ve Yakın Akrabalarla İlişkileri İyi Olan Bir Ümmet
 
İslâm, ailenin sağlam bir şekilde kurulup devam ettirilmesine son derece önem vermiştir. İslâm’ın ilk tebliğ yılarından itibaren, inanç ve ibadetle ilgili hükümlerin yanı sıra, aile ile ilgili çok sayıda âyet nazil olmuş, Hz. Peygamber de ailevi ilişkileri düzenleme bakımından bir çok uygulamada bulunmuştur.
 
Tek evliliğin tavsiyesi(adalet için), mehirlere önem verilmesi, nikahlanılması helal kadınlar, hür kadın almaya gücü yetmeyenlerin cariye ile evlenmelerinin uygun olduğu, uyum için inanç birliğinin gerekliliği,  ahlâki çerçevenin korunabilmesi için de eşlerin zinaya bulaşmamış olmaları hususu  vurgulanmıştır. (Nisa-Bakara-Nur Sureleri)
 
İslâm öncesi var olan “sığar” adı verilen nikâh türünde, iki aile kızlarını takas ederek evlendiriyorlardı. Bu davranış, kadını aşağılayan ve bir mal gibi gören anlayışın ürünüdür. Buna benzer bir uygulama olan başlık parası da, kızın babası veya ailesi tarafından belli bir para karşılığı satılması, gibi yanlış bir davranıştır. İslâm, mehiri kadına vererek ona gereken değeri vermiş ve mehirini istediği gibi harcama hakkı tanımıştır.
 
Aile; karı-koca ve çocuklarla birlikte günlük hayatın stresinden uzak, sevgi, şefkat, merhamet, huzur, ilgi ve mutluluk gibi psikolojik olguların yaşandığı bir mekandır. Kur'an ailenin bu ruhsal boyutuna temas etmiştir:
 
 
Size nefislerinizden, kendilerine ısınasınız diye, zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve esirgeme yapması da O’nun ayetlerindendir.”
 
 
 
 er-Rum 30/21
 
 Bu durumda aile, psikolojik tatminlerin gerçekleştiği bir yuva olmakla birlikte, mensuplarının korunduğu ve esirgendiği, fiziki barınak sağlayan bir kurumdur. VASAT bir aile kurumu için İsra 23-29 ve En’am 151-153 ayetlerinden ve Kur’an’ın genel bütününden yola çıkarak söyleyebileceğimiz birkaç husus şunlar olabilir;
 
1-     Kadınlar da erkekler de aile kurumunu korumak zorundadır ve sürekliliğini sağlayacak şekilde hareket etmelidir. Özellikle evliliklerden sonra kızların da erkeklerin de yeni en küçük kurumu; son kurduğu ailesidir. Evin hanımı ve erkeği bu yeni kurumu en iyi şekilde yaşatmakla mükellef
 
2-     Anne-babalara ve akrabalara saygı, aile yuvasının devamının şartlarındandır. Ki, İslam’da buraya sıla-ı rahimkavramı oturur. Sıla-i rahim', bir anlamda merhamet bağıdır. Yakınlara karşı gösterilmesi gereken maddi/manevi şefkat ve ilgidir. Allah bunu tavsiye etmemiş; emretmiştir.  Sahih olduğunu düşündüğüm bir hadiste Allah Rasulü “Akrabalık bağlarını kesip koparan kimse Cennete giremez” demiştir. (Buhari/Edep-11)
 
Ziyaretler akrabalar arasındaki sevgi bağlarını güçlendirir. Dargınlıkları sona erdirir. Sevinç ve üzüntülerin karşılıklı paylaşılmasına, sıkıntılara birlikte çareler aranmasına vesîle olur.
 
*** Ancak, sıla-i rahim yapacağız diyerek İslam dışı bir hayat tarzı olan akrabalarımızla dost olmaya VEYA “yediği içtiği ayrı gitmez” denecek kadar yakınlaşmaya Rabbimiz’in de rıza göstermeyeceği  açıktır. Fakat kesinlikle İslam’ı anlatacak iletişim kanallarını sürekli açık tutmak; iyiliği önceleyen hal hareketlerimiz ve yardımseverliğimizle de İslam ahlakının ayaklı örneğini teşkil etmek en güzel tebliğ olacaktır. VASATLIK ölçüsünü düstur edindiğimiz anda sorun kendiliğinden çözülecektir.
 
Ayrıca, vasatlık konusunda kendisini yeterli görebilen muvahhid bir Müslüman’ın, kendi öz kardeşi ile veya babası ile, veya kayın validesi/dayısı/halası/emmisi ile konuşamayacak derecede küs-dargın olması “Vasat Ümmet Ahlakı” ile bağdaşabilecek bir durum değildir. Bu durumlardan kurtulmamız için öncelikle kişinin kendisine söz geçirerek bir adım atması yeterli olacaktır, Rahman geri kalan kısmı için yardımcı olacaktır.
 
3-     Anne ve babalar, çocukları yeni kurumlarını oluşturduktan sonra, kurumun birliğini ve devamlılığını sağlayacak şekilde davranmalı; kendi oğulları veya kızları da olsa adaletli konuşmayı terk etmemelidirler. Çünkü ahirette konuştuklarımız bizlere şahitlik edecektir.
 
4-     Aile kurumu, başkalarının müdahale alanı olmamalı; karı-koca büyükler ile istişare ettikten sonra (tıpkı bir İslam devleti yönetimi gibi) doğru bildikleri kararlarında Allah’a sığınarak ilerlemeli; geri adım atmamalıdırlar. Sonuçlarına birlikte katlanmak aileyi birbirine yakınlaştırıp bağlarını perçinleyecektir.
 
5-     Eşlerin birbirlerine nezaketi ve merhameti konusunda kimseye öğüt verme küstahlığında bulunmadan sadece başlık olarak değinmekle yetineceğim.
 
6-     Kadınlık veya erkeklik kavramları, modern çağın okumasına göre değil, Vasat bir ümmeti tarif eden Allah’ın koyduğu fıtri ölçülere göre anlaşılmalıdır. Müslüman aileler Popüler akımların cereyanına kapılırsa, zamanla yok olacaktır.
 
7-     Çocuk eğitiminde de, ailedeki kaygılar Rahman’a duyulan sorumluluk, güven ve teslimiyet ile şekillenirse, sonuçları da o kadar umut verici olacak ve beklenmedik sonuçlara yol açmayacaktır.
 
8-     Gelin kaynana ilişkileri olarak meşhur olmuş olan, karşı tarafın anne-babası ile olan ilişkiler ezelden beridir Müslümanlarda yıkıma neden olmaktadır. Modern çağ, kimse kimseyi çekmek zorunda değil VEYA beğenmek zorunda değil diye bizlere öğretirken, İslam bunun tam tersini tavsiye etmekte; bunu başarabildiğimiz ölçüde bizleri çeşitli mükafatlarla müjdelemektedir. Bu her türlü zulme rıza gösterme anlamında değildir. Fakat, Dünya hayatının bir veya birkaç gün mertebesinde geçici bir hayat olduğunu ve sabır gösterilmesi halinde kendi çocuklarımızdan da aynı şekilde iyilik göreceğimizi hatırlamak, sorunu çözmeye yetecektir. Yani anlaşılacağı üzere VASAT olmak her iki tarafa da farzdır. Şunu unutmayalım, Müslümanlar olarak zaten yaptıklarımızın çok azının karşılığını bu dünyada bulabileceğiz; tam karşılık ahirettedir.
 
9-     Gelenek ile İslam’ın değerleri arasında Allah Rasulü topyekün bir savaş ilan etmemiştir. Bu söylem, popülist, modernist, feminist veya tarihselci bakış açılarının tahrif ve ifsadının bir sonucudur. İSLAM, toplumun an-aneleri arasında yerini almış; genel ahlak ve düzeni sağlayan ve İslam ile çatışmayan uygulamaları devam ettirmiş; çatışanları kaldırmış ve kısmen çatışanlara da düzenleme getirmiştir. Örneğin sakal bırakmak, düğün yapmak, kız istemek gibi geleneklere dokunmamıştır. Miras, evlilik, boşanma ve boşanmalarda süt annelik gibi hususlara çeşitli sınırlama ve düzenlemeler getirilmiştir. Kan davası gibi  konular tamamen ortadan kaldırılmıştır. Dolayısı ile, genel düzeni sağladığı kabul edilmiş ve İslam ile çatışmayan hususlarda, “İslam’da böyle bir şey yoktur” diyerek kestirip atmak yanlıştır. Aile reisi veya devlet başkanının içtihadına göre yola devam edilebilir.
 
10- Aile içi eğitim ve aileye zaman ayırmak. Dava mücadelesi sürmeye çalışırken ailelerimizin ihmal edildiğinden şikâyet eden Müslümanlar olduğunu biliyoruz. Onlarla bir çay içmek, alışveriş yapmak da kıymetlidir. Bizi tanımasını sağlar.
 
11- Evlilik öncesi ilişkilerde Müminler Allah’ın ölçülerini asla aşmamalı ama tarafların birbirini hiç tanımadığı/görmediği evlilikler de olmamalı VASATLIK olmalıdır.; erkek-kız çocuklarını evlendirmek için aracılık müessesesinin geliştirilmesi şarttır. Yoksa bacılarımız erkek kardeşlerimizi, erkekler kızlarımızı nerden bilsin…!
 
 
7.3.Yardımlaşma ve İnfakın Hâkim Olduğu Bir Ümmet
 
Kur'an-ı Kerîm’de Allah, 73 ayetinde, insanlara verdiği nimetlerden bir kısmını sırf kendi rızası için muhtaç olan kimselere vererek infak etmeyi emretmektedir. Allah isteseydi, herkesi zengin olarak yaratır veya herkese eşit mal-mülk verirdi. Oysa Allah, hem bizleri imtihan etmek, hem de toplumdaki istihdam sorununu dengelemek için, insanların bir kısmını bir kısmına muhtaç olacak şekilde dünya nimetleri ile nimetlendirmiştir.
 
İnfak yapma konusunda Allah “ihtiyacınızdan arta kalanı” diyerek sınırını biz kullara bırakmıştır; yani herkesin imtihanı kendine has olacaktır. Yalnız her konuda olduğu gibi Allah,  sadaka verirken bile orta yolu tutmayı emretmektedir. Ne cimrilik yaparak çok kısmayı ne de aşırı cömert davranmak suretiyle kınanacak duruma düşmeyi uygun görmemiştir. 
 
 
Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma. Zira böylesi saçıp savuranlar şeytanın dostlarıdır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür... Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır (kaybettiklerinin) hasretini çeker kalırsın.
 
 
İsra/26-29
 
73 ayetin hepsini buradan paylaşmaya zamanımız olmadığı için bununla yetiniyoruz. Fakat burada asıl sıkıntı bu bilgiyi hayata geçirme noktasındadır.
 
-        Günlük iaşe harcamalarımızda, giyim kuşamda, gittikçe modernleşen ev eşyalarımızda, araçlarımızı alırken vasat olamazken;  infak noktasında vasatlığı tercih ediyor olmak ve savurganlığı akıllara getirmek Şeytan’ın bir aldatmacası olabilir.
 
-        ÖRNEĞİN; Bir Müslüman Suriyeliler için kıyafet/eşya/gıda toplanırken, insanlar hiç giymek istemediği en pejmürde kıyafetlerini defederek; kırık-dökük eşyalarını evden uzaklaştırarak; Kabil’in Rabbbi’ne sunduğu hediye misali reddedilme tehlikesi ile karşılaşma riski almaktadırlar. Allah’ın rızasını kazanılacak bir eylem/amel için yola çıkıldığında canla başla ortaya koyabilmek VASATLIK’ın bir gereğidir. Fakat şunu da biliyoruz ki, Ebubekir ile Osman arasında bile bu manada farklılıklar vardır ve bu iş kişilerin takvaları ile alakalı bir durumdur.
 
 
Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcayıncaya kadar birre (Cennete ve iyiliğin en güzeline) eremezsiniz.
 
 
 
Ali İmran/92
 
 
7.4.Maruf’u Emr; Münkeri Nehy Eden Bir Ümmet
 
 
İçinizden, insanları hayra çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir
 
Âl-i İmran  3/104
 
 
...İyiliği emretmek ve fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın, günah islemek ve düşmanlık yapmakta yardımlaşmayın. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın azabı çok şiddetlidir
 
 
 
Maide/2
 
 
Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirinin yardımcılarıdır. İyiliği emreder, Fenalıktan alıkorlar,namazı gereği üzere kılarlar, zekâtı verirler. Allah ve Resulüne itaat ederler
 
Tevbe/71
 
 
Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışır ve Allah'a inanırsınız..
 
Âl-i İmran 3/110
 
Maruf(iyilik çevirisi eksik kalmaktadır. Müslümanlar için iyiliğin belirleyicisi Allah’tır) ve Münker(Allah’ın nehyettikleri) kavramlarını herkesin bildiğini varsayarak daha ziyade, doğrudan sorunlarımıza değinmek istiyorum;
 
-        Birbirimize marufu tavsiye değil, EMR etme sorumluluğumuz vardır. Bunu artık bireyselleşen insan modeli yüzünden tavsiye gibi algılar olduk. Müslüman “kimse bana karışamaz” dememelidir. Hâlbuki karşımızdaki kişi bundan dolayı sorumlu olduğu için bizim “bana karışma” söylemimiz yerine Allah’ın “marufu emret” buyruğuna uymak zorundadır.
 
Fakat burada Müminlerin emredeceği şeyi öncelikle kendisinin yaşıyor olması tabii ki tercih edilir.
(Bakara/44 ve Saf/2’deki gibi)  “neden yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?” ayetine muhatap olmamak gerekir.
 
-        Marufu emrederken samimi olmamak; daha doğrusu karşı taraftaki kardeşimizin açığını bulmuşçasına ulu orta onunla cedelleşerek bunu yapmanın iki tarafa da zararı var; faydası yoktur. Emredilen zıtlaşarak sözü edilen amelden soğumakta; emreden kapıldığı kibirle zaten çoktan günah kazanmış olmaktadır. Kavli leyyin tabiri çoğumuz tarafından kullanılmakta, fakat maalesef uygulanmamaktadır.
 
-        Sosyal medyada geçtiğimiz günlerde bizleri kedere boğan bir hadise yaşanmış, çok sevdiğimiz iki Müslüman arasında tatsız yazışmalar yaşanmıştır. Ondan daha öncesinde, sosyal medyada anlaşılamadığı VEYA fikirlerine tahammül gösterilemediği için VEYA mimiklerin ve ses tonlarının yazıya yansımamasından dolayı çok sert bulunan ifadelerden dolayı sosyal medya mecrasından çekilme kararı alanlar olmuştur. Unutulmamalıdır ki, Allah facebook’un da twitter’ın da Rabbi, terbiye edicisidir.
 
-        İyiliği bizzat yaparak, örneklik ortaya koyarak emretmek; münkerden de nehyetmek Müslüman için temel ölçüttür. Sokakta, evde, okulda, işte, alışverişte, ziyaretlerimizde, akraba ilişkilerinde,  maruf(iyilik) olarak yaptığımız her amelimiz esasında iyiliği öğretme çabasıdır
 
Aynı şekilde şahidi olduğumuz çirkin fiillere engel olmaktan da mükellefiz. “bana ne, ne yaparlarsa yapsınlar” diyemeyiz. Ancak burada da VASATLIK ilkesini hatırlatmak gerekmektedir. ÖRNEĞİN, bir bayanın sokaktaki bir erkek kavgasını tek başına ayırmak istemesi, sonucunda mağlup olunacağını bile bile yönetime başkaldırmayıEbu Hanife de hoş görmemiştir.
 
Kötülüğe engel olmada izlenecek yolu Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle belirlemiştir:
 
 
"Sizden biriniz bir kötülük gördüğü zaman onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle onun kötü olduğunu söylesin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle o işi kötü görsün. Bu sonuncusu, imanın en zayıf derecesidir”
 

7.5.Hoşgörü ve Sevginin Hâkim Olduğu Bir Ümmet
 
Hoşgörü, her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar müsamaha göstermek, farklı dil, cins, ırk, inanç ve anlayış bakımından başkalarının varlıklarından rahatsızlık duymama halidir. Kardeşlik konusunu anlatırken, bu hususlara detaylı olarak değinmiş idik. Bir ayet ve hadis ile kısa bir hatırlatma yaptıktan sonra, günümüz ve kendimizle alakalı konulara değinmek istiyorum.
 
 
Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara yumuşak davrandın. Eğer sen kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet. Bağışlanmaları için dua et…
Ali İmran/154
 
Abdulah b.Ömer’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
 
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter. (Buhârî, “Mezâlim” 3; Müslim, “ Birr”58)
 
-        Fakat yine burada da, VASAT olma ölçüsünü hatırlatmakta fayda vardır. Hoşgörü kavramına hak ettiği değer verilmelidir. Hristiyan ve Yahudileri Cennete gönderecek kadar; VEYA Mümin kardeşimizi gayrı ahlaki veya Kur’an’a muhalif hal ve hareketlerini ‘hoşgörü’ adı altında görmezlikten gelmek hoşgörü demek değildir. Aynı şekilde, sırf sakalı olmadığı için bir Müslüman’ı tekfir edebilmek, bizler gibi düşünmediği gerekçesi ile Mümin kardeşlerimizi karalamak, yıpratmak….v.s. Vasatlık ile asla bağdaşmamaktadır. (En son Alparslan Kuytul olayında bu sınavı yine geçemediler)
 
-        ÖRNEĞİN; bizler arasına yeni katılan bir kardeşimiz/ağabeyimiz olduğu vakit, çok tabiidir ki farklı düşünce ve arayışlarla, heyecanlarla buraya gelmiş olabilmektedir. Onlara güler yüz ve hoş sohbetle anında iletişim kurabilmek; soru ve arayışları ile dalga geçmemek; kendi doğrularımızı kabullendirme çabasından ziyade, içinde bulunduğu arayış serüvenini başarı ile tamamlamasını sağlamak; kısacası Kur’an’daki din ile tanışabilmesi için iletişim engellerini kaldıracak şekilde davranmak gerekir. İşte hoşgörü budur.
 
-        Benzer şekilde, insanların giyim kuşamlarından, tipinden, konuşmasının iticiliğinden dolayı anında araya mesafe koymak doğru değildir. Tamam hoş görülmemeli ve fakat iletişim kurabilecek kadar insanlarla bağ bırakılmalıdır.
 
-        Ailede hoşgörünün gerçekleşebilmesi için eşlerin karşılıklı görevlerini iyi niyetle yapıyor olması,
-        İşyerinde hoşgörünün gerçekleşebilmesi için çalışan ve işverenin görevlerini samimi bir şekilde yerine getiriyor olması,
-        Ticarette hoşgörünün olabilmesi için alıcı ve satıcının samimi olması,
-        Rejimlerde hoşgörünün olabilmesi için devlet ve vatandaşın görevlerini yapıyor olması…v.s. gerekir.
 
Kısacası, güven hoşgörünün yapı taşıdır. Mümin de Allah’a güvenen demektir. Rabbimize olan güvenimizi korursak ancak o zaman hoşgörüsünü haketmiş oluruz.
 
7.6.İnanç ve İbadet Serbestliğinin Olduğu Bir Ümmet 
 
Din ve vicdan hürriyetinin temeli, kişinin kendi irâdesiyle, istediği kutsala inanması, istediği dini benimsemesi veya benimsememesidir. İtikat, inanç, iman vb. kelimelerin kullanıldığı bu eylem serbestçe inanmayı, inancını açıklamaya zorlanmamayı ve inancından dolayı kınanmamayı gerektirmektedir. Aslında iman etme, bir kutsala inanma, insanın iç dünyasıyla ilgili bir eylem olup bunun yasaklanması fazla bir anlam ifâde etmemektedir.
 
İnanç hürriyeti, insana insanlık vasfını veren ve en başta gelen bir haktır. Değiştirilmesine yönelebilecek bütün zorlamalar, aslında o inanç sahibinin münafıklığına sebep olacaktır. Peygamberler, gönderildikleri halklar üzerinde zorlayıcı bir zorba olmamış; aynı şekilde Rabbimiz insanlara Mümin ve Kafir olmak gibi bir tercih hakkı sunmuştur. Fakat sonuçlarına katlanmama lüksü sunulmamıştır.
 
“Dinde zorlama yoktur. Doğruluk ile sapıklık birbirinden ayrılmıştır...”    el-Bakara / 256
 
[Seyyid Kutub’a göre, buradaki Nefy La’sını mutlak olumsuzluk La’sı olarak değerlendirmiştir. İnanca yönelik baskılar tamamen reddedilmekte ve olumsuzlanmaktadır.]  Bu âyet, zorla din değiştirmenin, her şart altında geçersiz ve temelsiz olduğunu, inanmayan bir kişiyi İslâm’ı kabule zorlamanın büyük bir günah teşkil ettiğini ifâde eden ve İslâm’ın inanmayanların önüne “ya İslâm, ya kılıç” alternatifi koyduğu şeklindeki yaygın safsatayı geçersiz kılan bir hüküm niteliğindedir.
 
“De ki: Gerçek Rabbinizdendir, artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin...”   el-Kehf / 29
 
“Öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt verensin. Onların üzerinde zorba değilsin” el-Ğâşiye/21-22
 
Bu ayetlerde zorla kabul edilen bir iman geçersiz olduğu gibi, herhangi bir ibâdeti zorla yaptırmanın da geçersiz olduğu vurgulamaktadır.
 
 
Esasında Vasat Ümmet’e ait bu özelliğin, şuanda bizler İslam Devleti üzerinde yaşamadığımız için uygulama alanı yok gibidir. Ancak şu unutulmamalıdır ki, farklı inancalara verilecek özgürlüğün sınırları da, Allah’ın Rasulü’nün uygulamalarından örnekler alınarak -ifrat ve tefrite kaçılmadan- çizilmelidir. Şimdilerde olduğu gibi, özgürlük adı altında bir takım ahlaksızlıklara yol verilmeyeceği gibi, insanların inandıkları esaslara da küfredilmemelidir.  İslam’da; İnsanların hayatlarına ve fikirlerine anarşinin egemen olmasına sebep olacak mutlak ve kayıtsız şartsız bir özgürlük söz konusu değildir.
 
 
 
Cihadın hikmeti, insanları zorlamadan korumak, zorlama kabul etmeyen dini hakim kılarak Allah'ın kelâmını yükseltmek, yani herkesi mensup olduğu inançtan zorla çıkarmaya çalışmayıp, hakkın isteyerek kabul edilip yayılmasına set çekmek isteyen ve gücünün yettiğince zor kullanan hak düşmanlarının savulması ve engellerin kaldırılmasıdır.
 
*** İslâm'da savaşın gayesi, intikam, öldürmek, din değiştirmeye zorlama değil; hasmı mağlup etmek ve zorlayıcı gücünü alıp, dininde serbest olarak hakkın hükmüne tabi tutmaktır ki, Allah'ın kelâmını yükseltmek  de budur.
 
Her inanç grubu, kendi çocuklarına ve kendi mensuplarına, özgür bir şekilde, din eğitimlerini verirler. Bu konuda İslâm hukukçuları arasında da bir ihtilaf yoktur. Genelde İslâm hukukçuları tarafından karşı çıkılan, farklı inanç gruplarının, Müslümanlara kendi inançlarının propagandasını yapmalarıdır. İslâm hukukçularının çoğunluğu bu görüşte olmalarına rağmen ne Kur'an'da  ve ne de Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadislerinde bunu destekleyecek açık bir delil bulunmaktadır. Bilakis hem Kur'an'da hem de Resûlullah (s.a.v.)’ın uygulamasında bunun aksine pek çok delil vardır.
 
Bazı İslâm hukukçuları, diğer din mensuplarının, kendi dinlerine Müslümanları davet  edemeyeceklerini söylerken, endişeleri, bazı  Müslüman gençlerle İslâm hakkında yeterli  bilgiye sahip olmayan cahil kimselerin, İslâm’dan vazgeçerek onların dinlerine gitmeleri ihtimalidir. Vakıa her zaman böyle bir ihtimal vardır. Ancak muhalifi olmayan bir inancın bir müddet sonra donuklaştığı ve o inanç mensuplarının, kendilerini yenilemedikleri bir gerçektir. Her inanç, muhalefet ile dinamizm kazanır. Şayet o inanç hakka dayalı ise, mutlaka galip gelir. Birçok ayette, muhaliflerden Kur’an’ın bir benzerinin getirilmesi istenmekte ve bu konuda meydan okunmaktadır.
 
 İnanç özgürlüğü adına İnsanları İslam’dan çevirmeye çalışanlara karşı, yapılacak tek bir yol vardır, o da ileri sürdükleri görüşlerin doğru olmadığını, ilmi bir şekilde ispat etmektir.  Çünkü Allah  bu konuda: “Doğru iseniz, delillerinizi getirin.” buyurmaktadır.
 
Muhalif görüşlerin seslendirilmesine fırsat vermeyenler, kendi inanç ve görüşleri konusunda endişesi olanlardır. Müslümanların böyle bir endişeleri yoktur.
 
Farklı inanç sahiplerine, kendilerini ifade etme hürriyeti verildiği gibi ibadet hürriyeti  de verilmiştir. Farklı inanç mensupları ibadet yerlerini inşa eder ve mabetlerinde ibadetlerini yerine getirirler. Ayrıca aralarındaki anlaşmazlıklarda kendi hukuk sistemine göre yargılanmalarında hiçbir sakınca yoktur. Peygamberin uygulaması bu şekildedir.
 
Müslümanlar, bugünkü İspanya topraklarına 700 yıldan  fazla hakim olmalarına ve orada, bugünkü Batı medeniyeti üzerinde etkisi olan bir medeniyet kurmalarına rağmen, Hristiyanlar, 700  küsür yıl sonra imkan bulduklarında Müslümanları vaftiz edip Hristiyan olmaya zorlamış, Hristiyanlığı kabul etmeyenleri katliama tabi tutmuşlardır. Orada ne Müslüman bırakılmış, ne de mabetleri kalabilmiştir. O bölgeden kaçabilen Yahudiler de, ancak Osmanlı İmparatorluğunda yer bulabilmişlerdir.
 
Sedillot ve benzeri tarihçilerin dediklerine bakılacak olursa, engizisyon mahkemelerinin ve kurbanlarının sayısı 3 milyonu bulmaktadır. Bir Milyon Müslüman zor şartlarda Endülüsten  atıldılar ve ¾’ü yolda öldü.
 
Bütün bunları birlikte değerlendirdiğimizde; bazı Müslüman entelektüellerin konuşma ve yazılarında Batıdan ve Batı dünyasının özgürlükçü yapısından bahsederken, esasında ne kadar köksüz ve manasız bir bilgi paylaştığını anlamış oluruz. Batı dünyası Müslümanlar için bir örnek veya imrenilecek mertebe asla olamaz.
 
ÖZETLE; insanların hak dini benimsemeleri için yukarıda anlattığımız yöntemlerle dâvet edilmesi başka; onların dini kabule zorlanması için güç kullanılması ise daha başkadır. İşte İslâm’ın reddettiği husus, birincisi değil; ikincisidir.
 
Allah vahyi yalanlayanların kendisine bırakılmasını istemektedir. (el-Kalem  68/44; el-Müzzemmil  73/11; el-Müddessir  74/11) 
 
Mevdûdi, Modern Çağda İslâmî Meseleler kitabında şöyle anlatmaktadır;Her hukuk sistemi, kendisine tâbi vatandaşları, kanunlarına uymaya mecbur ettiği gibi, İslâm hukuk sistemi de kendi tabiiyetinde yaşayanları, prensiplerine uymaya, getirdiği düzene göre yaşamaya mecbur eder. Bunun içindir ki Kur’an bazı suçlara bazı cezalar getirmiş, birçok ahlâksızlıkların ortadan kaldırılmasını emretmiş, birçok şeyi farz kılmış ve müslümanlara, Allah’ın Rasûlüne ve kendilerinden olan ülü’l-emre itaat etmelerini emretmiştir. Bütün bu hükümleri uygulama alanına koyabilmek için bir güç lâzımdır. Bu güç ister devlet gücü olsun, isterse toplumun mânevî baskısı olsun. Buradan anlaşılmaktadır ki Kur’an, “dinde zorlama yoktur” sözüyle hiçbir zaman, “İslâm hayat nizamında kuvvet ve zor kullanmanın yeri yoktur” dememiştir.
 
Vasat Ümmet olmanın gereği olarak, suçluların suçunu unutturacak bir seviyede suçlulara aşırı şefkat göstermek doğru değildir.
 
7.7.İsrafın Olmadığı ve İnfakın Yaygınlaştığı Bir Ümmet
 
İsraf, insanın sahip olduğu nimetleri gereksiz yere ve aşırıya kaçarak tüketmesi olarak tanımlanabilir. Bu tür bir davranış, Allah tarafından uygun görülmemiş ve insanoğlunun yeme, içme ve harcama konusunda belirli bir denge içerisinde kalması, vasat olması istenmiştir.
 
İsrâf kelimesi ve türevleri Kur’ân-ı Kerim’de toplam 23 yerde geçmektedir. Savurganlık, saçıp savurma anlamındaki  bezr kökünden gelen “tebzîr” kelimesi ve türevleri ise toplam 3 yerde zikredilir. Kur’an, israf kavramını iki anlamda kullanmaktadır. 
 
Birincisi; ‘haddi ve ölçüyü aşmak’ anlamındadır. Allah’tan gelen helâl ve haram ölçülerini tanımamak; Allah’ın ölçülerini çiğneyip geçmek; insan ile Rab arasında olması gereken dengeyi korumamak şeklinde özetlenebilir. Bu manaya gelen ayetlere örnek olarak şu ayeti zikredebiliriz.
 
(Sâlih onlara dedi ki) Allah’tan korkun ve bana itaat edin. O müsriflerin (israf edenlerin) emrine uymayın. Onlar yeryüzünde bozgunculuk yaparlar ve ıslah etmezler
 eş-Şuarâ  26/150-152
 
Günlük yaşayışında ellerindeki malı, serveti, imkânları veya parayı gereksiz yere harcayanlar da bir çeşit sınırı aşanlar, aşırı gidip dengeyi bozanlardır.
 
“Ey Âdemoğulları!Her mescide (gidişinizde) ziynetlerinizi alın (uygun elbise giyin). Yiyiniz içiniz fakat ‘israf’ etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez  (el-A’râf  7/31)
Câhiliyye Arapları, ‘günah işlediğimiz elbiselerle Kabe’yi tavaf edemeyiz’ diyerek; veya şu yeni bu yenmez diyerek Allah’ın önüne geçmiş oluyorlardı. Kendini açlığa ve çıplaklığa alıştırarak veya helâl olan şeyleri kendine haram kılarak Allah’ı memnun edeceğini sananlar, önemli bir aldanış içindedirler. Allah, böyle haramı helâl, helâlı haram yapan müsrifleri (sınırı aşanları) sevmez.
 
İsrafın ikinci anlamı savurganlıktır. Savurganlık anlamındaki ‘israf yasağı’ çok güzel bir ‘ekonomik denge’dir. İsraf, Allah’ın koyduğu dengeyi bozar. Birisi çok harcarsa, diğerinin hakkına el atmış olur. En azından Allah’ın nimetini boşuna tüketmiş olur.
 
Kur’an, hem aşırı harcamayı, hem  de aşırı kısmayı, yani cimriliği hoş görmemekte, ikisi arasında orta bir tutum tavsiye etmektedir. Bu konu ile ilgili İsra 29. Ayet örnek gösterilebilir.
 
‘Bezr’ de israf gibi malı saçıp savurmaktır. ‘Bezr’ sözlükte tohum ekmek, ölçüsüz dağıtmak demektir. Buradan hareketle ‘tezbir’ masdarına; tohumu gereken yere atmamak, böylece onun kaybolmasına sebep olmak, karşılığında bir şey alamamak mânâsı verilmiştir.
 
Bezr; ihtiyaç olmayan yerlere harcamak, infak edilmesi gereken kimselere infak etmemektir diyebiliriz.
 
 
İNFAK
 
İsraf ile cömertlik ayrı şeylerdir. Cömertlik, Allah’ın verdiği nimetleri Allah yolunda kullanmak için, nefsin hevâsının emrettiği cimriliğin önüne geçmek, âhirete yatırım yapmaktır.  Cömertliğin göstergesi olan "infak" kavramı, Kur'an’da türevleriyle birlikte 73 ayette geçmektedir.
 
 
Cömertlik vasfının elde edilebilmesi için,
 
; yardımın gönüllü olarak yapılması  (el-Haşr  59/5; el-Hadîd 57/11-18; el-Mâide 5/13 )
 
; karşılığında hizmet, övgü, mükâfat beklenilmemesi  (el-İnsan  76/8-l0)
 
; yardım edileni rencide edebilecek davranışlardan kaçınılması    (el-Bakara  2/263-264)
 
; sevdiğimiz şeylerden vermek; değer vermediklerimizden değil (Âl-i İmrân  3/92)     şarttır
 
 
ÖZEL MÜLKİYET; İsraf, kişilerin servetinin büyüyüp lüks uğruna harcanması sonucuna gitmemesi için malın zenginler arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasını reddetmiştir. (el-Haşr 59/7) İslâm, israf yasağı ile özel mülkiyet hakkına bir sınır getirmiş ve servet kimin olursa olsun, onda toplumun hakkı bulunduğu ilkesini benimseyerek, israf yasağı ve infakla bu hakkın yok edilmesine engel olmak istemiştir.
 
Çünkü; İslâm toplumunda ihtiyaçları öncelikle zaruretler tayin eder. İsraf yasağı temeli üzerinde oluşan İslâmî üretim tarzı, Müslümanların beslenme, barınma, giyinme, ulaşım ihtiyaçlarını yeterli olarak karşılamak hedefine yöneliktir. Bu üretim tarzında ihtiyaç dolayısıyla tüketim, ilk sevkedici güçtür. Çağdaş kapitalist sistemde ise tüketimin sevkedicisi üretimdir.
 
Kapitalizmin tüketim hırsı, sınır tanımaz bir insan tipi meydana getirmiştir. Bir müslümanın tüketim sahasında göz önünde tutacağı başlıca esaslar, haramdan kaçınma, helâlinden tüketme, temizlik, aşırılıklardan kaçınma, sağlığını tehlikeye düşürmeme ve çevredekileri de hesaba katma, şeklinde sıralanabilir.
 
Genel olarak bunlara dikkat edilmekle birlikte;
 
-        Zamanın israfı vardır. Evdeki televizyonlarımız sayesinde yüzlerce, binlerce dakikamızı harcayabiliyoruz.Faydasız ve boş işlerden yüz çevirmeyi Rabbimiz bizden beklemektedir.
 
-        Sağlığımızın da israfı vardır. Sağlığın israfı; Örneğin, katkılı ve zararlı olduğu günümüzde %100 bilinen hazır gıda ve içecekleri tüketmeye devam etmek; Allah’ın helal dediği gıdaları tüketirken, Hz.Ömer’in bu Allah’ın gazabı dediği şişmanlığa neden olacak şekilde de beslenmemek gerekir.
Vasatlık ölçüsü burada da geçerlidir.
-        Bilginin de israfı vardır. Amel edilmeyen ve paylaşılmayan bilgi israfır.
 
-        Boşuna yanan bir lamba, bir sokakta akan çeşme bir Müslümanı rahatsız etmiyor ise, durup bir düşünmek gerekir.
 
7.8.Ölçü ve Tartıda Hilesiz Bir Ümmet
 
 
Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar, insanlardan ölçüp alırken eksiksiz alırlar. Kendileri onlara ölçerek veya tartarak sattıkları zaman eksik verirler
 el-Mutaffifin 83/1-3
 
Kur'an-ı  Kerîm’de  bir çok ayette alışverişte hile yapmak kınanmıştır. (el-En’am 6/152; Hûd 11/84-85)
 
Bildiğimiz üzere Şuayb (a.s.)’ın gönderildiği Medyen halkı, ölçü ve tartıyı adaletle yapmaları konusunda   el-A’raf 7/85  ve  Hûd 11/84-85    nolu ayetlerde uyarılmıştır. Bu uyarılar hepimizin de bildiği gibi bize yapılmaktadır esasında. Fakat kaynaklar genelde Ölçme ve tartmanın doğru olması” deyince genelde tartı, metre, litre gibi  ölçme birimleri üzerinden örnek vermiştir.Halbuki özellikle günümüz için de konuşacak olursak;
 
-        Piyasa değerinden daha düşük bedele satın aldığımız mal veya hizmet konusunda satıcıyı uyarıp hakkını tam ödemek, ölçüyü korumaktır.
 
-        İşveren isek ve çalışanımızın verdiği emeğin karşılığını sadece devlet tarafından belirlenen asgari tutar kadar değil de en azından aylık ailesini geçimini sağlayabilecek miktarda ödeyebilmek, ölçüyü korumaktır.
 
-        İşçilerin ücretlerini zamanında ödemeye gayret göstermek ve hatta işletmemizin ihtiyacından arta kalanı daonlarla paylaşabilmek (Buradaki paylaşım konusunda Allah kullarını tamamen serbest bırakmış ve bir oran koymamıştır. Adalet, tüm kazancın ikiye bölünmesi de demek değildir. Hakkın teslim edilmesi adalettir.)
 
-        Eşlerin (veya kadın/erkeğin) birbirleri arasındaki görev paylaşımı da ölçü ve tartılı olmalıdır. Kadının fıtratına ağır işleri ona yüklemek zulümdür. Aynı şekilde bir erkeğin fıtratına  aykırı işleri zorla yaptırmak da zulümdür. Fakat şunu unutmamak gerekir ki, her cinsin kendine düşen görevi terk etmesi de kendi günahıdır; kendini düzeltmelidir.
 
Günümüzde modernist kadınların bizler de erkekler ile eşitiz demesi VASAT (yani adaletli) bir yaklaşım değildir. Vasat yaklaşıma göre; kadın ve erkeğin yetenekleri ve sorumlulukları tamamen kendi fıtratlarına göre farklıdır.
 
-        Benzer şekilde, mal ve hizmet(mobilya, ev eşyası, ayakkabı, kıyafet, nakliye işi, doktorluk, proje çizimi….v.s) satıyor isek, alıcının vereceği ücretin karşılığında istediği kalitede üretebilmek gerekir. (Daha  düşük kalite alıcıya, fazlası satıcıya zulüm olur)
 
-        Çalışanlar, belli bir akit karşılığında emeklerini işverene kiraya vermişlerdir. Bu yüzden, günü nasıl daha az çalışarak geçiririm mantığı kesinlikle VASATLIK değildir. Aldığı ücretin beğenilmemesi durumunda o iş yerinde çalışılmamalı; VEYA öncelikli olarak gereken gayret gösterildikten sonra ücret artışı talep edilmelidir. İşten kaytararak kendince bir adalet sağlama yanlışlığına düşülmemelidir. Aksi halde ölçü ve tartıda hile yapmışdurumuna düşeriz.
 
-        Toplu olarak yenen yemeklerde bile; ölçü ve tartıyı tam yapmalı, diğer aile bireyleri veya eş-dost-arkadaşımızın hakkını da tüketecek kadar ileri gitmemeliyiz. Adaleti orada da ihdas etmeli, Rabbimizin bizi bundan da mesul tutacağını unutmamalıyız.
 
7.9.Adaletin Hâkim Olduğu Bir Ümmet
 
Daha önce bahsettiğimiz gibi adalet, düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik gibi anlamlara gelmektedir.
Bu başlıkta kastettiğimiz şey, genel olarak Devlet yönetimindeki hukukun adaleti olduğu için kısa geçmeyi uygun gördüm.
 
İslâm'da adalet, hukuk önünde herkese eşit davranmak, kültür, mevki farklılıklarına göre davranmamak demektir. İslâm bu manada; istek ve heveslere yer vermemiş, sevgi ve nefretlere uymamış, akrabalık ve yakınlık bağlarına göre ayarlanmamış, zengin-fakir ayırımı gözetmemiş, kuvvetli ve zayıf farkını göz önüne almış bir adalet anlayışı getirmiştir.
 
Divânü'l-Mezâlim, Şurta ve Hisbe gibi teşkilâtlarla haksızlıklar önlenmeye ve adalet dağıtılmaya çalışılmıştı. Eyyubiler Mısır'da "Dârü'lAdl" adıyla bir adalet dairesi meydana getirmişler ve yanlarına bazı müşavirler de alarak bu mahkemeye bizzat başkanlık etmişlerdir.
 
Ey iman edenler adaleti ayakta tutarak Allah için şahitlik edenler olun. Kendinizin, ana ve babanızın aleyhinde bile olsa (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Adaleti yerine getirebilmek için hevâ ve hevesinize uymayın. Eğer eğri davranır veya yüz çevirirseniz, muhakkak ki Allah sizin bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
en-Nisa  4/135
 
Ey iman edenler, Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın, takvaya yakışan budur. Allah'tan korkun, Muhakkak ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
el-Mâide  5/8
 
Vasat bir ümmette;
 
-        Günlük olaylar ve Dünya’da yaşanan gelişmeler karşısında, adil olma vasfımızı koruyarak yorumlar yapılmalı, bir kişiye/kavme olan kinimiz veya sevgimiz bizi adil konuşmaktan alı koymamalıdır. Ancak tabii ki; Nabza göre şerbet verme kavramı kesinlikle VASATLIK değildir.
-        Aile içinde adaleti gözetmelidir,
-        Sevmede ve ilgi göstermede adaleti gözetmelidir,
-        Müminlerin kardeş ilân edildiği, yığılan kişisel servetlerde, fakir ve muhtaçların hak sahibi olduğunun ifade edilmesi, İslâm'da adalet anlayışının tezâhürleridir.
-        İşçilere bakışımızda adaleti gözetmelidir,
-        Çocuklar arasında adalet,
-        Mirasda adalet sağlanır.
-        Yargılanmada adalet; Hz.Ömer ve Ubey b.Ka’b arasında bir davada, Ubey b.Ka’b Ömer’den şikayetçi olur ve kadı Zeyd b. Sabit’e giderler. Girince Hz.Ömer’i mindere oturtmak ister. Ömer Zeyd’e kızar ve adaletsizlik yaptığını belirtir. Ubey ile aynı yere oturur. Ayrıca, yemin etmesi gerektiği için Zeyd b. Sabit Ubey’e “Ömer halifedir, yeminden onu istisna tutsak olmaz mı? Diyince Ömer yine karşı çıkar. Dünya’da şuandaki yönetim sistemlerine baktığımız zaman, kendilerine özgü “dokunulmazlıklar” ihdas ettiklerini ve yargılanmada asla İslam’ınki kadar şeffaf bir sistemi koyamadıklarını zaten görüyoruz.
-        Güç ve iktidar adaletin emrinde olmalıdır. Bunu sağlayacak olan da insanların Kitab'a ve O'nun hükümlerine uyup, mizan'ı yani ölçüyü korumalarıdır. O zaman hukukun üstünlüğü sağlanır ve insanlar haklarına kolaylıkla ulaşırlar
 
Allah'ın önermiş olduğu “vasat ümmet” aslında adaletli ümmettir.
 
 
7.10.        Emniyet ve Güvenin Hâkim Olduğu Bir Ümmet
 
Ebû Musa el-Eş’âri’den rivayet  edildiğine göre, bir gün Resûlullah (s.a.v.)’a sormuşlar:
 
 
- Ya Resulallah, Müslümanların hangisi efdâldır?” ,
 
Resûlullah: -Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kimsedir.”  buyurmuştur.
 
 
Bu hadisten de  anlaşıldığı gibi, gerçek mü’min, Müslümanların kendisinden  herhangi bir zarar geleceği konusunda endişelenmedikleri, güvendikleri, emin insan olmalıdır. Dolayısıyla güvenilir insanların oluşturduğu toplumda, insanlar güven içinde yaşarlar ve hiç kimse birbirine karşı güvensizlik yaşamadığı için, toplumda huzur ve sükûnet hakim olur.
 
Allah Rasulü’nün hicretten önce elindeki eşyaları Ali’ye teslim ettiğini hepiniz bilirsiniz.
 
Bizlerin başka Müslümanlara ve hatta insanlara zararı olamaz. Allah, Vasat bir ümmet olmakla emrolunan bizleri bundan men etmiştir. Komşularımız, ailemiz, arkadaşlarımızın bizim ismimiz anıldığı vakit “O emin bir kişidir, ona güvenebilirsin” diyebilmelidir. İşte o vakit esasında tebliğimizi yapmış ve kişinin dünyasında bizim inandığımız DİN ile aynı dine inanma isteğini uyandırmış oluruz.
 
 
7.11.        Fakirlik ve rızık endişesi yaşamayan bir ümmet
 
7.12.        Çocukları rızık endişesi ile öldürmeyen bir ümmet
 
7.13.        Zinaya yaklaşmayan bir ümmet; günümüzde bununla ilgili be yapabiliyoruz?
 
7.14.        İşlerini “istişare” ile çözen bir ümmet8. VASAT OLMAYI ENGELLEYEN FAKTÖRLER
 
8.1. Şeytanın Aldatması
8.2. Taklîdî İman ve Amel
8.3. Zanna Tabi Olmak
8.4. Kibir, Gurur, Tuğyan
8.5. Öfke
 
Ve son olarak da “neden yapmayacağınız şeyleri söylersiniz” (Saf/2) ayetini hatırlatarak öncelikle kendime bu konuştuklarımızla amel etmeyi Rahman nasip etsin diyor, hepimizi Allah’a emanet ediyorum.
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !