08-01-2021 18:10

“Zaman sahip çıkılması gereken bir sermaye, Kur’an’ın üzerine yemin içtiği her vakit kıymetlidir.”

“Zaman sahip çıkılması gereken bir sermaye, Kur’an’ın üzerine yemin içtiği her vakit kıymetlidir.” `İnsanın bir yasası var; insanın iki temel kanadı olan erkeğin bir yasası var, kadının bir yasası var, toprağın bir yasası var, çiçeğin bir yasası var. Aklınıza gelen varlık içindeki her şeyin bir yasası var.` Hayriye Karğı ve Kübra Nur Kayır`ın söyleşisi.

“Zaman sahip çıkılması gereken bir sermaye, Kur’an’ın üzerine yemin içtiği her vakit kıymetlidir.”

İlim hayatı ve siyer alanındaki çalışmaları dışında Muhammed Emin Yıldırım kimdir?

 

Muhammed Emin Yıldırım 1973 Erzurum Horasan’da doğmuş, çocukluğu, gençlik döneminin bir dönemi oralarda geçmiş. Oralarda geçerken de medreselere ve normal örgün eğitime devam etmiş. 1989’da İstanbul’a gelmiş. İstanbul’da da yine aynı süreci devam ettirmiş. Gözünü ilmin içerisinde açmış. Şu ana kadar da bu alanla uğraşan Allah’ın kulu bir kardeşiniz. Tabii soruda “İlim dışında” deyince ilim dışında çok da söylenecek bir şey yok. 3 çocuk babası, vakıf ve eğitim çalışmalarını devam ettiren, bundan dolayı da biraz yükü ağır olan yoğunluğu fazla olan bir kardeşiniz olarak kendimi böylece tarif etmiş olayım. 

 

Siyer alanına yönelmeniz ve bu alana dair çalışmalar yapma düşünceniz nasıl oluştu?

 

Erzurum Horasan’daki gençlik sürecimizde medresede alet ilimleri dediğimiz sarf-nahiv gibi gramerler ile uğraşırken onların yoğunluğu bizi biraz yorduğunda başımızdaki seydalardan bazıları -Allah kendilerinden razı olsun- bizi rahatlatmak için “Hayatu’s Sahabe” diye bildiğimiz Kandehlevi’nin kitabını getirir, bize okurlardı. Düşünün o günlerde 13-14 yaşında bir çocuğum ben... O okunanlardan inanılmaz derecede etkilenirdim ve yine o günlerde kendi kendime bir karar verdim. Allah bana biraz fırsat verirse ilmim olursa ben Sahabe-i Kiram efendilerimizi ve Sahabeyi yetiştiren Efendimizi  çok daha farklı bir biçimde öğreneceğim, onların dünyasını daha farklı bir biçimde anlamaya çalışacağım diye.

 

Elhamdulillah, artık o günden sonra siyer alanında, Sahabenin hayatı ile alakalı elime geçen her türlü kitabı okumaya başladım. Ondan sonraki süreçte de bu okumalarımızı daha düzenli ve sistemli hâle getirdik. İşte o zamanlar “Allah’ım, bir fırsat olsa bize bir yol açsan. Bir müessese kursak siyer alanında. Efendimizi  hem daha iyi tanıma hem de tanıtma noktasında bir hizmet yapsak.”  dedim. Bizim gönlümüzde böyle bir ideal oluştu.

 

Cenab-ı Hakk’a sonsuz hamdler olsun. 2010 yılında Allah bizlere öyle bir kapı açtı ve biz İstanbul Eyüp Sultan’da “Siyer Araştırmaları” diye bir merkez kurduk. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra çalışmaları biraz daha uluslararası düzeye taşıma adına “Uluslararası Siyer Araştırmaları ve Enstitüsü”nü kurmak nasip oldu. Bu alanda bizim beklemediğimiz bir teveccüh ile karşı karşıya kaldık. Çalışmalar daha da büyüdü “Siyer Vakfı” diye bir vakıf kuruldu… Elhamdulillah bugüne kadar geldi ama şimdi bana sorsanız hâlâ bu noktada işin başında olduğumuzu söyleyebilirim. Bu, bir mütevazilikten değil, alanın genişliğinden kaynaklanan bir şey. İnşallah kardeşlerimizin gayret ve çabası sizlerin duası ile bizlerin himmeti ile umuyorum ki Efendimizin  dünyası adına yaptığımız bu çalışmalar daha da ileri bir seviyeye doğru taşınacaktır.

 

Günlük hayatımızda öncelik sıralamamız değişti. Tüketim toplumunda tükenmeden var olabilmek için gençler olarak öncelikle vazifelerimiz neler olmalıdır?

 

Bu soru çok mühim. Hayatı böyle alt üst eden en önemli mesele değer yargılarının ve değerler sıralamasının bozulmasıdır. Biz değer yargılarımızı ve değer sıralamamızı Allah’ın kitabı Kur’an’a göre ve o Kur’an’ın en güzel yorumu ve en isabetli tefsiri olan Allah Resulü’nün  beyanları çerçevesinde donattığımızda en isabetli şeyi yapmış oluruz. Bugün insanlığın içine girdiği bu çıkmaz, fıtratın bozulmasından kaynaklanıyor. Fıtrat dediğimiz şey, Allah’ın hayata koyduğu yasalarıdır.

İnsanın bir yasası var; insanın iki temel kanadı olan erkeğin bir yasası var, kadının bir yasası var, toprağın bir yasası var, çiçeğin bir yasası var. Aklınıza gelen varlık içindeki her şeyin bir yasası var. Eğer biz bu yasalara uygun bir şekilde değerler sıralamamızı oluşturur ve değer yargılarımızı da bunların üzerinden şekillendirebilirsek elbette doğru adımlar atmış oluruz. Onun için bizim bugün tekrar bu değerler sıralamasını ve değer yargılarının inşası meselesini yeniden ele almamız gerekiyor. Ele alırken de temel kıstasımızın Allah’ın kitabına ve Peygamberinin sünnetine göre olması hakikatini de gözden kaçırmamanız gerekiyor.

 

Kur’an’da zamana çokça yemin edilerek vaktin ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatılmakta. Müslüman bir genç 24 saatini nasıl değerlendirmeli ve bereketli kılmalı? Zaman kavramını nasıl anlamalıyız?   

 

Kur’an’ın üzerine yemin içtiği her şey dikkatleri o şeyin üzerine çeker. Sizin de sorunuzda belirttiğiniz gibi zamanın sadece belli bir alanına değil geceye, sabaha, kuşluk vakti gibi zamanın farklı alanlarına da dikkat çekerek insana emanet edilen bu zamanın değerli ve bir o kadar da çabuk harcanacak bir şey olduğu gerçeğini hatırlatır. Zaman sahip çıkılması gereken bir sermaye… Çünkü zamanı iyi değerlendiren her şeyi elde edebilir ama zamanın hakkını veremeyen hiçbir şey elde edemez. Bundan dolayı da Müslümanın zaten düzenli, tertipli bir hayatı olması gerekir. Günün 5 ayrı vaktine namazın yerleştirilmesi de biraz günün ve zamanın kıymetini anlama ile ilgili bir hikmeti de ihtiva eder. Bu çerçevede bizim sünnet üzere bir gün taksimini ve disiplinini hayatlarımıza taşımamız gerekir.

 

Ben burada özellikle genç kardeşlerime bir hakikati hatırlatmak istiyorum. Çünkü ben de gençlerin içerisindeyim ve bunu çok iyi gözlemleyebiliyorum. Uyku dediğimiz hayatın en önemli ihtiyacı olan bu büyük nimeti, sünnet üzere hayatlarımıza taşıyamadığımız için zaman bizim için çok bereketsiz bir hâle dönüşüyor. Uyku ahlâkını öğrenmek durumundayız. Bu uyku ahlâkını öğrenirsek Sünnet üzere uyuyabilirsek o zaman günümüzü de sünnet üzere tanzim etme gibi bir imkânı elde etmiş oluruz. Böylelikle de bizim için 24 saat çok inanılmaz büyük bir sermayeye dönüşmüş olur.

 

Ben konuyu daha da somutlaştırmak istiyorum. Bir Müslüman için hayat, sabah namazı ile başlar ve biz sabah namazında biraz daha erken uyanırız ki o erken, bereketli vakitten biraz daha istifade edelim. Namazdan sonra da yatmayız çünkü biliriz ki namaz sonrası vakit rızıkların dünya semasına indirilip insanlar arasında dağıtıldığı bir andır. O anda bizim rızkımız ne ise öğrenci isek ilimde, esnaf isek dükkanımız da o rızkımızın peşinde koşmaya çalışırız. Sabahı erken ve namazla başlatan bir mümin zaten hayatını namazın üzerinde kurgular. Akşam olduğu zaman ahlâk kitaplarımızda geçen yatsı namazından sonra çokça oturmamanın, uyumanın tavsiye edildiğini biliriz. 11 ile 2 arası derin ve kaliteli uyku için ideal vakitlerdir. Bu kadar uyuduktan sonra bir kalkış var, biz buna teheccüd diyoruz. O teheccüdden sonra da biraz daha sabah namazı vaktine kadar istirahat ederek tanzim ettiğimiz zamanın inanın ki o bereketini çok güzel bir biçimde göreceğiz.

 

Bir de biz hayatın alanlarını da iyi programlamak durumundayız. Müslümanın disiplini hayatındaki bu programına iktibasıyla belli olur. Ben özellikle arkadaşlarıma kesinlikle günlük, haftalık, aylık, yıllık ve ömürlük hedefler koymalarını ve bu hedefler çerçevesinde de programlar belirlemelerini ve bu programlara uyma konusunda da oldukça hassas olmalarını öneririm. Eğer bu konuda biz kendimiz işin başında biraz zorlanır da böyle programlı yaşamaya alışırsak Allah’ın izniyle ondan sonraki süreç bizim için daha da kolay hâle gelmiş olur.

 

Bir programınızda “Efendimizin  hayatından bahsederken zamanlar ve zeminler üstü bir hayattan bahsetmiş oluyoruz.” dediniz. Bu sözünüzü biraz açar mısınız?

 

Şimdi bu sözün Kur’an-ı dayanağı Ahzab Suresinin 21. ayeti. O ayet hepinizin bildiği ayet َ  

“Muhakkak ki sizin için Allah’ı ve ahiret gününü elde etmeyi umanlar için Allah Resulünde güzel bir örneklik vardır.”

 

Sadece ve sadece Allah Resulü’nün  hayatının tamamında insanlığın tamamı için lazım olabilecek en temel kıstaslar, ölçü alanları vardır. Onun için Efendimizin  hayatı zamana sıkıştırılacak bir hayat değildir. Zemine de sıkıştırılacak bir hayat değildir. Zeminden kastımız coğrafyadır. Zamanlar ve zeminler üstü dediğimiz zaman şu anda biz 21. asırda İstanbul’da yaşıyoruz. Seksen beşinci asra varsa da dünyanın ömrü Allah Resulü’nün mesajları o günkü insanlığa da bir şeyler söyler.

 

Son Nebi olması dünyanın sonuna kadar O’nun getirdiklerinin evrensel niteliğinin devam edeceğinin işaretidir. Zamanlar ve zeminler üstü dememiz, Allah Resulü bir zamanda ve bir zeminde yaşamış olmasına rağmen O’nun getirdiği mesajların zamana ve mekâna sıkışmadığı anlamındadır. Dolayısıyla böyle anladığımız zaman bizim Peygamberimizin  mirası olan o nebevi mirasa karşı yaklaşımımız da daha sıhhatli ve daha sağlam bir düzleme taşınmış olacaktır.

 

İlim hayatınızın başlangıcına özellikle de siyer alanına yönelmenizde etkili olan şahsiyetler kimlerdir?

 

İlk soruda bahsettiğim medresedeki hocalarım, Allah kendilerinden razı olsun. Ben Erzurumluyum. Oranın manevî dinamiklerinden sayılan Alvarlı Efe Hazretleri, O’nun peygamber aşkı ve çocukluk dönemlerimizde evlerimizde onun ilahilerinin, şiirlerinin okunması... Geriye dönüp baktığım zaman yüreğimde bambaşka bir iz oluşturduğuna şahit oluyorum.

 

Sonra ulemanın bu konuda yazdığı kitaplar. Kandehlevi’nin “Hayatu’s Sahabe” kitabı, Sahabe sevgisine ait çok güzel şeyler oluşturdu bizde… Tanıdıkça Muhammed Hamidullah hocanın ilim noktasındaki aşkı, o kıt imkânlara rağmen kendinden sonrakilerde sadaka olarak inanılmaz bir eser bırakıp giden Asım Köksal hoca efendi, Mevlana Şiblî Numanî, Safiyyürrahman el-Mübarek Furi… Adını şuan da sayamayacağım onlarcasının kitaplarında aktardıkları o bilgilerle beraber, o satırların içerisindeki peygamber aşkı, bizim de dünyamıza katkı eden şeyler oldu. Bu noktada bize böyle bir güzelliği kazandıran bütün hocalarımızdan, âlimlerimizden, ariflerimizden Allah ebeden razı olsun.

 

Zorlu bir yola girmek fedakârlık da gerektir. İyi işler yapmak ve ilme talip olmak için ne tür fedakârlıklarda bulunmalıyız? Sizin hayatınızda fedakârlık ettiğiniz en önemli an nedir?

 

Şöyle bir hakikati hiçbir zaman unutmamak lazım; büyük şeyleri elde etmek isteyen, küçük şeyleri feda eder. Daha büyüğünü elde etmek isteyen, elindeki büyük şeyleri de feda eder.

Burada gerçekten çok ciddi bir biçimde fedakârlıklar yapmak gerekiyor. Ben İstanbul’a geldiğimde on altı yaşında bir gençtim. Evimi, barkımı, annemi, babamı terk ederek geldim ve yıllarca burada o zorluklara katlandık. Belli bir noktaya gelince burada artık ilim adına istenilen şeyi elde edemeyince bu sefer İslâm coğrafyalarının başka yerlerine gidip acaba ilim adına bir şey alabilir miyiz diye çıktık. O günlerde evliyim, bir çocuğum var. Suriye’ye gittim, Ürdün’e gittim. Oralarda bir arayış içerisinde bulunduk, olmadı. En son Gazzeli bir kardeşimizin vesilesiyle Mısır’a gittik ve beş yıl boyunca da Mısır’da kaldım. İnsanın kendi vatanından ayrı olması, dostlarından, arkadaşlarından, akrabalarından ayrı olması bir fedakârlık ister. Şu kadarını söyleyeyim, her ay Mısırdayken “Tamam. Bu ay son, dönüyorum.” diye bir kararla çıkıyordum. Sonra ilmin hatırına katlanayım diyerek, tekrardan dişimi sıkarak duruyordum. Bu süreç beş yıl devam etti Elhamdulillah.

 

Fedakârlık olmadan hiçbir şey elde edilmiyor. Dişinizi sıkmadığınız zaman kendiliğinden bir şey gelmiyor. Üstelik talip olduğunuz şey ilimse. İlim inanılmaz nazlı bir nimet. Siz onun nazıyla uğraşmazsanız, onu koruma adına gayret içerisinde olmazsanız, onu geliştirme adına bir mücadele vermezseniz, onunla beraber başka bir şeyi yüreğinizde tutmaya çalışırsanız. İlim durmuyor hemen küsüyor, gidiyor, dağılıyor, unutuluyor. Onun için burada özellikle bu manada bazı fedakârlıkları ortaya koymak gerekiyor.

 

Siyer alanında derinleşmiş birisi olarak, bu alanda ilerlemek isteyen gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?

 

Bu alanda ilerlemek isteyen kardeşlerimiz özellikle siyerin ve İslâm tarihinin ana kaynaklarını çok ciddi bir biçimde okumalılar. Tabii siyer kaynaklarını okuyabilmek için de siyerin ve Kur’an’ın dili olan Arapçaya biraz vukufiyet gerekiyor. Her ne kadar bazı kaynaklar Türkçeye tercüme edilmiş olsa bile, ciddi bir biçimde bu işte belli bir seviye elde etmek isteyen birisinin ana kaynağı ana dilinden okumasında fayda var. Onun dışında çok disiplinli ve düzenli bir okuma gerekiyor. Çünkü siyer dağınık bir ilimdir. Onun için en başta kardeşlerimiz, neden siyer öğrenmeliyiz, sorusuna cevap vermemeliler. Bu işin nedeni önemli.

 

Nedeni netleşince ikinci bir soru gündeme gelecek; o da nasıl öğrenmeliyiz. Nasıl işin usulüyle alakalı bir şeydir. Bu konuda bizim yapmış olduğumuz bazı çalışmalar da var, kardeşlerimiz o çalışmalardan da istifade edebilirler.

 

Ondan sonra ki mesele kaynaklar meselesidir. Kaynaklar konusunda da hazırlanmış listeler var onlara müracaat edilebilir. Dolayısıyla işin nedenini anlayıp, nasılına ait de belli bir bilinç uyandırdıktan sonra Bismillah denir, bir ucundan başlanır.

 

Ancak burada bir noktaya dikkat çekmek isterim. Kardeşlerimizin gözünü korkutmak için değil,  meseleyi daha iyi anlayabilmeleri için. Üzülerek söyleyeyim, bizim aklımıza siyer deyince hep belli tarihi malumatlar geliyor ama bu doğru değil. Aslında siyer dediğimiz zaman Allah Resulü’nün  hayatıyla alakalı olan her şeyi o meselenin içerisinde değerlendirmek durumundayız. Bugün hangi ilimden bahsedersek bahsedelim o ilmin merkez şahsiyet ve ana kaynağı Resulullah’tır . Hâl böyle olunca siyerin bütün ilimlerle çok ciddi bir irtibatı var. Onun için özellikle siyer alanında ihtisaslaşmayı düşünen kardeşlerimizin asgarî diğer ilimlerden de haberdar olmaları gerekir. İhtisas dediğimiz alana varınca da bu işin derinleştirmesine dair yolları iyi bir biçimde değerlendirmek adına gayret içerisinde olmaları gerekir.

 

Motivasyon son zamanların en popüler kelimelerinden. Gençler için biz bu motivasyonu hak ve hakikat çerçevesinde nasıl sağlayacağız?

 

Ben motivasyonumu Sahabeyle sağlıyorum. Gençlere de aynısını tavsiye derim. İnsan yorulur, bıkar, üzülür, tembelleşir, rehavete kapılır, unutur. İnsan çünkü. Bunların hepsi bizim beşeriyetimizle alakalı. Eğer biz önümüze model olarak eğer Sahabeyi koyarsak, Sahabe umutlarını kaybedenlere yeniden ümit olur, moralleri bozulanlara moral olur, güçleri azalanlara güç olur… Neticeyi itibariyle motivasyon adına size inanılmaz bir katkı sağlar.

İnsanın duyguları çok çabuk değişir. En ufak bir dış etken, iç etken hemen ayarlarını bozabilir. Aslında Sahabe dediğimiz o kutlu nesil insanlara ayar veriyor. Sizin o bozulan ayarlarınızı tekrardan düzeltiyor. Onun için ben gençlerime özellikle bunu tavsiye ediyorum. Kendileriyle Sahabe arasında çok canlı sıcak bir bağ kurmaları gerekiyor. Bunun için bize bu noktada hayatımızın şu andaki alanlarına dokunacak, bu alanları tanzim edecek bir örnekliliğe ihtiyacımız var. Bu örnekliliği kurduğumuz da motivasyon konusunda onlardan çok şey alacağımız kanaatindeyim.

 

Mesela, Âişe annemizin ilim noktasındaki o elde ettiği sevgiyi öğrenmiş bir genç kızımız asla bu noktada başka bir örneğe tenezzül etmez. Hakikisini gördüğü için artık sahteleri ile vakit geçirmez. Sahabeyle biz en kalitelisini görüyoruz. Onlar bize kalite seviyesi miras bırakıyorlar. Bizde onlara erişme adına gayret içerisinde olduğumuz zaman o motivasyonumuzu sürekli canlı ve zinde tutmanın mücadelesini ve gayretini vermiş oluyoruz.

 

Diğer insanlarla iletişim konusunda zaman zaman güçlük çekiyoruz. Peki, insanî ilişkilerimize, iletişim biçimimize Ashabın penceresinden baktığımızda nasıl değerlendirmeli, bu ilişkilerimizde neleri değiştirmeliyiz?

 

Biz Sahabeyi iyice tanıdığımız zaman Sahabenin şöyle bir özelliğini göreceğiz: Çok zor bir mesele olan insanı anlama ve tanımada müthiş örnekler onlar… Bizim şu anda iletişimde yaşadığımız kazaların zeminin de yatan en önemli mesele beklenti itidalinde istenilen mutedil çizginin yakalanamaması ve ilişkilerin sağlıklı yürüyebilmesi için olmazsa olmaz şartı olan mesafe meselesinin tam anlamıyla korunamamasıdır. Sahabe bize bunu öğretiyor. Onlar da bunu Allah Resulü ’den bunu öğrendiler.

 

Karşımızdaki insan; hata edebilir, kusuru da olur, yanlışı da olur, ihanette edebilir. Ben de insanım, ben de aynı şeyi yapabilirim. Hâl böyle olunca ne kendim için ne karşıdaki için insanüstü bir beklentiye giremem. Allah Rasulü  hayatında bir sürü şeyle karşılaştı. Bir tane şöyle bir ifade göremezsiniz: “Senden hiç böyle bir şey beklemiyordum. Niye bana bunu yaptınız?” Çünkü Efendimiz etrafındaki herkesi insan olarak görüyordu. İnsan olarak gördüğünüz zaman iletişiminizde makul bir beklentiye girmiş olursunuz ve her insanla her işin yapılmayacağı hakikatini öğrenirsiniz. Bir insan vardır onunla ticaret yapılır ama hısımlık yapılmaz. Bir insan vardır, dostluğu çok iyi ama onunla komşuluk yapılmaz. Bunları çok iyi anlamamız lazım. Bunun için Sahabe dediğimiz o hayatları bu çerçeveden anladığımız da insanî ilişkilerimizde mutedil davranır, olması gereken tavırları öğrenmiş oluruz.

 

Gençlere siyer alanında hangi kitapları okumalarını tavsiye edersiniz?

 

Kaynaklar çok ama gençlerimiz ilk kez siyer okuyacaklarsa biraz daha tarihi malumatı bilmeleri için Safiyyürrahman el-Mübarek Furi’nin “Hz.Muhammed’in Hayatı” kitabıyla başlayabilirler. Onun üzerinden ben biraz daha meseleyi derinleştireyim diyen kardeşlerimiz Kasım Şulul Hoca’nın “Son Peygamber Hz. Muhammed” kitabını okuyabilir. Ben biraz daha ileriye gideyim diyen birisi ise Asım Köksal Hocaefendi’nin “Hz. Muhammed ve İslâmiyet” kitabını okuyabilir.

 

Ama özellikle eğer burada hoca kendi kitabının reklamını yapıyor demezseniz “Neden ve Nasıl Siyer Öğrenmeliyiz?” kitabının okunmasını tavsiye edebilirim. İşin başlangıcının net olarak öğrenilebilmesi için. O kitabın arka bölümünde siyer kaynakları ile de alakalı bir bölüm var. Orada da hem Türkçe hem Arapça kaynaklarla ilgili geniş bir malumat var. O malumat çerçevesinde ihtiyacımız ne ise o ihtiyaca binaen bir okuma yapmamız en doğru olandır. Çünkü netice itibariyle zaman kısa, okunacak şeyler çok. Her bir kitapta birer ilaç gibidir. Bizim hangi hastalığımız varsa önceliğin o ilaca verilmesi gerekir. Bunun için de önce ihtiyacımızın tespit edilmesi gerekir. Bundan sonra  okumaların yapılması en doğru olandır.

 

 

Söyleşi:

 

Hayriye Karğı

Kübra Nur Kayır

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !