2. Bölüm: Din ve Tağut
Allah, Alemlerin Rabbidir. Bu, başlı başına insanın kurtuluş ilanı demektir. Allah`tan başkasına kulluktan, itaâttan, bağlılıktan ve boyun eğmişlikten kurtuluş... Beşeri kanunlardan kurtuluş... Beşerin heva - hevesinden kurtuluş... Beşerin geleneklerinden ve egemenliğinden kurtuluş...
Ahmed Faiz tarafından, Seyyid Kutub'un Fi Zilâl-il Kur’an adlı tefsirinden temel İslami davetle ilgili temel meselelerin özeti şeklinde kaleme alınmış olan, "Fi Zilâl-il Kur’an'da Davet Yolu" adlı eseri, başlıklar halinde istifadeye sunmaya devam ediyoruz. Bu 2. bölümde "Tebliğ ve Uyarı" ve "Din ve Tağut" bölümleri var.
TEBLİĞ VE UYARI
"Bu Kur'an, insanlara tebliğ olunmak, kendisiyle uyarılmak, Allah'ın ortaksız bir tek ilah olduğunu bilmek için ve akıl sahiplerinin öğüt alması için indirilmiştir." (İbrahim: 32)
Demek ki, asıl amaç, tebliğ ve uyarıdır,insanların "Allah'ı, bir tek ilah" diye tanımasıdır. Allah'ın dini, hayat sisteminin dayanağıdır. Temel ilke budur.
Güdülen amaç, hiç şüphesiz soyut bir ilim değildir. Asıl istenen şey, insan hayatının bu ilmi temele dayanmasıdır. Yani amaç, sadece Allah'a tedeyyün (boyun eğmek, itaat)etmektir. Çünkü kendisinden başka ibadete layık bir ilah yoktur.
"İlah", "rab" olmayı, yani hakimliği, efendiliği mutasarrıflığı, kanun koyuculuğu ve yönlendiriciliği hakkeden, demektir.
Bu temele dayanan insan hayatı, kula kulluğa dayalı temellere; yani kulun kula egemenliği ve dindarlığına dayanan tüm hayat biçimleriyle kökünden çelişmektedir. Bu çelişki akide ve düşüncede söz konusu olduğu gibi, alamet türü ibadet ve adablarda, ahlâk ve davranışlarda, ölçü ve değer yargılarında, ekonomik ve siyasal yönetimlerde ve kısaca bireysel veya toplumsal tüm hayat alanlarında - aynı ölçüde - söz konusudur.
Ortaksız bir tek ilah inancı, dört başı mamur bir hayat sisteminin esasıdır.Yani bu, vicdanlarda donup kalan mücerred bir inanç değildir. Akide, durağan tipte mücerred bir inanç çerçevesine sığmayacak kadar kapsamlıdır. Akidenin gelişen ve büyüyen sınırı, hayatın tüm alanlarını kapsayacak genişliktedir. İslâm'da egemenlik sorunu tüm yönleriyle akidevî bir sorundur. Aynı şekilde ahlâkî sorun da akidenin konusudur. Hayat sistemi kapsadığı tüm kıymet ve ahlakla beraber, akidenin bir ürünüdür.
Bu hayat sistemi, kanuni ve siyasal şartları da aynı ölçüde kapsamaktadır.
Bu dinin akidevi hududunu (akideden asıl kastettiğini, kapsadığı alanı) ve "La ilahe illallah Muhammedun Resulullah"kelimelerinin (Allah'dan başka ibadete layık ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.v)'in Allah'ın Kulu ve Rasulü olduğuna şahitlik etmenin) gerçek muhtevasını, ilgili olduğu geniş alan içinde bilipkavramadan, Kur'an'ı da anlayamayız. (içerdiği mesajları kavrayamayız.)
Sadece Allah'a tapınmak(kulluk yapmak, ibadet etmek)demek; sadece O'na tedeyyün yapmak (boyun eğmek, itaat etmek)demektir.
Bunu(Bu durumun) sadece namaz anlarında değil, hayatımızın tümünde (hayatta karşılaşılan her mesele için) geçerli olduğunu bilip, kavrayıp kabullenmediğimiz sürece, Kur'an'ı da anlayamayacağız. (Kur'an'ın içerdiği mesajı kavrayamayacağız.)
Hz. İbrahim'in, "Beni ve çocuklarımı ibadetlerinden uzak tut" duasıyla reddettiği putlar, cahiliye çağı Araplarının düze durdukları ilkel putlardan ibaret değildir. Çeşitli devirlerdeki puta tapıcıların yonttukları taş veya ağaçlardan, kutsadıkları hayvan veya kuşlardan, ateş veya yıldızlardan, ruh veya hayaletlerden de ibaret değildir. Bu basit ve ilkel şekiller, hiç kuşkusuz Allah'a ortak koşma biçimlerinin tümü demek değildir. Başka bir deyişle Allah dışı varlıklara yapılan kulluğun tümü değildir.
Şirki, sadece bu ilkel biçimlerden ibaret saymak, müşrikliğin sonu gelmez diğer biçimlerini görmemizi önleyecektir.İnsanlığın sarıldığı modern şirk ve cahiliye türlerini doğru bir şekilde tanımamızı engelleyecektir. Bu bakımdan şirkin özelliğini ve putlarla ilişkisini, putun gerçek anlamını ve yeni türeme cahiliyyenin getirdiği modern şirk biçimlerini derinlemesine araştırmak zorundayız.
"La ilahe ilIallah (Allah'dan başka ibadete layık ilah yoktur.)" şehadetiyle çelişen müşriklik,tedeyyünün (boyun eğmenin, itaat etmenin) tüm hayat alanlarında sadece Allah'a ait olmadığı her yönetim ve her durumda mevcuttur.
Şirkin gerçekleşmesi için kişinin herhangi bir hayat meselesinde Allah'a, diğer konularda da Allah'tan başkasına tedeyyün etmesi (boyun eğmesi, itaat etmesi) kafidir. Çünkü alamet türü ibadetlerle yetinmek, dindarlığın pek çok biçiminden sadece biridir. Bugünkü insanlığın hayatında izlediğimiz somut örnekler, ruhların derinliklerinde kök salan müşrikliği daha net görmemizi sağlamaktadır.
Abdest, namaz, taharet, oruç, hac ve diğer ibadetlerde sadece ilahlık yönüyle kendisine inandığı Allah'a itaat edip de ekonomik, siyasal ve toplumsal hayatında Allah'tan gelmeyen kanunlara sosyal ölçü ve değer yargılarında Allah yapısı olmayan düşünce ve kavramlara...
Ahlak, adet, gelenek ve giyim konusunda kendisine tüm bunları - ilahi emir ve kanunlarla çelişmek pahasına - reva gören beşerî bazı Rablere...
Evet Allah'ın ilâhlığına inandığı halde bu şeylere tedeyyün yapan (boyun eğen, itaat eden)bir kimse, aslında en belirgin anlamıyla şirke girmiş ve "La ilahe illallah - Muhammedeun Resulullah" şahitliğinin özüyle çelişmiştir.
Müşriklerin her zaman ve her yerde işleyebileceği şirk türleridir, bunlar. İşte günümüz insanının "malum şirk'e" girmez zannıyla kolayca benimsediği şirk budur. Putun, ilkel ve basit bir heykel şeklinde olması şart değildir. Putlar, tağutların arkalarına gizlendikleri belirli şekillerden başka ne ki?
Bu şekillerin gerisindeki tağutların asıl amacı, insanları köleleştirmektir. Putun adını kullanarak köleleştirmek...
Putun adıyla kendisine itaat ettirmek...
Put, hiç şüphesiz konuşamaz, işitemez ve göremez. Putların gerisinde onların adına konuşan; efsun ve nazarlık yapan kahinler bakıcılar ve yöneticiler vardır. Putun adına dilediğini söyleyen, kitleleri alçaltıp köleleştirmek için konuşan, asıl bu kimselerdir.
Nerede ve hangi zamanda olursa olsun kahin veya idarecilerin gölgesine sığınıp konuştukları kavramlar bulunuyor ve Allah'ın izin vermediği kanunlar, yetkiler, işler ve ölçüler bu tür kavramların adına konuluyorsa; putlaştırma meydana gelmiş demektir.
Yani bu kavramlar; hem özellik ve gerçek nitelikleri, hem de işlevleri yönünden putlaşmış demektir.
Yani insanlardan - Allah'ı bırakma pahasına - uyulması, izlenmesi ve yolunda mal, can, evlad, ahlak ve namusun feda edilmesi istenecek ölçüde kutsanan "millet", "vatan", "halk" veya"sınıf" ilah durumuna geçen birer puta dönüşmüş demektir.Çünkü Allah'ın şeriatiyle, kanun ve buyruklarıyla bu bayraklaştırılan putlar çeliştiği zaman Allah'ın değil, bu düzmece putların iradesine uyulmaktadır.
Yani Allah'ın şeriat, kanun, emir ve direktifleri bir kenara atılıp onun yerine bu putların; daha ince ve yerinde bir ifadeyle; bu putların gerisindeki tağutların iradesi yürürlüğe girmektedir.
İşte Allah'ı bırakıp putlara tapınmak budur.
Putun, ille de bir taş veya tahta parçası olması şart değildir. Herhangi bir doktrin veya bayraklaştırılan bir kavram da put olabilir.
İslâm Dini, sadece taştan veya tahtadan putları yıkmak için gelmemiştir. Peygamberler kervanının bunca sıkı çalışması, katlandıkları bunca fedakârlıklar, çektikleri bunca acı ve işkenceler; sadece taş veya tahta putları yıkmak için değildi.
İslâm'ın geliş nedeni, her şeyde ve her konuda sadece Allah'a tedeyyün (boyun eğmek, itaat)etmektir.
Tüm biçim ve nitelikleriyle Allah'tan başkasına tedeyyün (boyun eğmeyi, itaat) etmeyi ortadan kaldırmaktır.
Kurulu düzen ve sistemlerin niteliğini tanıyabilmek için biçim ve konumları tüm boyut ve süreçleriyle izlemek gerekiyor. Tevhidin mi, yoksa şirkin mi egemen olduğunu; sadece Allah'a mı, yoksa çeşit çeşit tağut, rab ve putlara mı itaat edildiğini ancak bundan sonra tesbit edebiliriz.
Diliyle "La ilahe illallah Muhammedun Resulullah" şehadetini getirdikten sonra alamet türü ibadetlerde, taharette, evlenmede, boşanma ve miras hukukunda Allah'a, bunun dışındaki konulardaysa Allah'tan başkasına itaat eden kimseler, eğer bu halleriyle kendilerini "Allah'ın dininden" sanıyorlarsa uyanmak zorundadırlar.
Bu daracık çerçevenin dışında, çoğunluğuyla ilahi şeriâtle açıkça çelişen kanunlara, yani Allah'ın asla izin vermediği kanunlara itaat eden, canlarını, mallarını, namuslarını ve ahlaklarını isteseler de istemeseler de modern putların arzuları uğruna feda eden bu kimselerin uyanması gerekiyor.
Çünkü putların arzusuyla çelişen her tür namus, ahlak ve dini değerleri bir kenara atarak, yani Allah'ın emirlerini çiğneyerek bu putların emirlerini uyguladıkları halde kendilerini Müslüman ve Allah'ın dininden sayan bu kimselerin durumu budur.
İşte bu kimselere düşen şey, içinde bulundukları bu büyük şirkten çıkıp kurtulmaktır, Allah'ın dini, hiç kuşkusuz dünyanın doğu ve batısında kendilerini Müslüman sayan kimselerin düşündüğü gibi bir eğlence ve şaka değildir.
Allah'ın dini, mükemmel bir hayat nizamıdır. Günlük hayatın tüm parça ve ayrıntılarını içine alan bir nizam..
Günlük hayatın temel ve ana çizgilerine ek olarak tüm parça ve ayrıntılarında sadece Allah'a itaat edilen bir nizam...
Çünkü o, Allah'ın dinidir. O, Allah' in hiç bir insandan başkasını kabul etmediği İslâm' dır.
Allah'a şirk koşmak, Allah'ın ilahlığına başkalarını katmaktan ibaret değildir. Çünkü Allah'la beraber başka rableri hakem kılmak da şirktir.
Şurası kesin ki, putperestlik; taş veya tahtadan yontulmuş put tapıcılığından çok, bu putlarla aynı nüfuz hakkına sahip kılınan modern kavramlarda söz konusudur.
Her ülkede yaşayan insanlar bir düşünsünler. Acaba hayatlarının en üstün makamı kimindir?
Tam tedeyyün (boyun eğmek, itaat) kime yapılmaktadır?
İtaat, tabiiyyet ve bağlılık kimedir?
İşte eğer tüm bunlar Allah'a aitse, o insanlar Allah'ın dinindendirler. Yok eğer bunlar - ya ortaklı veya tamamen - Allah'tan başkasına aitse o insanlar da Allah'ın dininden değildir. Yani o insanlar, put ve tağutların dinindendirler. Bundan da Allah'a sığınıyoruz...
"Bu Kur'an, insanlara tebliğ olunmak, kendisiyle uyarılmak, Allah'ın ortaksız bir tek ilah olduğunu bilmek için ve akıl sahiplerinin akıllanması için indirilmiştir."(İbrahim: 32)
DİN VE TAĞUT
Tağut, tuğyandan (yani azmaktan) türeyen bir kelimedir. Tıpkı"Melekût, âzamût ve Rahamût" kelimelerindeki gibi çokluk ve mübalağa ifade etmektedir. Azgınlaşan ve haddini aşan her şey ve herkes tağuttur.
Tağuta kulluk etmekten kaçınan kimseler, Allah'tan başkasına hiç bir şekilde ibadet etmeyenlerdir. Rablerine yönelenlerdir. Rablerine dönüp, sadece O'nun için tapınma (kulluk etme) konumuna geçen kimselerdir.
"Tağuta tapınmaktan kaçınıp Allah'a yönelen kimselere müjde vardır. Sen de söz dinleyip en güzeline uyan kullarımı müjdele. Allah'ın hidayete erdirdiği kimseler onlardır. Akıl sahibi olanlar da onlardır." (ez-Zümer: 17)
Hiç kuşkusuz Allah'ın egemenlik ve şeriâtine dayanmayan tüm iktidar ve otoriteler tağuttur.
Hakka yönelik her düşmanlık da tağuttur.
Allah'ın egemenlik, ilahlık ve hakimiyetine saldırmak; düşmanlığın en iğrenci ve azgınlığın en şiddetlisidir. Bu durum ise tam anlamı ve net ifadesiyle tağutluktur.
Kitab ehli olanlar, bilgin ve rahiplerinin şahsına değil onların koydukları kanunlara uyup tapınıyorlardı. Allah'ın onları müşrik diye anmasının nedeni buydu:
"Onlar Allah'ı bırakarak bilgin ve rahiplerini rabler edindiler." (et-Tevbe: 31)
Demek ki, kitap ehli olanlar da tağuta yani hak saldırganı, azgın otoritelere tapınmışlardır. Bu tapınmada secde ve rüku yoktu, ama itaat ve tabiiyet anlamındaki ibadet vardı. Kişiyi Allah'ın kulluğundan ve Allah'ın dininden çıkaran bir ibadet...
Alemlerin Rabbi Allah'ın dinine davetin sadece bir tek anlamı vardır. O da Tağutlaşmış insanların elindeki egemenliği, tekrar Allah'a; yani asıl sahibine iade etmektir. Ama bu davet, yani Allah'ın dinine davet yapılınca tağutların suçlaması hazırdır:
"Bunlar yeryüzünü fesada veriyor"yahut bugünkü cahiliyenin bütün davetlere taktığı isimler;
"Bu, bir hükümet darbesi teşebbüsüdür."
"Musa dedi ki: Ey Firavn, ben Alemlerin Rabbinin elçisiyim..." (el-Araf: 104)
"Firavn kavminin kafir önderleri dediler ki: (Ey Firavn!)Sen Musa ve kavminin, yeryüzünü fesada verip seni ve ilahlarını bırakmalarına izin mi vereceksin?" (el-A'raf: 127)
Cahiliyyenin hakimiyet düzeni,bir kulun tüm kullara rablik etmesi esasına dayanmaktadır.
Alemlerin Rabbine davet ise,tüm kullara yaratanın, rablik etmesi esasına dayanır.
Alemlerin Rabbine inanarak Yüce Allah'a teslim olup Rabliği ve Rububiyet özelliklerini gasp eden temelsiz tağutun uşaklığını bıraktıklarını söyleyen sihirbazlar, hiç kuşkusuz kendileriyle tağutun arasındaki kavganın bir inanç kavgası olduğunu biliyorlardı. Çünkü bu inanç, tağutların egemenliğini tehdit ediyordu. Bunun için de bu inanç sahibi kimselerin Alemlerin Rabbinden başkasına tapınmayacaklarını (kulluk yapmayacaklarını) ilan etmeleri yeterliydi. Hatta Allah'ın, Alemlerin Rabbi olduğunu ilan etmeleri bile yeterliydi.
İşte "Halkı yurtlarından çıkarmak için plan hazırladınız" suçlamasını yapan Firavn'a böyle cevap vermelerinin nedeni, buydu. Aslında Firavn'un bu suçlamasıyla modern cahiliyedeki tağutların suçlaması arasında bir fark yoktur. Çünkü gerçek manasıyla Allah'ın, Alemlerin Rabbi olduğunu söyleyen kimselere "hükümeti devirmeye çalışıyor" diyorlar. Bu tüm islah davetçilerine müfsid tağutların verdiği geleneksel cevaptır.
"Onun dininizi değiştirmesinden veya yeryüzünü fesada vermesinden korkarım." (Gafir: 26)
İğrenç batıl, güzelim hak davayı hep bu kelimelerle karşılıyor, değil mi?
Huzur vadeden iman davetine karşı hep böyle uyarıyorlar insanları, değil mi?
Evet bu, tağutların vazgeçilmez mantığıdır. İyilik-azgınlık, iman-küfür ve hakla batılın savaşı nerede ve ne zaman görülürse başvurulan değişmez mantık budur. İbret almaya çağrılan; ama ibret alacağına günah işleme gururuyla ortaya çıkan ve samimi öğütleri:
"Size kendi görüşümden başka bir görüş tavsiye etmem ve ben doğru yoldan başkasını size göstermem."(Gafir: 29) diyerek karşılayan her tağutun anlayışıdır.
Demek öyleymiş! Tağutlar, doğru, yararlı ve iyi olandan başkasını düşünmezmiş!..
Acaba bu tağutlar, yanıldıklarını, bir kimsenin zannetmesini bile affediyorlar mı?
Kendi görüşlerinden başka doğru görüşlerin de olabileceğini kabul ediyorlar mı?
Asla!..
Yoksa niye tağut olsunlar ki?
Hakka karşı direnen tağut batılından asla vazgeçmez. Alemlerin Rabbine yapılan daveti asla rahat bırakmaz. Çünkü o, kesinlikle biliyor ki bu davet, kendisine karşı açılan bir savaştır. Egemenliğine dayanak olan kanunları kökünden reddeden bir savaştır.
Bu bakımdan bir tağutun,"La ilahe illallah" veya "Alemlerin Rabbi Allah'tır" ilanına müsaade etmesi mümkün değildir.
Ama eğer bu kelimeler gerçek anlamını kaybedip muhtevasız ve mücerred birer kelime haline dönüşmüşse buna karışmaz.
Çünkü bu kelime bu haliyle ona hiç bir sıkıntı vermez. Onu ilgilendirmez. Yok eğer bir grup insan bu kelimeleri gerçek anlamlarıyla yüklenmişse tağut o zaman duruma el atar.
Çünkü Allah'a şerâtinden kopuk bir hakimiyet sürdüren ve insanları Allah'a yöneltmekten uzak tutarak kendi iktidarına kul yapan tağut; bu insan grubuna mümkün değil tahammül etmez.
Batıl, çoğu kere yeni davetin gerisinde gizli bir takım oyunların bulunduğunu sanır. Her şeyin içyüzünü bilen büyük alimler olarak yeni davetin gerisindeki gizli güçleri sadece kendilerinin anlayabileceğini zanneder batılın adamları:
"Kâfir önderler(toplantıdan)çıktıktan sonra birbirlerine; "yürüyün ve ilahlarınıza tapınmağa (kulluk etmeye)devamı edin," dediler. Bu, hiç şüphesiz bizden istenen bir şeydir." (Sad: 6)
Yani davet olunan bu şey, din değildir, inanç değildir, diyorlar. Bu, olsa olsa başka bir şeydir. Bu davetin arkasında (gizli tutularak) istenen bir şey...
Halkın bunu erbabına bırakması, tuzak ve gizli planları anlamada uzmanlaşan kimselere havale etmesi gereken bir şey...
Halk, geleneksel işine ve bilinen ilahlarına yönelsin de bu yeni planların içyüzüyle uğraşmasın...
Nasıl olsa bu işi bilen, karşı durmasını beceren uzmanlar vardır...
Halk buna inansın... Diyorlar.
Doğrusu müstekbirler uyanıktır. Çıkarlarını, inançlarını ve düzmece ilahlarını korumasını biliyorlar.
Bu, tağutların sık sık başvurdukları geleneksel yöntemdir. Amaçları, halkın gerçekleri araştırmaması, kamu işleriyle ilgilenmemesi ve önem arz eden gerçekleri düşünmeden yaşamasıdır.
Çünkü kitlelerin gerçeklerle yüz yüze gelmesi, tağutlar için de tehlikelidir. Müstekbirler için de tehlikelidir.
Kitleleri batıl inançların batağına sürmekle yaşayabilen tağutlar, halkın bu batılları Öğrenmesini elbette ki istemezler.
Ama bastıkları yerin sarsılmaya başladığını gördükleri zamanise, yumuşama yoluna başvururlar. Şiddetin kâr etmediğini gördükten sonraki bir yumuşama...
"(Firavn)etrafındaki ileri gelenlere; "Bu adam, hiç şüphesiz bilgin bir sihirbazdır. Maksadı, yaptığı sihirle sizi yurdunuzdan çıkarmaktır. Söyleyin görüşünüz nedir?" (eş-Şuara: 35)
Bir tağut, ne zamandan beri yardakçılarından görüş istemiş ki?
Kendisine secde edenlerin görüşü!!
Aslında bu, tağutların geleneksel kaypaklığıdır. Ayakları altında ezdikleri halkın görüşü ha!!
Tağutların keyfi istibdatları altındaki insanların konuşmuş olmak için görüş bildirmesinden başka bir şey mi ki bu?!
Neden?
Çünkü durum, tehlikeli bir hal almıştır. Bundan sonra mı?
Onlar gene aynı zorba, aynı müstebid ve aynı zalimlerdir.
Allah, Alemlerin Rabbidir. Bu, başlı başına insanın kurtuluş ilanı demektir. Allah'tan başkasına kulluktan, itaâttan, bağlılıktan ve boyun eğmişlikten kurtuluş...
Beşeri kanunlardan kurtuluş...
Beşerin heva - hevesinden kurtuluş...
Beşerin geleneklerinden ve egemenliğinden kurtuluş...
Allah, Alemlerin Rabbidir.
Hem bu ilan, hem de Allah'tan başkasına kulluk bir arada bulunamaz.
Hem bu ilan, hem de kendi katından kanunlar çıkaranların iktidarı bir arada barınamaz.
Beşer yapısı kanunlara, yani Allah'ın ki dışında bir rabliğe, boyun eğdikleri halde kendilerini müslüman sanan kimseler, hayal dünyasında yaşamaktadırlar. Bir an için bile olsa Müslüman olduklarını sanmaları, sadece bir vehimdir. Hakimleri Allah'tan başkasıyken, kanunları Allah'ın şeriati değilken bir an için bile olsa Allah'ın dininden olamazlar. Onlar, olsa olsa kendilerine hükmedenin dinindendirler...
Allah'ın değil, kralın dinindendirler.
Tağut, bu davanın kendisi için tehlikeli olduğunu elbette ki, bilmektedir.
Arap insanı, Hz. Peygamber (s.a.s)'in halkı "La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah (Allah'dan başka ibadete layık ilah yoktur ve Muhammed (s.a.v) Allah'ın Kulu ve Rasulüdür.)"şahidliğine davet ettiğini işitince fıtrî anlayış ve zekasıyla:
"Bu, kralların hoşlanmadığı bir iştir" demiştir.
Başka bir Arap insanı da gene aynı fıtrat ve zekayla:
"Öyleyse Arap olan da olmayan da seninle savaşacaktır"demiştir.
Hiç kuşkusuz bu her iki Arap insanı da kendi dilinin muhtevasını biliyordu. Şehadet kelimelerinin Arap olsun olmasın Allah'ın şeriatiyle hükmetmeyen kimselere karşı bir inkılâb olduğunu biliyordu. Arap insanı, bu kelimelerin ciddiyetini hiç kuşkusuz biliyordu. Çünkü onlar, dillerinin ifade ettiği manaları çok iyi anlıyorlardı.
Şurası kesindir ki, şehadet kelimesiyle Allah'ın şeriatı dışındaki hükmün, yani Allahla beraber başka ilahların bir kalbde veya bir yerde aynı anda barınamayacağını her Arap biliyordu.
Yani onlar, şehadet kelimelerini, bugün kendisine "Müslüman’ım" diyen kimselerin şu bozuk ve niteliksiz anlayışları gibi anlamıyorlardı.
İnsanların Allah'tan başkasına tapınması, gönüllerde zillet doğuran hayatı da zulüm ve azgınlığa veren bir şeydir. Oysa ki Yüce Allah insanların başı dik olmasını hayatın da hak ve adaletle geçmesini dilemiştir.
Çünkü insanların emeği, yeryüzü rablerinin ilahlaştırılması uğrunda boşu boşuna harcanıp gidiyor.
Bir kere sahte ilahlar, yanlarından sazı, cazı, davul ve borazanları eksik etmezler.
Küçüklüklerini, bayağılık ve zavallılıklarını etraflarındaki borazanlarla kapatmak istiyorlar.
Gerçek rablermiş gibi kendilerini göstermek istiyorlar. İnsanları bu iş için kullanıyorlar. Bu zavallı ve sıradan yaratıkların gerçek rab olmaları mümkün olmadığı için etraflarındaki insanlar hep yorgun - argın kalıyorlar. Sürekli tasaların içindedirler. Çünkü gece - gündüz borazanlık yapıyorlar, işleri - güçleri tağutların üzerine dikkat çekmektir. Tağutu büyütmek için övgüler düzüyor, destanlar üretiyor, borazanlık yapıyor, def ve zurnalar çalıyorlar.
Böylece bunca insan emeği boşuna akıp gidiyor. Hayat için gerekli olan verimli bir üretim gücü olacağına, böylesine güdük, hayırsız ve tasa dolu bir uğraş içinde eriyip tükeniyor.
Yüce Allah, hiç şüphesiz yarattığı insanın karakterini ve gücünün sınırlarını da bilmektedir. Tüm insanlık için gönderdiği dinde herkese kolaylık sağlayacak kurallar koymuştur. Eğer işlere ciddiyetle sarılmak varsa, fıtrat bozulmamışsa ve kul itaat etmeye niyet etmişse, üstesinden gelemeyeceği görev kalmaz.Sapıtmadan ve horlanmadan görevini yapar. Bu hakikati kavramanın büyük ve kendisine has bir önemi vardır. Tağutların yönlendirdiği yıkıcı propagandalar karşısında bu hakikatin iyice bilinmesi gerekiyor. Çünkü tağutlar durmadan çöküşe, hayvanlaşmaya ve çamurda boğuşmaya yöneltirler. Tıpkı solucanların yaşadığı bir hayat gibi...
Çünkü tağutlara göre bu, insan realitesinin bir gereğidir. İnsanın tabiat ve fıtratı böyledir. Yetenekleri bu kadardır. Din ise, ideler aleminin bir davasıdır. Dünyada bir varlık oluşturmak için gelmemiştir. Dinin her emri yerine getirilmeye kalkışılırsa bunu bin kişi bir araya gelse bile başaramaz. Ama bu iddiaların tümü yalandır. İkincisi aldatmacadır. Üçüncüsü olarak da cahilce sözlerdir.
Çünkü bu tağutlar, insanı anlayamaz. Kendisini var eden ve bu dinin kurallarıyla yükümlü tutan yaratıcısı kadar - mümkün değil - bilemez. Çünkü bilen O'dur. Noksanlıklardan münezzeh olan Allah; bu dinin normal bir insanın gücü dahilin de olduğunu bilmektedir.
Sonra bu din seçkin ve dahi azınlıklar için gönderilmemiştir.Bu din, - sıradan bir insan için bile - bir azim, bir samimi niyet ve bir başlangıç noktasıdır sadece. Eğer bunlar varsa, Allah'ın, amil kimseler için hazırladığı nimetler de vardır:
"Eğer onlar, öğütlendikleri şeyleri yapsalar, hiç şüphesiz kendileri için daha iyi ve daha sarsılmazca olur. O takdirde de onlara kendi katımızdan büyük bir mükafat veririz. Ve onları dosdoğru bir yola koruz." (en-Nisa: 66-68)
Başlangıç yapıldı mı, bunu hiç şüphesiz Yüce Allah'ın yardımı izler. Bunu da yola devam etme kararlılığını, daha sonra büyük mükafat ve en son da dosdoğru bir yola girme takip eder. Allah, elbette ki doğruyu söylemiştir.
(Kaynak: Fi Zilâl-il Kur’an'da Davet Yolu / Ahmed Faiz / Çeviri; Ubeydullah Dalar / Seçkin Yayıncılık, İslam ve Hayat için yayına hazırlayan: Rıdvan Dinçer)
-
HUSEYİN SASMAZ 04-11-2013 18:19
Allah'a ve Ahiret gününe inanan bîr mîlletî —babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da akrabaları olsa bile — Allah'a ve peygamberine karşı gelenlere, sevgi beslediklerini görmezsin. İşte Allah, imanı bunların kalblerine yazmış, katından bir nur ile onları desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetlere koyar. Allah onlardan hoşnut olmuştur. İşte bunlar, Allah'tan yana olanlardır. İyi bilin ki, saaddete erecek olanlar, Allah'tan yana olanlardır." "Mücadele-22 Ey İnananlar! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken onlara sevgi gösteriyorsunuz, oysa onlar Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan ötürü ve peygamberi yurdundan çıkarıyorlar. Eğer siz de benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. içinizden onlara sevgi gösteren kimse şüphesiz doğru yoldan sapmıştır. Eğer sizi ele geçirirlerse sizin onlara gösterdiğiniz sevgiyi göstermezler, size düşman olurlar ellerini ve dillerini fenalık etmek için uzatırlar keşki inkâr etseniz isterler. Yakınlarınız ve çocuklarınız size kıyamet gününde bîr fayda veremezler. Allah onlarla sizi ayırır. Allah işlediklerinizi görendir. İbrahim ve onunla beraber olanlarda sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: "Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız, sizin dininizi inkâr ediyoruz. Bizimle sizin aranızda yalnız Allah'a inanmanıza kadar ebedi düşmanlık ve öfke başgöstermiştir." Yalnız İbrahim'in babasına : "Andolsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeyi savmaya gücüm yetmez." sözü bu örneğin dışındadır. Ey inananlar deyin ki: "Rabbimiz sana güvendik, sana yöneldik, dönüş sanadır." 13 "Ey iman edenler! Babalarınız, kardeşleriniz —küfrü imana tercih ediyorlarsa— dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse doğrusu kendisine yazık etmiş olur." 14 Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanlar! dost olarak benimsemeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez."... 25 İşte böylece islâm cemiyetinin münasebetindeki o kesin ve asil kaide yerleşmiş oluyordu. Ayrıca bu kaide islâm cemiyetinin yapısında, oganik bünyesinde de yerini alıyor ve onu eski ve yeni cahiliyet cemiyetlerinin hepsinden ayırıyordu. Böylece bir daha islâm ile cemiyeti islâm dışı başka esaslar üzerine istinat ettirip Allah'ın istediği temelden başka temellere dayandırma arasında birleştirici hiç bir alan kalmamış oluyordu. İslâm sıfatını taşıyıp ta cemiyeti islâmın düzeltmek üzere geldiği ilâhi esasların dışında her hangi bir esasa göre tanzim etmek isteyenler ya islâmı bilmiyorlar veya bile bile onu terk ediyorlar. Her iki durumda da islâm onlara iddia ettikleri sıfatı vermez ve muslümanız demelerine itibar etmez. Çünkü onlar islâm ı tatbik etmiyorlar, aksine onun yerine cahiliyet esaslarından istinatgah arıyorlar... 13. Mümlahine : 1-4. 14. Tevbe: 23. 15. M »ide: 51. cilt-8-say-183-184 https://scontent-a-ams.xx.fbcdn.net/hphotos-ash3/s261x260/1394073_652805541406927_1173212763_n.jpg https://scontent-a-ams.xx.fbcdn.net/hphotos-frc3/s261x260/1441541_652806334740181_1297493368_n.jpg
-
HUSEYİN SASMAZ 04-11-2013 12:41
Selamaleyküm kardeşlerim sait kutupun 16 ciltlik Tefsirinin googlede olmadığını gördüm onun için onu scan yapıp yayınlıyorum ki diğer müslüman kardeşlerim faydalansın.Kendi sitemdede var ama türkiyeden açılmıyor şu an onu n için blogtan gönderiyorum. Allah yardımcınız olsun. http://seyyitkutubtefsiri.blogspot.nl/2013/11/seyyit-kutup-tefsiri-cilt-7_3.html