Şükrü HÜSEYİNOĞLU

21 Haziran 2010

ZAYIFLATILAN İSLAM DEVLETİ PERSPEKTİFİ

28 Şubat sürecinin bütün ağırlığıyla devam ettiği 2000 yılında Selam gazetesi haber merkezi olarak dinde reform çabalarıyla ilgili bir dosya hazırlamıştık. Gazze şehidlerimizden Cevdet Kılıçlar öncülüğünde haber merkezi çalışanlarının ortak emeğiyle hazırlanan ve gazetede dört-beş sayı boyunca dizi halinde yayınlanan bu dosya için Kürşad Atalar, Yılmaz Çakır ve Fethi Kılınç gibi isimlerden de görüş almıştık.

 

Bu isimlerin yorumlarında öne çıkan vurgu, 28 Şubat süreciyle yeniden alevlendirilen dinde reform çabalarıyla güdülen temel gayenin dinin iktidar talebinden vazgeçirilmesi hedefi olduğu yönündeydi.

 

Tarih boyunca Allah’ın dinine karşı çıkan ve iman edenlerle kavgaya tutuşan müstekbirlerin tutumları ele alındığında, bu karşı çıkışın temelinde geleneklerin muhafaza edilmesi güdüsünden ziyade egemenlik iddiasında ısrarın bulunduğu görülür.

 

Müstekbir güçler ve onların etrafında yer alan mele ve mütrefin Allah’ın dinine itirazlarının temelinde, dinin mesajlarının doğrudan kendi iktidarlarını hedef alması ve köklü bir inkılab çağrısıyla ortaya çıkması yatmaktadır. İşte müstekbirleri rahatsız eden ve uğrunda iman edenlerle amansız savaşlara tutuşmaya sevk eden husus, Allah’ın dininin bu devrimci niteliği olmuştur.

 

Nuh (a. s.)’ın kavminin ona itirazının temelinde de, Şuayb (a.s.)’ın kavminin itirazının temelinde de, İbrahim (a .s.)’ın kavminin itirazının temelinde de, Musa (a.s.), İsa (a. s.)’ın davetçi olarak gittikleri toplumların itirazlarının temelinde de, Muhammed (a. s.)’ın ilk muhatapları olan Mekkelilerin itirazlarının temelinde de hep bu husus yer almıştır.

 

Ne diyordu Şuayb (a. s.)’ın kavmi, kendilerini ölçü ve tartıda haksızlık yapmaktan vazgeçmeye davet eden davetçilerine:

 

“Dediler ki: “Ey Şuayb! Atalarımızın taptığı şeyleri terk etmemizi ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor? Oysa sen, gerçekte yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam)sın.” (Hud 11/ 87)

 

Firavun da, kendisini âlemlerin Rabbi’ne tabi ve teslim olmaya davet eden Musa (a. s.)’ın bu daveti karşısında toplumuna "Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hala görmüyor musunuz? Yoksa ben, kendisi zayıf ve neredeyse söz anlatamayacak durumda bulunan şu adamdan daha hayırlı değil miyim?" şeklinde hitap ederken (Zuhruf 43/51-52), Hz. Musa'ya da şöyle demişti:

 

“(Firavun) dedi ki: "Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan seni mutlaka hapse atacağım." (Şuara 26/29)

 

Mekke oligarşisinin Hz. Peygamber’e itirazları da egemenlik iddiası temelinde belirmişti. Onlar “Lailahe” ve “İllallah” ifadeleriyle ortaya konan davetin doğrudan iktidar ilişkilerini hedef aldığını ve bu ifadelerle âlemlerin Rabbi’nden bağımsız bir egemenlik iddiasının reddolunduğunu anladıkları için, bu ifadelere karşı savaşlara tutuşmuştu. Yoksa Mekkeli müşriklerin Allah inancı sahibi oldukları ve onların ibadetlerinin de neticede Allah’ı razı etmeye yönelik olduğu Kur’an’da birçok ayetle haber verilmektedir.

 

“Böyle iken, âyetlerimiz, kesin birer belge olarak kendilerine okunduğu zaman, o bizimle karşılaşmayı ummayanlar, "Bundan başka bir Kur'ân getir veya bunu değiştir." dediler. De ki, "Onu kendiliğimden değiştiremem, benim açımdan bu olacak bir şey değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Rabbime isyan edersem, şüphesiz büyük bir günün azabından korkarım."(Yunus 10/15) ayet-i kerimesinde haber verildiği üzere Mekkeli müşrikler, Hz. Peygamber’den dinde reform talebinde bulunmuşlardı. İşte bu talebin temelinde de egemenliklerini muhafaza etme güdüsü yatmaktaydı.

 

Onlar Hz. Peygamber’den, Kur’an’ı ya egemenlik ilişkilerini sorgulamayan ve iktidar talebinde bulunmayan bir forma kavuşturacak şekilde değiştirmesini ya da egemenlik ilişkilerine dokunmayacak yeni bir Kur’an getirmesini talep etmekteydiler.

 

28 Şubat döneminde cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel’in o dönemde dile getirdiği “Ahk3am ayetleri yerine pozitif hukuk ilkelerinin getirilmesi” talebi, cahiliye mantığının asırlarca nasıl da hiç değişmediğini ve müstekbirlerin dinde reform talebinin özünde Allah’ın dinini iktidar talebinden vazgeçirme gayesinin yattığını göstermektedir.

 

İslam’ın iktidar talebinden vazgeçirilmesi yönünde çok kapsamlı çalışmaların yapıldığı, çeşitli projelerin gündeme getirildiği 28 Şubat süreci dışarıdan bir müdahale olduğu için, bu açıdan  Müslümanlar arasında fazla etkili olamamıştır. Tevhid akidesi gereği Müslümanların sahip olması gereken İslam devleti perspektifi, Müslümanların temel siyasî perspektifi olmayı sürdürmüştür.

 

Ne var ki 28 Şubat süreci sonrasında 2002 yılında Ak Parti’nin iktidara gelmesinde sonra Müslümanlar arasında bu konuda ciddi zaaflar ve kırılmalar yaşanmaya başlamıştır. Ak Parti’nin AB ve demokratikleşme hedefleri çerçevesinde sürdürdüğü politikalar, giderek tevhidî perspektif sahibi Müslümanlar üzerinde dahi etkili olmaya başlamış, bu süreçte sistem içi kazanımlara aşırı anlamlar yüklenir olmuştur. Müslümanlar her geçen yıl artan oranda sistemin makro işleyişiyle ilgili gelişmelerin doğrudan tarafı durumuna düşerek büyük oranda sistem içi bir dil kullanır olmuş ve neticede İslam devleti perspektifi ciddi oranda zayıflamıştır.

 

Mesele öyle bir noktaya gelmiş durumdadır ki, bugün İslam devleti ifadesini kullandığınızda kimi Müslümanlarca adeta alaya alınmakta ve ertelemecilikle, hayatın dışında olmakla vs itham edilmektesiniz.

 

Bu gidişat hiç iyi bir gidişat değildir. Tarih boyu müstekbirlerin dinde reform saptırmalarının temel hedefi olan, Allah’ın dinini iktidar talebinden vazgeçirme ve mevcut sistem içinde renklerden bir renk konumuna razı etme tehlikesi bugün ihtimal olmaktan çıkmış, bizzat müşahede edilir duruma gelmiştir.

 

Son söz: İzzeti Allah’ın yanında aramakla mükellef olan Müslümanların kendilerini gözden geçirmesi ve izzeti Allah’ın yanında aramanın siyasî karşılığı olan İslam devleti perspektifini yeniden canlandırması bugünün temel meselesidir.