16-11-2018 05:44

“Yemen, Filistin için çok önemli bir ülkeydi”

İslam coğrafyasındaki gelişmeleri yakından takip eden Beytülmakdis Öncüleri Derneği başkan yardımcısı, gazeteci-yazar Muharrem Güneş’le, tam anlamıyla bir kangrene dönüşen iç savaşı, katliamları, açlığı, kolera salgınıyla çağın en büyük insani dramlarından birinin yaşandığı Yemen’i konuştuk. Güneş, Yemen’in Filistin meselesi konusunda aslında çok önemli ve fakat gözden kaçan bir ülke olduğunu belirterek, Yemen’in iç savaş öncesi dönemde birçok Filistinliye kapısını açtığına ve gerek insani yardım noktasında, gerek o insanları misafir etmek konusunda çok önemli bir rolü bulunduğuna işaret etti. İstanbul’da konsolosluk binasında Suud rejimince işlenen Cemal Kaşıkçı cinayeti de söyleşimizin konuları arasındaydı.

“Yemen, Filistin için çok önemli bir ülkeydi”

Yemen’de gerçekte ne oluyor, bir iç savaş mı, yoksa Suud-İran arasındaki bölgesel ve daha ötesinde Hudeyde Limanı, Cibuti, Somali ve dolayısıyla Afrika’ya açılan kapı olması sebebiyle ABD-Çin arasındaki küresel çatışmanın bir kurbanı mı Yemen?

-Arap baharının bir devamı olarak Yemen’de de bir hareketlilik oldu. Orada bir fay hattı vardı zaten. Bu fay hattının olması nedeniyle küresel güçler tarafından özellikle dikkat çeken bir yerdi. Tabi Yemen’in stratejik öneminden önce şöyle bir noktaya da dikkat çekmek lazım; Mısır, Yemen ve Suriye şu anda büyük kriz bölgeleri olarak karşımızda duruyor ve üçünün de Filistin meselesiyle aslında çok önemli bir bağı var. Filistin meselesi konusunda aslında çok önemli ve fakat gözden kaçan bir nokta Yemen. Suriye İran’ın kontrolünde olan bir bölge olması hasebiyle Amerika’nın veya başkalarının müdahalesi söz konusuydu, Hamas’ın merkezi Suriye’deydi. Bununla birlikte Yemen gerçek manada önemli bir rol oynuyordu Filistin meselesinde. Birçok Filistinliye kapısını açmıştı ve gerek insani yardım noktasında, gerek o insanları misafir etmek konusunda çok önemli bir rolü vardı.

- Devlet olarak mı?

- Devlet olarak da halk olarak da. Yani ben Filistinlilerle konuştuğum zaman oranın kendi evleri gibi olduğunu söyleyebiliyorlardı. Bir diğer nokta da Mısır. Zaten bu üç ülkeyi ele aldığınız zaman Filistin meselesiyle direkt irtibatın olduğunu söyleyebiliriz. İkincisi ise Yemen üzerinde konuyu düşündüğümüz zaman, Yemen çok stratejik bir nokta ve kavşak ve köprü noktası. Birincisi, hemen yanı başında İran var, öte tarafında Suudi Arabistan var ve hemen bir kuşak boyunca Haliç ülkeleri var. Bu güçlerin her biri kendi petrollerini, kendi yeraltı kaynaklarını Avrupa’ya, Batı’ya ve Asya ülkelerine satmak için bu kavşağı kullanıyorlar. Hürmüz Boğazı özellikle Haliç ülkelerinin ve bölge coğrafyasının Batı ülkelerine geçiş noktası. Yani düşünün ki Haliç ülkelerinin bazıları, yüzde 100, bazıları ise yüzde 90’ın üzerinde yani  ortalama yüzde 95 oranında doğalgaz ve petrollerini bu kanal üzerinden götürüyorlar. Dolayısıyla en büyük güç savaşları bu noktada devam ediyor. Özellikle Suudi Arabistan ve onun da arkasında Birleşik Arap Emirlikleri. Çünkü Suudi Arabistan’ın kendisi tek başına bir aktör olarak bu kadar baskın değildi Yemen’in üzerinde. Bu durum ne zaman değişti? Muhammed bin Selman’ın aktör olarak devreye çıkmasından sonra ortaya çıktı. Bu da aslında Muhammed bin Selman’ı Batıyla tanıştıran, Amerika’yla irtibatını kuran Muhammed bin Zayed’dir. Ve asıl orada o kaynaklara hakim olma, Suudi Arabistan üzerinden bunu gerçekleştirme idealini Birleşik Arap Emirlikleri yürütüyor. Malum o hat üzerinde bulunan gerek Sudan, gerek Eritre, Etiyopya, gerek Yemen, buraların tamamında şu anda Birleşik Arap Emirlikleri’nin arzu ettiği gibi merkezleri ve ele geçirdiği birtakım adaları var, limanları var. Uluslararası Dubai Port Liman işletmesinin hemen hemen bu kavşak üzerinde, bu geçit üzerinde tamamen yerleştiğini ve bunun üzerinden o bölgeyi kontrol ettiğini ve dolayısıyla dolaylı olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin kontrolünde olduğunu söyleyebiliriz. Zaten Amerika’nın bu coğrafya üzerinde birçok yerde askeri havalimanları ve üstleri bulunuyordu, ancak bu petrol yollarını da ele geçirmesiyle tam anlamıyla bir kontrol ele aldığını söyleyebiliriz.

- Bu noktada Çin’in Afrika’ya yönelik büyük bir ilgisi söz konusu bilindiği gibi, enerji kaynakları konusunda. Yemen’deki çatışmada bu da bir faktör mü? Suud ve Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden ABD’nin müdahil olduğu çok açık, hatta Siyonist işgal rejiminin müdahil olduğu. Diğer tarafta İran’ın oradaki faaliyetlerinde de mesela Çin ve Rusya’nın etkisi ve katkısı var mı?

- Malumunuz Arap Baharıyla birlikte çok net bir ayrışma yaşandı. Dünya tek bir kutuplu bir gücün elindeydi Arap Baharına kadar. Fakat Rusya yeni bir politika geliştirdi bu süreçte. Eğer kendisi aktif olarak meydanda olmazsa soğuk savaş sonrası yaşadığı durumu tekrar yaşayacaktı, bunun için sahaya inmeyi gerekli gördü, Suriye’de Esed diktasından yana tavır koydu. Tabi burada küresel işgalci güçler çoğunlukla doğrudan değil bu süreci vekalet savaşları üzerinden yürütüyorlar. Rusya ve Çin İran’ı destekleyerek bu süreci yürütüyor. Ve İran da bu noktayı kendisi için çok önemli stratejik bir nokta olarak görüyor ve burası üzerinden petrolünü transfer edeceğini düşünüyor. Ama özelde Çin’in Afrika ülkeleri üzerinde çok büyük bir çalışması var. Sadece inşa ettiği limanın maliyeti 12 milyar dolar düzeyinde ve orada çok büyük bir askeri güç de şu anda bulunduruyor. Rusya aynı şekilde, fakat Rusya ne olur ne olmaz diyerek bir denge politikası yürütüyor, Suriye gibi tam olarak bir taraf olmuyor. Hem şu an ki Hadi Hükümetiyle hem de Husilerin Hükümetiyle, hatta onları Moskova’da da ağırlayarak yani resmi bir temsilci olarak kabul ederek onlarla olan ilişkilerini devam ettiriyor, bir denge politikası izlemeye çalışıyor.

- Husiler demişken, Husiler kimdir, ne istiyorlar? Zeydiler fakat Zeydi çoğunluktan da farklı bir yaklaşım sahibiler siyasi anlamda. Nasıl bir Yemen istiyorlar?

- Biraz somutlaştırırsak eğer, Lübnan Hizbullah’ı benzeri bir yapı kurulduğunu söyleyebiliriz orada da. Yani Lübnan’da Şii bir nüfus vardı, Irak’ta da aynı şekilde Şii yoğunluklu bir nüfus vardı, fakat süreç içerisinde ne yaptı İran, yayılmacı politikası gereği bu ülkelerdeki Sünni nüfusun üzerindeki baskıyı arttırarak Şii nüfuzunu artırdı. Yemen’de de aynen böyle oldu. Yani Yemen’de ilk olarak 90’lı yıllarda bu hareket kuruldu, Husi hareketi. Aslında zenginlerin ve oradaki birtakım öğretim görevlilerinin bazı açıklamaları var, yani bu olayı şöyle değerlendiriyorlar: Husiler şu anki tutumları ve davranışları itibariyle Zeydiler değildir aslında. Çünkü Zeydiler malumunuz tarihte Ehl-i Sünnet ile en barışık yaşayan ve Sünniliğin itikadi görüşlerine yakın olan bir grup. Sünnileri tekfir eden bir grup değil ve savaşmayı uygun görmüyorlar. Fakat Husiler, Zeydilerden farklılaşıyor. Liderleri İran’da Kum’da yetişmiş, o ideolojiyi benimseyip Yemen’de bu hareketi başlatmış biri. Dolayısıyla Husiler’i, Zeydiler olarak değil, bu Şii nüfusun içerisinde sivrilen ve İran’a angaje olmuş bir grup olarak ayrı değerlendirmek gerekiyor.

- Zaten belli bir aşirete dayanan bir grup, bildiğim kadarıyla Husiler.

-Tabi Husiler bir aşiret. Bu olayı kesinlikle Şii-Sünni mezhepleri üzerinden değerlendirmemek gerekir. Bu olaylar tamamen siyasi. Şiiler ve Sünniler geçmişte de bugün de birçok yerde bir çatışma olmadan yaşayabiliyorlar. Fakat şu anda İran’ın dahil olmasıyla, Suudi Arabistan’ın dahil olmasıyla iş doğallığını kaybetmiş durumda. 2012 yılında hatırlarsanız Suudi Arabistan, ABD’den Husilere karşı 60 milyar dolarlık bir silah anlaşması yaptı. O dönemde Husilerin Suud’a saldırmasının önü açıldı Amerika tarafından. Husiler Suudi Arabistan’a saldırdılar, Suudi Arabistan’da kendini korumak adına Amerika’dan yardım istedi. Amerika da, tamam sana silah satalım dedi ve 60 milyar dolarlık bir silah satışı yaptı. Sonra bu Arap Baharının ortalarına doğru 2014 yıllarında da bu sefer Abdullah Salih düştüğü zaman bunun yerine alternatif güç olarak ortaya çıkarılabilecek birinci güç İhvan hareketi ve bileşenleriydi. Bunu önlemek için bu sefer Husilerin başkent Sana’ya girmesine izin verildi.

- Bir nevi DAEŞ’in Musul’u almasına operasyonel amaçlarla göz yumulması örneğindeki gibi…

- Evet. Suudi Arabistan hiçbir şey yapmadan, hiçbir müdahalede bulunmadan, güya desteklediği Abdullah Salih Hükümetinin devrilmesine imkan sağladı. Böylece Sana’yı ve büyük önemli stratejik noktaları Husilerin almasına müsaade etti, Amerika da buna imkan sağladı. Çünkü bu iki gücün orada bir güç dengesi oluşturulması gerekiyordu ki, Amerika’ya müdahale imkanı doğsun.

- Yani orada İhvan’ın önünün de kesilmesi bu şekilde mümkün oldu.

-  Türkiye’den çok büyük bir öğrenci grubu Yemen’de eğitim görüyordu, Abdulmecid Zindani’nin Yemen Teknoloji Üniversitesi’nde. Husiler şehre girer girmez ilk hedef aldıkları yer, bu Türk öğrencilerin de bulunduğu yurtlardı. Böylece ilk olarak İhvan’ın etkisini kırdılar. Ondan sonra zaten iki tane başkent oluştu ve bu iki başkent çatışma odağı olarak devam etti. Sonra Suud’un başı çektiği koalisyon güçleri devreye girdi ve bir süre sonra Yemen’i yıkıma uğrattıktan sonra geri çekildiler. Şimdi ise Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri sözde Husilere karşı savaş yürütme iddiasıyla aslında yerel halkı perişan edecek düzeyde bir yıkama sebebiyet veriyorlar.

- Yemen’de çok büyük bir katliam yaşanıyor, öğrencilerin bulunduğu otobüsler bombalanıyor. Diğer taraftan açlık ve kolera salgını söz konusu. Şu anda Yemen’deki yıkımın boyutları nedir?

- Birleşik Arap Emirlikleri ülkeye girdiği zaman ülkenin bütün maddi servetlerini kendi ülkesine taşıdı. Şu an zaten bu ölümler ve yıkımlar nedeniyle ülkenin zenginleri de ülkeden çıkmak durumunda kaldı, kendilerini ve servetlerini koruma adına. Geriye sadece fakir halk kaldı. Ve fakir halk da maalesef dört bir taraftan kuşatıldığı için içeriye temel gıda maddeleri sokulamıyor ve şu anda halkın 8 milyonu açlık sınırında yaşıyor. Geriye kalan bir 10 milyon da yine fakirlik derecesinde yaşıyor. Çok az bir kesim var açlık sınırında olmayan. Yani halkın yüzde 80’i şu anda çok büyük bir açlık sorunuyla karşı karşıya. Son dönemlerde yaprak bile kalmadı diyorlardı, yani o kadar ki yaprakları toplayıp yemeye başlamıştı köylerde, ulaşımı zor olan bölgelerde insanlar. Suudi Arabistan dönem dönem medya mensuplarını taşıyarak birkaç koli yardım yapıp, orada halkın da onurunu kırıcı bir şekilde güya yardım götürdüğünü söylüyor. Dönem dönem 1 milyon dolar, 5 milyon dolar, 10 milyon dolar yardım ettiğini söylüyor, ama o yardımın da kime gittiği, nasıl taksim edildiği de şüpheli.

Yemen şu anda biraz bizden ırak kaldığı için, Suriye komşumuz olması ve enerjimizin çoğunu alması hasebiyle Yemen’e odaklanamıyoruz. İslam alemi de odaklanamıyor, herkesin kendi içinde bir krizi var. Kısa vadede de Yemen’deki bu çatışmanın bitmeyeceği düşünülüyor. Çünkü Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İran tüm gücüyle orada ve her gün füzeler atılıyor, çok büyük krizler yaşanıyor. Dolayısıyla, kısa vadede bu sorunun çözüleceği düşünülemeyeceği için en azından şu anda o insanları açlık krizinden kurtarmak için gözden ırak tutulmaması gerekiyor, yani insani yardım konusunda, en azından temel gıda maddeleri, çocuklara, bebeklere mama, artık çocuklar bir deri bir kemik kaldılar. Yani birçok insan onun da ötesinde sağlık noktasında da çok zor durumda. Yeraltı sistemi çöktüğü için kanalizasyonlar sulara karışmış durumda, su içilemez halde ve bunun da yaydığı hastalıklar var. 7-8 milyon insan da kolerayla mücadele ediyor ve gittikçe yayılıyor bu. Önü alınamaz bir şekilde bir kriz, insani kriz yaşanyor.

- Tam olarak şu anda Yemen’de gerçek anlamda bir insanlık krizi yaşanıyor ve maalesef dünyada buna seyirci. Üstelik açlığın, tarafların birbirlerini yıldırma amaçlı bir savaş stratejisinin sonucu olduğu bilgisi var. Doğru mu bu bilgi?

- Bu maalesef doğru bir bilgi. Zaten en son Suudi Arabistan sözcüsünün yaptığı bir açıklama vardı, diyordu ki; biz Husi bölgesine, onların kontrol ettiği bölgeye öyle bir politikayla yaklaşmalıyız ki, yani bir şok politikası diyorlar ona, şok politikasıyla yaklaşmalıyız ki onlardan sonra gelecek nesiller dahi bunu unutmamalı. Yani bunu yaparken açlıktan tutun, işte o mesela otobüslerde katledilen 45 çocuk Husilerin çocuklarıydı mesela, ana sınıfındaki çocuklar. Yani ailelere öyle dramatik bir şey yaşatmalıyız ki artık bize karşı çıkamasınlar.

- Yani Esed rejiminin daha önce Hama’da 82 yılında, şimdi de Suriye çapında uyguladığı stratejinin benzeri…

- Benzerini uyguluyorlar evet maalesef. Yani ilginçtir ki Avrupa ülkelerinden bazı sesler yükseldi, dediler ki biz Suudi Arabistan’a silah satışını durduralım, çünkü bunlar o çocukları öldürmekte kullanıyorlar bu silahları. Fakat sözcü çıktı bütün dünyanın karşısında dedi ki, bu bir meşru müdafaa hakkıdır, uluslararası hukuka uygun hareket ediyoruz dedi, onlar çocukları bize karşı kullanıyorlarsa biz ne yapalım gibi açıklamalar yaptı.

- Küresel güçler, bölgesel güçler, BM vs Yemen’de olan bitene seyirci, dahası taraflara silah satışı, askeri ve siyasi destekle çoğu ülke bizatihi işlenen suçların ortağı. Nasıl bir dünyada yaşıyoruz?

- Uluslararası ilişkiler bağlamında bakıldığı zaman uluslararası hukuk diye bir şey var sözde. Mesela ne oldu? Bölgesel kriz çıktığı zaman, artık o bölgede o sorun çözülemeyecek hale geldiği zaman uluslararası hukuk devreye girer, uluslararası kurumlar devreye girer ve o sorunu çözerler. Fakat bu son dönemde yaşananlara bakıldığı zaman uluslararası hukukun yerini uluslararası güç almış durumda, hukuk işlemiyor güç işliyor. Güç burada ne diyorsa o oluyor. Yani Suudi Arabistan değil sadece. Suriye’de ne kadar katliam oldu, dahası kimyasal kullanıldı, ne kadar çocuk öldü Duma’da, Guta’da? Buna rağmen dünya cılız sesler çıkarsa da neticede üzeri kapatıldı her şeyin. Yayınlanan raporlara baktığınız zaman Almanya, Hollanda, Avusturalya, İsveç bunların hepsinin Esed rejimine dolaylı olarak kimyasal madde sattığını görüyoruz. Yemen’de de aynı şekilde, insanlık dramını sonlandırmak bir kenara, iki tarafa silah satıyorlar. Kim satıyor? Yemen Hükümetine Suudi Arabistan üzerinden silah satan ülkeler Batı ülkeleri, Fransa’sı, Almanya’sı, Amerika Birleşik Devletleri birinci sırada geliyor. Öte taraftan İran’a da silahı Rusya’sı ve Çin’i satıyor. Yani burada tek olan şey uluslararası küresel aktörler Amerika Birleşik Devletleri, Çin, Rusya silah satmak için, kendi menfaatini koruyabilmek, gerek enerji kaynakları bağlamında çıkarlarını düşünüyorlar.

- Hatta yeni silahlarını deneme sahası olarak Suriye’yi kullandıkları gibi Yemen’i de muhtemelen bunun için kullanıyorlar. Burada  Türkiye’nin tavrı da tabi tartışılmalı, yani mesela Türkiye mevcut dünya işleyişinde kimi insani kriz bölgelerinde gerçekten insani, vicdani çıkışlarıyla öne çıktı. Fakat kimi bölgelerde ise aksine işgalin tarafı oldu. Mesela Afganistan’da işgalin bir parçası neticede Türkiye. Suriye’de kimi bölgelerdeki katliamlara karşı çok ciddi itiraz etti, fakat mesela Rakka yakılıp yıkılırken Türkiye’den bir itiraz duymadık. Aynı şekilde Musul yakılıp yıkılırken de… Yemen’de de böyle bir durum yaşanıyor, yani Yemen konusunda belki insani olarak ses çıkarabilecek tek ülke Türkiye olarak düşünülürken, Osmanlı bakiyesi olması açından bile en azından Türkiye’nin de çok ciddi olarak Suud ve Birleşik Arap Emirlikleri ve diğer tarafta İran’n oradaki yıkıcı rollerine ve yaşanan insanlık suçlarına çok ciddi ses çıkarmadığını görüyoruz, bunu nasıl değerlendirmek lazım?

- Yani Türkiye’yi biraz şu bağlamda değerlendirmek lazım: Türkiye vicdanı ile çıkarları arasında sıkışmış durumda. Bence bazen gelgitler yaşaması, bazen birbiriyle çelişkili görünen durumları yaşıyor olması tamamen bundan kaynaklanıyor. Bu bölgedeki karışıklıklar başladığı andan itibaren Türkiye insani bir tavır koymaya çalıştı, ama bunu belli bir noktaya kadar getirdikten sonra bunun yeterli olmadığını, nihayetinde okların kendisine de yöneldiğini görünce bir reel politikaya yönelmeye çalıştı. Bölgesel güç olduğunu kabul ettiği aktörlerle ilk başta çatışma dili kullanırken, sonra onlarla uzlaşma yoluna gitti, yani onlarla en azından birtakım anlaşma yollarına gitti. Yani bir yandan mesela NATO’ya karşı durup Rusya’yla silah anlaşması yaparken, öte taraftan NATO’dan da vazgeçemediği için NATO’nun birtakım uygulamalarına da sessiz kalmak durumunda kalıyor. Tabi Müslümanlar olarak bizim bu durumu kabul etmememiz, buna karşı sesimizi yükseltmemiz, eleştirel bakış olarak en azından Hükümetin yanlışlarını dile getirmekte fayda var. Ama bir durum tespiti yaptığınız zaman da Türkiye’nin gücü İran kadar dahi değil. Çünkü İran’ın arkasında çok büyük bir güç var, nükleer güç olarak ortada duruyor, arkasında Rusya bölgeye tamamen konumlanmış ve onu istediği gibi yönlendiriyor. Dolayısıyla son zamanlarda özellikle denge politikası takip etmeye çalışıyor.

Mesela Yemen açısından değerlendirsek, şu an Türkiye’den çok büyük bir rahatsızlık duyuyor gerek Suudi Arabistan, gerek Birleşik Arap Emirlikleri. Çünkü Türkiye’nin daha önce o geçiş üzerinde Somali’de bir üssü vardı, geçen yıl da Sudan ile Sevakin Adası üzerinde bir anlaşma yaparak, orada Osmanlı’nın bakiyesi bir adadaki tarihi eserleri tekrar inşa etme adımı atması çok büyük bir rahatsızlık oluşturdu. Yani Türkiye sahada ben de varım dedi. Birleşik Arap Emirlikleri’nin, Suudi Arabistan’ın varlığına ek olarak kendisinin de bölgede bir aktör olarak var olması onları rahatsız etti.

- Benim bu soruyla kastım şu: Ahlaki zemin çok önemli, yani her halükarda sizin bir iddianız varsa, mesela dünya 5‘ten büyüktür, her halükarda mazlumlardan yana yer almak gibi bir iddianız, söyleminiz varsa, bu ahlaki zemini her yerde tutarlı bir şekilde sürdürmeniz gerekir. Oysa bugün dünyada ahlaki zeminini tutarlı olarak koruyan bir güce rastlamak mümkün değil, ne küresel güç anlamında, ne uluslararası kuruluşlar, Birleşmiş Milletler vesaire anlamında, ne de işte bölgesel güçler anlamında. Yani herkes belli bir noktaya kadar ve kendi çıkarıyla örtüşen noktalarda insani tutum takınabiliyor, ama çıkarlarının çatıştığı yahut da çıkarlarının çakıştığı noktada insanlık dışı uygulamalara sessiz kalabiliyor, destek verebiliyor, ortak olabiliyor, bu ciddi bir mesele.

- Bu kadar sorunun içerisinde boğulmuşken, Türkiye aslında belki de şunu da düşünüyor olabilir: Yani kendisinin ilgilendiği bizatihi kriz bölgesinin içerisinde olması hasebiyle üstesinden gelemeyeceği bir duruma da girerek daha fazla cephe açmaya gücünün yetmeyeceğini düşünerek sessiz kalıyor olabilir, ama tabi ki ilkesel bağlamda net bir tavır ortaya koyması çok önemli. Ama sahada şunu da görüyoruz, yani gerçekçi olmak gerekirse: Türkiye her ne kadar sahada askeri olarak bir engelleyici güç olarak olamasa da, şu an bu kriz bölgelerinde sıkıntı yaşayan hakların tek sığınağı olarak Türkiye var. En azından askeri olmasa dahi onlara lojistik manada veya muhalefet unsuru olarak hayatta kalabilme mücadelesini verme anlamında her türlü desteği verdiğini, gerek Yemen, gerek Suriye, gerek Mısır, gerek Filistin, gerek Irak, en üst düzeyde onları ağırladıklarını ve koruma, himaye sağladığını, yapabildiğinin bu noktada iyisini yapmaya çalıştığını da görebiliyoruz.

- Tabi İslami açıdan baktığımız zaman şu da var: Türkiye’nin mevcut devlet aklı itibarıyla yönünün, kıblesinin Batıya dönük olduğunu, daha bu yaz NATO’da mızrak ucu misyonunu üstlendiğini, mesela Suriye’de çözümü Putin, Merkel, Macron üçlüsüyle aradığını, yani netice itibarıyla her ne kadar birtakım insani ve vicdani girişimleri olsa da Türkiye’nin alternatif bir dünya çerçevesinde çalışmadığını, yine Batılılarla iş yaptığını, İslam dünyasındaki sorunlara bile Batılılarla çözüm aradığını görüyoruz. Şimdi şu soruyu sormak istiyorum: Şayet bugün Yemen’de İran, Suud ve Birleşik Arap Emirlikleri ve tabi ki onların arkasındaki küresel güçler, ABD’si, Çin’i, Rusya’sı biz yokuz artık deseler, biz Yemen’i çok fazla yıprattık, bir şey de elde edemedik, çekiliyoruz deseler, Yemen’deki yerel güçler uzlaşır mı?

- O çekilme kolay kolay olmayacaktır kısa vadede, fakat farz edelim olsa dahi öyle acılar yaşandı ki, kabile sisteminden bahsediyoruz, bu acıların unutulup uzlaşma sağlanması çok zor.
Zaten küresel işgalci güçler orayı bırakmayacağı gibi, bıraksalar dahi yerel halkın kolay kolay birbirlerini kabul edebileceğini düşünmek çok mümkün değil, çünkü her iki taraf da birbirlerine karşı aşarı grupları içeriye sokmuş durumda. İçeride de çok ciddi uç noktada bir çatışma var, yani bir intikam duygusu köklere kadar inmiş durumda, olaya mezhebi bakan, olaya tamamen dışlanma penceresinden bakan… Yani düşünün ki, 6-7 yaşındaki 45 çocuğu katlettiler ve yanlışlıkla oldu diyemiyorlar. Çünkü bunlar Husilerin çocukları, yani karşı taraf. Karşı taraf da bunu yapıyor, o da bunu yapıyor, o da girdiği zaman öğrencilerin kaldığı binayı direkt bombalıyor, hedef alabiliyor, çünkü gözünde bunlar terörist, yani buna gerçekten böyle inanıyorlar, yani maalesef böyle bir şey oluşturulmuş durumda.

- Bir bölünmeye mi gider Yemen sorunun neticesi?

- Zaten şu an fiili olarak bölünmüş durumda. Fiili olarak iki hükümet var, topraklar da tamamen ikiye bölünmüş durumda ve şu an fiili olarak iki başkent var ve bu başkentler kendi hükümetlerini, kendi belediyelerini, kendi yönetimlerini kurmuş ve halihazırda bu devam ediyor, muhtemelen böyle devam edecektir. Yani fiili durum var ve kimse toprağından vazgeçmeyecektir, genelde de büyük savaşlarda böyle oluyor. Yerleşen güç, arkasına da büyük bir gücü aldıktan sonra onun menfaatlerini korumak şartıyla orada baki kalıyor.

- Dolayısıyla şu anda bir anlamda İran’ın kontrolünde bir bölge Yemen’de, bir de Suud ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin kontrolünde bir bölge ve bu belli bir süre devam edecek gibi görünüyor.

- Yani dolayısıyla Rusya’nın ve Çin’in bölgesi, karşı taraf da ABD’nin maalesef.

- Yemen’e insani yardıma yönelik gözle görülür bir çaba var mı?

- Doğrusu son zamanlarda insani yardım konusunda çok büyük eksiklikler var. Aslında buna kuşatma da diyebiliriz. En büyük insani yardım Haliç ülkelerinden geliyordu, son dönemlerde özellikle Katar kriziyle birlikte bilindiği üzere tam bir ayrışma yaşandı, Haliç ülkelerinin birçoğu doğrudan ABD’nin kontrolüne girdi ve bütün banka hesaplarından tutun, giriş-çıkış transferleri, yani yüklü olabilecek bir transfer hemen kontrole takılıp durduruluyor. Dolayısıyla hayırsever iş adamları da bir korku psikolojisi içerisinde gerek Filistin’e, gerek Suriye’ye, gerek başka ülkelere hiçbir şekilde insani amaçlı para transferi yapamıyorlar. Suudi Arabistan’da durum çok daha kötü, Suud’da muhalifler kendileri için dahi para transfer edemiyorlar, böyle bir blokaj söz konusu. Dolayısıyla Türkiye’nin son yıllarda insani yardım konusunda öne çıkmasının nedeni budur. Haliç ülkelerine nazaran maddi gücü ne olabilir ki? Fakat oralardaki blokaj nedeniyle Türkiye şu an birinci durumda. Yapanlar da Türkiye üzerinden yapıyor, çünkü kendileri direkt yapamıyorlar, listeye alınıyorlar, fişleniyorlar. Yani dolayısıyla İstanbul şu anda bir manada bu yardımların transfer merkezi sayılır, dolayısıyla buradaki Yemen insani yardım kuruluşlarını bulup onlar vasıtasıyla insani yardım çalışmaları yürütülebilir.

- Son olarak Cemal Kaşıkçı olayını da konuşalım. Cemal Kaşıkçı hadisesi sadece Suud’un ve Veliaht Prensin bir muhalifini tasfiyesinden mi ibaret sizce?

- Aslında öyle değil, yani yüzlerce muhalif var ve hapishanedeler. Cemal Kaşıkçı’dan çok daha muhalif olan insanlar şu anda tutuklu, ama bu şekilde bir katliama tabi tutulmadılar. Suud rejiminin muhalifi olan başka başka ülkelerde birçok insan var.

Cemal Kaşıkçı’yı önemli kılan hususlardan biri, kendisinin aktif olarak özellikle Amerika’da ses getiren bir gazetede köşe yazarı olması ve bazı şeyleri açık deşifre edebilme kabiliyetine sahip olması. Yani son yazdığı yazılarda özellikle Amerika’nın kalbinde Amerika’yı eleştirmesi. Malum Trump yönetiminin oradaki basınla arası çok iyi değil. Ve Cemal Kaşıkçı da Amerika’nın, İsrail’in bu bölgeyi harap ettiğini ve uzun vadeli birçok planlar yaptığını ve mevcut Suud yönetiminin de onlara yardım ettiğini çok dile getiriyor. Yani Cemal Kaşıkçı Türkiye’de çok bilinmezden evvel de şahsen takip ediyordum kendisini Twitter sayfasından, yazılarını bizatihi okurdum, yani çok açık dile getirirdi.

- ABD’nin de bu işin içinde olduğu, bunun sadece Suud operasyonu olmadığı yorumları var…

- Tabi ki. Yani Suud yöneticilerinin Amerikan istihbarat örgütlerinden bağımsız olarak bunu yapması zaten mümkün değil.

- Peki bu olay neticede Muhammed bin Selman’ın tasfiyesine yol açar mı?

- Şu an aslında İngiltere ve ABD, Suudi Arabistan üzerinde bir güç savaşı yürütüyor, gizli bir güç savaşı. Şu anda bazı prensler İngiltere’de yaşıyorlar, mesela önceki Kral Abdülaziz’in oğlu Londra’da yaşıyor, şu an Londra’da çok yoğun bir diplomasi var, onu öne çıkarıyorlar, Ahmed bin Abdülaziz. Öte taraftan ABD de bu Muhammed Bin Selman’ın kardeşini devreye soktu, fakat o Batı tarafından çok kabul gören birisi değil, bu işte parmağı olduğu düşünülüyor. Almanya’da yaşayan bazı prensler var, onlar da oradan hareketlendiler. Fakat çok net bir şekilde görülüyor, senatörler, özellikle muhalif senatörler Muhammed bin Selman’ın bu süreci yönetemeyeceğini, Amerika’nın da karizmasını çizdiği yönünde bir müdahale bulunuyorlar. Bin Selman’ın bu sürecin sonunda tasfiye olma ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyorum.

(Söyleşi: Şükrü Hüseyinoğlu / İktibas Dergisi - Kasım 2018)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !