Leyla ŞENSALTIK
ALLAH SÖZÜMÜZDEN RAZI MI?
“Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırmayı getiren bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah her bakımdan sınırsız zengindir, Hâlimdir (hemen cezalandırmaz mühlet verir).”[1]
Çoğu zaman öneminin farkında olmadığımız söz; yeri geldiğinde nice dostlukları bitiren, yeri geldiğinde gönülleri fetheden, insana insan olma özelliği veren ve insanı diğer canlılardan ayıran bir özelliktir. Hoyratça sarfediyoruz sözlerimizi düşünmeden, ölçmeden, tartmadan. Tartışmalarımızda galip olmak pahasına sözlerimizi silah gibi doğrultuyoruz muhatabımıza, sonunu düşünmeden. Zaten yorucu olan şu dünya hayatını daha da yorucu hale getiriyoruz. Ağzımızdan çıkanlar şekillendiriyor hayatımızı, dostlarımızı, arkadaşlarımızı; eşimizle, çocuklarımızla, çevremizle olan ilişkilerimizi, ya sevgi kaynağı oluyor gönül dünyamızda veya sevgi bağlarımızın kopuşuna giden yol. Başkalarının imtihanları üzerine en üst perdeden çokça konuşuyor, bilinçsizce sözler sarfedebiliyor, iyileştirici olmak yerine, iğneleyici oluyoruz, sözlerimizle. Bazı konularda sükutun, konuşmaktan daha etkili olduğunu unutuyoruz. “Konuşmanın zamanını bilmeyen, susmanın da zamanını bilemez.” Der, Syrus.
Söz; en basit tanımıyla bir duyguyu, bir düşünceyi anlatan sözcük dizisi ve insanların birbirlerini anlamalarını sağlayan bir iletişim aracıdır. Düşünceler sözlere dökülünce somut bir anlam kazanırlar. Bir insanı tanıyabilmenin en önemli yolu o kimsenin düşüncelerini döktüğü sözlerle mümkündür. Sözlerimiz kişiliğimizi ortaya koyar.
Birbirimizin yürek hanemizde sözlerimizle onulmaz yaralar açıyoruz, itici, ötekileştirici, incitici bir dil ve üslup kullanabiliyor, muhatabımıza onur kırıcı sözler sarf edebiliyoruz, muhatabımızda bırakacağı izleri dikkate almadan. Eleştirilerimiz bile acımasız ve yaralayıcı bir niteliğe sahip. Bu üslubumuzun neticesinde, kötü duygu ve düşüncelerin mağduru olmuş bedenler ve kırgın gönüller kalıyor ortada.
Bazen karşı karşıya kaldığımız haksız bir davranış, birbirimize olan tahammülsüzlüğümüz ve kontrolsüz öfkemiz, bize o an ilâhî ölçüyü unutturabiliyor. Kimi zaman farkında olarak ya da olmayarak sergilediğimiz bir davranış, söylediğimiz bir söz, İslâmî kimliğimize gölge düşürdüğü gibi yapmış olduğumuz birçok güzel hasenatı, ateşin odunu yaktığı gibi yakıp silebiliyor. İnsanî, ailevî ilişkileri yıpratabiliyor ve çok büyük pişmanlıkları beraberinde getirebiliyor. Ne vahim bir durumdur ki kendi dilimizle kendi amellerimizi zayi edebiliyoruz. Oysa biz mü’minler, sevgi ,merhamet, hoşgörü, alçakgönüllülüğün temsilcileri olmalıydık. Sözlerimizle incitmekten imtina etmeliydik birbirimizi. Bir insanın kalbine yara olmaktansa, ateşten kaçar gibi kaçmalıydık. Umut kırıcı değil, umut verici olmalıydık. Ne oldu da bize kalplerimiz bu kadar katılaştı?
Herbirimiz nefsimize öz eleştiri yapmalı, iç dünyamızda şu soruları sormalıyız kendimize: Bunu neden yaptım, bu sözü neden söyledim, gerekli miydi, hakikati belirtiyor muydu, nefsim için miydi, muhatabımı incitti mi?
Cevaplarımız; beni anlamadı, kendimi anlatamadım, yanlış anladı, yanlış anlaşıldım gibi kelimelerin arasında kaybolup gitmemeli.
Sözün insan üzerindeki tesiri çok güçlüdür ve sürekli olarak beyne komut verir, aldığı komutlar sonucunda ortaya bir takım eylemler koyar. Kulağımız, gözümüz ve tüm duyularımız ruhumuzun dışarıya açılan pencereleridir. Bu pencerelerden içeriye ne sızarsa ruhumuz onunla beslenir. Çirkinliklere maruz kalan göz, sürekli kötü sözler duyan kulak ve bu şekilde olumsuz şeylerle beslenen ruhumuz, aldığını yansıtır dışarıya. Bu sebeple gündelik hayatımızda nelerle meşgul olduğumuza ve kimlerle sıkı dostluklar kurduğumuza dikkat etmek durumundayız. “Kiminle oturup kalkarsan, onun sıfatı sana sirayet eder ve senin bundan haberin olmaz. Gafil kimselerle oturup arkadaşlık eden kimselerin tabiatı; Farkında olmadan onların tabiatından birçok günahların tohumunu alır.” der (İmam Gazali)
Gündelik hayatta maruz kaldığımız çevresel etkenler, psikolojik nedenler duygu dünyamızı etkiliyor. Duyduklarını, gördüklerini, okuduklarını kodluyor zihnimiz, zihnimizin kodladıkları duygularımızı , ruhumuzu davranışlarımızı etkisi altına alıyor.
İnsan duygu ve düşüncelerden müteşekkil bir varlıktır ve her insanın içinde iyi ve kötü duygular, düşünceler vardır. Hangi yönünü beslerse onu büyütür içinde ve o yönü tanıklık eder eylemlerine.
Öfkelendiğimizde, üzüldüğümüzde, sevindiğimizde, kızdığımızda, eleştirdiğimizde hangi yönümüz en çok aktive oluyorsa en çok o yönümüzle yüzleşmemiz gerekiyor belki de. Arınmak için, doğrulmak için o an ağzımızdan çıkan sözleri tespit etmek ve onları iyileştirmekten başlamak gerekiyor. Yüzleşemediğimiz her gerçek ertelendikçe büyüyecek, büyüyen problemin tedavisi de bir o kadar zor olacak ve insanî ilişkilerde sağlıklı bir iletişime engel teşkil edecektir. Düşünceden kelimelere, kelimelerden inançlara, inançlardan davranışlara giden upuzun bir yolculuktayız ve imtihandayız. Bazen kazanıyor, çoğu kez kaybediyoruz. Kaybedişlerimiz, Rabbani terbiyeye yeterince teslim olmayışımzdan kaynaklanıyor.
Ruhumuzu, duygularımızı, düşüncelerimizi, tüm benliğimizi Rabbimize teslim ederek, Rabbimizle ve kendimizle ilişkimizi iyi tutmalı; tekamül yolunda adımlar atmalıyız.
Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetlerinde güzel sözün ve iyi davranışın önemini vurgulamış ve biz kullarına bu hususun önemini bildirmiştir.
ÂLEMLERİN RABBİNİN SÖZÜ
“O kullarım ki, sözü dinlerler de en güzeline uyarlar. Onlar, öyle kişilerdir ki, Allah onları doğru yola sevk etmiştir ve onlardır aklı başında bulunanların ta kendileri.” (Zümer, 39/18)
Güzel söze uymak için, güzel sözün ne olduğunu bilmek ve güzel sözün sahibine talebe olmak gerekir.
Toplum başka söylüyor, örf başka, moda başka, medya başka, nefsim başka, çevrem başka söylüyor! Hiç biri diğerine uymuyor, birbirine denk gelmiyor. Birine uysak öteki razı olmaz, hepsini razı etmekte elbette mümkün değildir. Ben hangi söze uymalıyım? Kimi razı etmeliyim? Şüphesiz ki, mutlak hakikate dayanan doğru söz tektir, o da âlemlerin Rabbinin sözüdür, bunun aksi olamaz. Zira mü’min Rabbinin sözüne tâbi olmakla mükelleftir ve mükellef olduğu bu gerçeği yaşamında tatbik ederek, sözüyle, ameliyle Allah katında değer kazanır. Mü’minin özü İslâm’dır sözü ve ameli özüne uygun olandır.
Bu sebeple özümüze uygun bir yaşam için kurtulmamız gerekiyor; ruhumuzun derinliklerine nüfuz edip bizi özümüzden uzaklaştıran bâtıl yaşam biçimlerinden, ruhumuzu sıktıkça sıkan olumsuz fısıltılardan, yanlış kodlanmış söz ve davranışların dar ve karanlık dehlizlerinden. Bizi dosdoğru yola ileten, doğru düşünmeye, doğru anlamaya, doğru konuşmaya ve doğru yaşamaya sevk eden söz, elbette âlemlerin Rabbinin sözüdür. Kelime-i tevhittir. Bizler bu sözün temsilcileri olduğumuzun hakikatini yeniden hatırlamalı ve mü’minler olarak birbirimize hatırlatmalıyız. Şüphesiz ki, hatırlatmak mü’minlere fayda verir. Bu kelimeyi yaşam tarzı edinirsek ancak sözlerimiz ve amellerimiz Allah katında değer kazanacaktır.
“Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.”[2]
Güzel söz, amellerin tohumudur. Güzel sözler; önce kalplerde kök salar, sonra filiz verip gökyüzüne yükselirler. Bu nedenle İslâm, iman edenlerden “güzel söz söylemek “üzere söz alır.[3] Güzel söz yalnızca başkalarına değil sözün sahibine de fayda sağlar. Zira ağzından çıkan sözü herkesten önce kendi kulağı duyar, kişi duyduğuna önce kendi inanmalı ve tasdik etmeli.
Bütün güzelliklerin kaynağı olan Yüce Rabbimiz, yine başka bir ayette şöyle buyuruyor; “Kullarıma söyle, insanlara karşı sözün en güzelini söylesinler. Aksi halde şeytan aralarını bozar. Şüphesiz ki şeytan insanın apaçık düşmanıdır.”[4]Güzel söz söylemek için şair veya hatip olmaya gerek yoktur. Rabbimiz Fussilet sûresinin 33. Âyet-i kerimesinde; “Allah’a çağıran, sâlih amel işleyen ve “Ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?” buyurarak güzel söz ve sâlih amelin Müslümanın hayatında bütünleşmesi gerektiği hususuna dikkatlerimizi çekmektedir. İyiliği emredip kötülükleri önlemeye çalışmak da güzel sözler kapsamında değerlendirilmiştir. Şu halde güzel söz söylemek, yalnızca insanların hoşuna giden şeyleri söylemek değil, hoşlarına gitmese de hak ve hakikatle uyarmak da güzel sözlü olmak demektir. Güzel sözler insanların kalplerini yumuşatır, insanî ilişkileri geliştirir, lakin tek başına yeterli değildir.
Başkalarına öğüt ve nasihatlerde bulunurken o gerçeklerin öncelikle kendi hayatımızda ete kemiğe bürünmesi gerektiği gerçeğini çoğu kez göz ardı ediyoruz. Güzel söz söylemenin keyfiyete bağlı olmayıp Allah subhanehu ve teala‘nın emri olduğunu unutmamalıyız.
Bütün güzelliklerin kaynağı olan Rabbimiz, elinden ve dilinden emin olunan, güzel sözü hayatında şiar edinen, dünya hayatının ardından takip edilesi hoş bir seda bırakan, hakkımızda güzel sözle şahitlik edilen ve son nefesimizde sözlerin en güzeli olan Kelime-i Tevhid ile Rabbine kavuşan kullarından eylesin. Amin.
Dipnotlar:
[1] (Bakara, 2/263)
[2] (İbrahim, 24)
[3] Tevhid Dergisi
[4] ( İsra,53 )