Dindar laiklik
Taha Kılınç / Yeni Şafak
Geçtiğimiz yüzyılda Tunus ve Türkiye’nin yaşadığı laiklik tecrübeleri birbirine oldukça benzer. Her iki ülke de, devlet eliyle dine getirilen zorba yasaklarla yüzleşti, İslâm’ın temel emirlerinin yasaklarla ortadan kaldırılmaya çalışıldığı süreçlerden geçildi. Habib Burgiba döneminde Tunus halkının neyle karşı karşıya kaldığının çeşitli örneklerini geçen yazımda vermiştim. Türkiye’de yaşananlar, katlanılan acılar ve ortaya konan zulüm zaten malum.
İslâm dünyasındaki laiklik tecrübesi sadece yasakçı, jakoben laiklik biçiminde tezahür etmedi. Tunus ve Türkiye örneklerinin aksine Fas ve Mısır’da da laik rejimler oluşturuldu. Ama “dinle barışık” bir laiklikti bu. İslâm görünürde mevcuttu, hayatın her alanında çeşitli tezahürleriyle arz-ı endam ediyordu; fakat bazı kritik alanlara din kesinlikle sokulmuyordu. İşin garibi, halkın geneli de zamanla bu duruma rıza olur hale gelmişti.
Dinin, sosyal hayatın her alanında ayan-beyan görünürken, girmeye müsaade alamadığı yerler şunlardı: Dış politika, ekonomi ve devlet yönetimi. Serbest alanlar öylesine fazlaydı ki, kitleler “dinî özgürlükler”in tadını çıkarmaktan, eksiklere odaklanmaya vakit bulamamıştı. Başörtüsünden sakala, peçeden çarşafa, Kur’ân eğitiminden İslâmî ilimlerin diğer dallarına, insanlar diledikleri gibi yaşıyorlardı. Ancak dış politika, ekonomi ve devlet yönetimine İslâmî kurallar dayatmamak şartıyla. Eh, o kadarcık da olsundu artık.
Diğer ülkelerin aksine, formel anlamda diyanet işleri başkanlığı veya genel müftülük makamı bulunmayan Fas’ta, kral, dini de siyaseti de bünyesinde birleştirmiş kabul ediliyor. Halka dinî alanda geniş özgürlükler tanıyan kraliyet yönetimi, ulema sınıfının dilini bağlamak suretiyle, üç sakıncalı alana müdahale ettirmiyor. Devletin resmi siyaseti ve ülkenin iç istikrarı da o üç alanla yakından ilişkili bulunduğundan, aslında din işleriyle devlet işleri pratikte birbirinden kalın çizgilerle ayrılmış ve din hayatın bir köşesine hapsedilmiş oluyor.
Aynı durum Mısır için de geçerli. 1961’de Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnâsır’ın Ezher şeyhlerini atama yetkisini devlet başkanına bağlamasından itibaren istiklâlini yitirmeye başlayan ulema sınıfı, günümüzde “suya-sabuna dokunmamak” şartıyla serbest. Mısır’da da üç “cıs” alana müdahil olamayan ulema, kendi minik top sahasında dilediği şekilde “ilmî faaliyet” yapmakta özgür. Mısır sokaklarında ve okullarında tesettürün her tonunu, hiçbir yasakla karşılaşmaksızın, görebilirsiniz. Caddelerde Kur’an sesleri size eşlik eder. Televizyonlarda, Ezher uleması canlı yayınlara katılır, soruları cevaplar. Din, görünüşte alabildiğine özgürdür. Ama kural aynıdır: O üç alana kesinlikle girilmez. Dolayısıyla, Mısır’da da aslında pratik laiklik hâkimdir. Devlet, İslâmî kurallardan bağımsız yönetilir. Ekonomiye din yön vermez. Dış politikada da odak noktası, tamamen “milli menfaatler”dir. Din adamları, inandıkları ve temsilcisi oldukları dini ahkâmı, bu üç alanın dışında yorumlarlar.
Bu açılardan bakınca, Fas ve Mısır tipi laiklik modeline, “dindar laiklik” dense yeridir. İslâm’ın “sosyal bir vakıa” olarak kabul gördüğü bu ülkelerde, kötü örneklerle karşılaştırıldığında, halkın haline şükrettiği bir manevi keyif atmosferinin mevcut olduğu da görülür.
Şimdi bu iki ülkeyi, Suudi Arabistan da izlemeye karar vermiş görünüyor. Ulema sınıfının yetkilerinin ve etkinliklerinin budanması, ülkeye birden bire getiriliveren özgürlükler ve Batılılaşma hamlelerinin birbiri ardına gerçekleştirilmesi, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın zihnindeki model hakkında yeterince fikir veriyor. Geleneksel olarak siyasetin emrinde ve güdümünde hareket eden ulema sınıfının da boyun eğmesiyle, bu modelin uygulanması zor olmayacak gibi.
İslâm’ın temel emir ve yasaklarıyla edilen sert kavga, yolun sonunda rejimlerin yenilgisiyle sonuçlanmıştı. “Dindar laiklik” projesi ise, kitlelerce epey hızlı benimsendi, benimseniyor. Bunda, iki temel neden var: 1) Silahlı hareket ve mücadelelerin, sivil halk tarafından ürküntü ve korkuyla karşılanması; üstelik birçok ülkede, siyasal hareketlere de alan açılmaması, 2) “Siyasal İslâm” modellerinin, mevcut piyasa şartlarına yenik düşmesinin getirdiği “Demek ki bu çağda İslâm’ın temel emir ve yasaklarını uygulamak mümkün değil” fikrinin yaygınlık kazanması. Faiz konusu, bu alandaki tartışmaların adeta düğüm noktası.
İslâm’ın siyasal, ekonomik ve toplumsal alandaki tezlerini “ayak bağı” olarak gören yönetimler için, “dindar laiklik” modeli, altın anahtar rolünde. Böylece hem “dine saygılı” bir iktidar görüntüsü oluşturuluyor, hem de dinin herhangi bir alanda “ayak bağı” olmasına müsaade edilmiyor.
İslâm ülkelerinde din-devlet ilişkileri ve dinin devlet tarafından şekillendirilmesi bağlamında cereyan eden hadiselere yakından bakıldığında, bütün bir coğrafyanın “dindar laiklik” kanalına doğru sürüklendiği, sürüklenmeye çalışıldığı görülüyor. Müslüman halklarda zihinsel bir dönüşüm sürecinin de işareti olan bu konu, önümüzdeki yılların en önemli tartışma konularından biri haline gelecek.