Şükrü HÜSEYİNOĞLU
YALANDAN KİM Mİ ÖLMÜŞ?
Günlük konuşmalarda sık rastladığımız bir deyimdir, “Yalandan kim ölmüş” cümlesi. Zaman zaman biz de kullanırız, söylenen bir sözün yalan olduğunu belirtmek ve yalanın sahibini ince alaylı bir üslupla eleştirmek için. Bu anlamda deyimleşmiş bir cümle olan bu kalıp ifadeyi ağzımıza aldığımızda ya da işittiğimizde üzerinde sorgulayıcı bir mantıkla duranımız olmuştur muhakkak. Bu söz bir gerçekliğe tekabül eder mi, yoksa öylesine söylenmiş bir söz müdür diye.
Yalan söylemenin yalancıya zarar vermeyeceği, dolayısıyla yalancının, cesaretini buradan aldığını ima eden bu cümleye, bir de Irak’tan, Afganistan’dan, Filistin’den, Vietnem’dan, birinci ve ikinci dünya savaşlarından vs bakmaya ne dersiniz?
Soykırımla kurulan emperyalist ABD ve müttefiklerinin Irak’ı 2002’deki işgallerinden bu yana kanına girdikleri BİR MİLYONa yakın Iraklı Müslüman, tüm dünyanın gözü önünde tv’lerden ve BM kürsüsünden söylenen bir yalanın kurbanları değil mi?
11 Eylül saldırılarını fırsat bilerek, soğuk savaşın ardından yeni düşman kamp olarak tanımladığı İslam dünyasına karşı “yeni haçlı seferi” adı altında savaş açan ABD, Afganistan’dan sonra ikinci hedef olarak seçtiği Irak’a saldırmadan önce hangi gerekçeleri ortaya atmıştı hatırlayalım. ABD’nin gerek dünya kamuoyu ve gerekse BM Güvenlik Konseyi önünde Irak’a saldırmak için öne sürdüğü gerekçeler, “Irak’ın elinde kitle imha silahları olduğu” ve “Irak’ın el Kaide’yi barındırdığı” yönündeydi. Bu gerekçelerle Irak’a karşı savaş başlatan ve daha ilk günden başlamak üzere sivil hedefleri bombalayıp kadın-çocuk demeden cinayetler işlemeye başlayan ABD emperyalizmi, Saddam’ın kolay pes etmesiyle başlattığı işgal sürecinde kitlesel cinayetlerini artırarak sürdürdü ve halen sürdürüyor. Ancak ABD ve müttefiklerinin Irak’a saldırmak için öne sürdüğü söz konusu iki temel gerekçesinin de tamamen yalan olduğu ilerleyen zamanlarda ortaya çıktı.
Yalanlarının ortaya çıkmasıyla zor durumda kalan ABD’nin mevcut başkanı Bush, “Kitle imha silahları çıkmadı evet ama Iraklılar bir diktatörden kurtulmuş oldu” yollu açıklamalarla durumu kurtarmaya çalışırken, dönemin ABD Dışişleri Bakanı olan, fakat Irak’taki tüm aramalarına rağmen kitle imha silahı bulunamayıp savaş için ortaya attıkları gerekçelerin tamamen yalan olduğu günyüzüne çıktığında bu görevde bulunmayan Colin Powel, BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmadan utanç duyduğunu ve özür dilediğini açıklamıştı. Lakin bu utanç ve özür bir milyona yakın Iraklı Müslümanın kanında eli bulunan Powel’i temize çıkarmaya yetecek miydi?
Evet, kuruluşundan bu yana bir “soykırım ve yalan imparatorluğu” niteliği taşıyan emperyalist ABD’nin yalanları Irak’ta YÜZ BİNLERCE Müslümanın ölümüne yol açtı ve Irak’taki kitlesel katliamlar halen sürüyor.
ABD ve İngiltere başta olmak üzere müttefiklerinin Irak’a yönelik savaş kararını alırken gerekçe olarak öne sürdükleri iddialarının tamamen yalan çıktığı günlerde tarihi bir ifşaat daha yankılanmıştı dünya kamuoyunda. ABD’nin 1965 yılında savaş açıp 5 MİLYONdan fazla insanın kanına girdiği Kuzey Vietnam’a yönelik savaşın da bir yalana dayandığı ifşaatıydı bu. ABD, Tonkin Körfezi'nde Kuzey Vietnam devriye botlarından Amerikan savaş gemisi Maddox'a ateş açıldığı gerekçesiyle o kanlı savaşı başlatmıştı ki, bunun tamamen savaşı başlatmaya yönelik bir ABD yalanı olduğu nihayet tüm dünya kamuoyu önünde ifşa ediliyordu.
Geçenlerde Selahaddin Eş Çakırgil ağabey “Militarist’lerin benzerliğinden ders alınmalı değil mi?” başlıklı yazısında ikinci dünya savaşıyla ilgili benzer bir ifşaatı kaleme almıştı. O yazıdan tekrar okuyalım:
“25 Ağustos 1939’da, Hitler’in Dışbakanı Von Ribbentrop ile Stalin’in Dışbakanı Molotof, Doğu Avrupa’yı, Almanya ile Sovyet Rusya arasında bölüştürmeyi hedef alan gizli andlaşmayı imzaladıktan hemen sonra.. Hitler, Polonya’nın Silezya bölgesini ve Dansig (Gdansk) limanını yutmak için düğmeye basan emri verdi:
-Polonya sınırındaki filan sınır karakolumuz topa tutulsun!
-Ama, içinde 17 askerimiz var..
-Onlarla birlikte.. Onları ‘ulusal kahraman’ ilân ederiz!
Ve emir yerine getirilir, kurbanlar da ‘ulusal kahraman’ ilan edilir.. Bu saldırı, Polonya üzerine atılır. Alman kamuoyu, ‘bu alçakça saldırının cevabının verilmesi, 1. Dünya Savaşı’nın bu gayrimeşru çocuğuna haddinin bildirilmesi’ne ayarlanmıştır..
Ve bir hafta sonra 1 Eylûl 1939’da, planları aylarca önce hazırlanmış olan saldırı gerçekleşir. Alman orduları bir hafta sonra Varşova’dadırlar.. En sonu ise, malûm.. Almanya kendi topraklarını da kaptırdı, Polonya’ya.. Elbette büyük güçlerin dayatmasıyla.. Polonya, o saldırıda bir dahli olmadığına dair yırtınırken, herkes güçlüden, Hitler’den yanaydı.”
Bu şekilde yalan ve dolanlarla, tertiplerle başlatılan ikinci dünya savaşı KIRK MİLYONu aşkın insanın katledilmesiyle neticelenmişti.
Yalanlarıyla acımasız savaşlara ve milyonlarca insanın ölümüne sebep olan, yeryüzünü fitne ve fesada boğan zalimler, Hesap Günü ağır hesaplarıyla karşılaştıklarında ölümü çağıracak, toprak olmak isteyecekler fakat yaptıklarının karşılığını bulmaktan asla kurtulamayacaklar. Bu dünyada hesap vermeleri ve yaptıklarının bedelini ödemeleri ise, mazlum ve mustazafların hakikate uyanıp yalanın saltanatına son verecek kıyamıyla mümkündür.
Demek ki, “Yalandan kim ölmüş” deyimini kullanmadan önce MİLYONLARCA kez düşünmek gerekiyormuş…