11-12-2013 07:38

5. Bölüm: Dinin afeti

Bu afet, sadece kitap ehliyle ilgili olan bir afet değildir. Allah dinini hafife alan her ümmetin başına gelen bir afettir bu. Dünyevî bir menfaat uğruna yüz suyu dökerek beşeri arzuları razı etmeye çalışmak bu afetin bir sonucudur, ilmi dürüstlüğün yozlaşıp kalbin günahla dolması; yani Allah`ın üzerine yalan söyleme günahının yüklenilmesi de bunun sonucudur.

5. Bölüm: Dinin afeti

Niçin Seyyid Kutub?

Şüphesiz ki Seyyid Kutub (Rabbimizin rahmeti üzerine olsun), ortaya yeni bir düşünce sistemi veya hayat nizamı atan bir filozof değildi. O, yol ve yöntem üreten bir ideolog değil, Âlemlerin Rabbi'nin belirlediği ve Muhammed (a.s.) ile insanlara bildirdiği yol ve hayat nizamının yeniden hatırlanması ve gündem olması konusunda çaba gösteren duyarlı, gayretli, yürekli bir mü'mindi.  

O, seküler/laik ideolojilerin yeryüzünde galebe çaldığı, yegane hak din olan İslam'ın hayat alanlarından koparılarak büyük ölçüde vicdanlara ve mabetlere hapsedildiği (ki mabetlerde dahi vesayet altında tutulduğu) bir zaman diliminde yaşamış bir mü'min olarak, Allah'ın dininin maruz bırakıldığı bu kuşatmaya ve bu kuşatmayı da kolaylaştıran temel faktör olarak asırlara dayalı Kur'an'dan uzaklaşma sürecine itiraz etmiş ve yeniden Kur'an'a dönüş çağrısını yükseltmiştir.

Bir kısım Müslümanların "ümmet birliği"nden söz ettiği bir vasatta O, doğru bir tesbit ve teşhisle "ümmetin yeniden inşası"na vurgu yapmış, geleneksel ve modern cahiliyeyi sorgulamaktan ve İslam'ı öncelikle ilk neslin anladığı kaynaktan, Kur'an'dan öğrenmekten söz etmiş, "cahiliyeden ilkesel kopuş" ve "İslam - cahiliye uzlaşmazlığı" vurgularıyla Kur'ani-Nebevi hareket çizgisini yeniden Müslümanların gündemine taşımıştır.

Bugün içimizden kimileri Kutub'un eserlerini kastederek "O gün için okunmasında fayda bulunan eserlerdi" gibi ifadelerle Kutub'a ve eserlerine müzelik muamelesi yapsa da, bizler Kutub'un Kur'an ve ondan neşet eden Nebevi sünneti esas alan temel tesbitlerinin, İslam'ın evrensel ilkelerinin o güne ve bugüne tercümesinden ibaret olduğunu görüyor ve şayet Seyyid Kutub'un aşılması gereğinden söz edilecekse (ki evet Kur'ani-Nebevi ilkelerin bugüne tercüme edilmesi anlamında aşılmalı, onun yeniden söz konusu ettiği temel ilkelerin hayatla buluşturulmasına yönelik çözümler üretilmeli),  bu Kutub'un altını çizdiği temel Kur'ani-Nebevi ilkelerimizden geriye dönüşü değil, bu ilkeler üzerinde sebat edip yeni sözler ve eylemlilikler üreten bir cehdi ifade etmeli.

Bu düşüncelerle "Yeniden Seyyid Kutub" bölümümüzün faydalı olacağını umuyoruz. Rabbimiz hayırlara vesile kılsın. (İslam ve Hayat)

DİNİN AFETİ

Genellikle bu dinin afeti, bu dinin adamları olan gruptan ileri gelmektedir. Din adamlarının afeti ise, fesada uğradıkları sıralarda sözü konusundan yani gerçekleri, "din adamlığı" adı altında saptırmaya yarayan bayağı bir araç haline dönüştükleri sıralarda...

Kur'an-ı Kerim, kitap ehlinden bir grubu anlatırken bu hali dile getirmektedir:

"Onlardan bir grup var ki, kitapta olmadığı halde kitaptandır sanasınız diye dillerini eğip tahrifat yaparlar ve "Bu, Allah katındandır" derler. Halbuki o, Allah katından değildir. Ve onlar bile, bile Allah adına yalan söylerler." (Al-i İmran: 78)

Bu kimseler, kendi kitaplarında bulunan ayetleri saptırıyorlardı. Belirli bir takım kararlara varmak için dil oyunlarıyla tahrifat yapmaya kalkışıyorlardı. Üstelik bu tahrifatın, ayetlerin gerçek anlamını ifade ettiğini ileri sürüyorlardı. Allah'ın kastının böyle olduğunu iddia ediyorlardı. Gerçekte ise bu kararları, Allah'ın diniyle temelinden çatışıyordu.

Bu davranışlarıyla onlar, pek çok dinleyicinin gerçek dini ve ayetlerin gerçek anlamını; yeltendikleri bu yalancı ve sahte kararlardan ayıramayacağını hesaplıyorlardı.

Günümüzde biz, bazı din adamları arasındaki bu tip kimseleri çok iyi tanıyoruz.

Yani bu dine zulmen nisbet edilen kimseleri...

Dini, çıkarları uğrunda kullanan kimseleri...

Dini, her tür keyfiliğe amade kılan kimseleri...

Ayetleri keyfice yönlendirenleri...

Nasları heva ve heveslerin peşinde sürükleyenleri...

Maslahat ve çıkar gördükleri her yerde, elde edilecek bir dünyevi hedefin söz konusu olduğu her zaman, bu dinin nasslarını başka yönlere çekenleri...

Havai arzuların peşinde koşa, koşa yorulan ve bu nassları egemen olan havailiklere uydurabilmek için eğip büken kimseleri...

Kelimeleri; bu dinle ve bu dinin gerçekleriyle çatışan düşüncelere uydurabilmek için asıl yerinden saptıranları...

Her hangi bir Kur'an ayetini, uğrunda yüz suyu döktükleri egemen batıl görüşlere uydurabilmek için çaba harcayıp en ufak bir lafzi ilginin peşinde koşanları...

"Bu, Allah'ın katındandır" derler.

Halbuki o, Allah'ın katından değildir. Ve onlar bile, bile Allah adına yalan söylerler.

Bu afet, sadece kitap ehliyle ilgili olan bir afet değildir. Allah dinini hafife alan her ümmetin başına gelen bir afettir bu.

Dünyevî bir menfaat uğruna yüz suyu dökerek beşeri arzuları razı etmeye çalışmak bu afetin bir sonucudur, ilmi dürüstlüğün yozlaşıp kalbin günahla dolması; yani Allah'ın üzerine yalan söyleme günahının yüklenilmesi de bunun sonucudur.

Çünkü hak kelimeler; Allah'ın kullarına yaranabilmek için, Allah'ın diniyle çatışan serseri zevklere uydurabilmek için asıl yerlerinden saptırılmaktadır.

İşte bu din adamı örnekleri; yani Allah'ın kitabını dil oyunlarıyla bir saptırma maddesi haline getiren, kelimeleri asıl yerlerinden kaydıran, Allah'ın ayetlerini bir dünyalık çıkar uğruna keyfi görüşlerin doğrultusunda yorumlayan bu tür din adamları; hiç kuşkusuz eğri yolda yürüyenlerdir. Sırat-ı müstakimi istemeyen kimselerdir. İstikametten kopup eğrilikten yana olanlardır.

İstikametin, yani dosdoğru yolun, bir tek biçimi vardır. O da Allah'ın gösterdiği yolda yürümektir. Allah'ın metod ve şeriatını izlemektir.

Bunun dışındaki her şey, hiç kuşkusuz eğriliktir. Eğrilikten yana olmaktır. Ve Ahiret hayatını inkârla sonuçlanan tavır da budur. Çünkü Ahiret ve inanıp Rabbine döneceğini bilen bir kimse, Allah yolunda bir engel olamaz. Allah'ın metod ve şeriatinden ayrılamaz.

"İnsanları Allah'ın yolundan (İslâm'dan) önleyip onu eğri olarak (halka göstermek) isteyen kimselerdir, (o melun zalimler.) Ve onlar kesinlikle Ahireti de inkar ediyorlar." (Hûd: 19)

Allah'ın şeriatini beşerî zevklerin doğrultusunda yorumlayan kimselerin gerçek tasviri (tanımı), işte budur.

Bu tür kimselerin gerçek niteliklerini ve içlerindeki asıl niyetleri ortaya koyan bir tanımlamadır, bu...

Din adamlarının afeti, hiç kuşkusuz dinin bir çıkar ve kazanç aracı haline gelmesiyle gerçekleşir. İticiliği ve sıcaklığı üzerinde olan bir inanç olmaktan çıkınca baş gösterir.

Dini bir kazanç aracı olarak gördükleri içindir ki, kalblerinde olmayanı dilleriyle söylerler.

Hayır yapmayı emreder; ama kendileri yapmazlar.

İyiliğe davet eder; ama kendilerini unuturlar.

Böylece hak kelimeleri, asıl yerlerinden saptırırlar.

Beşerin zevk ve arzularına uysun diye ayetleri yorumlarlar.

Dış görünümüyle nasslara uygun, ama gerçekte dinin hakikatıyla çelişir fetva ve teviller çıkarırlar.

Ve tüm bunları ellerinde mal veya iktidar bulunan kimselerin zevk ve amaçlarına gerekçe bulmak için yaparlar.

İşte afet de budur. Kişinin, davet ettiği iyiliğe davranışlarıyla ters düşmesidir, afet...

Gönüllere kuşku düşüren afet budur..

Sonra bu yalnız davetçi için değil, dava için de bir afettir. İnsanların kalb ve düşüncelerini bozan afettir. Çünkü güzel bir söz duyup da çirkin bir davranışla karşılaşan insanların, "söz-davranış çelişkisinden" hayrete düşmemelerine imkan yoktur. Ruhların akideyle canlanan ışığını ve gönüllerin imanla yanan nurunu kaybeden insanları, - din adamlarına güvenlerini kaybettikten sonra - dine güven duymaya devam etmeleri zor bir şeydir.

Eğer bir kelime tüm cazibesine, tüm güzellik ve tınlamasına rağmen ona inanan kimsenin kalbinde bir hareket meydana getirmiyorsa; ölmeye ve kaybolup gitmeye mahkumdur.

Eğer bir insan söylediği şeyin canlı bir örneği ve yaşayan bir tercümesi haline gelmemişse, en başta kendisi onun hakkaniyetine inanmamış demektir.

İnsanların bu kimseye inanıp güvenmesi de buna bağlıdır.

Çünkü eğer bir kelime, kişinin fiili hayatında yerini bulmuşsa, parlaklık ve güzelliği olmasa da insanları etkiler. Zira o kelime, asıl gücünü, güzelliğinden değil realitesinden almıştır. Güzelliğini, parlaklığından değil, doğruluğundan almıştır. Çünkü hayatın içinden fışkıran o kelime, bir hayat kaynağı haline dönüşmüştür.

Ama her şeye rağmen sözle - eylem  inançla - davranış arasında uyum sağlanması, kolay bir iş değildir. Basit bir yol da değildir.

Çünkü bunun eğitime, çabaya ve çalışmaya ihtiyacı vardır.

Allah'a bağlı olmaya, Allah'tan yardım ve hidayet beklemeğe ihtiyacı vardır.

Hayatın şart, gerek ve zorunlulukları, bir bireyi güçten düşürecek kadar çoktur. Gönülden inanıp çağrısını yaptığı davaya kıyasla pratik hayatın pek çok zorluklarıyla karşılaşır.

 Fani olan bir fert eğer sonsuz bir güçle ilişkide değilse zayıf kalmaya mahkûmdur. Ne kadar güçlü olursa olsun zayıf kalmağa mahkumdur.

Çünkü şerrin, tağutun ve iğvanın güçleri ondan daha büyüktür. Bu güçleri bir, iki, üç yenebilir; ama onun da bir zaaf anına yakalanması kaçınılmazdır. O zaman da yenilgiye uğrayıp uçuruma yuvarlanır, geçmişini de, geleceğini de, mevcut halini de elden kaçırır. Ama eğer o, sonsuz ve öncesiz bir güce dayanmışsa hep güçlü kalacaktır. Tüm güçlerden daha güçlü...

Arzu ve zaafına karşı güçlü...

Sıkıntı ve zaruretlere karşı güçlü...

Kendisine karşı koyan tüm güç sahiplerine karşı güçlü...

Allah'ın dinini hakikaten bilipte buna rağmen sapıtıp başkalarından yana tavır koyan nice âlimler gördük. İlmini geçici dünya iktidarlarının isteklerine amade edip, kasıtlı tahrifat ve bozuk fetvalar yönünde kullanan pek çok âlim...

Allah'ın yeryüzü egemenliği ve hürmetlerine (dokunulmaz değerlerine) saldıran bu iktidarları ayakta tutmaya çalışan nice âlim...

"Onlara, kendisine verdiğimiz ayetlerden (ilimden) uzaklaşıp şeytanı peşine takan ve sonuçta saptıranların saffına giren kişinin olayını anlat. Eğer dileseydik onu bu ayetlerimizle yüceltirdik. Ama o, alçalmayı istedi. Heva-heveslerine uydu. Onun durumu, kendisini uyarsan da uyarmasan da dilini çıkarıp soluyan bir köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan kimselerin durumu da böyledir. Bu olayı anlat ki, üzerinde düşünebilsinler. Ayetlerimizi yalanlayıp nefislerine zulmeden kimselerin bu durumu ne de kötü bir örnektir." (el-A'raf: 175-177)

Bu olay, Allah'ın ayetlerini bile, bile yalanlayan, bildikleri halde istikamette yürümeyen herkesi kapsamaktadır. Beşer hayatında ne sık görülen bir olaymış bu !?

Allah'ın dinini bildikleri halde doğruya yönelmeyen kimseler ne de çokmuş !?

Bir dünyalık çıkar uğruna ilimlerini, hak kelimeleri saptırmaya araç yapan, heva-heveslerine uyan ve böylece kendilerine sahip sandıkları hevaperest zorba hükümdarları memnun etmeye çalışan kimseler ne kadar da çokmuş !?

Çok gördük böylelerini.

"Yasama hakkı sadece Allah'ındır. Bunu, kendisi için iddia eden kimse ilahlık iddiasındadır, ilahlık iddia eden kimse kafir olmuştur. Onun bu iddiasını kabul edip kendisine uyan kimseler de kafir olmuştur" diye söyleyen "bilenleri" gördük.

Ama bu ilmine rağmen, yani dinin bu zorunlu gerçeğini bilmesine rağmen, yasama hakkını iddia eden ve bu iddiasıyla da ilahlık davası peşinde koşan tağutları destekleyen "bilenleri"...

Yani kendisinin haklarında küfür hükmünü verdiği tağutları destekleyen kimseleri...

Bu tipten kimisinin, bir zamanlar faizin tümüyle haramlığı, başka bir zaman da faizin helalliği konusunda yazılar yazdığını gördük.

Kimisini, fuhuşu ve fuhuşun halk arasında yayılmasını överken gördük. Bu ahlaksızlık batağını dini giysisiyle, dini unvan ve kariyeriyle örtmeye çalışanları gördük.

Acaba bu, "Kendisine verdiğimiz ayetlerden uzaklaşıp şeytanı peşine takarak saptıran kişinin olayını" en açık temsil eden bir örnek değil midir?

Acaba bu Yüce Allah'ın söz konusu adamla ilgili olarak:

"Eğer dileseydik onu yüceltirdik. Ama o, heva-heveslerine uyarak alçalmayı seçti. Onun durumu, üzerine varsan da varmasan da dilini çıkarıp soluyaduran bir köpeğin durumu gibidir" diye ifade ettiği bünye bozukluğu değil midir?

Evet eğer Allah dileseydi, kendisine verdiği ayetlerin ilmiyle onu yüceltirdi. Ama şanı yüce olan Allah, bunu dilememiştir. Çünkü ayetleri bilen bu kimse alçalmaktan yana tavrını koymuştur. Heveslerine uyup ayetleri bırakmıştır.

Bu, Allah'ın kendisine verdiği ayetler ilminden yararlanmayan, iman yolunun istikametinden ayrılan, iman nimetinden sıyrılıp şeytanın alçalmış bir uşağı olan ve sonuçta hayvan derecesindeki bir "mesh " durumuna düşen herkes için geçerli bir örnektir.

Sonra bu sonu gelmez soluma da ne?

Bu, dünyalık çıkar uğrunda tüketilen nefeslerden başka bir şey mi?

Allah'ın verdiği ilimden sıyrılma pahasına dünyalık peşinde koşma...

Bu uğurda nefes tüketme...

Hiç bir zaman sükuna kavuşmayan endişe dolu bir nefes tüketişidir bu...

Kişiyi; uyarsan da uyarmasan da öğüt almaz hale getiren bir nefes tüketişidir bu...

Tüm uyanlara rağmen kendi bildiğini okuyanların nefes tüketişidir, bu...

İnsanlık hayatı her zaman, her yerde ve her ortamda bu tip örnekleri önümüze çıkarıp durmaktadır. Bu tipteki alimlerin göze çarpması bir an meselesidir. Fazla, bir zaman geçmeden görülebilen alim tipleridir bu kimseler. Tabi ki Allah'ın koruduğu pek az kişiler müstesnadır.

Yani Allah'ın kendisine verdiği ayetlerden sıyrılmayan, yeryüzüne yapışıp kalmayan, heveslerine uymayan, şeytana uşak olmayan ve iktidar sahiplerinin ellerindeki dünyalık çıkarlar peşinde nefes tüketmeyen kimseler...

Ama her şeye rağmen varlığı hiç eksilmeyen bir örnektir bu tip alimler...

Bu, sadece belirli bir zamanda yaşanıp gitmiş bir örnek tip değildir. Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e bu örnek tipi, Allah'ın inen ayetlerine muhatap olan kavmine anlatmasını emretmiştir. Ta ki, kendilerine verilen ayetleri bir kenara atmasınlar. Ta ki hep okuna gelsin bu olay...

O zaman için ve daha sonraları için okuna gelsin...

Amaç, Allah'ın ilminden bir şeyler bilen kimselerin, bu umutsuz sondan sakınmasıdır. Bu tükenmez nefes tüketişlerine mahkum kalınmamasıdır. Kendilerine - düşmanın düşmana yapamayacağı - bu zulmü yapmamalarıdır. Çünkü bu korkunç sona yakalananlar, sadece kendi nefislerine zulüm etmiş olurlar. Biz de zamanımızda - el-iyazu billah - bu tip kimseler gördük. Nefsine zulmetmek için amansızca çaba gösteren, başka bir deyişle cehennemdeki yerinden kopmamak için ter döküp direnen kimseler...

Hem de bu yarışa katılanların kendisini geçeceğinden korkarcasına...

İşi gücü bu uğraşı vermektir bu tip âlimin. Cehennemdeki yerini koruyabilmek içindir her sabah işe kuşanması...

Bu dünya hayatından kopacağı ana değin tükenmek bilmez bir nefes harcamaktır bu aç gözlü âlimin işi.

Allah'ım! Sen bizi koru. Ayaklarımızı sabit kıl. Üzerimize sabır yağdır ve Müslüman olarak canımızı al.

 

Hiç kuşkusuz Kur'an-ı Kerim, Müslüman toplumun vazgeçilmez hayat rehberidir.

Böyle kalmağa devam da edecektir. Çünkü o, Müslüman toplumu yetiştiren, yönlendiren ve büyük göreve hazırlayan bir hayat kaynağıdır.

Bu Kur'an'ın, hareketli davet alanı olmadan anlaşılması mümkün değildir. Bu Kur'an'ı, hareket halindeki insanlardan başkasının anlaması mümkün değildir.

Ve işte bu Kur'an-ı Kerim, asıl amacı İslâm'a zarar vermek olan İslâmî perdeyle gizlenmiş fitne örgütüne katılmaktan sakındırmaktadır:

"Zarar vermek, küfür (getirmek), mü'minleri parçalamak, Allah ve Resulüne savaş açan (düşmanlara) gözcülük yapmak için önceden planlayarak bir mescid açanlar ki, "Bunu açmakla sadece iyilik yapmak istedik" diye yemin de edeceklerdir. Oysa ki, Allah, bu kimselerin kesinlikle yalancılar olduğuna şehadet etmektedir." (et-Tevbe: 107)

Evet Hz. Peygamber'in zamanında sırf Müslümanlara bir tuzak olsun diye bir "Dırar Mescidi" açılmıştı. Açanların gerçek amacı Müslümanlara zarar vermek, Allah'ı inkâr etmek, İslâm cemaatine perde gerisinden tuzak hazırlayan düşmanları korumak ve bu dinin düşmanlarıyla din perdesi altında işbirliği yapmak idi.

Her zaman ve her yerdeki davetçiler şunu bilsin ki:

Dırar mescidi planları kurulmaya devam edecektir. Ama  değişik şekillerde. Bu din düşmanlarının başvurduğu bayağı yöntemlerin tekamülüne uygun şekillerde...

Dış görünüşüyle İslâm, asıl maksadıyla da İslâm'ın yıkılması için girişilen faaliyetler biçiminde...

İslâm'ın çarpıtılması, bulandırılması ve saptırılması biçimlerinde...

Dini bir etiketi olan yönetimler biçiminde...

Arkasına gizlenen dini bir etiket...

İslâm'ın boğazlandığını, ortadan kaldırıldığını, görüp de endişe duyan kimseleri uyarıp yatıştıran örgütler, kuruluşlar, kitaplar ve araştırmalar biçiminde...

İslâm'ın iyi bir halde bulunduğunu, korku ve huzursuzluğun gereksiz olduğunu anlatan kuruluş ve araştırmalar...

Ve daha nice "dırar" örnekleri...

İşte böylesine çok olan "dırar mescitlerine" karşı davetçilere düşen zorunlu görev; bu "dırar" Iarın iç yüzünü ortaya koymaktır.

Sahte etiketleri alaşağı edip insanlara bunların gerçek niteliğini, geride saklanan kötü niyetleri açıklamaktır.

Çünkü Peygamber (s.a.s.)'in zamanındaki "dirar mescidinin" iç yüzünü ortaya çıkaran bir örnek ve Yüce Allah'ın güçlü ve apaçık buyruğu elimizin altında bulunmaktadır.

(Kaynak:  Fi Zilâl-il Kur’an'da Davet Yolu /  Ahmed Faiz / Çeviri; Ubeydullah Dalar / Seçkin Yayıncılık, İslam ve Hayat için yayına hazırlayan: Rıdvan Dinçer)

YORUMLAR
  • HUSEYİN SASMAZ   19-12-2013 10:13

    Seyyid Kutub'un kendi sesinden ''ALLAH YOLUNA DAVET'' Türkçe altyazılı http://youtu.be/cBHcZsq1pb0

  • HUSEYİN SASMAZ   11-12-2013 18:52

    Zarar vermek, inkâr ermek, mü'm inlerin arasını ayırmak, Allah ve peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak için bir mescid kurup, "biz sadece iyilik yapmak istedik" diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şahiddir. Orada asla durma, ilk gününden beri takva üzerine kurulan mescidde bulunman daha uygundur. Orada tertemiz olmayı arzulayan insanlar vardır. Allah, tertemiz olanları sever. Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yarın kenarına kurup da bununla beraber cehennem ateşine göçen kimse mi? Allah, zâlimler güruhuna hidayet vermez. Yaptıkları bina, kalplerinde bîr şüphe ve ızdırap kaynağı olarak kalpleri paralanana kadar devam edecektir. Allah, Alîm 'dir. Hakim 'dir.