Yıldız: Her namazımız dolu dolu olmalı
Ensar Kültür Merkezi`nin aylık olarak düzenlediği seminerlerin bu ayki konuğu olan Abdullah Yıldız, Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 75’ini oluşturan bir kesimin namaz kılmadığını ve bu kesimin bize çok uzak olmadığını, aksine yakınlarımız olduğunu söyledi.
Gaziosmanpaşa'da yer alan Ensar Kültür Merkezi, aylık olarak düzenlediği seminerlerine bu ay Namaz Gönüllüleri Platformu üyesi ve yazar Abdullah Yıldız'ı konuk etti. Hz. Ali Camii Konferans Salonu'nda gerçekleşen programa ilgi fazlaydı.
Günümüz insanları zaman katili
Abdullah Yıldız, konuşmasına Ankebut Suresi 45. ayeti okuyarak başladı ve bu ayete dikkat çekti. Peygamberimiz (s.a.v.)’in ahlakının Kur'an ahlakı olduğundan bahisle, günümüzde insanların zaman katili olduğunu ve bunun da kıyamet günü hesap verilemeyecek bir diyet olduğunu belirtti. Namazın önemine sık sık değinen Yıldız, Peygamberlere gelen ilk emrin iman ikincisinin ise namaz olduğunu aktardı.
Bizzat yakınlarımız namaz kılmıyor
Taha Suresi 10. ayetin sık sık mealiyle birlikte okunması gerektiğini belirten Yıldız, camilere çocukların gelmesi ve bundan da rahatsızlık duyulmaması konusunda dinleyicileri uyardı. Namaz serüvenine de değinen Abdullah Yıldız, Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 75’ini oluşturan bir kesimin namaz kılmadığını ve bu kesimin bize çok uzak olmadığını, aksine yakınlarımız olduğunu söyledi.
İçi dolu bir namaz için
İçi dolu olmayan namazın ahiret günü para etmeyeceğini aktaran Yıldız, içi dolu bir namaz için üç formül sıraladı. İlki, namaza namaz bilinciyle yaklaşılması gerektiği; ikincisi namazı, son namazımızı kılar gibi kılmak gerektiği; üçüncüsü ise namazda okuduğumuz sure ve duaları anlamamız gerektiğini söyledi.
Abdullah Yıldız, katılımcılara namaz hakkında birkaç tavsiye daha vermesinden sonra program sona erdi.
(Kaynak: Dünya Bizim)
-
HUSEYIN SASMAZ 29-04-2010 23:09
'İstikrarlı Hayat Ve Disiplin' (فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْا إنَّهُ بما تعملون بصير) (O halde seninle beraber tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.) Hud/112. Kurallara uyma açısından ve toplum bazında en büyük sorun disiplinsizliktir. Disiplinsizliğin bir nedeni kişinin belki de sağlıklı olarak yetişmemiş olmasıdır. Bir diğer nedeni ise başkasının uymayışlarını örnek alarak kurallara uymamayı disiplin olarak görmesidir. Normal olanı kurala uymaktır. Fakat eğer kişi kurala uymamayı normal görürde, uymamaktan hiç bir rahatsızlık duymazsa işte asıl sorun budur. Değindiğimiz bu önemli konunun somutlaşması açısından bir iki örnek vermekte yarar vardır. Mesela; ezanı işitip de beş vakit namaz kılmak bir disiplin işi olarak her Müslüman'ın uyması ve bir de Şer'i hüküm olarak da yine her Müslüman'ın kılması gerekir. Namaz kuralına ve hükmüne uymadığından dolayı her hangi bir rahatsızlık duymayan bir Müslüman'da disiplinsizlik sorunu var demektir. Bir başka örnek de; küçük veya büyük çaplı gördüğü zulme karşı sessizliği tercih edip zulmü kaldırmak için hiç bir tepki bile göstermeyerek hayatına her şey normalmiş gibi devam eden bir davranış biçimi de bir disiplinsizliktir. Disiplini; öğretmenin elini öpmek veya trafik kurallarına uymak daha doğrusu toplumun yanlış-doğru veya hak-batıl olarak kabul gördüğü her şeye uymak diyerek dar bir çember içine tıkmak yanlıştır. Öyle anlaşılıyor ki disiplin olgusu yanlış algılanmaktadır. Temizlik, bakımlı olmak, ödevi yapmak ve başkasının hakkını eda etmek gibi insanın davranış biçimlerinin disiplin olmaksızın yerine getirilmesi güçtür. İşte bu yüzdendir ki; "disiplin nedir" diye sorduğumuzda bu hassas konu ile ilgili günümüzün eğitimciler, pedagoglar ve uzmanları aldıkları eğitim ve kültür zaviyesinden bakarak onu şöyle tanımlarlar: * Disiplin; "kurallar dahilinde davranış eğitimi" ya da; "doğru davranış ve hareketi geliştirmek için tasarlanmış talimat ve egzersizler" anlamına gelir. * Disiplin; "Çocuklarınıza kazandırdığınız alışkanlıklar yoluyla ona, yaşama hazırlanmak için gerek duydukları araçları vermek demektir." * Disiplin; "Sorumlu davranmayı öğretmektir." (http://www.aktuelpsikoloji.com/haber.php?haber_id=1782) * Disiplin; "Bireye kazandırılan alışkanlıklar yoluyla onu, kendisi ve çevresi ile uyumlu yaşamaya hazırlama sürecidir." (http://www.donusumkonagi.net/kose_yazisi.asp?id=228&baslik=disiplin_nedir__ne_de%F0ildir_) Her şeyden önce kişinin ve toplumun bir kurala ve devlet bazında da anayasada yazılı kanunlara uymalarına disiplin olarak ifade etmemizin hem kullanım hem de kavram bakımından bir sakıncası yoktur. Çünkü bu kavramın ifade ettiği mana kişinin kendiliğinden bir işi yapmasıdır. Bu mana ise İslam'da yer almaktadır. Fakat önemli olan bu disiplinin nasıl sağlanacağıdır? İslam literatüründe kural önemli olduğu kadar bu kurala uymak demek olan disiplin bir o kadar da önemlidir. Eğer kuraldan amaç işleri ve hayatı kolaylaştırmak ise disiplin de insanın ve toplumun bunlara uymalarını sağlamak ve dolayısıyla ferdin, ailenin, toplumun ve devletin işlerini kolaylaştırmak ve hayatın akıcılığını sağlamaktır. İşte bu nedenledir ki toplum bazında bir kurala mutlak olarak uyulması istenen ve hatta ihlal edilmemesi istenen disiplin insanın davranış biçimiyle alakalı bir iş olsa gerek. Yine sorumluluk gerektiren disiplin; insanın davranış biçimini meydana getiren, onu etkileyen ve dizginleyen, insanın bilinç altına yerleşmesi gereken, kendiliğinden ve adeta alışkanlık hale gelen, kurallı bir hayat sağlayan ve toplumsal yaşamı oldukça kolaylaştıran ve kendisine uyulduğu/uyulmadığı taktirde mükafat/ceza gerektiren öğretiler/mefhumlardan çok kural/kanundan ibarettir. Şu da bir gerçektir ki disipline uyup uymamak meselesi daha önce hakkında kanaat getirilen belli mefhumlara bağlıdır. Yani kurala uyup onu ihlal etmemek doğuştan, insanın kaderi ve fıtri bir özelliği değil, aksine o eğitim yoluyla insana sonradan kazandırılan ve elde edilen bir kazanımdır. Çünkü disiplinli kişiler ve toplumlardan bahsedebilmek için önce uyulması istenen kurallara ilişkin mefhumların ve kanaatlerin zamanında güçlü bir idrak denetiminde, fikri ve kültürel bir süreçle verilmesinden geçer. Eğitim, kültür, erken çağlarda yetiştirmek gibi kavramlar açıklamaya çalıştığımız bu hususun başlıklarının bir kaçı. Misal olarak toplum ve devlet bazında, Hz. Ömer halifeliğinde süt satan esnafların daha çok para kazanmak amacıyla sütü suyla karıştırmalarını men eder ve bunu kanun olarak toplumun bütününe duyurur. Tabi bundan amaç toplumun bu kurala uymasını sağlamak ve satışta olabilecek hile yöntemlerini engellemektir. Bir akşam evinde sütü hazırlamakta olan bir kadın suyla karıştırmak isterken kızı müdahale ediyordu: "Anneciğim Hz. Ömer bunu yasaklamamış mıydı?" diyordu. Fakat annesinin tepkisi başka bir yönde idi: "Hz. Ömer bizi şuanda görmüyor" diyordu. Ama disiplin açısında bu davranış bozukluğunu hayretle karşılayan kızın tepkisi şöyle idi: "Eğer Hz. Ömer bizi görmüyorsa, muhakkak Ömer'in rabbi olan Allah görmektedir!" (Beşinci raşid halife Ömer b.Abdulaziz'in hayatı.) Yine Cafer b. Ebi Talib'in Habeşistan'da iken yaptığı İslam temsilciliği ile alakalı disiplinin en güzel örneğidir. Bu olay Siret-i ibn-i Hişam'da geçmektedir. Ümm-ü Seleme'nin rivayet ettiğine göre Mekkeli müşrikler onların -Müslümanların- Habeş'teki durumlarını öğrendiklerinde, Amr b. Âs ile Abdullah b. Ebî Rebia'yı Habeşistan'a göndermeye karar verdiler. Amr, Necaşî'nin huzuruna çıkarak, bazı ayaktakımı insanların Mekke'den ayrılarak Habeşistan'a yerleştiklerini, onların kendi dinlerinden ayrıldıklarını; fakat kralın dinine de girmeyip yeni bir din icat ettiklerini söyleyip bu insanların akrabalarının kendilerini, onları geri getirmek için görevlendirdiklerini ve bu niyetle buraya geldiklerini ifade etti. Kral bu teklifi kabul etmedi, ülkesine sığınan insanları da dinlemek istedi. Disiplin açısından gelen Müslümanlar adına Necaşî'nin huzuruna çıkan ve Habeşistan'a hicret eden kafileye Resulüllah (صلى الله عليه وسلم) tarafından başkan olarak tayin edilen Cafer şöyle etkileyici bir konuşma yaptı: "Ey kral! Allah aramızdan birini seçip onu kendisi için elçi olarak gönderene kadar biz cahillerdendik. Putlara tapar, günah işlerdik. Ölü eti yer, akrabalarımızla alâkayı keser, komşularımıza kötü davranırdık. İşte bu hâl üzereyken Allah bize soyunu, doğruluğunu, eminlik ve iffetini çok iyi bildiğimiz bizden birini peygamber olarak gönderdi. O da bizi Allah'ı birlemeye ve O'na kulluk etmeye çağırdı. Bize doğru sözlülüğü, emanete hıyanet etmemeyi, akrabaları ziyareti, komşulara iyi davranmayı, kan dökmemeyi ve haramlardan uzak durmayı emretti. Kötülüklerden, yalan yere şahitlikten, yetim malı yemekten, iffetli kadına iftiradan men etti. Allah'a ibadet etmemizi, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamamızı, namaz kılıp zekat vermemizi emretti. Biz de onu tasdik ettik. Getirdiğine uyduk. İşte bu yüzden kavmimiz bize düşman oldu. Eziyet etti. Bize işkence ettiler, sıkıntılara düşürdüler, yapmak istediklerimize engel oldular. Biz de seni başkalarına tercih ederek memleketine geldik. Senin himayene güvenip zulme uğramayacağımızı ümit ettik." Necaşî, Cafer'i dinledikten sonra, ondan Resulüllah (صلى الله عليه وسلم)'in getirdiklerinden -Kur'an'dan- örnekler sunmasını istedi. Cafer de Meryem suresinin baş tarafındaki âyetleri okudu. Kral ve yanındakiler âyetlerden etkilendiler ve ağladılar. Bunun üzerine Necaşi; "Vallahi, bu aynı kandilden fışkıran bir nurdur ki Musa da İsa da aynı şeyle gelmiştir." dedi. (http://haksozhaber.net/news_detail.php?id=4072) Çoğu insanlar disiplinsizlikten duydukları en büyük rahatsızlık ve ciddi sorun, zaman faktörünü ihmal ederek kişinin kültürel alt yapısıyla alakalı ona gerekli şeyleri vermemektir. Zira insanoğlu ana rahminden ayrılarak dünya ile tanıştığı andan itibaren ölünceye kadar farklı farklı dönemler geçirir. Çünkü disiplinli kişide en önemli hususlardan biri; kişinin belli bir yaşa gelip şahsiyetinin temelini oluşturan bir takım mefhumlar verildikten sonra kurallara kendiliğinden ve otomatikman uymasıdır. Tıpkı arabanın harekete geçmesini sağlayan motordaki güç olduğu gibi insanın da harekete geçmesini ve kurallara uymasını sağlayan bu motivasyon nitelikli güçlü idrak ve sağlam kültür temelidir. Bundan yoksun ve gelişigüzel olarak yetişen insanlar ve toplumları kurallara uyma hususunda ne kadar zorlarsak zorlayalım boşunadır. Müslüman kişi disiplinli olması için belli yaşlarda alıştırılarak öğretilir. Bu süreç ömrün sonuna kadar sürmez. Her çağın ve yaşın kendine has bir takım sorumlulukları ve hükümleri de vardır. Kişi belli bir yaşa daha doğrusu sorumluluk çağına geldiğinde artık kendiliğinden yapması gerekir. Mesela Resulüllah (صلى الله عليه وسلم)'in şu hadisi gibi: (مروا صبيانكم بالصلاة إذا بلغوا سبعاً، واضربوهم عليها إذا بلغوا عشراً، وفرَّقوا بينهم بالمضاجع) "Yedi yaşına eriştiklerinde çocuklarınıza namazı -öğreterek- emredin. On yaşına eriştiklerinde -namaz kılmazlarsa- onlara vurun ve -on yaşına eriştiklerinde- onların yataklarını da ayırın." (İmam Ahmed, Müsned'inde rivayet etti) Ve şu hadis gibi; (مروا أبناءكم بالصلاة لسبع سنين واضربوهم عليها لعشر سنين) "Yedi yaşına eriştiklerinden dolayı çocuklarınıza salâtı emredin. On yaşına eriştiklerinden dolayı -namaz kılmazlarsa- onlara vurun." (İmam Ahmed, Müsned'inde rivayet etti.) Disiplin açısından küçük yaşlarda namazı randımanlı olarak kılmaya başlayan bir kız/erkek çocuğu, namaz bilinciyle yetişen ve namazı artık kendiliğinden kılan bir genç olduğunda, devlet bazında başkasına güzel örnek olarak toplumsal huzuru sağlayabilir. Namaz meselesi sadece bir örnekti, yoksa toplumsal huzur sadece namazdan ibaret değildir. İşte bu deliller, çocuklar buluğ çağına yani sorumluluk yaşına eriştiklerinde çocukluk döneminin sona erdiğine delâlet etmektedir. İslam, çocukluk ve buluğ çağlarının arasını ayıran özel ayırt edici işaretleri belirlemiştir. Bunlar erkeklerde kasık tüylerinin olması ya da ihtilâm olmasıdır. Kızlarda ise hayız ya da hâmile olmasıdır. Ayrıca bu deliller, buluğ çağına erişen kimselerden -buluğ çağına erişmeden önce kendilerinden talep edilmemiş olan- hükümlerin talep edildiğine de delâlet etmektedir. Yine disiplin açısından İslam'ın bizden istediği kişilik tipi; kişinin başkasının ‘kalk şunu yap, bunu yapma' demesini beklemesi değil, işi kendiliğinden yapmasıdır. Konuya bu yaklaşımla bakıldığında basiretli olan kişi görecektir ki Kur'an-ı kerim ve Sünnetten doğan, dolayısıyla Şer'i hükümler -İslam şeriatı- disiplinlerle dolu olduğu gibi disiplinin ta kendileridir. Zaten İslam'ı bir hayat nizamı olarak tanımlamanın hikmeti de budur. Bu tanım düzene sokmak, tanzim etmek, düzenli bir hayat yaşamak gibi kavramlardan uzak sayılmaz. Hayatın her alanında kurallara uymada sağlam bir alt yapıya sahip olan toplumlar devlet bazında da kanunlara kendiliklerinden uymayı adet edinirler ve devletin işini büyük ölçüde kolaylaştırırlar. Ayrıca hayatın akışını engellemedikleri gibi onu olumlu olarak etkilerler ve geliştirirler. Bu makamda bizi ilgilendiren husus birey, aile ve toplum/ümmet ile alakalı davranış biçimi ve bu davranış biçimi belirleyen mefhumlardır. Diğer bir ifadeyle hem birey hem de ümmet olarak Müslüman kişi ile alakalı davranış ve disiplin mefhumlarıdır. Bilindiği üzere bir fikir idrak edilirde ve bu idrak tasdik edilirse, tasdik edilmiş bu idrak insanın davranış biçimini etkilemesi gerekir ki mefhuma dönüşebilsin. Davranış biçimi belirleyen mefhumların kendiliğinden tecelli edebilmesi yani disiplin haline gelebilmesi için sürekli kontrol eden manevi bir gücün bulunması gerekir. İslami açıdan bu güç 'Allah korkusu'dur. Müslüman kişi bu hayati kavram olan 'Allah korkusu'nu kendi davranışlarıyla alakalandırıp 'İhsan' ile özdeşleştirerek bir işe egemen kıldığında dört dörtlükten bahsetmemek mümkün değildir. Çünkü ihsan Allah'ı görürcesine ibadet etmek ve işlere girişmek anlamına gelir. Pratik bir deyişle şayet mefhumlar fikirlerin uygulanmış ve insanın davranışına etkileyici olarak yansımış hali ise disiplin da bu mefhumların kendiliğinden tebarüz etmesi demektir. Bir kişide veya toplumda devlet despotizmiyle ve otorite zoruyla bir disiplin belki geçici olarak sağlanabilir. Kanun sembolü olan polis, jandarma ve askerlerden sürekli olarak korktuğu için disipline olan birey ve toplum polisin ve askerin olmadığı yerlerde disiplinsizliğin meydana gelmesi kaçınılmaz bir gerçektir ki hukuki bir sorunla karşı karşıyayız. Bu konuda özellikle batıda açık yerlerde polis, gizli-kapalı yerlerde ve alış-veriş merkezlerinde ise kameralar yerleştirmek ve bunun için büyük miktarda harcamalar yapmak suretiyle toplumu ve bireyi gönül rahatlığıyla disipline etmek mümkün değildir. Allah korkusundan yoksun olan batı kültürünün bu disiplin uygulama yöntemi ve anlayışından dolayı beraberinde 'Polisin olduğu yerlerde kanuna uyarım, ama olmadığı yerlerde uymam' disiplinsizliğini getirerek ikiyüzlü insan tipli yetiştirir. Ayrıca kişinin kurala uymasını devletin bekasına ve varlığına bağlar. Devlet yıkılırsa disiplin de ortadan kalkar. Aşağıda batıda kameraların ve polislerin olmadıkları yerlerde meydana gelen disiplinsizliğin örnekleri: - Almanya'da kadınların %25'i evdeki eşi veya ayrıldığı eşi tarafından aile içi şiddete maruz kalmaktadır. - ABD'de her yıl 4 bin kadın dövülerek yaşamını yitirmekte, yılda 4 milyon kadın eşi tarafından fiziksel şiddete maruz kalmakta, her 15 dakikada 1 kadın tecavüze uğramakta. - İsviçre'de her 5 kadından biri (% 20.7) ilişkisi içinde bedensel ya da cinsel şiddete maruz kalıyor; her yıl 10.000 kadın eşi tarafından şiddete maruz kaldığı için polise başvurmaktadır. - Hollanda'da her 5 kadından biri aile içi şiddete maruz kalmaktadır. - İspanya'da, iki milyona yakın kadın ev içi şiddete maruz kalmakta. - Fransa'da kadınların yüzde 95'i şiddete maruz kalmakta, her üç günde, bir kadın aile içi şiddetten dolayı yaşamını yitirmekte, her iki saatte bir, Fransa'nın herhangi bir yerinde bir kadın tecavüze uğramaktadır. - İsveç'te Her 10 kadından 7'si şiddete uğramaktadır! - Birleşik Krallık'ta, acil servislere dakika başına, aile içi şiddete dair ihbar telefonu gelmektedir. - Rusya'da yılda 12 000'in üzerinde kadın, aile içi şiddet sonucu hayatını kaybediyor. - Norveç'te 2005'te, 4.348 kadın şiddet mağduru olarak resmi kayıtlara geçmişti. - Türkiye/Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nün araştırmasına göre, kadınlar şiddeti çoğunlukla eşi, erkek arkadaşı ya da diğer aile bireylerinden görüyor. Gecekondu mahallelerinde yaşayan kadınları kapsayan araştırmada kadınların yüzde 97'sinin aile içi şiddete maruz kaldığı belirlenirken, ailelerin yüzde 34'ünde fiziksel, yüzde 53'ünde ise sözlü şiddet olduğu ortaya çıktı. İstikrarlı bir toplum ve güvenli bir hayat için birey bazında ve toplum bazında insanlar arasında İslami hayatın kurulu olduğu esasın bulunması ve egemen olması gerekir. Zira bu husus İslami bir temel üzere kurulacak olan devletin/yönetimin olmazsa olmazlarından ve en önemli ön çalışmalarından biridir. Bu ise vahiy merkezli yaşam ve Şer'i hükümlerin kendiliğinden yerine getirilmesi anlamına gelen disiplinin tabi süreç olarak sağlanmasına bağlıdır. Bu husus hayati bir önemi haiz ve kaçınılmaz bir şarttır. Müslüman kişide disiplinin sağlanması açısından en önemli faktör İslam akidesinden kaynaklanan ve Allah'ın her şeyi işiten, gören, bilen, kuşatan ve her şeyden haberdar olması, cennet ve cehennem ile ilgili ayet ve hadisler gibi manevi güçtür. Bu anlayışa göre hareket eden bir birey ve toplum kolay kolay kanuna aykırı hareket etmez ve suç işlemez. Bilindiği gibi Şer'i hükümler ekseninde hareket etmek Şeriatın egemenliğini ve söz sahipliğini beraberinde sağlayacaktır. Nitekim yukarıda da belirttiğimiz gibi Şeriatın egemenliği ve söz sahipliği hem toplumun istikrarlılığını hem de insanların hayat, can ve mal güvenliğini koruma altına alarak sağlayacaktır. Hukuki açıdan İslam'daki kanun anlayışı yönetici merkezli bir disiplin değil, başta yönetici olmak üzere bütün insanların Şeriattan sorumlu olmalarından ibarettir. ----------------------------- Fuad Hamidoğlu 13. Cumadi-l Ula.1423 H 27. Nisan.2010 M ( [email protected] )