Zekâ testleri Anglo-Sakson ve Protestan normlarına göre hazırlanıyor
Psikolog yazar Gündüz Vassaf “Sınırsız” adlı kitabında çok kültürlü toplum yapısına göre hazırlanmadığından zekâ testlerinin Türk insanı için sağlıklı sonuçlar vermeyeceğini ileri sürüyor.
20. yüzyılın ön plana çıkan bilim dallarından birisi psikolojidir. İçinde bulunduğumuz modern hayatta koşuşturmaların belirginleşmesi, kadınların iş dünyasında yer alması ile birlikte sorumlulukların artması ve rollerinin değişmesi, çocukların ailelerinden çok dış etkenler vasıtasıyla büyümesi ve onların etkisinde kalması, boşanmaları artması ve daha sayamayacağımız birçok sebepten ötürü insanlar psikolojik desteğe ihtiyaç duyuyor. Bu sebeple psikolog ve psikiyatristlerin kapısını daha da fazla aşındırıyoruz. Ekranlarda bu meslek erbaplarını daha çok görmeye başladık.
Gündüz Vassaf bu bilim dalının önemli temsilcilerinden birisi. Kendisi psikoloji eğitimi gördüğü George Washington Üniversitesi’nden mezun olmuş. Özellikle Cehenneme Övgü ve Cennetin Dibi gibi kült kitaplarla insanları sorgulamaya davet eden yazar, bu topluma özgü psikolojinin gelişmesi adına önemli adımlar atmıştır. Vassaf’ın söyledikleri ve yazdıkları her zaman tartışma konusu oldu. Ele aldığı sorunlara daima farklı bir pencereden bakmaya çalışıyor.
Gündüz Vassaf’ın yakın zamanda İletişim Yayınları’ndan bir kitabı çıktı: Sınırsız. Kitap, Vassaf ile farklı dönemlerde yapılmış söyleşilerin toplamından oluşuyor. Kitapta yazar, bu toprakların ilk kadın psikoloğu olan annesinden yola çıkarak bu bilim dalının geçirdiği evrimi, Türk toplumunun değişimini ve değişen dünya şartlarının sosyolojik boyutunu değerlendirmiş.
Araştırma ile ideoloji arasındaki bağ
Ben bu kitapta iki unsuru öne çıkarmak istiyorum. Birincisi, ülkemizde kullanılan psikolojik testlerin geçerliliği. Vassaf araştırma ile ideoloji arasında bir bağ olduğunu düşünüyor. “Araştırma yapanda egemen olan ideoloji ve araştırmanın yöntemi arasında doğrudan bir ilişki var. İnsan kafasındaki kurumsal modele göre yaptığı araştırmayı yönlendiriyor, ona göre de sonuçlara alabiliyor. Aslında kurumsal model araştırma sonuçlarını bir ölçüde önceden ısmarlamış oluyor.” (s. 28) Yazar, bir nevi şirketlerin egemen ideolojinin karşılığını gösterebilmek için sonucu belli olan araştırmaların yapıldığını hatırlatarak sahte bir kamuoyunun oluşturulduğunu belirtiyor. Bununla ilgili olarak da zekâ testlerini örnek gösteriyor. “Egemen güçler zekâ testlerinin zekâyı nesnel bir şekilde ölçtüğünü iddia ederek bunu
insanlarla paylaşıyor. Şimdi geriye baktığımızda görüyoruz ki, bu zekâ testleri sadece belirli bir topluluğun, o da beyaz Anglo-Sakson Protestan kişilerin normları, ölçüleri, standart alarak geliştirilmiş, yani bu testlerde salt bir kültürün davranış biçimi yansıtılmış. Geliştirilen ölçüler bence nesnel zekânın ölçüleri değil. Bunlar belirli bir burjuva toplumunun orta sınıftan insanlarının zekâ ölçüleriydi.” (s.29)
Vassaf ısrarla bu zekâ testlerinin Türk toplumu için çok uygun olmadığının altını çiziyor. Hatta bunun bir ülke içinde, bölgeler arasında bile değişebileceğine dikkat çekerek bir örnek veriyor. Kuzey Amerika’da yaşayan siyahlar, çocuklarına yönelik yapılan testlerin ardından, uygulanmaya çalışılan sonuçları kabullenmeyip mahkemeye gitmiş ve bu mahkemeyi kazanmışlar. Ülkemizdeki bölgeler arasındaki sosyo-ekonomik dengesizliği düşündüğümüzde Vassaf’a hak vermemek mümkün değil.
Gençler yeni bir dil geliştiriyor
Gündüz Vassaf bu durumu, Amerikan normlarıyla hazırlanan bu testlerin uygulanmasını eleştirince, Psikologlar Derneği’nce kınandığının altını çiziyor. O, Türk insanının tanınması gerektiği ve Amerikan insan modeline göre Türk insanına bakılmaması gerektiğini belirtiyor. Zekâ testlerinin çok kültürlü toplum yapısına göre hazırlanmadığına dikkat çekiyor.
Yazarın dikkat çekmeye çalıştığı durumlardan birisi de günümüz gençliği. Hepimizin kabul ettiği bir gerçeği paylaşıyor bizimle. Günümüz gençliği sosyal medya vasıtasıyla dünya vatandaşlığını yaşıyor bir nevi. Dünyanın öteki ucunda, ilgi alanıyla örülü ne varsa rahatlıkla ulaşabiliyor. Etkileşimin oldukça yoğun ve çok kültürlülüğün egemen olduğu bir gençlikten bahsediyoruz. Burada bir çelişki yok mu sizce? Yüzyıllardır bu topraklarda din ve milliyet esaslı yürütülen eğitim ve siyasi çalışmaların hala devam ettiğini düşünürsek, günümüz gençliğine, onların iç dünyasına nasıl ulaşabiliriz?
Yazarın şu cümlelerini önemsiyorum: “Gençler havanda su döven politikacıları, profesörleri ve bir yığın ibrikçi başını ciddiye almıyor. Yeni bir dil arıyorlar şiirde, sokakta, teknolojinin getirdiklerinde. Ama yapayalnız, çoğu zaman birbirinden habersiz, kopuk kopuk. Yaşamın her alanını sorguluyorlar. Sessizce. Sınırları genişleterek, isyan etmeden, putlara tapmadan.” (s.110)
Günümüz gençliğine ulaşmak zor. Farklı bir dünyaları var. Farklı bir dil kullanıyorlar kendi aralarında. Ebeveynlerin, biz öğretmenlerin, siyasetçilerin, sosyologların bu dile yaklaşması gerekiyor. Çünkü ortak bir dil geliştirmediğimiz müddetçe kuşaklar arasındaki mesafe giderek büyüyecektir.
Sedat Palut