``Atalar dini``
Atalarını bahane ederek hevâlarına (nefs-i emmarelerine) uygun bir hayat yaşayanların mantığı ile günümüzdeki resmî ideolojinin dayandığı mantık arasında bir fark yoktur. Hesap gününe hazırlanan müminlerin, atalar dininin mensuplarına muhalefet etmeleri, alkıştan ve ıslık çalmaktan uzak durmaları zaruridir.
Tarih boyunca insanlar ya kendi nefislerine zulmetmiş, ya müstekbirlerin zulümlerine muhatap olmuşlardır. Kur'ân-ı Kerîm'deki kıssalarda bu iki hâlin haber verildiği sabittir. Peygamberlerin tebliğine karşı direnen kavimlerin ilk sloganları şudur: "Biz atalarımızın yolundan ayrılmayız." Zulme ve şirke dayanan sistemlerini, bu slogan ile korumaya çalışmışlardır. Atalar dini, geçmişe karşı beslenen ölçüsüz saygı ve sevgi üzerine kurulan bir sistemdir. Kur'ân-ı Kerim'de; "Onlara: `Allah'ın indirdiği hükümlere uyun!' denildiğinde onlar `Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız' dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, hakikati de bulamamış idiyseler?" (Bakara sûresi:170) hükmü beyan buyurulmuş ve bu bâtıl dinin mahiyeti haber verilmiştir. Mekke müşriklerinin; "Günah işlediğimiz elbiselerle ibadet edemeyiz" diyerek, Kâbe-i muazzamayı çıplak bir vaziyette tavaf ettikleri sabittir.(1) O dönemde Kâbe-i muazzamanın içerisi ve çevresi heykellerle doludur. Haniflerin "çıplak olarak tavaf etmek doğru değildir. Elbiselerinizi giyiniz" şeklindeki teklifini kabul etmeyen ve "Biz atalarımızdan bu şekilde gördük. Allah emretmeseydi, onlar hiç çıplak olarak tavaf ederler miydi?" sualini soran müşrikler, bu ibadet şeklinde ısrar etmişlerdir.(2) Bunun üzerine; "Onlar (müşrikler) bir hayâsızlık yaptıkları zaman: `Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu (fuhuşla ameli) emretti' derler. O iman etmeyenlere söyle; Allah hiç bir zaman fahşâyı emretmez. Bilmeyeceğiniz şeyleri Allah'ın üzerine mi (atıp, iftira ederek) söylüyorsunuz." (A'râf sûresi: 28) ayet-i kerimesi inzal buyurulmuştur.
Cahiliyye döneminde müşriklerin, Kâbe-i muazzamaya hürmet ettikleri, her yıl örtüsünü değiştirdikleri ve oraya ibadet niyetiyle gelenlere ikramda bulundukları malûmdur. (3) İbadeti ve duayı teşvik niyetiyle, birbirlerini alkışladıkları ve ıslık çaldıkları da nass ile sabittir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Onların (müşriklerin) Beytullahdaki duaları ıslık çalmaktan ve el çırpmaktan (alkışlamaktan) başka birşey değildir. (Ey müşrikler) devam ede geldiğiniz o küfrünüzden dolayı, artık tadın azabı!" hükmü beyan buyurulmuştur. İmam Fahruddin-i Razi, bu ayet-i kerimenin tefsirinde: "Allahu Teâlâ (cc) kâfirler hakkında, `Onlar Beyt-i haramın sahipleri değildirler' buyurmuş, daha sonrada müşriklerin dualarının ancak el çırpmak ve ıslık çalmak olduğunu haber vermiştir (...) Keşşaf sahibi şöyle demektedir: `Âyette geçen muka kelimesi, fûal vezninde bir kelime olup ıslık çaldı manasına gelir (...) Tasdiye kelimesine gelince, bu el çırpmak demektir." (5) diyerek meseleyi izah etmiştir. Abdullah ibn-i Abbas'dan (ra) gelen rivayette de Mekke müşriklerinin bu dua şekli üzerinde durulmuştur. Hevâya tâbi olmak, her türlü felaketi beraberinde getirebilir. Resûl-i Ekrem'in (sav): "Cennetin etrafı nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle, cehennemin etrafı da şehevî arzularla (hoşa giden şeylerle) çevrilmiştir"(6) mealindeki mübarek ikazını dikkate almak gerekir. Atalarını bahane ederek hevâlarına (nefs-i emmarelerine) uygun bir hayat yaşayanların mantığı ile günümüzdeki resmî ideolojinin dayandığı mantık arasında bir fark yoktur. Hesap gününe hazırlanan müminlerin, atalar dininin mensuplarına muhalefet etmeleri, alkıştan ve ıslık çalmaktan uzak durmaları zaruridir. Zira alkış ve ıslık çalma fiilleri, atalar dininin ibadet şekilleri ile ilgilidir. Heykeller önünde saygı duruşunda bulunmak, müşrik olan ehl-i kitabın hastalığıdır. Atalar dinine mensup olan çağdaş zâlimlerin ve müşriklerin âdetlerini taklid etmek caiz değildir. Resûl-i Ekrem in (sav): "Kim bir kavme benzerse, o da onlardandır." (7) mealindeki mübarek ikazına uymakta zaruret vardır.
Yusuf KERİMOĞLU/ Kelimeler Kavramlar
KAYNAKLAR
(1) İmam-ı Alûsî, Ruhû'l-Meani, Beyrut 1985, c. VIII, sh. 109. Aynca, Ebul-Hasan en-Nedvî, Dört Rükün, Konya 1969, sh. 299.
(2) Mecmuatû't-Tefâsir, İstanbul 1979, c. II, sh. 540 (Kadı Beyzavî bölümü).
(3) Geniş bilgi için bkz., M. Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, İstanbul 1984, c. II, sh.16 vd.
(4) Enfal sûresi: 35.
(5) Geniş bilgi için bkz., İmam Fahruddin-i Râzî, Tefsir-i Kebir (Mefatihu'l-Gayb), c. XI, sh. 309.
(6) Sahih-i Müslim, İstanbul 1401, K. Cennet: 1. Ayrıca Sünen-i Tirmizî, İstanbul 1401, K. Cennet: 21.
(7) İmam-ı Serahsî, el-Mebsut, Beyrut ty., c X, sh. 5.
-
HUSEYİN ŞAŞMAZ 30-05-2016 10:33
MÜSLÜMAN OLMAYANLARIN AKİDESİ--(Sınırlıdır) Bu kainatta gördüğün her bir şey bu kainattan bir parçamı Sen, ben, o, ağaçlar, arabalar. topraklar. hava. su yani herşey ? Diye soruyor. Sende evet diyorsun.evet demek meçburiyetindesin yoksa eşyadaki özelliği inkar etmiş olursun dolayısı ile evet diyorsun. O zaman bende Allah'dan bir parçayım diyor.(sınırlı) Eğer sen Müslüman isen biraz bir şeylerin sende verdiği tepkiye nazaran olmaz öyle şey diye kişinin fikrini kabul etmiyorsun. o zama sana Kurandan delil getireyim deyip bir iki ayet söylüyor. “Biz Âdeme ruhumuzdan üfledik” (Hicr, 15:29) Biz ona sah damarindan daha yakiniz.Haf*16 Müslümanında fazla bilgisi olmadığından mantığınada yatgın geliyor ve onaylıyor. işte Müslümanın Kafir olduğu an.ebedi cehennemlik. Halbuki Müslüman bilmeliydi ki ruh hakkında Allah ne demiş.De ki; «Ruh Rabbimin tekelinde olan bir olgudur. Size bilginin çok az bir bölümü verilmiştir. (Tercih edilen görüşe göre bu soruyu kitap ehli sormuştu. Bu ayet ve ondan sonraki yedi ayet yine bu görüşe göre Medine'de inmişlerdi.) İSRA-85 (Halbuki, Benim olan bendeki portakalı sana verdiğimde sen nasıl benden bir parça olmuyorsan.) Müslüman olmayan kişide konuşulan sözü Kaideye vurmalıydı. İnşatları sağlam olsun diye nasıl temellere yerleştiriyorsak hamuru iyi gelsin diye maya ile yoğuruyorsak Fikirleride kaidelere oturturuz ki sağlama. muhasebe doğru çıksın. Bu konuşmada ki, O zaman bende Allah'dan bir parçayım diyor.sözü sınırlıdır. (Sınırlı olan bir şey sınırsız olan bir şeyi kapsamaz)Kaide. Gördüğümüz her şey sınırlıdır dolayısı ile AKILda sınırlıdır. O halde Muhammedin yaptığı Allah tanımı sınırsız olduğuna göre kafirlerin Allah tanımı sınırlı olduğundan Kaideye uymuyor deyip kafirin akidesini onaylamaması gerekir kişinin. Dolayısı ile Hz.Muhammedin Allah tanımında kaldığın zaman cennete gireceğin kesinleşmiş oluyor.Diğer şartlarıda uyguladığın zaman kademelerin yükseliyor.uygulamadığın zamanda cezasını çekiyorsun. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html
-
HUSEYİN ŞAŞMAZ 30-05-2016 10:30
Hükümlere mantık eklemek ümmette düşünme metodu haline gelmiş, ancak hükümlerde mantığı kullanmak İslam’a aykırı ve insanların İslam’ı anlamasını engelliyor diyebiliriz. Hükümlerde mantığın hiç bir yeri olmadığına birçok örnek verebiliriz. Ama bu konuya geçmeden önce bir şeyi bilmemiz gerekiyor: Her madde sınırlı olduğu gibi insan aklının da sınırı vardır. Bu sınırdan ötürü çıkması mümkün değildir. Dinimizde bir şey haram ise, fayda veya zararını bilmesek de onun haram olduğunu kabul edip hükme mantık eklemememiz gerekiyor. Biz hükmün bir zararı olduğu için haram, ya da bir faydası olduğu için helal diyemeyiz. Gusül ve abdest mutlaka maddi kirlerin temizlenmesi içindir denilemez. Bu böyle olsaydı mantıklı düşündüğümüz zaman su olmayınca teyemmüm emredilmezdi. Çünkü teyemmüm dediğimiz zaman toprak temizlemekten ziyade elimizi maddi anlamda kirletir. Oysa Müslümanların gusül ve abdest alması emre uymak içindir. Namaz jimnastik ve vücuda iyi geliyor diye kılınmaz. İyi jimnastik olur diye 3 rekâtlık namazı 4 rekat kılamayız, namaz vücuda iyi geldiği için değil emre uymak için kılınır. Domuz eti, önemli organlarda ağır hastalıklara sebebiyet veriyorsa da domuzun bu sebepten dolayı haram denilemez, hiç zararı tespit edilmese de domuz eti yemek haramdır, Müslümanların domuz eti yememesi emre uymak içindir. Allah koyduğu hükümlere sebep eklemediyse biz kendi mantığımızla sebep eklememiz doğru değildir, Allah’ın koyduğu hükme karşı gelinmez. Allah bizlere serbest olduğumuz bir çerçeve vermiştir onun dışına çıkmamamız ve düşünmememiz gerekir. İslam, insanların Allah’ın varlığına iman edene kadar düşünmeye ve araştırmalarına teşvik eder. Aynısı durum Kur’an için de geçerlidir. Bu durumda İslami algılayana kadar düşünmek, araştırmak ve akla gelen her soruyu sormak mümkündür. Fakat şehadeti getirdikten sonra Allah’ın hükümlerine mantık eklemek ya da Allah’ın koyduğu hükümlerde mantık aramak İslam’dan değildir. Şehadet etmiş olan insan Allaha teslim olması gerekir. Bizler şehadet ettiysek Allah’a teslim olup Allah’ın bize vermiş olduğu çerçeve dışına çıkmamamız gerekir. Ki; Allah’ın varlığına inanan ve Kur'an-ı Kerimi hayat rehberi olarak kabul eden insan huzur bulacaktır ve Allah’ın hükümlerinde mantık araştırması yapmayacaktır. Bu yanlış düşünme metodunu ümmet İslam devleti kurma metodunda da uyguluyor. İslam devleti kurma metodunda da yanlış ve hatalı düşüncelere rastlamaktayız. Hz. Peygamberimiz (sav) İslam devletini kurmak için İslam’ı çevresindeki insanlara anlatmış, belirli bir sayı Müslüman oluştuktan sonra, bir grup halinde İslam davasını taşımaya devam etmiş ve bu yolda Müslümanlarla sadece bir metod üzeri durmuş ve bir metod üzeri İslam devleti kurmayı başarmış. Bu on yıllık bir süreçte ne kadar zorluklar çekseler de Müslümanlar metodlarını bir başka metodla değiştirmemişler. Peki, bizler neden bugün değişik yöntemlerle, metodlarla ve mantığımıza göre hareket etmeyi ve böylece pozitif bir sonuca varmayı bekliyoruz. İncelediğimizde değişik yöntemlerle, metodlarla ve mantığına göre sözde İslam için çalışan adamların pozitif bir sonuca varmadığı gibi sadece menfaatleri için çalıştığını gördük. Hala bazı Müslümanlar bir devlet başkanının Müslümanlara iyilik yaptığını ve Müslümanlar için, İslam için çalıştığını inanmaktalar. Bu sorunun kaynağı Müslümanların, iyi veya kötüyü kendi düşüncelerine ve mantıklarına göre değerlendikleri için. Fakat Müslümanlar Peygamberimiz (sav) hayatına bakmış olsalar ve bunu bir kişinin Müslümanlara iyilik yaptığını zikir etmeden önce “acaba bu şahıs İslam’ın sunduğu çerçeve içerisinde hareket ediyor mu?“ diye sorgulasalar görecekler ki sözde İslam için ümmet için mücadelede bulunan başkanların aslında İslam’a ve ümmete karşı çalışmakta. O sözde İslam için çalışan hocalar, efendiler ve başkanlar Peygamberimiz (sav) gösterdiği yolda gitmemekteler. Allah zalimleri doğru yola iletmeyecektir… Allahu Teala şöyle buyurdu: "Allah kâfirleri ve zalimleri ne bağışlayacak, ne de doğru yola iletecektir. Onların iletilecekleri tek yol cehennem yoludur. Orada ebedi olarak kalacaklardır..." (Nisa Suresi, 168-169) Allah yolunda çaba sarf ederler ise Allah doğru yolu gösterecektir. Allahu Teala şöyle buyurdu: "Bizim uğrumuzda çaba sarf edenleri biz, elbette yollarımıza iletiriz." (Ankebut Suresi, 65) Bu konuda bizler kimin peşinde olmamızı ve kimi desteklememiz gerektiğini bilebilmemiz için ilk önce kendimize şu soruları sormamız gerek olduğunu düşünüyorum: 1) İyi dediğimiz şahıslar, gruplar, partiler İslam’ın bize verdiği çerçeve içeresinde hareket ediyor mu? 2) Şahısların, grupların, partilerin yaptıkları iş ve attıkları adımlar, faaliyetleri kimin için avantajlı ve kim bundan faydalanıyor? 3) Şahısların, grupların, partilerin yaptıkları faaliyetlerinde uyguladıkları yöntemleri ve metodları değişti mı? Kardeşiniz Abdullah Can