SİYASAL HÂKİMİYET VE HAK EDİŞ

Rıdvan DİNÇER

12-03-2022 11:25


Allah’a hamd olsun, Elçilerine ve de izlerince yol alanlara selam olsun.    

İnsanlık her daim iki kutbu temsilen hayatlarını sürdüregelmiş, hayatlarına yön verme ile ilgili esaslar insanın tercihi sonucu ya hayatı çekilmez kılmıştır ya da zorluklarına rağmen huzurlu bir ortam sağlamıştır. Sorunlar ve sorular çözüldükçe, emin adımlar ile insan önünü görür ve rahat hareket eder. İnsan davranışlarının / amellerinin nasıllığı ve nedenselliğinin temelinde, kendisini yönlendirecek ve hareket ettirecek olan, yetkinlik ve yönetme ile ilgili tercihinde, doğru / gerçek bilginin bilinç haline dönüştürülmesi konusu, ana sorundur. Allah, evren ve insan arasındaki ilişkiyi anlamlandırabilmede, bilgi düzeyinden bilince (İmana) erişmemek, insan için sorunu devam ettirecektir. İnsan kendi iç dünyasında gerçeklikten uzak bir şekilde kendisince buna anlam vermiş olsa da, "Sorunlu bir hayat" devam edecektir. Kainatın düzen ve intizamlı bir yol almasında bağlı olduğu yasalar, her şeyin üstünde olan üstün bir gücün eseridir, bu güç insanın elinin uzanabildiği her şeyi insanın istifadesine açmıştır. İnsan dilediği gibi kurgulasın diye değil, düzen ve intizamı sağlayacak, varlık ile ilişkide bozgunculuktan kaçınıp bozgunculara karşı kendisine sunulan rehberliği/yasaları takib edecek, sorumluluğu olan, sorumlu tutulan  insan bu üstün güce -Allah’a- boyun eğip kulluk edecektir. Aksi bir işleyiş; kendisine ait olmayan mahallede kabadayılık yapmak gibidir, kul haddini bilecek!

İnsanın algı sınırlarının kavrayamayacağı tüm alanları, hayat olan her yer ve de olmadığı düşünülen yerlerde! Âlemlerin yaratıcısı olan Allah'ın, varlığın yönetiminde ortak kabul etmediğini, etmeyeceğini  ıskalayan hiçbir iradeli varlığı (dolayısıyla insanı), mazur görmez. Bu gerçeklik nasıl tanımlanırsa tanımlasın değişmez. Aksi doğrultuda iddialar olsa da durum değişmez. Seyid Kutub'un ifadesi ile; yolun tümünü bilenden başkası, yol güzergahının tümünü çizemez. Kanunlarını koyma hakkı da, evrensel yasaları ilmiyle kuşatan kim ise ona aittir. İnsanlık için hayat kanunlarını koyma hakkı, eksikliğe mahkum olanlara verilemez, der. Bu gerçeklik ayeti kerimede şöyle ifade edilir:

"Şüphesiz, yol göstermek/hidayet bize aittir. Şüphesiz, ahiret de dünya da bizimdir." (Leyl suresi/12-13)

Bu gerçeklik, gözleri ve gönülleri doyurucu niteliktedir. Dünya ve ahiret kime ait ise yol göstermek, yolu çizmek, yasalarını belirlemek de ona aittir. Allah kulları arasından seçtiği Elçiler/Resuller (a.s.) aracılığı ile İlahi rızaya kılavuzlayan esaslar/yasalar ile yol alınmasını emretmektedir. Yetkinliğin kendisinde olduğunu, hak edişin de kendisine ait olduğunu bize bildirir ve öğretir. Ayeti kerimenin öğretisinden yola çıkarsak; dünyanın da ahretin de sahibi şöyle buyurur:

"Allah ile beraber başka ilahlar edinme (kılma/üretme), yoksa kınanmış ve kendi başına (yapayalnız terk edilmiş ve yardımcısız/koruyucusuz) bırakılmış olursun." (17-İsra Suresi /22)

Varlığı yaratma, yönetme ve hayatına son verme süreçlerinde belirleyici olma yetkinliğinde olan, İlah esmasının/vasfının, siyasal hakimiyet ve hak konusundaki yetkinlik ile ilgili açılımına ileride değinmek üzere; ayetin geri kalan kısmına bir değini yapacak olur isek;

İlah edinme ifadesi;  ayette edinme diye çevrilen "lâ tecâl", yetkin olmayanı yetkin kılmak , yetkin edinmek gibi bir anlam örgüsünde, ben seni filanca makama, mevkiye yetkin kıldım, atadım şeklinde; "Yetkisiz, yetkililer üretmek" veya sakın ilah icat etme/edinme/ kılma girişiminde bulunma! uyarısı yapılır.

Allah ile beraber ifadesi; Şirkten-ortak tutmaktan kaçınmamızı isteyen bir emirdir. Dikkat edilecek olunur ise, Allah’ın ilah olmadığı/kabul edilmediği gibi bir anlayıştan uzak, ilah olma vasıflarından/yetkilerinden belirli bir cüz'ü/işlev ve yetkiyi başka/yaratılmış varlıklara yakıştırma/kılma/edinme tarzında, yetkisiz yetkililer üretilmemesi istenir, İlah’ın tek olduğu, ortağı olamayacağı, insanın kendi kendisini kandırmasının beyhude bir çaba olduğu öğretilir.

Yönelişlerimizin merkezinde Allah var ise; Sevgimizin her daim zirvesinde Allah var ise, O'nun varlık ile ilişkide koyduğu sevgi dozu ölçülerine sadık olunur ise, şüphesiz o zaman tek ilah olarak Allah’a bağlanmışız demektir.

Yönelişlerde çeşitlilik var ise, yöneliş çatışması yaşayacağız, haşa Allah ile beraber başka ilahçıklara kapı açmış olacağız (Allah beri kılsın) ki, Eşhedü enlâilahe illallah ölçülerinde verilen sözden dönülmüş olunacak, sözleşme bozulmuş olacaktır.

"Zem edilmiş ve yapayalnız, destek ve yardımsız kalırsın." Kime yapılıyor bu tehdit ve uyarılar? Allah’ın Elçisi'ne (a.s.). Yani o bile böyle bir şeyi yapacak olsaydı (bundan beridir), bu tehdidin âkibeti olan azap söz konusu, bu neden ile çok ciddi düşünmek zorundayız. Resul'ün (a.s.) şahsında herkes bu emrin kendisine yöneltilen bir emir olduğunu, kendi şahsına yöneltildiğinin bilincine varsın diyedir. Hayatımızı parçalayıp onun bazı bölümlerinde İlâh olarak Allah’ı, öteki bölümlerinde de başka ilâhları dinleyip şirke düşmememiz içindir bu uyarı. Hayatımızın tümünde söz sahibi tek İlâh olarak Allah’ın emir ve tavsiyelerini dikkate almak zorundayız. Yönelişlerde çeşitlilik var ise, yöneliş çatışması yaşanır, aynı anda iki ayrı yöne gitmemiz nasıl mümkün değil ise, kul olmak-kulluk yapmak da böyledir, Allah’a şeriksiz bağlanmanın ancak kabul göreceği öğretisi sunulur bize.

"Otura kalırsın zem edilmiş/kınanmış bir şekilde." Kınanmış bir şekilde oturmanın dünyevi boyutu, dünyaya ait olan hazlara mevki ve makamlara çakılan insanın, çevreden elde edeceği ilgi ve iltifatların kendisine değil de, kendisinden yararlanılma sebebi ile olmasını görmeyecek kadar kör olmasıdır. Kendisi ve verilen nimetlerin sahibine ilgisiz kalmasının kendi nefsini tehlikeye atıp hor kılmasındandır. Yaratılmışlara iltifat edip Yaratıcısını unutan kınanmayacak da kim kınanacak? Allah böylelerinin durumunu şu şekilde tasvir eder/kınar: "Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı)dırlar." (Furkan/44) 

Böylece insanın, hizmetine verilmiş olan hayvanlardan daha aşağı bir konuma alçaldığını bildirir.

Tabi ki ayette ilk akla gelen kınanma konusu, bir sonraki hayat ile ilgilidir. Meleklerin kınaması, hesab sürecinde kınanma, cennettekilerin kınaması, insanın kendi, kendini kınaması, saptırıcıların kınanması, saptırıcıların kınaması, İblis'in kınaması (Rabbim, onlardan sana sığınıyorum demesi…).. Bazen insan kınanır da bir çıkış yolu olur, bir çıkış yolu bulur. Ama burada kişi kendini kınamaya başlar, "Ah keşke şimdiki hayatım için önceden bir şeyler takdim etseydim diye." Çünkü artık çaresizdir ve çıkış yollarının tümü kapanmıştır.

Dünyada iken kişi kendini kınadığında ise, bu ona olumsuz halden olumluya geçişi sağlayan bir iç yaptırım kuvvesi doğurur ve pişmanlık şeklinde çıkışa yöneltir. Bir sonraki hayatta film şeridi gibi çıkış fırsatları gözler önünden geçer, o kadar çok ki, kınanmışlardan olmamak için eline geçen fırsatlar elde iken kıymetini bilmemiştir. Kınanmış olmak, aşağılanmak, horlanmak gönülleri sarsıcı bedenin kuvvetini alıcı, geleceği karartıcı bir hal iken dünyada! Ahirette ise geri dönüşü olmayan, yüzleri katranlaşmış bir hale getirir insanı. Bu halden çıkış için bel bağlanılan tüm dallar kurumuştur, artık kişi yardımcısızdır.

Otura kalırsın yalnız ve yardımcısız bir şekilde, dara düştüğünde, kuvvetin tükendiğinde bir yerden bir ses, bir el, bir gönül devreye girer, tüm yükün hafifler. Ama sonraki hayatımızda böyle değil, "Ah keşke şimdiki hayatım için önceden bir şeyler takdim etseydim diye", geride bırakılan, israf edilen hayatta tüm yardımcı kuvveler geride kalmıştır. Zihnen "atanmış tüm yardımcıların da" yetkisiz olduğu görülmüştür. Buradaki garabet; bir sonraki hayat, Allah’a hesab verme bilgisi, seçilmiş Resuller konusu, insanlığın bilgi dağarcığında! Fakat bilginin "bilinç haline" dönüşmemesi böyle bir âkibete gebe, yalnız ve yardımcısız kınanmış bir şekilde kalakalma. Allah ile beraber başka bir İlah öyle mi? Neyine güvenir İnsan, şaşkınlık içerisinde bakakalırız. Akıl verilmiş, insan akıl etmez olur. Yardımcısı Allah, dostları melekler, şahidleri müminler olan bir kul olmak gibisi var mı?

Siyasal hakimiyet ve hak ediş konusundaki yetkinlik ile ilgili, Firavun ve Musa a.s. üzerinden ilahlığı okumak, iki hedef, iki amaç, İki ayrı sembol, iki ayrı yol. Rabbimiz Firavun ile Musa a.s arasında geçen, ilahlık konusundaki / siyasal hakimiyet ve hak yetkisi ile ilgili tartışma hakkında ayette şöyle buyurur.

"(Firavun) dedi ki: "Eğer benim dışımda / benden başka bir ilah edinecek olursan / benimsersen, seni mutlaka hapse/ zindana atacağım." (26-Şuara Suresi/29)

İlahlık iddiasında bulunan Firavun ve güçleri ile özdeşleşen kişi, kurum ve sistemlerin yaklaşımını özetler niteliktedir bu ayet.  Burada ilah kavramının bir anlamda siyasal hakimiyet ve hak yetkisi anlamında olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bunun için Firavunun Mısırdaki konumu ve neyi sembolize ettiği, Musa a.s'ın Allah’ın görevlendirdiği elçisi oluğu ve ne ile görevlendirildiği konusu "nasıl bir yol alınmalı?" sorusuna cevaptır.

Musa a.s insanlık tarihinde hak ve ona dayalı adaleti temsil eden nübüvvet zincirinin bir halkasını oluştururken, Firavun, bunun karşısında yer alan bir zihniyeti temsil etmektedir.

Eski Mısır inancında Firavun, yeryüzündeki düzenin muhafaza ve devamından sorumlu olduğu gibi, dini hayatın da en önemli ve yetkili kişisiydi. Ülkenin bütün mabedlerinde ibadet, onun adına yapılıyordu. Bütün Mısır onundu ve idari, adli, askeri ve dini yetkiler onun elindeydi. Gerektiğinde yetkilerinin bir kısmını vezirlere bırakıyordu. Firavun hem kral, hem de tanrının/ilahın oğlu ve dolayısıyla tanrı sayılıyordu, siyasal hakimiyetini / ilahlığını ve bunun onun hakkı olduğunu kabul etmemek, tanrısallığına/ilahlığına karşı meydan okumak, mevcut dine karşı çıkmak anlamına geliyordu, ki bu meydan okuyuş Musa a.s. da somutlaşan bir vakıadır.

Firavunu bir şahıs olarak kabul etmek bir yanılgıdır, kurulu olan bir sistemin ve kurumlarının işlerliği göz önünde tutulduğunda, günümüz ulus devletlerinden ve birlikteliklerini ifade eden küresel işleyişin Firavun ve Mısırından farksız olduğu görülecektir.

Yerel çekişmelerin yanında, küresel anlamda çekişme ve birlikte hareket etme gibi eğilimler gösteren, NATO ve Avrupa Birliği… gibi oluşumlar, İşlev olarak İnsanlığın yararına! sürekli savaşlar çıkaran, düşman üreten, hayat hakkını yok sayan, dilediğini dilediği gibi gerçekleştirip kendi yasalarını/putlarını da çiğnercesine renk değiştiren bu işleyişler, Firavun ve Mısır'ı aratır durumda mı, değil mi değerlendirilebilir. Firavun tıpkı bugün gibi, kendi içinde birlikteliklerden  doğmuş güçlü bir sesin örneği gibidir. Onu tek başına sanırsın ama öyle değil.. Çünkü uyduları çok, yardımcıları çok.

Firavundan bahsedilir iken; Birçok ayette Firavun'un ailesinden (al-i fir'avn), avenesi, yardımcısı/seçkinler topluluğu/ileri gelenlerinden (mele), kavmi ve askerleri - ordusu ile (cünud) birlikte anılır. Her ne kadar tanrılık atfedilse de, karar mekanizmasında danışarak karar aldığı örnekler de söz konusu. Bu nedenle sistemleri isimler üzerinden değil de, Uluhiyet/siyasal hakimiyet ve hak yetkisi üzerinden, kimde olduğuna bakarak değerlendirmemiz, ilgili ayette konu edilir. Mısır'da Firavunun siyasal hakimiyetini meşru görenler, ses çıkarmayanlar, Yusuf a.s.'dan kalan öğreti gereğince "İlahi temelli hayat sisteminden" ve hakkından vazgeçenler, Firavunu ilah kabul eden zümreden sayılır. Hz. Yusuf, Hz. Musa örneğinde olduğu gibi, Muhammed a.s. ile tamamlanmış hayat programı temelinde her alanda olduğu gibi, siyasal hakimiyet alanında hak sahibi olan, tek ilahımız olan Allah’tır.

İktidarı elinde tutanlar her zaman, dünya işlerinde mutlak otoritenin yalnızca kendilerine ait olduğunu ve hiçbir ilâhın kendilerinin koyduğu kanuna ve çizdikleri politikaya karışma hakkının bulunmadığını iddia edegelmişlerdir.

Musa a.s., bu bağlamda gelişen Firavunun sorusuna, Rabbi tanıtarak, O'nun hükümranlığı ve eserleri ile cevap veriyor, çevresindekilere "Malumu ilan" ediyordu.

"Dedi ki: "Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan her şeyin Rabbidir (yaratanı-sahibi ve terbiyecisi)…. .."O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir."  (Şuara/ 24-26)

Yaratan ve yaratılmış olmayan. Her şeyin sahibi olan ve yarattıklarına yön belirleyen, yaratma, yönetme ve hayatına son verme süreçlerinde belirleyici olma yetkinliğini elinde bulunduran bir "Rabb". Yolun tümünü bilen. Allah, varlığın yönetiminde ortak kabul etmediğini, etmeyeceğini ıskalayan insanı mazur görmez ve af etmez. İnsan ile İlahi bilgi arasına çekilen perdeler günümüzü anlamanın ve değerlendirmenin önünü keser, kişi bu nedenle Sünetullah’a yaban kalınır.

Resuller/Elçiler kendilerine itaat edilsin diye gönderilirler. Resuller, Allah’a itaat ile elçilik görevini ifa ederler. Resullere itaat, Allah’a itaattir, isyan ise Allah’a isyandır. Resuller elçiliği ifa ederken Allah’a yönelişe / O'nu tek ilah edinişe çağırırlar. Ta ki kabul görsün ve bu doğrultuda bir toplumu yönetecek iktidar ortaya çıksın. Tâbi olunması gereken Resullerden itaat beklemek, en güçlü gözüken yerleşik otorite dahi olsa, yani Allah dışında kim olur ise olsun, Allah’ı bırak beni ilah edin ifadesidir, Allah’a isyandır. Resuller itaat edilmek üzere elçi kılınmışlardırAllah tarafından seçilerek gönderilmiş bir Nebinin, Firavun'un tanrılığını/ilahlığını kabul etmesi ise söz konusu olamazdı. Resullere iman eden mü’minler için de durum aynilik arz eder. İlahi esaslara gösterilen bağlılığa çağrı ile beraber, bu esaslar öncülüğünde ortaya çıkacak iradeye bağlılık istenir ve beklenir.

Mevdudi'nin ifadesi ile; "Kendisinde veya bir parlamentoda veya siyasal hakimiyet yetkisi atfedilen herhangi mercinin siyasal hakimiyet yetkisine sahib olmadığı / olamayacağı, yalnızca bir ve tek olan Allah’a, O'nun Resullerine tâbi olmaları ile kulluk prensiplerine, yasalarına tâbi olmaları daveti yapılır." İşte bu nedenle, Resuller itaat edilmek üzere elçi kılınmışlardır. İzleyicileri olan iman erleri ve önderleri aynı doğrultuda hareket ederek hedefe doğru yol almalı, gayesi dünya metaı olmayan bir yönelişle, ihlası ve adaleti ahlak edinerek.

Kurulu bir işleyişin/sistemin temeline yapılan itiraz ve önerme "kullara kul olmaktan, Allah’a kulluğa doğru bir hayat çağrısı" niteliğindedir, bu bir eli yağda bir eli balda olanlara ağır gelir, bu ağır gelme hadisesi, kendilerine kulluk edildiğindendir. İşte çatışmanın odağı da burasıdır.

Dünyevî hükümdarlar/parlamentolar/yönetimler ile Resuller ve izleyicileri arasındaki çatışmanın "odağı", gerçek nedeni, hep bu olagelmiştir. Allah’ın siyasal hakimiyet ve hak yetkisi/ilahlığı konu olanca, konu apaçık olmasına rağmen muğlaklık varmış gibi hareket etmek, kullar için bir mazeret olarak kabul görmeyecektir. Buna rağmen, Resullerin izince dünyevi yönetimler ve iktidarlar hep uyarılacaktır. Yönetimler/Hükümdarlar/Parlamentolar, siyasi hakimiyet ve hak iddiasında bulunmakla kalmıyor, Resullerin izleyicilerini siyasal ve yasal alanda mevcut otoriteler dışında bir başka otorite/ilâh kabul eden bir suçlu, bir asi sayıyorlar. Ruhbanca bir inanç boşalımı olduğunda ise ses çıkarmıyorlar.

Musa a.s insanlık tarihinde hak ve ona dayalı adalet ile hakkı temsil eden, insanları kula kulluktan kurtarmaya, yalnızca Allah’a kulluk edilsin diye mücadele eden ve bu mücadeleden ödün vermeyen bir elçi olarak takdim edilir iken, Firavun, bunun karşısında yer alan bir zihniyeti temsil etmektedir. Fiarvunlar ne zamanki yakacak bir ateşi tutuşturmak isterler, işte orada Musalar çıkar. Musalar yeryüzünde ıslahı, Firavunlar ise bozgunculuğu sembolize ederler. Firavunları hidayete çağırmadan, Musa olunabilir mi? Firavunlara karşı mücadele etmeden Musa olunabilir mi?

Firavun, Allah’ın secde emrine itaat etmeyip isyan eden İblis'in yeryüzündeki yürüyen yoldaşı, kardeşi, arkadaşı ve uşağı olarak hareket ediyor. Allah ise bizi uyarıyor; İblis, anne ve babanızı damarlarından girercesine isyana sürükleyen apaçık düşmanınızdır, diye. Bu uyarı, düşmana karşı her daim teyakkuzda olmamızı gerektirir. Su uyur düşman uyumaz ata sözünce pür dikkat. "Ben" merkezli Firavunları/şeytanları düşman bellemeliyiz.  Özünde merkeze kendini alarak tüm varlıkların kanını emercesine sömüren (emperyalist) bir benliktir. Ona dost olanlar unutmasın ki, Allah’a düşmanlık etmiş olurlar. İsyan, sömürü ve bencillik sembolü olan kişi ve yönetimler ile ilişkiler bu nedenle önem arz etmekte! Siyasal hakimiyet alanındaki hak edişi, Allah dışındaki herhangi bir varlık ile ilişkilendirenler ve bunun korunup kollanması hususunda ortaya konan faaliyetler, hüsrana mahkumdur. Son kertede kalıcı olanı verip geçici olanı almak, bir kaybetme vakıasıdır.

Firavunun safında kim durmak ister? Çoğunluk olarak direkt ve endirekt Firavun için faaliyet gösterilmesine rağmen, Firavunun yanında değilmişçesine kendini Musaların yanında konumlandırma garabeti görülür. Her kim siyasal hakimiyet ve bunu hak ediş konusunda, İlahi esaslara bağlı bir hayatı benimser ve bu doğrultuda, "Şüphesiz, yol göstermek/hidayet (yasaları koymak) bize aittir, Şüphesiz, ahiret de dünya da bizimdir." (Leyl suresi/12-13) ayetini düstur alır ise, Musa a.s. örnekliği olan kulluk eksenindedir.

Firavun izinde gidenler, ilginçtir ki İnsan bir mağduriyet ve baskı gördüğünde, katliam ile karşı karşıya kaldığında maruz kaldığı insanlık dışı muameleye bir başkasını maruz bırakmamak için hassas davranır. Çünkü içi yanmıştır. Ama her zaman öyle olmuyor, maruz kaldığı her türlü olumsuzluk ve daha fazlasını başkasına/başka halklara reva gören Yahudiler, ataları direkt Firavunlar tarafından en çetin belalara maruz kalmış ve onlar da bu hususu öğretilerinde canlı tutuyor iken, bir de yakın tarihte Naziler tarafından soykırıma uğratıldıklarını dile getiriyor iken, sabi olan çocuklara, kadınlara, yaşlılara silahını doğrultup gözünü kırpmadan ateş edip katleden işgalci Yahudiler, toprak gasbı yapmaya devam edip, Filistinlileri yurdlarından etmek için tek ölçüleri var. Ne olursa olsun, kim ne derse desin, hedefe varmak için her yolu mübah gören. Taş ile bir insanın kolunu, ceviz kırmak ister gibi taş ile kıran, her halde insan olmanın dışında farklı bir varlık olsa gerek! Filistinlilere açık cezaevinden daha ağır şartlar uygulayan işgalci Yahudi, insan olmanın dışında farklı bir varlık olsa gerek! Musalar artık sizi kurtarmaya değil, helak olmanız için yoldalar. Sessizlikten ve kısık seslerden güç almaya devam edin, zaman aleyhinize işliyor. Tam da başardım dediğiniz anda serabın kendisi de kaybolur, zaman sudan da hızlı! Gün döner devran döner elbet.

Irak daha dündü! Ayakları üzerine kalkıp hala doğrulamayan. Firavunca bir yöntem ile sabah ezanı vaktinde Tv görüntülerinde ilk ateş ile minarenin hedef tahtası olması, hem de kimyasal silahları bahane edip, yeni üretilmiş fakat denenmemiş silahlar kullanılmaya başlanacaktı, cidden o minarede, o mescidde mi saklıydı kimyasal silahlar! İlk atış minareye! Anne babalar çocuksuz, çocuklar anne babasız. Kendi yurdunda garib ve yurtsuz kalmış halklar. Böl parçala ve yönet. Aralarındaki bağlar darmadağın edilmiş Irak, artık eski Irak olmayacaktı, güvensizliğin tavan yaptığı ve çıkar mücadelesinde çok sesliliğin olduğu, satın alınmaya / kullanılmaya müsait hale getirdiği bir Irak. Ebu Gureybleri tarih unutsa, garibler unutur mu hiç?  Sahi Irak'tan ne kaldı, Irak diye bir yer kaldı mı? Kimin kontrolünde? Allah’ın rahmetinden uzak olsunlar Firavunun çocukları. Bir kelimeyi öldürmek hayat tecrübesi olan kültürdeki bir halkayı yok etmek iken, tarihin hafızası olan tarihi yapıtları ve halkları katletmek ve yerinden sürmek, kaynaklarına çökmek nedir o zaman? İçlerindeki ana kin olan "İnanç savaşımını" ne kadar gizlemeye çalışsalar da! Allah’ın rahmetinden uzak olsun Firavunun çocukları…Irak, kendi halkına ve insanlığa ırak düştü, istenen de buydu. Firavunun çocuklarının bir sonraki, daha ağır hamlelerine zemin hazırlayacak olan!

Ya Afganistan, ya Suriye!.... Neden İngiltere değil? Fransa değil? Amerika, Rusya, Çin… değil de, Uygur Türkleri… Suriye! …Kızılderili, siyah derili kardeşlerimize kimin ne yaptığını duymayan kalmadı! İnsan hafızası yine kayıplarda.

Zindanda hapsedilme tehdidi neden? "Eğer benden başkasını ilâh edinirsen, kesinlikle seni zindana haps ederim." Müfesirler: "Firavun'un zindanı, çok kötü idi. Kişiyi, yer altında bir yere tek başına hapsederdi. O kişi, ölünceye kadar orada hiç kimseyi ne görebilir, ne de işitebilirdi" derler.

Batıl üzere olanların, hak işitilmesin diye, batılın hakka galip gelemeyeceğinin acizliğini örtsünler diye, Hak taraftarlarına uygulayageldikleri yöntemlerden biridir. Tehditler insanda korku harekete geçsin, yılgınlık ortaya çıksın ve boyun eğişler gerçekleşsin diyedir.  Hakka uyanların daha büyük bir tehdit ile karşı karşıya olduklarını unuturlar, Allah, "Sizi benden başka şeyler ile korkutuyorlar, Benden korkun!" der. Tehdide maruz kalanın sözü ve gücü, aldığı tehditte gizlidir! Tehdit aldığında ortaya çıkar. Hakka ve adalete doğru dönüştürücü her güç tehditlere maruz kalabilir. Ama bağlandığı güç her şeyi gören ve kontrol eden güçtür,.

Allah, varlığın yönetiminde ortak kabul etmediğini es geçenlerden ve ıskalayanlardan razı olmayacak ve mazur görmeyecektir. Yöneliş çatışması yaşanmaması için, sistemleri, isimler üzerinden değil de, Uluhiyet / siyasal hakimiyet ve hak yetkisi üzerinden okumak ve kabulümüzü bu temele oturtmak zorundayız. Hangi tarafta olduğumuz ve ne yapmamız gerektiğine ilişkin duruşumuz bu temel üstünde yükselir, gökler ve yer ve her ikisinin arasında yer alanlar kime ait se, hayat verme ve hayatı sonlandırma yetki ve gücü kimde ise, Uluhiyet / siyasal hakimiyet ve hak yetkisi onundur. Bu hakimiyetin insana bakan yüzünde, Allah, kullarının (iman edenlerin) eli ile kendi muradını gerçekleştirmek ister. Kayıp ve kazancı da bize aittir, fakat nimetinden istifade eden ise yalnızca insandır.  

Her toplumsal bozulma ve ihtiyaç anında Rabbimiz, bir biri ardınca elçileri seçerek, çoğunluğun aldatılması ve saptırılmasının önüne geçilsin, zayıf bırakılan halklar hak edişleri olanı, onuru, erdemi elde etsin diye her türlü sömürüye ve kula kul olmaktan kurtulup yalnız kendisine kul olunsun diye rahmeti ile yol göstericiler gönderdi. Tamamlanan bir din/hayat tarzı ve örneklenmiş bir kulluk öğretisi Muhammed a.s. ile son bulmuş, artık iman, onun izinde yol almanın adı olmuştur. Firavunca her sapkın iddia ve azgınlıklara dur demek boynumuzun borcudur.

 Allah taşıyamayacağımız yükü bize taşıtmaz.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN