06-10-2007 16:04

Büyük Yalan: İslamî Faşizm

Gerçek modern faşistler İslam Dünyasında değil fakat Washington’dadır. Avazları çıktığınca “faşist var!” diye bağıran neo-muhafazakarların asıl kendileri faşisttir. Ne yazık ki, komünist ve solcu propaganda neo-faşist terimini neredeyse anlamsız hale gelecek derecede itibardan düşürmüştür. Oysa, “neo-konlar”ı çağırmamız gereken ad budur; çünkü bu onların gerçekte olduğu şeydir.

Büyük Yalan: İslamî Faşizm

Eric Margolis / Gazeteci, War at the Top of the World kitabının yazarı

Washington’un neo-muhafazakarlarının en son açığa çıkan büyük yalanı “İslamo-faşistler” ve “İslamî Faşistler” şeklindeki zehirli sözleridir. Bunlar, Amerikan aşırı sağı ile Hristiyan fundamentalistleri arasında dolaşımda olan öfkeli sözlerdir.

George W. Bush geçenlerde, ikisi de demokratik yollarla seçilmiş partiler olan Hizbullah ve Hamas’tan “İslamo-faşistler“ olarak söz etti. Kanada’daki Muhafazakâr Parti’den bir bakan da Lübnan’daki Hizbullah’ı Nazi Almanyasına benzetti.

“İslamo-faşist” terimi tamamen anlamsız olup duygusal bir taşkınlığın eseridir. Dr. Gobels’e layık bir propaganda icadı olan bu söz, Washington’daki neo-muhafazakarların İslam dünyasındaki düşmanlarına karşı propoganda savaşında kullandıkları büyük yalan tekniğinin en son ifadesidir. Bu çirkin terim, muhaliflerini rasyonel siyasî güdülere sahip olmayan insanlık dışı ve şeytanî varliklar olarak takdim etmek suretiyle onların şikâyet ve talepleriyle ilgilenmeye ihtiyaç olmadığını göstermek üzere, muhtemelen ilk olarak Israil’de uydurulmuştur.

Seçkin humanist Sir Peter Ustinov’un veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, “Terörizm fakirlerin savaşıdır, savaş ise zenginlerin terörizmi.”

Gerek “terörizm” gerekse “faşist” terimleri o kadar çok kullanılmış ve suisitimal edilmişlerdir ki, orijinal anlamlarını tamamen yitirmişlerdir. Faşizm hakkında okuduğum en iyi modern tanım, Columbia Universitesi eski profesörleriden Robert Paxton’ın 2004 tarihli harikulâde kitabı The Anatomy of Fascism’dir (Faşizmin Anatomisi).

Paxton faşizmin özünü şöyle tanımlamaktadır: 1. geleneksel çözümlerle üstesinden gelinemeyecek çok kuvvetli bir kriz duygusu; 2. hiçbir ahlakî veya hukukî sınır tanımaksızın her eylemı yapmasını haklı gösterecek öçüde, kişinin mensup olduğu grup veya topluluğun kurban (mağdur) olduğuna inanması; 3. kendi içgüdülerinin üstünlüğüne güvenen doğal bir liderin hukukun üstündeki otoritesine olan ihtiyaç; 4. seçilmiş bir halkın herhangi bir hukukî veya ahlakî sınır olmasızın başkalarını hakimiyeti altına alma hakkı.

Faşizm sürekli savaşlar, fetihler ve ulusu korku, kaygı ve yurtseverliğin aşırı gerilimi içinde tutacak ulusal tehditler ister. Aynı fikirde olmayanlar ideolojik hainler olarak damgalanır. Bütün başarılı faşist rejimler, Paxton’a göre, geleneksel muhafazakâr partilerle ve askerî sanayi kompleksi ile ittifak yaparlar. Mamafih Paxton muhafazakâr ve militarist rejimlerin zorunlu olarak faşist olmadiklarını da söyler. Hakiki faşizm dışarıda aralıksız saldırganlık ve içerde de rejimi taparcasına bir yüceltmeyi gerektirir.

Ortadoğu’daki Amerikan-İngiliz ortak kontrolüne karşı çıkan pek çok Müslüman grubun hiçbiri Paxton’un bu analizine uymamaktadır. Ortadoğu’da şimdiye kadar ortaya çıkmış olan tek faşist grup Lübnan’ın 1930’lardaki Maroni Hristiyan Falanj Partisi'ydi ki onun da 1980’lerde İsrail’deki sağ-kanat hareketlerin müttefiki olmuş olması ironiktir.

Bush yönetimiyle Tony Blair’in II. Dünya Savaşı’nın devamını yapıyorlarmış gibi davranmaya devam ettiklerini görmek tuhaf ve gülünçtür. O dönemle bugün arasındaki yegâne benzerlik, Amerikan neo-muhafazakârlarıyla dinci aşırı sağ tarafından korkunun, savaş hummasının ve -şimdilerde Müslümanlarla ilgili her şeye husumeti kışkırtan- ırkçı-dinci nefretin yeşertilmesidir.

Amerika’nin aşırı sağı, “İslamî faşizm”e karşı “üçüncü dünya savaşı” veriyormuş kisvesi altında, kendi ulusunu II. Dünya Savaşı totaliterizminin işaretleriyle enfekte etmektedir.

Batı dünyasında Müslümanlardan nefret etmek sağ-kanat partilerin tipik ideolojik karakteri haline gelmiştir. Bunu Birleşik Devletler, Fransa, İtalya, Hollanda, Danimarka, Polonya ve en son olarak da Kanada’da açıkça; İngiltere ve Belçika’da ise daha ustaca ifade edilmiş olarak görüyoruz. Danimarka’da yayınlanan İslam karşıtı karikatür dolayısıyla koparılan muazzam gürültü, baştanbaşa Batı toplumuna yayılmış olan kaynama halindeki Islamo-fobiayi gözler önüne sermiştir.

İslam Dünyasının herhangi bir yerinde Batı tarihinin korporatist faşist devletlerinin benzerlerine hiç rastlanmamıştır. Esasen, klan ve kabile temelli geleneksel İslam toplumu, iktidar yapılarının parçalanmışlığı, yerel bağlılıkları ve konsensüse dayanan karar-alma yöntemleriyle, batılı sanayi devleti faşizminden çok uzaktır.

İslam Dünyası kaba diktatörlükler, feodal monarşiler ve ordu-güdümlü yozlaşmış devletlerle doludur; ama bu rejimlerin hiçbiri, ne kadar acınası durumda olsalar da, faşizmin standart tanımına uymaz. Gerçek şu ki, bunların çoğu da Amerika’nın müttefikidir.

İllegal militan İslamî gruplar (Batılı terminolojiyle “teröristler”) da öyle. Bunlar ya ülkelerini yabancı işgalinden kurtarmaya, “İslama aykırı” rejimleri devirmeye ve Batı nüfuzunu bölgelerinden atmaya ya da ilk dönemlerin İslamî demokrasisine dayanan teokrasiyi kabul ettirmeye odaklanmışlardır.

Neo-muhafazakârların körüklediği, Müslüman radikallerin dünya çapında bir İslam hilafetini tesis etmeyi planladıklarına ilişkin iddialar Dr. Fu Manchu’ya yaraşır uçuk/korkunç fanteziler olup, Irak konusunda gayet iyi işe yaramış olan büyük yalan tekniğinin başka bir örneğidir.

Prof. Andrew Bosworth’un sözde İslami faşizm hakkındaki ufuk açıcı denemesinde işaret ettiği gibi, “İslamî fundamentalizm, faşizm için zorunlu olan sahte milliyetçiliğe doğası gereği karşı olan ulusaşırı (transnasyonal) bir harekettir.”

Bununla beraber, yığınla modern faşist vardır. Ama onları bulmak için Kuzey Amerika’ya ve Avrupa’ya gitmek gerekir. Bu neo-faşistler “bütün potansiyel düşmanlara karşı önleyici saldırılar”ı savunur, başka bir ulusun kaynaklarına el koyar, kendileriyle işbirliği yapmayan hükümetleri devirir, dünyayı askerî hakimiyetleri altına alır, Sami ırkına mensup halklardan -bu örnekte Müslümanlardan- nefret eder, İncil’in kehanetlerine sarılır, kendileri gibi düşünmeyen herkese kin besler, polis kontrollerini sıkılaştırır ve “liberal” siyasi hakları kısıtlarlar.

Onlar bayrak dalgalandırmaktan, yurtsever melodramlardan, askerî güç gösterilerinden ve -yasama organı üyeleri ve lobicilerle gizli işbirliği içinde olan- askerî-sinaî komplekslerden küplerini doldurmak için yurtseverlik maskesini kullanmaktan büyük zevk alırlar. Onlar başkalarının çocuklarının dövüşecekleri ve ölecekleri savaşları dayatırlar. Onlar medyanın önemli sektörlerini propaganda organlarına dönüştürmüş ve Pentagon’u da büyük ölçüde kontrolleri altına almışlardır.

Neo-muhafazakârlar şimdi de kendilerini iktidarda tutmak ve faşizmin bu 21. yüzyil dirilişinin siyasî dinamiklerini muhafaza etmek için Suriye ve İran’a karşı savaşı tahrik etmekle meşguldürler.

Gerçek modern faşistler İslam Dünyası'nda değil fakat Washington’dadır. Avazları çıktığınca “faşist var!” diye bağıran neo-muhafazakârların asıl kendileri faşisttir. Ne yazık ki, komünist ve solcu propaganda neo-faşist terimini neredeyse anlamsız hale gelecek derecede itibardan düşürmüştür. Oysa, “neo-konlar”ı çağırmamız gereken ad budur; çünkü bu onların gerçekte olduğu şeydir.

(Çeviren: Mustafa Erdoğan, Kaynak: Hür Fikirler)
 

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !