Kur’an İlaç Değil, Reçetedir

Kur’an’ın insanoğlu için şifa olduğunda kuşku yoktur. (Bkz. Fussilet 44, İsra 82, Yunus 57) Lakin Kur’an’ın şifa oluşu, onun hükümlerinin gereğinin yapılmasına bağlıdır. O, alemlerin Rabbinin insanoğlu için bildirdiği reçetedir. Bu reçete gereği yapılmayıp, evlere, boyunlara vs asılmakla kimseye şifa olmaz.

05-11-2013


Kur’an İlaç Değil, Reçetedir
 
Şükrü Hüseyinoğlu
 
Kur’an, insanoğlu için hayatın tüm alanlarını kuşatan bir şifa kaynağıdır. Asr-ı Saadet örneğinde olduğu gibi, Kur’an, kendisine tabi olan toplumları kısa zamanda en üstün medeniyetin sahibi kılmıştır/kılacaktır. İnsanlar bu şifa kaynağına yönelerek bireysel, toplumsal, siyasal, ekonomik sorunlarına çözüm bulabilirler. Fakat bu yönelimin türü ve mahiyeti, sorunlara çözüm bulunup bulunulamayacağını doğrudan belirlemektedir.
 
Kur’an, insanın dünya ve ahiret saadeti için nazil olunmuştur. İnsanın vasıflarını, zaaflarını, muhtemel sorunlarını ve ihtiyaçlarını noksansız bilen yegane kudret olan Yüce Rabbimiz, insanın saadeti için hayatı kuşatıcı hükümler bildirmiş, ona dosdoğru yolu göstermiştir. İnsana şah damarından da yakın olan Yüce Allah, onu başıboş, sorunlarıyla baş başa ve çözümsüz bırakmamış, kullarını kaosa terk etmemiştir. İnsan kendi haline bırakılmış, başıboşluğa terkedilmiş sorumsuz bir varlık değildir. İnsanı yaratıp yeryüzünün halifesi kılan Yüce Rabbimiz, onu hiçbir zaman kılavuzsuz bırakmamış, vahiy ve peygamberler aracılığıyla ona sırat-ı mustakimi göstermiştir.
 
Kur’an mesajının önündeki engeller
 
İnsanlığın tek çaresi, yegane çıkış yolu olan vahyin son temsilcisi Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an; kaoslarla, bunalımlarla, krizlerle boğuşan günümüz insanının alternatifsiz kurtuluş reçetesi, tek çıkış yoludur. Şunu özellikle belirtmek gerekir ki, insanoğlu ile Kur’an arasına konulan her engel, Kur’an mesajının insanlara ulaşmasını engelleyen her barikat, insanın dünya ve ahiret saadetine vurulmuş bir pranga anlamını taşır. Mekke’de, Hz. Peygamber Kur’an mesajını insanlara ulaştırma uğraşı verirken müşrik önderlerin gürültü çıkararak ve çıkarttırarak Kur’an’ın okunmasını engellemeye çalıştıklarını Kur’an’dan öğrenmekteyiz. Bu karşı konulmaz kitabın mesajı önünde durulamayacağını anlayan ve gürültü çıkararak onun insanlara ulaşmasını engellemeye çalışan Mekkeli müşriklerin bu davranışı çeşitli şekillerde günümüze kadar sürdürülegelmiştir ve bugün de sürdürülmektedir.
 
Zaten İslam’ın cihad ve fetih anlayışının temelinde de, Kur’an’la toplumlar arasına çekilen perdelerin, konulan engellerin ortadan kaldırılması, Kur’an mesajının tüm insanlara ulaştırılması gayesi yatmaktadır. Yüce Allah’ın mesajının kullarına ulaşmasını engellemeye dönük her tutum ve anlayış ortadan kaldırılmalıdır ki, insanlar hakla batıl arasında tercihlerini sağlıklı bir şekilde yapabilsinler. Fakat Kur’an mesajının gücü ve etkisiyle tahtlarını sarsmasından, tezgahlarını bozmasından endişelenenler insanları bu güçlü mesajdan uzak tutmak için ellerinden geleni yapmışlardır/yapmaktadırlar/yapacaklardır.
 
Müslümanların yapması gereken, Kur’an mesajıyla insanlar arasına konulmuş engellerin kaldırılması ve insanların doğrudan Kur’an’la buluşmalarını sağlamaktır. Bu da Kur’an’la ilgili tüm yanlış anlayış ve yönelimlerin bertaraf edilmesini, Kur’an’ın vasıf ve amaçlarının doğru bilinmesini gerektirir.
 
Kur’an karşısında yeni gürültü yöntemleri
 
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Mekkeli müşrikler Kur’an mesajının insanlara ulaşmasını engellemek için kaba yöntemlere başvuruyor, gürültü çıkarıyorlardı. “İnkâr edenler: Bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki bastırırsınız, dediler.” (Fussılet – 41/26). Yani kaba gürültüyle Kur’an okuyan Müslümanların sesini bastırmaya çalışıyorlardı. Oysa bu iş günümüzde daha akılcı, daha rafine yöntemlerle yapılıyor. Artık Kur’an mesajını insanlardan uzak tutmak için yapılan gürültü, Mekkeli müşriklerin kaba gürültüsüne benzemiyor. Kur’an mesajının bugün maruz kaldığı gürültü iki koldan işliyor. Kur’an, bir tarafta çağdaşlık adına çağın gerisinde kalmış bir kitap olarak nitelendirilmekte, diğer tarafta da geleneksel kültürün temsilcilerince yüceltme ve hürmet adına ulaşılmaz ve anlaşılmaz bir kitap olarak takdim edilmektedir. Bu her iki yol da neticede Kur’an’ın hayattan koparılmasına hizmet etmektedir.
 
Bir tarafta onu çağdaşlık adına hayattan dışlayanlar, bir başka tarafta ise onu yüceltme adına anlaşılması ve ulaşılması güç bir kitap gibi algılayarak dindarlık adına onu işlevsiz kılanlar.
 
Kur’an, defaatle kendisini, apaçık ve öğüt alınmak için kolaylaştırılmış bir kılavuz olarak tanıtırken, tarihi süreçte ortaya çıkan çarpık anlayışlar, üstelik onu yüceltme ve ona hürmet adına toplumlarda bunun tam tersi bir anlayışı hakim kılmışlardır. Bu süreçte Kur’an’ın hayatın içine girmesi, her an insanlara eşlik eden, kılavuzluk yapan bir başucu kitabı olması ne yazık ki ona saygı adına engellenmiştir. Bunda da anlaşılması güç bir kitap olarak lanse edilmesinin yanında ona hürmet adına yürürlüğe konan “Kur’an’ın abdestsiz olarak, rahat otururken, yaslanırken okunamayacağı gibi bazı kısıtlamalar etkili olmuştur. Böylece Kur’an zamanla bir merasim kitabı haline getirilmiştir. Oysa Kur’an’ın abdestsiz okunamayacağı gibi Allah’ın koymadığı hükümleri din adına, dine hürmet adına da olsa ortaya atmanın vebali çok büyük olsa gerektir.
 
Kur’an şifa yolunu gösterir
 
Kur’an’ın kendini takdimiyle, zaman zaman insanların ona yaklaşımları ve ondan beklentileri arasında uçurumlar oluşmuştur. Kur’an insanların ilgisini daima içerdiği İlahi mesaja çekmeyi amaçlarken, tarihi süreçte çeşitli yanlış anlayışların etkisiyle Kur’an’a farklı ilgi ve beklentilerle yaklaşılabilmiştir. Bunların başında da, Kur’an’ın gerek tilavetinden, gerek ayetlerinin yazılıp taşınmasından veya evlere ve işyerlerine asılmasından, gerekse okunup üflenmesinden dertlere deva, hastalıklara şifa beklemek vardır.

Kur’an’ın insanoğlu için şifa olduğunda kuşku yoktur. (Bkz. Fussilet 44, İsra 82, Yunus 57) Lakin Kur’an’ın şifa oluşu, onun hükümlerinin gereğinin yapılmasına bağlıdır. O, alemlerin Rabbinin insanoğlu için bildirdiği reçetedir. Bu reçete gereği yapılmayıp, evlere, boyunlara vs asılmakla kimseye şifa olmaz.

Baştan sona yaşayanlara, dünya ve ahiret yaşamına yönelik mesajlar ve ölçüler içeren, insanların dünyevi ve uhrevi saadetleri için ilkeler ve yasalar beyan eden Kur’an-ı Azimüşşan, maalesef tarihsel süreçte ortaya çıkmış olan yanlış ilgi ve beklentilerle zamanla hayattan koparılmış, yaşamın dışına itilmiştir. 70. ayet-i kerimesinde, “(Kur’an) Diri olanları uyarıp korkutmak ve kafirlerin üzerine sözün hak olması için (indirilmiştir)” ifadeleri yer alan Yasin Suresi’nin, yaygın bir gelenek olarak ölüler için okunuyor olması, Kur’an’la ilgili yanlış yönelim ve beklentilerin ne boyuta vardığıyla ilgili ilginç bir örnek teşkil eder. Merhum Mehmet Akif, Süleymaniye Kürsüsünde adlı şiirinde bu durumdan şöyle şikayet etmişti:Mesela Kur’an sosyal adaletin nasıl gerçekleştirileceğiyle ilgili hükümler bildirmiştir. Sosyal adaletin gerçekleşmesi isteniyorsa bu hükümlerin hayata geçirilmesi zorunludur. Aksi halde söz konusu hükümleri içeren ayetlerin binlerce kez okunmasıyla veya yazılıp duvarlara asılmasıyla sosyal adalet gerçekleşmez. Faize dayalı rant ekonomisinin ortadan kaldırılması, zekat ve infak müessesesinin yerleştirilmesi ve böylece servetin topluma yayılması, sosyal adaletin olmazsa olmaz şartlarındandır. Tıpkı doktorun yazdığı reçetenin, onda yazılı ilaçlar alınıp kullanılmadıkça hastayı iyileştirmeyeceği gibi. Bu anlamda Kur’an ayetleri de reçete hükmündedir. İlaç, onların gereğinin yerine getirilmesi, hükümlerinin hayata geçirilmesidir. Kur’an’ı hayatın dışına iterek, onun yazılı olduğu sayfalardan, okunup üflenmesinden medet ummak Kur’an’ı işlevsizleştirmektir ve bu, Kur’an’a yapılan büyük bir haksızlıktır.

“İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!
Yoksa, bir maksad aranmaz mı bu ayetlerde?
Lafzı muhkem yalınız, anlaşılan, Kur’an’ın:
Çünkü kaydında değil, hiç birimiz mananın
Ya açar Nazm-ı Celil’in, bakarız yaprağına;
Yahud üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyle bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!”
 
Akif’in mısralarından, bu topraklarda Kur’an’a yaklaşım konusunda o zamandan bu zamana çok şeyin değişmediği anlaşılıyor. O gün olduğu gibi bugün de Kur’an, çoğunlukla mananın kaydında olmaksızın, anlama gayesi güdülmeden okunmaktadır ne yazık ki. Oysa Asr-ı Saadet’te hayatın tam ortasında, belirleyen, yönlendiren, dönüştüren bir yaşam kitabıydı Kur’an. Ölülere değil yaşayanlara hitap ediyor, mezarlıklarda değil şehirlerin meydanlarında okunuyordu. İşte o zaman müşrik ve zalimler rahatsız oluyordu onun okunmasından. Şimdi İsrail radyolarında bile Kur’an okunuyor, müslümanlara ninni niyetine. Çünkü onlar da biliyor ki dinleyenlerin çoğu manasının kaydında olmaksızın onun cezbeden tilavetine kulak kabartacaktır.
 
Kur’an’ın fert ve toplumlara yol gösteren, dünya hayatında insanoğluna rehberlik eden bir kılavuz değil de, okunuşu insanı cezbeden bir edebi şaheser, törensel bir kitap, bir ölüler kitabı, bir ucuz sevap kazanma kitabı olarak görülmesi, geleneksel din anlayışlarının en büyük sorunudur. Bu anlayışın hakim olmasıyla Kur’an hayat sahnesinden koparılmış, indiriliş gayesiyle yakından uzaktan ilgisi bulunmayan alanlara terkedilmiştir.
 
Kur’an din adına, ona hürmet adına susturuldu
 
Bir düşünelim: Müslümanlar zorla ve baskıyla Kur’an’dan uzaklaştırılabilir, Kur’an ellerinden alınabilirmiydi? Tabi ki hayır. Hem tarih şahitlik etmektedir ki, insanların kutsal değerlerine yönelik saldırılar onları bu değerlere daha sıkı sarılmaya sevketmektedir. Oysa Kur’an, din adına, ona saygı ve hürmet adına müslümanların ellerinden alınmış, bu yolla hayatlarından uzaklaştırılmıştır. Kur’an’ı yüksek raflarda tozlanmaya iten sebep, zalimlerin baskılarından çok ona hürmet adına sürdürülen yanlış anlayışlardır.
 
Müslümanlar, artık Kur’an’ı süslü kılıflarda ve dolap köşelerinde muhafaza etmenin ona saygı değil saygısızlık olduğunu anlamalıdır. Bilinmelidir ki Kur’an’a saygı onun mesajlarının öğrenilip yaşama geçirilmesiyle mümkündür. Onu hayattan koparmak, saygısızlık olur diye üzerinde taşımaktan, elinin altında bulundurmaktan kaçınmaktır aslında Kur’an’a saygısızlık.
 
Şurası da bilinmelidir ki, din adına, ona saygı adına Kur’an’ı işlevsiz ve atıl kılan hurafe ve vehimleri ortaya atanlar da, onları sorgulamadan dinin esası gibi benimseyenler de büyük bir vebal yüklenmektedirler. Kur’an’a yanlış yönelimler, bu yüce kitabı hayat sahnesinden uzaklaştırmakta, onun tüm insanlar için rehber olma özelliğini perdelemektedir.
 
Kur’an, insanlara dünya ve ahiret saadetinin yolunu göstermektedir. İnsanlara kurtuluş yolu olarak, iman edip salih amel işlemeyi, Allah’ın çizdiği helal-haram sınırlarına riayet etmeyi ve iyiliği emredip kötülükten nehyetmeyi göstermektedir. İnsanlara kişisel ve toplumsal yaşamda karşılaştıkları sorunlardan çıkış yollarını, meselelerinin çözümlerini bildirmektedir. Fakat unutmamak gerekir ki sorunların çözümü, ancak Kur’an’ın sunduğu çözümlerin hayata geçirilmesiyle mümkün olabilir. Yoksa ayetleri yalnızca okumak veya ezberlemekle sorunlar çözülmez.

Etiketler : #Kur’an   #İlaç   #Değil   #   #Reçetedir   
YORUMLAR
  • Muradi   09-11-2013 22:48

    Müslümanım diyen kitlelerin temel meselesi sorunlarını ilahi kitaba uyarak çözmek yerine kitabına uydurarak çetrefilleştirmek şeklindedir. Müslüman etiketli insanların hayatlarının hak-batıl karışımı ve çoğunlukla da şirk bulaşmış bir vaziyette olması bunun göstergesidir. Müslümanların çoğu kitabı mehcur bırakmışlar, Allahın zikrinden yüz çevirmişler; Allahta onlara şeytanı veya öteki kişiliklerini musallat etmiştir. Bunun sonucu ise; yaşanan batıla dayalı hayatın şeytan tarafından süslü gösterilmesidir. Buradan çıkış ancak Kur'an'ı temel otorite edinmekle olabilecekken bunun yerine de muharref kaynaklar geçirilmiş ve binlerce asılsız rivayet uydurulmuştur. Mesela bu insanlar abdesti silahlanmak olarak görebiliyorlar. Abdeste olduğundan farklı anlamlar yükleyebiliyorlar. Halbu ki silahlanmaktan maksat korunmaksa bu ancak Kur'an'i bilgiyi ve ahlakı kuşanmakla mümkün olabilir. Önceliklerini yitirenler ise bu tür asılsız rivayetlerle avunmaktan başka bir şey yapmıyorlar.

  • Ebubekir   06-11-2013 16:56

    Şükrü Ağabeyin hidayet rehberi olarak gönderilen Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasının ve hayata geçirilmesinin önündeki engellere değindiğini görüyoruz ve genel anlamda bahsettiği hususlara katılıyoruz. Lakin bu hususlarında temelinde/önünde/aslında Allah’a(cc) iman sorununun olduğunu düşünüyorum. Nitekim, Kur’ana ister reçete diyelim ister ilaç diyelim önemli olan bu reçeteyi/ilacı kullanmamız için bizlere gönderenin gerçekten sadece O’nun reçete/ilaç gönderebileceğine yani yaratmanın O’nun hakkı olduğu gibi emretmenin de yalnızca ve yalnızca O’nun hakkı olduğuna iman etmek gerekmektedir. Çünkü şeytanın dostları olan ve kendilerinin de Rab olduğunu iddia eden(kendilerininde reçete yazmaya muktedir olduklarını iddia eden) birileri insanların eline ha bire reçeteler, ilaçlar, uyuşturucular, afyonlar tutuşturuyorlar. Ve insanların ellerine birden fazla reçete geçmiş oluyor. İşte bu nokta da öncelikle reçete göndermeye muktedir olan yalnızca Allah’tır bilincine ulaşmak gerekiyor ki diğer reçeteleri yırtıp atabilelim ve İlahi reçeteye gözlerimizi, kulaklarımızı, akıllarımızı ve yüreklerimizi açabilelim inşAllah.

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN