Ahmet ÖRS

27 Mart 2008

YOLDAKİ İŞARETLERDEN İSLAM BİRLİĞİNE

Seyyid Kutup, Yoldaki İşaretler’de bugün ‘İslam Dünyası veya İslam Kültürü’ şeklinde kullanılan tanımlama ve kavramların esasen cahiliye özellikleri gösterdiğini belirtir. İslam dünyası olarak tanımlanan ülkelerin ve bu ülkelerin hem toplumsal yapıları hem de siyasal süreçleri bu değerlendirmeyi maalesef haklı kılıyor.
İnanç kardeşliği temelinde bir hayatı inşa etmeyi amaçlayan İslam düşüncesinin tarihi seyir içinde inananları tarafından layıkıyla tanınıp benimsenememiş olması bugünkü karmaşık yapıyı doğurdu. İslam’ın kardeşlik temelli çağrısını dillendiren, buna yürekten inanan birçok isim ve çevre ise duygusal atmosferlerden sıyrılıp gerçekliğimizi tam manasıyla göremediklerinden İslam ülkelerinin mevcut durumlarını sorgulamaksızın “İslam Birliği” gibi projeler üzerinde emek sarfettiler. Ancak gelinen nokta Seyyid Kutup’un vurguladığı “Cahiliye” kavramı etrafında düğümlendi.
Bu çerçevede mesela bir Türkiye, Suriye, İran arasında oluşabilecek muhtemel beraberlik diğer faktörleri devre dışı bırakarak düşündüğümüzde elbette bambaşka bir dünyanın kapılarını açacaktır. Ancak fiili durum böyle bir beraberlik için mümkün müdür? Bu beraberlik herhangi bir devletler ittifakı olarak mı yoksa bir İslam kardeşliği şeklinde mi kurulacaktır? Bu iki soruya verilecek cevap son derece önemlidir.
İmad Muğniye’nin Şam’da şehid edilmesi Suriye’nin taraf değiştirmesine bir işaret olarak algılandı. Hafız Esed’in uzun yıllar boyunca yürüttüğü politikaları aşmaya çalışan oğul Esed’in Amerika-İsrail eksenine kayacağına dair iddialar her zaman dillendiriliyor. Esasen baasçı-batılı bir Suriye yönetiminin, tam olarak Türkiye benzerliğinde olmasa da ulusalcı çizgiyi ayakta tutmak için ısrarla sürdürdüğü anti-İsrailci politikaları Amerikan tehdidinden de kurtulmak bahanesiyle terk etmesi her zaman mümkündür. Suriye’nin böyle bir tercihi tevhidi kaygıları olmayan siyasi iradelerle kardeşlik projeleri üzerinde çalışmanın ne kadar sıkıntılı olacağını bir kez daha ortaya koymuştur.
Özellikle AKP iktidarıyla beraber İslamcı birçok çevrenin kapılmış olduğu rüyalar da bu projelerin tartışılması için bir motivasyon kaynağı oldu. Siyasi iktidarın kendini “muhafazakâr” kimlikte tanımlıyor ve cahili etkilerin olanca ağırlığı altında eziliyor olması bu iyi niyetli proje sahiplerinin gerçeği görmelerini mümkün kılmadı.
Suriye örneğinde her an blok değiştirebilecek bir talihsizlik/belirsizlik varken Türkiye örneği de tam bir trajedi halini resimlemektedir. Türkiye batılı değer yargılarını toplumsal değişmelerine mihenk almış bir ülke olarak kendi inanç kökenleriyle yer yer buluşma refleksi göstermeye çalışmakta ama sahih bir arayış sürecini beslemeyen duygusal hareketler hep bu arayışı akamete uğratmaktadırlar.
İslam kardeşliği niyetleri bir kenarda, yedekte tutulurken diğer yanda İsrail ve Amerika ile sınırsız ortaklıklar yapan bir Türkiye gerçeği ile karşı karşıyayız. Ilımlı İslam, BOP çerçevesinde yapılan çalışmalar bu anlamda cahiliye değerlerine hizmet eden düşünsel icraatlar olarak İslam düşüncesinin altını oymaktadır. Özellikle Amerikan emperyalizmini, Filistindeki İsrail terörist devletini bitirmeyi amaçlayan İslam birliğinin en önemli sacayaklarından olacak Türkiye’nin yaşamış olduğu bu derin kimlik bunalımı yapılması gerekenlerin çok daha başka şeyler olduğunu bizlere acı bir şekilde hatırlatıyor.
İslam birliği bağlamında D-8 örnek girişim olarak önemli bir projedir. D-8’i oluşturan ülkelerin hemen tamamı İslam ülkelerinin durumları nispeten iyi sayılabilecek ülkeleriydi. Şunu belirtmeli ki bu birliktelik batıyı ürkütmüştür, bu gerçeği teslim etmeliyiz. Elbette batı, kendine karşı kurulacak bütün ittifaklardan rahatsız olmaktadır. Söz konusu olan İslam ülkelerinin birlikteliği ise bu rahatsızlık pek tabiî ki daha da artacaktır.
D-8 süreci bize şunu bir kez daha öğretti ki cahili değerlerinden arınamayan, tevhidle buluşamayan toplumların kardeşlik inşa etme şansları yoktur. D-8’i kuran ülkelerin neredeyse tamamında darbe süreçleri yaşandı ve bu ülkelerin halkları neyin nasıl olduğunu bile tam olarak kavrayamadılar.      
Avrupa Birliği süreci, Amerikan-İsrail müttefikliğine rağmen başörtüsü meselesi yüzünden kapatılma tehdidiyle karşı karşıya kalanlar bu nokta-i nazardan bakıp gerçekle yüzleşmek zorundadırlar. Kimlik tercihini net bir şekilde yapmak her bakımdan zorunluluktur. Oluşmamış bir İslam toplumu üzerinden İslam birliği projeleri üzerinde çalışmak duygusal zeminde hareket etmekten başka anlama gelmeyecek ve her zaman yanıltıcı adımların atılmasına sebep olacaktır.
Seyyid Kutup’un ısrarla üzerinde durduğu Kur’an nesli ve cahiliye kavramları her zamankinden daha çok değerlendirmeyi hak etmektedir.