21-12-2013 10:24

6. bölüm: Velâ

Amaç, vela hakkının sadece Allah`a ait olmasıdır. Velâ: Kayıtsız ve şartsız olarak O`na güvenilmesidir. İslâm`ın, izlenecek tek din olmasıdır. İslâm safıyla, din olarak İslâm`ı seçmeyen diğer tüm safların birbirinden ayrılmasıdır. Müslüman’ın, İslâm`ı hayat sistemi olarak seçmeyen saflardan uzaklaşmasıdır. İslâmî hareketin ciddiyet ve düzenini korumasıdır.

6. bölüm: Velâ

Önceki bölümlerde paylaştığımız "DİN" konusu ana başlığından sonra, ikinci ana başlık olan , "VELÂ" konusunun ilk bölümünü  ilginize takdim ediyoruz. Bize verilen bu büyük nimet; Allah için sevme  ve Allah için buğz etmenin öğretisi olarak, birlikteliğin üzerinde yükseltilebileceği  temel bir düsturdur . (Rıdvan Dinçer)

VELÂ (Dostluk ve Bağlılık)

Bu Kur'an , Müslüman bireyi, Allah ve Resulullaha, İslâm itikadı ve İslâm cemaatine bağlılık (vela) esasına binaen eğitmektedir.

("Vela", "Tevâli": Bir şeye doğrudan bağlılık. İzleme ve yakınlık. Dini yakınlık. Sadakat, yardım ve inanç yakınlığı. Yönelmek, yönetmek ve yetkinlik (Ragıp, Müfredat). Burada kast olunan ise bağlılık, yetkinlik ve ilahi egemenliğe ram olmaktır. (UD)

Üyesi bulunduğu saffın diğer tüm saflardan tamamen bağımsız kalması zaruretine binaen yetiştirmektedir.

Çünkü Müslüman, Allah'ın adını yüceltmeyen, Peygamberinin önderliğini izlemeyen ve "Allah'ın Hizbi" özelliğini taşımayan hiç bir saf ve birliğin (kampın) adamı olamaz.

Bu Kur'an:

"Bu göreve Allah tarafından seçilmiştir" esasıyla Müslüman’ı eğitmektedir. Çünkü bu seçimden amaç, Müslüman’ın gerek insanlık hayatında ve gerekse tüm tarihsel olaylarda ilahî takdiri gerçekleştiren bir araç olmasıdır.

Tüm zorluklarına rağmen bu ilahî seçim, Allah'ın bir lutfudur. Dilediğine verdiği bir lutfu...

Müslüman cemaatten başkasına bağlılığın manası ise, Allah'ın dininden çıkmak, bu büyük seçimi reddetmek ve bu güzelim lutufları soyutlanmak demektir, öyleyse vela (bağlılık), sadece Allah'adır.

"Sizin veliniz, sadece Allah'tır, Resulü'dür, namazı ikame edip zekat veren ve Allah'a boyun eğen mü'minlerdir." (el-Maide: 55)

Yani özellikle ve yoruma yer vermez biçimde onlardır bizim velimiz.

İslami hareket ve düşüncenin belirsizliğine fırsat bırakmaz bir kesinlikte...

Zaten başka türlü de olamaz. Çünkü sorun, özü itibariyle bir itikadi sorundur. Bu itikadla harekete geçmenin sorunudur.

Amaç, vela hakkının sadece Allah'a ait olmasıdır.

Kayıtsız ve şartsız olarak O'na güvenilmesidir. İslâm'ın, izlenecek tek din olmasıdır.

İslâm saffıyla, din olarak İslâm'ı seçmeyen diğer tüm safların birbirinden ayrılmasıdır.

Müslüman’ın, İslâm'ı hayat sistemi olarak seçmeyen saflardan uzaklaşmasıdır.

İslâmî hareketin ciddiyet ve düzenini korumasıdır.

Çünkü Müslüman toplumda, Allah'ın önderlik ve bayrağından başkasına bağlılık yoktur. Mü'min gruptan başkasıyla yardımlaşma yoktur.

Bu yardımlaşma ise, akideden kaynaklanan hayat sisteminde söz konusudur.

İslâm'ın, soyut bir lakap, bir alamet veya bir yafta olmaması, sadece lafta kalan bir kelime olmaktan kurtulması, verasetle intikal eden anlamsız bir nesep veya yerinde çakılıp kalan kimselerin mücerred bir sıfatı olarak kalmaması için Yüce Allah bir takım özellikIeri zikretmektedir. İnanmış kimselerde bulunması gereken vazgeçilmez bazı özellikleri:

"Namazı ikâme edip zekat veren ve Allah'a boyun eğen kimseler..."

Bunlar, mü'mince hamiyeti olan herkesi ilgilendiren özelliklerdir.

Dinin, inancının ve hayati bağlarının hafife alındığı bir ortamda, Rabbiyle arasındaki ilişkinin alay ve eğlence konusu yapıldığı bir yerde üstünlüğünü kaybettiğini bilen mü'minin özelliği...

İnanmış kimselerle, bu iğrenç fiilleri işleyen kimselerin arasında hiç velayet olur mu?

Akıl noksanlığından kaynaklanan bu fiilleri işleyenlerle mü'min arasında bir dostluk olur mu?

Çünkü normal akıllı hiç bir kimsenin Allah'ın dinini ve mü'min kulları alaya alması mümkün değildir.

Müşrik ve ehl-i kitap kafirleri, Kur'an-ı Kerim' in Hz. Peygamber'e indiği dönemlerde de bu tür alaycı ve küçümseyici tavırlar takınıyorlardı. Ama Yüce Allah'ın, Müslüman cemaat için koyduğu bazı esaslar vardı. Cemaatin sürekli yaşamı, düşüncesi ve hayat sistemi konusundaki esaslar...

Yüce Allah bu esasları koyarken, hiç şüphesiz ilerde neler olacağını biliyordu, ileriki tarihlerde Müslüman nesillerin nelerle karşılaşacağını biliyordu.

İşte biz de şu anda bu gerçeği her yönüyle görüyoruz. Bu dinin ve İslâm cemaatinin düşmanları tarih boyunca hep aynı kalmıştır. Dün neyse bugün de aynı düşmandır...

İslâm'a olan düşmanlıkları hep aynı şekilde devam ediyor. Kur'an'a karşı olan tavırları hiç değişmemiştir. Tarih boyunca hep aynı tavır ve aynı düşmanlık...

Bu dine ve Kur'an'a karşı açtıkları soluk kesen savaşları tarih boyunca dinmiş değildir. Yüce Allah diyor ki:

"Ey iman edenler! Dininizi alay ve eğlence konusu edinen - kendilerine sizden önce - kitap verilenler ile kafirleri veliler edinmeyiniz. Eğer inanmışsanız Allah'tan korkunuz. Namaza çağırdığınızda bunu da alay ve eğlenceye alanları... Alaya alıyorlar; çünkü onlar akletmeyen kimselerdir." (el-Maide: 57-58)

Bu Kur'an, İslâm ümmetinin - Kıyamet'e dek - hayat kitabı olmak üzere indirilmiştir. Çünkü O, bu ümmetin hem itikadı düşüncesini, hem toplumsal düzenini ve hem de hareket planını inşa edip çizen bir Kitaptır. Tüm bunlara aynı önemi vererek inşa eden...

İşte bu Kur'an'dır şimdi de bu ümmeti uyaran. Allah Resulü ve mü'min'lerden başkasının veli edinilmemesini bu ümmete öğreten.Ehl-i kitap ve diğer kafirlere velayet vermekten sakındıran. Hem de bu denli kesin bir ifadeyle...

Çünkü İslâm'ın nazarında, insanları bir araya getiren yegane bağ, "akide" bağıdır. Soyu sopu, ırkı, toprağı ve kavmiyeti aynı olmayan insanları birleştiren bir bağ...

Eğer iman ehlini bir araya getiren bu bağ meydana gelmişse, diğer bağların ayrı olmasının hiç bir önemi yoktur. Çünkü İslâm'ın nazarında insan, ruhi yapısıyla insandır. Çünkü o, Yüce Allah'ın üfürdüğü ruhla insan olmuştur. Bundan dolayı da o, - ruhî yapısının en belirgin bir gereği olarak - akidede bir araya gelebilir başka insanlarla...

Hayvanları bir araya getiren bağlarla değil. Aynı mera, aynı yaylak ve ağılda bir araya gelen hayvanlar gibi değil...

Bireylerin, grupların ve insan nesillerinin arasındaki bağlılığın, akideden başka bir bağla sağlanması mümkün değildir. Çünkü bir mü'mini diğerine, bir İslâm cemaatini başka bir İslâm cemaatine ve bir Müslüman nesli sonraki Müslüman nesillere bağlayan bir bağdır, akide.

Hem de zaman ve mekan hudutlarının ötesinde bir bağlayışla. Kan, soy, ırk ve kavim ayrılıklarının ötesinde bir bağlayışla...

Sadece akideye bağlılık üzere meydana gelen bir birliktir, bu. Allah da hiç kuşkusuz bu birliğin velisidir.

"Allah, mü'minlerin velisidir."

Allah kimin velisi ise O, ona yeterdir...

Başka velilere ihtiyaç yoktur, gerek de...

Başa gelebilecek bir musibet ise, sadece bir deneyimdir. Ötesinde hayır bulunan bir deneyimdir. Yoksa bu tür musibetler, Allah'ın velayetini çekmesi değildir. Dostu olan kullarına sözünü verdiği yardımı esirgemesi demek değildir.

Allah'ı, veli tanımayan kimsenin, hiç bir mevlası yoktur.

İnsan ve cinlerin tümünü veliler edinse bile acizlikten kurtulamayacaktır. İnsanlarca bilinen her tür himaye ve güç sebeplerine dayansa bile aciz kalacaktır.

"(Zafer mü'minlerindir;) Çünkü Allah, iman edenlerin velisidir. Kafirlerin ise hiç bir velisi yoktur." (Muhammed: 11)

Velâ ile Müsamahayı Bir birinden Ayıramama ;

Kur'an-ı Kerim, İslâm akidesine ilişkin büyük bir tehlikeye karşı bizi uyarmaktadır. Yolumuzda gizlenen büyük bir tehlikeye karşı...

Kur'an-ı Kerim' in bu direktifi, aşağıdaki ayet-i kerimede olanca açıklığıyla ortadadır:

"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyiniz. Çünkü onlar, birbirlerinin dostudur. Sizden kim onları dost edinirse, muhakkak ki onlardandır. Allah, hiç şüphesiz zalim kimseleri sevmez." (el-Maide: 51)

"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse; Allah da sevdiği ve kendilerinin de Allah'ı sevdiği, mü'minlere karşı mütevazi, kafirlere karşı ise şiddetli, Allah yolunda savaşan ve hiç bir kimsenin kınamasından korkmayan başka bir kavim getirecektir." (el-Maide: 54)

Görülüyor ki, bu Kur'an, Müslüman’ı bir bilinç eğitiminden geçirmektedir. Gerçek düşmanını kendisine tanıtmaktadır. Bu düşmanıyla karşılıklı olarak giriştiği kavganın gerçek mahiyetini anlatmaktadır. Bu, bir akide kavgasıdır.

Çünkü akide, Müslüman’la tüm düşmanları arasındaki temel davadır.

Düşman, her şeyden önce akidesi ve dini için Müslüman’la savaşmaktadır.

Bu dinmez düşmanlığın asıl nedeni, Allah'ın dinine karşı isyanlarıdır. Allah'ın dini istikametinde yürüyen herkesten nefret etmelerinin nedeni budur:

"Ey ehli kitap! Bizden; Allah'a, tarafımıza indirilen ve bizden önce indirilene iman ettiğimizden, bir de çoğunluğunuzun fasıklar olmanızdan başka bir nedenle mi nefret ediyorsunuz?" (el-Maide: 59)

Demek ki bu, bir akide davasıdır. Demek ki düşmanlığın asıl nedeni de bu inançtır.

Bu ilahî metodun ve bu metodtaki temel buyrukların değeri, muhakkak ki çok büyüktür. Çünkü bu ilahî metodta son derece önemli olan iki husus vardır.

Gerek iman şartlarının gerçekleşmesinde, gerek Müslüman şahsiyetin yetişmesinde ve gerekse İslâm cemaatinin hareket düzeninde aynı ölçüde önemli olan iki husus...

- Biri ; Allah'a, Resulü'ne, İslâm'a ve bu esaslara dayalı Müslüman cemaate samimiyetle bağlılık...

- Diğeri de, savaşın ve bu savaştaki düşmanın tabiatını bilmek...

Bir kere Müslüman’la, İslâm'ı bayraklaştırmayan diğer kampların birbirinden tamamen ayrılması düşüncesi; kalplere yerleşmedikçe İnsanların gerçekten inanmış olması mümkün değildir.

İslâm akidesini taşıyan kimseler, eğer bu düşünceyi taşımıyorlarsa hiç bir, şey ifade edemezler. Yeryüzünde hiç bir şey de gerçekleştiremezler. Çünkü Allah'a, Resulü'ne ve mü'min önderliğe bağlılıklarının netleşmesi şarttır.

Düşmanın gerek niteliğini, kavganın neden ve özelliklerini tanımaları şarttır. Tüm düşmanların kendilerine karşı birlik olduklarına inanmaları şarttır. İslâm cemaati ve İslâm akidesine karşı açılan savaşta düşmanın kimisinin kimisine dost olduğunu bilmeleri Şarttır.

"Kafir ve dinsizlere karşı, bizimle ehl-i kitap arasında ortak bir yolun bulunduğunu" sanmak, büyük bir aptallıktır. Affedilmez bir gaflettir. Çünkü onlar, - Müslüman’lara karşı açılan savaşta - kesinlikle kafir ve dinsizlerin yanındadırlar.

Gerek zamanımızda, gerekse tüm zamanlarda bizden bazı saf kimseler, bu derin anlamlı gerçeklerden gafil yaşamaktadırlar. Kur'an'ın öğretilerini ve tüm tarihsel öğretileri unutarak materyalizm ve dinsizliğe karşı - din ehliyiz diye - elimizi ehl-i kitap kimselerin eline verebileceğimizi düşünen bu kimseler, gerçekten gafildirler.

Çünkü bugünkü ehl-i kitap, dün kafir müşrikler için:

"onların yolu, İman edenlerin yolundan daha doğrudur" (en-Nisa': 51) diyen aynı ehl-i kitaptır.

Bugünkü ehl-i kitap, dün Medine'de kafirleri Müslüman’ların aleyhinde kışkırtan, onlara arka çıkıp yataklık eden aynı ehl-i kitaptır.

- İki yüz sene boyunca ardarda haçlı seferlerini düzenleyen, aynı ehl-i kitaptır.

- Endülüs'te korkunç katliamlar düzenleyenlerdir.

- Filistinli Müslüman’ları yurtlarından kovup yerlerine yahudileri yerleştirenlerdir.

- Materyalizm ve dinsizlikle dayanışma içinde bulunanlardır.

- Dünyanın her yerinde; Habeşistan'da, Somali'de ve Eritre'de Müslüman’ları kırıp geçirenlerdir.

- Yugoslavya'da, Çin'de, Türkistan da, Hindistan'da ve her yerde İslâm düşmanı materyalizm, dinsizlik ve Budizm'le işbirliği yapanlardır.

Tüm bu olup bitenlerden sonra aramızdan çıkan bazı kimseler, kalkıp bizimle ehl-i kitabın arasında işbirliği olabileceğini sanmaktadırlar.

Bizimle bu kimselerin arasında dinsizlik ve materyalizme karşı bir yardımlaşma ve dostluk kurulabileceğini sanmaktadırlar.

Bu zannı besleyen kimseler, kesinlikle Kur'an-ı Kerim'i okumuyorlar. Yahut okuyorlarsa, Kur'an'da geçen ve aynı zamanda İslâm'ın bir özelliği olan "müsamaha"yla velayeti birbirine karıştırıyorlar.

Bu yüzden de - Kuran sakındırdığı halde - bizimle ehl-i kitap arasında bir velayet olabileceğini sanıyorlar. Aslında bu kimseler İslâm'ı hissederek yaşamıyorlar.

İslâm'ı, ne Allah'ın insanlardan başkasını kabul etmeyeceği bir akide olarak yaşıyorlar, ne de dünya üzerinde yepyeni bir pratik hayat sistemini kurmayı amaçlayan yapıcı bir hareket olarak algılıyorlar. Yani İslâmî hayat biçimiyle günümüzdeki ehl-i kitaba karşı koyacak nitelikte bir hareket...

Tıpkı dün karşı durduğu gibi bir hareketle...

Bu tavrı sürdürmek bir zorunluluktur. Çünkü takınılması gereken doğal ve biricik tavır budur. Allah'ın çağrısı, yeryüzünün herhangi bir yerinde kurulacak her İslâmî cemaate yöneliktir. Kıyamet Günü'ne değin geçerli olan bir davettir bu. Çünkü bu çağrı, "iman edenler" özelliğini taşıyan herkese yöneliktir.

Hiç kuşkusuz Kur'an, akide savaşını veren bir Müslüman’a gerekli olan şuurlanmayı vermek ve İslâm'ın bayrağı altında yaşamayan kimseleri, tamamen birbirinden ayırd etmek için inmiştir.

Bu ayrılış, ahlakî nitelikteki hoş görüyü yasaklamamaktadır. Çünkü hoşgörü, Müslüman’ın daimi sıfatıdır. Sözünü ettiğimiz "ayrılışın" yasakladığı şey, kafirlere velayet beslemek sorunudur. Çünkü Müslüman’ın kalbinde, Allah'ın, Resulü'nün ve mü'minlerin velayetinden başka bir velayet barınamaz.

Şuurlanma ve ayrılma...

Bu iki şey, Müslüman için vazgeçilmez nitelik taşıyan hususlardır. Her yerdeki ve her kuşaktaki Müslüman için vazgeçilmez...

Bu, bir "yol ayrımıdır." Bu konuda Müslüman’ın aklında hiç bir bulanıklık bulunamaz.

Çünkü Müslüman, İslâm'ın hayat sistemini izlemeyen herkesten ayrılmak zorundadır.

İslâm'ın bayrağını yüceltmeyen herkesten ayrılmak zorundadır. Eğer bu ayrılış gerçekleşmişse, harekete geçebilir.

Yani ilk hedefi, yeryüzünde biricik bir hayat nizamını kurmak olan büyük İslâm hareketinde anmaya değer bir eyleme geçmesi, bu ayrılıştan sonra mümkündür. Çünkü kurulacak bu pratik hayat nizamı, tüm hayat sistemlerinden ayrı bir nizamdır. Tüm hayat görüşlerinden tamamen ayrı olan biricik bir düşünceye dayanmaktadır.

Bir kere Müslüman kesinlikle; tereddüt ve kararsızlığa yer vermez bir kesinlikle inanıyor ki, bağlı olduğu din, biricik dindir. Allah'ın, insanlardan başkasını asla kabul etmeyeceği dindir. Hz. Muhammed (s.a.v.)'in risaletinden sonra kabule şayan yegane dindir.

Gene Müslüman, kesinlikle inanıyor ki, Allah'ın hayat için gönderdiği bu sistem; eşsiz ve biricik bir hayat sistemidir. Onun yerine başka bir nizama sarılmak, Müslüman için imkansız olan bir şeydir. İnsanlık hayatının; - başkasına değil - sadece bu biricik nizama dayanmadıkça düzene girmesi ve istikamette yürümesi mümkün değildir.

Eğer bir Müslüman bu ilahî hayat sistemini kurmak için olanca gücüyle çalışmazsa, Allah'ın onu affedip bağışlaması ve amellerini kabul etmesi söz konusu değildir.

Ayrıca bu sistemi tüm hayati yönleriyle, yani gerek itikadı ve gerekse toplumsal yönüyle ikame etmek gerekir. Müslüman, bu konuda hiç bir çabadan kaçınamaz. Onun yerine başka bir hayat sistemini - bir ayrıntısında bile olsa - kabul edemez. Onu ne itikadı, ne toplumsal ve ne de kanunî planlarda başka hiç bir hayat sistemiyle karıştıramaz. Aralarını bulamaz. Tabi ki Allah'ın - bizden önceki şeriatlerden olduğu halde - bıraktığı itikadı düşünce ve hükümler müstesnadır.

İşte Müslüman’ı hareket alanına iten şey bu kesin inancıdır. Bundan başkası değil...

Çünkü o, bu kuşkuya yer vermez kesin inancıyla ilahî hayat sistemini yeryüzünde yerleştirme zorluklarına katlanabilir. Allah'ın insanlardan kabul ettiği bu sistemi gerçekleştirme yolunda durmadan çalışması bu kesin inancıyla mümkündür. Pek çok kere insanı takattan düşürecek kadar ağırlaşan acılara göğüs germesi, yoldaki zorluklan yenmesi, kurulu tuzakları atlatması, küfrün inatçı direnişini kırması ve ağır görevleri yüklenmesi bu kesin inancıyla mümkündür.

İslâm, küfür saflarının ayrılması, gerçeğini, "semavî din sahiplerinin yakınlaşması" adına veya "müsamaha" adına bulandırmaya kalkışanlar, hiç şüphesiz yanılgı içindedirler.

Dinin ne demek olduğunu, hoşgörünün ne demek olduğunu bilmiyorlar. Çünkü Allah'ın katında din, son dinden başkası değildir.

Hoşgörü ise, itikadî düşünce ve toplumsal düzende değil, kişisel ilişkilerde söz konusudur. Demek ki, başka tür düşünen kimselerin amacı, Müslüman’ın kesin inancını bulandırmaktır.

Allah, İslâm'dan başka hiç bir dini kabul etmez.

Müslüman’ın görevi, ifadesini İslâm'da bulan İlahî hayat nizamım kurmaktır. Müslüman, bundan başka bir hayat düzenini kabul edemez. İlâhî sistemde - yüzeysel bile olsa - tadilat yapılmasını kabul edemez. Çünkü bu, Müslüman’ın kesinleşmiş inancıdır. Başka tür düşünenler, hiç şüphesiz bu kesin inancı bulandırmaktadırlar.

Kur'an-ı Kerim, aşağıdaki ayetlerle bu kesin inancı ortaya koymaktadır:

"Allah katında yegane din, muhakkak ki İslâm' dır." (Al-i İmrân: 19)

"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, bu kesinlikle ondan kabul edilmeyecektir." (Al-i İmrân: 85)

"(Ehli kitabın) Seni, Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından yüz çevirtmesinden sakın." (el- Maide: 49)

"Ey iman edenler! Yahudi ve hırıstiyanları veliler edinmeyiniz. Çünkü onlar, birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları veli edinirse, muhakkak , onlardandır." (el-Maide: 51)

Son söz, Kur'an-ı Kerim'indir. Müslüman, insanların bulandırmasına ilgi duyamaz. Bu kesin inancı bozmalarına kulak veremez.

Gerek İslâm ve gerekse - hiç bir şeyle İslâm üzere bulunmadıkları halde - Müslüman diye tanınan kimseler, kafirlerin saldırısından hiç bir zaman kurtulabilmiş değillerdir. Yeryüzünün dört bir bucağında halen devam eden bir savaştır bu. Kendilerine ve akidelerine karşı düzenlenen bir savaş. Yani Yüce Allah'ın "Onlar, birbirlerinin velileridir" sözünü doğrulayan bir savaş...

Şuurlu Müslüman’ların Rablerinin öğüdüne sarılmalarını, kesin emir ve yasaklarını dinlemelerini gerektiren bir savaştır bu...

Allah ve Resulü'nün dostlarıyla, Allah ve Resulü'nün bayrağını yüceltmeyen tüm düşman kampların birbirinden tamamen ayrılmasına ilişkin ilâhî buyruğa sarılmalarını gerektiren bir savaştır bu...

İslâm, hiç kuşkusuz Müslüman’a, akide esasına binaen, diğer insanlarla ilişkiler kurmasını emreder.

Müslüman’ın düşünce ve hareketinde düşmanlık da, dostluk da akide için yapılabilir...

Bundan dolayı da yardımlaşma anlamındaki bir velayet, Müslüman’la Müslüman olmayan arasında kurulamaz. Çünkü Müslüman ve kafirin, akide konusunda yardımlaşmalarına imkân yoktur. Karşılarındaki güç - örneğin - dinsizlik bile olsa işbirliğine imkan yoktur. Yani - bizden bazı saf, bazı Kur'an okumaz kimselerin düşündüğü gibi - Müslüman, dinsizliğe karşı bile olsa kafirle işbirliği yapamaz. Sonra hiç mümkün olur mu, bu işbirliği ve yardımlaşma?

Aralarında üzerinde yardımlaşılacak ortak bir temel bulunmayan kimseler, nasıl olur da işbirliği yapabilirler?

Kur'an'ı okumayan ve İslâm'ın gerçeğini tanımayan bazı kimselerle, aldanmış bazı kimseler tüm dinleri, "din" olarak düşünüyorlar.

Tüm dinsizliğin de "dinsizlik" olduğunu düşünen bu kimselere göre:

"dindarların dinsizliğe karşı işbirliği yapmaları mümkündür. Çünkü dinsizlik, tüm dinleri reddediyor. Her tür dindarlıkla savaşıyor" diyorlar.

Ancak İslâm'a göre durum böyle değildir. İslâm düşüncesinde ve İslâm'ın tadına varan Müslüman’ın anlayışında mesele böyle değildir.

Şunu da söylemek gerekir ki İslâm'ı, hem bir akide ve hem de İslâm nizamını kurmak için bir akidevi hareket olarak anlamayan kimseler, İslâm'ı tadamazlar.

İşte bundan dolayı bu mesele İslâm düşüncesinde ve Müslüman’ın anlayışında daha başkadır. Apaçık ve belirli bir düşüncesi vardır. İslâm'ın bu konuda.

Evet yegane din, İslâm'dır. İslâm'ın kabul ettiği başka hiç bir din yoktur. Çünkü Yüce Allah:

"Allah katında yegane din, İslâm'dır" ve

"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa bu, kesinlikle ondan kabul edilmeyecektir" diye buyurmaktadır.

Öyleyse bizimle başkalarının arasında bir dindarlık cephesi kurulamaz. Dinsizliğe karşı duracak bir dindarlık cephesi söz konusu olamaz.

Çünkü ortada bir tek din vardır; o da İslâm'dır. Diğer tarafta da dinsizlik vardır; O da İslâm dışı her şeydir.

- Artık bu dinsizliğin aslı semaviymiş;

- Tahrifata uğramış veya eski halini koruya gelen putperest bir inançmış,

- Yahut din namına her şeyi reddeden bir ateizm imiş, bunlara bakılmaz.

Bunların hepsi kendi aralarında ayrı nitelikler arz edebilirler. Ama İslâm'ın nazarında hepsi düşmandır. Çünkü hepsi de İslâm'a aykırıdır. İslâm'la aralarında bir ittifak veya velayet mümkün değildir.

"De ki, ey ehli kitap! Siz (din diye) hiç bir şeyin üzerinde değilsiniz..." (el-Maide: 68)

İşte son söz budur.

Bu konudaki Allah'ın buyruğu budur.

Demek ki kitap ehline, ehl-i din diye hiç bir itibar kalmamıştır. Ve Müslüman da, Allah'ın hükmünden başka hiç bir şeyi kabul edemez.

"Allah ve Resulü bir konuda hüküm verdikten sonra, mü'min erkek ve kadının kendi İşlerinde hiç bir seçim hakkı kalmaz." (el-Ahzab: 36)

Allah'ın kelimesi, en son kalandır. Hiç bir şey; hiç bir durum ve şart bunu değiştiremez.

Müslüman’ın görevi, kitap ehlini İslâm'a davet etmektir. Tıpkı dinsiz ve putperestleri davet ettiği gibi...

Müslüman’ın onları davet etmesinin de bir tek esası vardır. O da, bu kimselerin üzerinde bulunduğu hali din olarak kabul etmemektir. Ve onları "din" e davet etmektir.

Bu gerçek olanca açıklığıyla gün ışığına çıkmalıdır. Çünkü İslâm'ı din olarak kabul etmeyen kimselerle dinin yerleşmesi amacıyla bir işbirliği veya yardımlaşma içine girmek, Müslüman’ın akidesi açısından bir mantıksızlık demektir.

Şu halde İslâm'ın nazarında sorun, tamamen itikadı ve imani bir sorundur. Aynı zamanda hareket isteyen bir hayat sisteminin sorunudur.

(Kaynak:  Fi Zilâl-il Kur’an'da Davet Yolu /  Ahmed Faiz / Çeviri; Ubeydullah Dalar / Seçkin Yayıncılık, İslam ve Hayat için yayına hazırlayan: Rıdvan Dinçer)

YORUMLAR
  • HUSEYİN SASMAZ   23-12-2013 22:41

    BAK İYİ DİNLE..! SEN SENDEKİ VİRÜSÜ BİR TANI...ONA GÖRE ADIMINI ATARSIN..ÇOK ÖNEMLİ PÜF NOKTASI. Müşriklerden bir kısmı ü z e y r Allah'ın oğludur. (Yahudiler)Deyip ona tapıyorlar, bir kısmı İsa Allah'ın oğludur (Hiristiyanlar)deyip ona tapıyorlar, bir kısmı Melekler Allah'ın kızlarıdır deyip onlara tapıyorlar bır Kısmı da daha başka şeylere tapıyorlardı. Allahuteâlâ hepsine bîrden Sizin bu taptıklarınızın Allah'a en yakın olanı bile O'na daha çok yaklaşabilmek için vesile arıyor, buyuruyor. Hepsi de Allah'a Tapıp O'na ibadet ederek yaklaşabilmeye ve rahmetine ermeye çalışıyorlar. O'nun azabından korkuyorlar. —Allah'ın azabı çetin ve korkunçtur. Bu durumda sizin daha çok Allah'a yönelmeniz gerekiyor. Zira sizin Allah'dan başka tanrı diye tapındığınız kimseler de Allah'ın kulu olarak O'na yönelmekte ve O'nun rızasını kazanmağa çalışmaktadırlar... EY İNSAN! EĞER SEN ALLAH'TAN BAŞKASINDAN YARDIM İSTİYORSAN“İyyake” (Ancak Sana) na'büdü; biz ibadet ederiz neste’înu --Senden yardım isteriz YAHUDİNİN,HİRİSTİYANIN VEYA GAYRİ MÜSLİMİN SENDEN FARKI NE.? MÜSLÜMAN OLABİLMEK VE MÜSLÜMAN KALABİLMEK İÇİN ŞU AŞAĞIDAKİ AYETLERİN MANASINI BİLMEK VE İNANMANIZ GEREKİR.