31-12-2019 11:28

Yıl sonu, öfke ve hüzün

Batılılaşmanın getirdiği emperyalist/jakoben kültürel değişim, her alanda olduğu gibi yılbaşı (Noel) gibi içeriği halk tarafından çok da bilinmeyen bir eğlence türü (daha yüzlercesi) İslam ülkelerine ithal edilmiştir. Konumuz olan yılbaşının (Noel) geçmişi M.Ö. 4000 yıllarına kadar uzanmaktadır.

Yıl sonu, öfke ve hüzün

Yıl (Sonu) Başı, Öfke ve Hüzün

Ahmet Durmuş / Venhar Haber

Konumuzla alakalı olarak, kısa bir tarihi hatırlatma yapacak olursak, Tanzimat’la başlayan batılılaşma hareketleri Osmanlı aydınları ile beraber devlet (şartların da etkisiyle beraber) yapısını da etkisi altına almaya başlamıştır. Bu etkileşim/batılılaşma/yabancılaşma II. Meşrutiyetle doruk noktasına ulaşırken, hazırlanan bu alt yapı sayesinde Cumhuriyetle beraber hedefine ulaşmış. Yeni kadronun batıcı, özünden kopuk, Kemalist ve aslını inkâr üzere oluşturduğu yeni devlet modelinde artık (batı medeniyetine öykünerek) tanrı tamamen hayattan kovulacak, batılı seküler değerler/yasalar halka rağmen hüküm sürecekti ve öyle de oldu. Muasır medeniyet sevdasının önünde engel olan din/gelenek/örf ne varsa hepsi hayattan kovulmalı, yerine “medeniyet dedikleri tek dişi kalmış canavar” hüküm sürmeliydi. Hilafetin de kaldırılmasıyla beraber kurulan yeni Cumhuriyet’te artık seküler yaşam (“din”) özne konumundaydı.

Batılılaşmanın getirdiği emperyalist/jakoben kültürel değişim, her alanda olduğu gibi yılbaşı (Noel) gibi içeriği halk tarafından çok da bilinmeyen bir eğlence türü (daha yüzlercesi) İslam ülkelerine ithal edilmiştir. Konumuz olan yılbaşının (Noel) geçmişi M.Ö. 4000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Sicili oldukça kirli olan Noel kutlamalarının eğlence ve ibadet olarak İslam’la uzaktan yakından hiçbir bağı/akrabalığı yoktur. Kendi kültür kodlarımızla uyuşmayan bu kutlama/eğlence ne yazık ki ülkemizde kendisine yaşam alanı oluşturmakta oldukça başarılı olmuştur. Onun bu başarısı elbette ki kendi gücünden değil, Müslüman olduğunu söyleyen insanların vahiyden, nebevi hareket metodundan ve sahih sünnetten kopmuş olmalarından kaynaklanmaktadır. İçerisinde bulunduğumuz bu günlerde yine yerkürenin tamamına yakınında Allah’a itaatin olmadığı, tam tersine azgınlık ve tuğyanın iç içe geçtiği, yeni bir yılın daha kutlamaları icra edilmektedir.

Her defasında tekrar tekrar aynı duygularla karşılamak zorunda kaldığım miladi yıl, sona doğru yaklaşıp takvim yaprakları Aralık ayının son günlerini gösterdiğinde, garip duygulara kapılır ve bir burukluk yaşarım kendi iç dünyamda. Tüm bedenimi hüzün ve öfke kaplar. Bu sarmal içerisinde boğazıma düğümlenen acı ve kederimi insanların tek ilahı ve meliki olan Allah’a arz ederim. Geride bırakılan bir yılın bilançosunu gözden geçirip, tefekkür edip yapılan yanlışlardan tövbe etmek varken, şehvet ve küfür bataklığına dalmak ne kadar da acı bir tablo diye düşünürüm. Koskoca bir yıl ne kadar da ucuza gitti böyle diye kendi kendime ah ederim. Geçirdiğimiz üç yüz atmış beş günün muhasebesini yapıp kötü amellerimizden dolayı tefekkür edip istiğfar ırmağında yıkanıp, pişmanlık duyup, boynumuzu büküp, Allah’tan af dilemek varken, ne yazık ki insanlık, inadına azgınlık ve tuğyana çekirge sürüleri gibi koşmaktadır.

Oysa geride bıraktığımız yılın tüm insanlık veya kendimiz için bir sonbahar olmadığını kim söyleyebilir? Bu aldanmış ve yaratılış amacını unutmuş insan, acaba hiç mi akletmeyecek? Bu haleti ruhiye içerisinde gam ve kederli düşünceler akıl duvarlarımı tırmalarken bir daha uyanıp uyanamayacağımı bilmeden gecenin o karanlık dehlizlerinde gözkapaklarım düşüyor. Hâsılı sünnetullah gereği gece biter, gün ezanla birlikte ağarmaya başlar. Kalkıp penceremden dışarı baktığımda camiler sanki cemaatine kırgın ve boynu bükük, sokaklar ve caddeler gece üzerine basan şirk bulaşığı ayaklardan rahatsız olmuşçasına suskun ve ıssız. İnsanlara gelince kimse gözükmüyor ortalıkta, felekten çaldıkları bir gece onları hırpalamış, yormuş ve sarhoş etmiş sanki.

Bu duygu ve düşüncelerle boğuşurken bir yandan da sormadan edemiyorum kendime, biz Allah’a ait değil miyiz? Bu yeryüzü, bu gökyüzü O’nun değil mi? Bu günler bu aylar, bu yıllar ve bu insan, âlemlerin rabbi Allah’a ait değil mi? Eğer eşya ve insan Allah’a aitse ki, hiç şüphesiz öyle. “(Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Sizin Allah’tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur”. (2/107). O halde kim neyi kutluyor? Sizin eğlence dediğiniz bu kutlamalar İslam’ın yaklaşmayın dediği haram türünden fuhşiyat ve yasaklar değil mi?

İşte bu yüzden içim öfkeyle dolar. Ve öfke duyarım, ümmetin çocukları aldandığı için. Öfke duyarım, hakla batıl bir kalpte iki kardeşmiş gibi yaşadıkları için. Öfke duyarım her türlü ahlaksızlığın sosyal medyada zirve yaptığı için. Ve öfke duyarım çaresizliğimden dolayı bu satırları yazdığım için. Benim için hüzün ve öfkenin acı ve kederin iç içe geçip ortak paydada buluştuğu andır yılsonu kutlamaları.

Şirk toplumunun ürettiği dinî veya örfî bir yaşam biçimi olan ve bizim de Müslüman olarak batıl addettiğimiz yılbaşı kutlamalarının Müslümanlar tarafından kabul görmesi, içselleştirilmesi ve her yıl çok masum bir ibadetmiş gibi idame ettirilmesi olsa olsa bir akıl tutulması olabilir. “Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâlâ akıllanmaz mısınız”? (21/10). Vahyin uyarılarını dikkate almaz, aklımızı da kullanmaz isek Allah üzerimize pislik yağdıracak. “Allah’ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme (imkânı) yoktur. O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar”. (10/100). İslam’ın o sade, berrak kültür havzasına şeytani yaşam biçimlerini eğlence adı altında katıp karıştıranların cezası elbette üzerlerine pislik atılması olacak. Bundan daha adil ne olabilir ki?

Kendi kültür kodlarımızla uyuşmayan her türlü düşünce ve eylemin tohumları İslam toplumlarında yeşertilmiştir. İzzet ve şeref adeta oralarda aranır olmuştur. Batı ve batıl toplumların yaşam tarzlarına göre uyarlanan birçok kutlamalar, festivaller, karnavallar İslam toplumlarına ithal edilmiştir. “Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır. O’na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah’a amel-i sâlih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur”. (35/10). Yüce Rabbimizin bu ilahi emrini kendimize şiar edinsek inanın tek başına yeter de artar bile. İzzet, şeref güzel söz ve salih ameli bırakıp, onların kurduğu tuzağa ve azaba koşmanın ne bir açıklaması ne de mantığı vardır. Tam da burada vahyi ilahi sayesinde insanın izzet ve şerefi nerede aradığına bakıp bir kimlik tanımlaması yapabiliyoruz. Yine bir ayeti kerimede; “De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir”. (17/84) diyen Rabbimiz ne kadar da isabetli söylemiş. Gerçekten çirkin işler ve fena sözler hoşuna giden bir şahıs veya toplum kendi karakterinin ona emrettiklerinden başkasını yapmaz.

Bizim Anadolu’da bir tabir var, düğüne varan oynar ölüye varan ağlar. Bu tabir gayet doğurgandır, herhangi bir sabitesi yoktur ve her ortama uyum sağlayacak karaktere sahiptir. Bu mantığa göre iki dünyanızı da kurtarmış olursunuz. Ama Allah’ın kitabı öyle demiyor, insanların çoğuna uymanın yanlış olduğu hakikatini defalarca tekrarlıyor. “Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler. (6/116). Ayeti kerimeyi dikkatli okuduğumuz da çoğunluğa uymanın haram olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü onlar yalancı, saptırıcı ve hayatları yalan üzerine kurulmuş. Bunu biz değil insanın yaratıcısı ve gerçek sahibi olan Allah söylüyor. Tabii ki, materyalist batı felsefesine göre her zaman çoğunluk doğru söyler ve çoğunluk haklıdır. Batının ikiyüzlü doğrusu kendinin olsun, bizim gönülden teslim olduğumuz İslam’ın hakikat anlayışı onları yok sayar ve değersizleştirir. Bir kişiyi ümmet olarak tanımladığı gibi insanlara önder ve örnek de yapar.

Yani hakikatin azınlık veya çoğunluk gibi bir derdi yok. “Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir”. (33/21)“İbrahim Allah’ı birleyerek O’na itaat eden bir ümmet (her iyiliği kendinde toplayan bir önder) idi, ortak koşanlardan değildi”. (16/120). Kur’an’ın deklare ettiği hakikat karşısında kim durabilir ki? Yeter ki biz Allah’ın muradını doğru okuyalım, aşağılanmış ve ezilmişlik psikolojisinden kurtulalım.

İslam’a ve Müslümanlara karşı küfründe istikrarlı duran kâfire karşı, imanında ve İslam’ında istikrar sahibi olmayan ilkesiz Müslümanlar ne kadar acı bir tablo oluşturuyor. Allah aşkına geriye, ileriye, sağa, sola bir bakalım ne yapıyoruz, ne yaşıyoruz ne yiyip ne içiyoruz? Yaptığımız eylemlerin hangisi haram hangisi helal? Muhakeme etme kabiliyetimizi yitirmeden mümin kalmaya özen gösterelim. Batı düşüncesinin ve müsteşriklerin sırf peygamberimize karşı geliştirdiği düşmanca tavır bile onların gün ve gecelerine karşı mesafeli durmamıza yeter de artar diye düşünüyorum. “Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar. De ki: ‘Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur.’ Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (istek ve arzu)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı”. (2/120). Bizim gösterdiğimiz bu ayrıştırıcı tavır Kur’an’ın bizden istediği tavırdır. Dik duruşumuz şahıslara değil, batının İslam’a karşı geliştirdiği inkârcı yaşam biçimine ve hayat felsefesine karşıdır. Tabi ki bu düşüncemiz onlarla insani ilişkileri tamamen koparmak anlamına gelmez. Tam tersi adam gibi ve ilkeli duruşumuz, insana ve tabiata olan yaklaşımımız onlara hem tebliğ anlamı taşır hem de güzel bir örneklik teşkil eder kanaatindeyim.

Son olarak diyebiliriz ki, İslam ümmeti taklitçiliğin her türlüsünden kurtulmalıdır. İslam toplumunun gün ve gecelerini dahi başkalarının belirlediği bir hayatın ne kadarı İslam’a ve Müslümanlara ait olabilir ki? Sadece yılbaşı olarak gayet masum bir cümleyle ifade edilen ama içeriği asla masum olmayan şeytani bir planla karşı karşıya olduğumuzu unutmayalım. Günlerce zihinlere pompalanan tüketim ve eğlence çılgınlığının en büyük destekçisi elbette resmi ideolojidir. Her zaman güce tapan çoğunluk hiç sorgulamadan bir kez daha bunu doğrulamıştır. Bu ahlakî değerleri hiçe sayan, çılgın toplum psikolojisinden kurtulmak ancak Kur’an’la mümkün olur. “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir”. (3/104). Kurtuluşumuz ancak Kur’an’ın bize sunduğu ve hasta zihinleri tedavi ettiği o eşsiz reçeteyle olacak. Müslüman kalabilmek duası ile.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !