Gelenekten Modernizme Çocuk Eğitimi ve Biz Müslümanlar!
Çocuklar bizim malımız değil, ama bizim eserimiz ve onlar bize Allah’ın emanetidir. Biz gerekeni hakkıyla yerine getirelim ondan sonra Hz. Nuh’u, (as) Hz. İbrahim’i, (as) Hz. Yusuf’u (as) ve Hz. Lokman’ı örnek verelim.
Ahmet Durmuş / Venhar
Modern zamanların Müslümanlar açısından en çok tartışılan mevzularından birisi de hiç kuşkusuz aile, çocuk ve gençlik üzerine yaşanan sorunlardır. Söz konusu sorunları ilk elden yaşayanlar ise elbette ki ateş düştüğü yeri yakar deyimine denk gelen ailelerdir. Fakat bu sorun Müslümanların ortak sorunudur ve çözüm önerileri de ortak olmalı. İslam’ı kendisine dert edinen her mümin bu mevzu ile alakalı kaygılanmalı ve kendisini çözüm noktasında sorumlu tutmalıdır. İçerisinde bulunduğumuz ahlaki fetret dönemi ne yazık ki sınırları aşmış ve tüm toplumu etkisi altına almış durumda. İnsana parmak ısırtan yozlaşma karşısında pes doğrusu demekten kendimizi alamıyoruz. Bu bunalmışlık, kıstırılmışlık ve baskılanma haline bir çıkış yolu aramak olsa olsa Müslümanların işi olur. Diğerleri zaten gidişattan memnun dolayısı ile bir sıkıntı duymamaktadırlar. Bu bağlamda bu yazıda yapmak istediğimiz şey, geleneksel aile ve modern aile yapılarına kısaca bir göz atıp yanlış ve doğrularımıza dikkat çekmek niyetindeyiz, mutlak doğru ise her zaman Allah’a aittir.
Şunu asla unutmayalım ki suçlu isek hep beraber suçluyuz. Müspet veya menfi yöndeki tüm gelişmeler başarı veya başarısızlığımızın bir ürünüdür ve sonucuna da ortağız. Bugün gençliğe ilk adımını atmış olan evlatlarımız farklı fikir akımları ile tanışıp Müslüman ebeveynlere başkaldırıyorsa, büyük oranda çocukken görmek istemediğimiz veya göremediğimiz hataların sonucudur. Yani karşımızda duran evladımız ellerimizle kazandıklarımız dersek çok mu abartmış oluruz, onu da siz söyleyin. Ve artık sonuç üzerinden tartıştığımız için çok ciddi sorunlarla karşı karşıyayız demektir. O halde geleneksel ve modern ailede çocuk ve gençlerin ebeveynlerle bizzat yaşadıkları ilişki biçimlerini gözden geçirelim.
Geleneksel ailede çocuk ve genç
Geleneksel aileden modern aileye evrilme sürecini özellikle Türk toplumu açısından üç asır öncesine kadar götürebiliriz. Fakat biz, konumuza ışık tutması açısından 1950’den bu tarafa yaşanan, küresel projelerin ve asimilasyon politikalarının açtığı yaralara ve sonucuna bakacak olursak zaten hepimiz şu veya bu şekilde modernist bir aile sayılırız. Tüm mümin kuşaklar olarak ortak noktamız ise ilahımızın tek Allah oluşu ve aynı yolun yolcuları oluşumuzdur.
Ellili ve altmışlı yıllarda geleneksel aile aynı zamanda geniş aile tipiydi. İyi veya kötü yönleri ile beraber bu geniş aile tipinin bugün modern ailede kabul göreceğini pek sanmıyoruz. Bu aile yapısı kısmen ataerkil bir aileden oluşmaktaydı. Zaman zaman İslam’ın hoşlanmadığı ve hatta yasakladığı eylemler zuhur etse de genel manada aile dindar, ahlak daha belirgin, kadın utangaç ve iffetli, çocuklar masum ve terbiyeli idi. Çocukların kreş veya anaokuluna gitme gibi bir ihtiyaçları yoktu. Çünkü henüz bu ihtiyaçlar birileri tarafından zihinlere empoze edilmemiş ve dile getirilmemişti. Onların (çocukların) anaokulu ve kreşleri bizzat uygulamalı olarak tarla tapan işleri idi. Onlara isimleri ile hitap edilir ve anne babanın ses tonu, davranış biçimi sayesinde çocuk aynı zamanda hayat okulundan da ilk eğitimini almış olurdu. Çocukların sokakta yaptıkları bir yanlış hareket komşu tarafından rahatlıkla uyarılır ve kulağı çekilirdi. Daha da ötesi çocuklar komşuya güvenilirdi. Çocuğun ebeveyne karşı yaptığı bir yanlış varsa devlet değil, evin en yaşlıları tarafından az da olsa korumaya alınırdı. (Bu uygulama modern zamanlarda da yaşanıyor, yanlış tarafları var ve bu yüzden tartışılması gerekir). Fakat yaklaşık her çocuk klasik Kur’an mekteplerine gönderilirdi. Kur’an okumayı, namaz kılmayı burada öğrenirdi. Ebeveynler ise geçmişte yaşanan olumsuzluklardan dolayı zaten modern okullara karşı gavur mektebi diye hala mesafeli dururdu. Bu mesafeli duruş tam bir bilinç ürünü olmasa da sanki o günden bugünün gençliği görülüyormuş gibi bir izlenim veriyor insana.
Çocuklar bizzat anne babayla beraber tarlaya gider çalışır, evin hayvanlarını otlatır ve kendisinden küçük kardeşlerine bakmakla görevlendirilirdi. Sofraya asla önceden oturamaz ve yemek yemeye başlayamazdı. Sabah ilk kalktığında bizzat evin büyükleri tarafından el ve yüz temizliğini yapıp yapmadığı kontrol edilirdi ve bu temizliği yapmayan çocuk sofraya oturtulmazdı. Çocuklar öğün harici kendi kafasına göre yemek yiyemez yemek vaktini beklerdi. Aksi davranış baba tarafından cezalandırılırdı. Kısaca çocuk büyüklerin yaptığı her işte gücünün yettiği oranda aileye yardım etmekle mükellefti.
Geleneksel aile yapısında çocuklarla olan ilişki ifrat ve tefrit boyutunda değil şartların gerektirdiği şekilde işlemekteydi. O küçük dünyada hiçbir genç babasına ve annesine baş kaldırıp evini terk etme cüretini gösteremezdi. Onun özgürlük alanı baba ocağı ve köyü ile sınırlıydı. Aradığı ne varsa onu evinde ve köyünde bulurdu. Çocuk büyük baba veya anneye asla hakaret etmez/edemez ederse ilk cezayı bizzat babasından alırdı. Dolayısı ile çocuk bir daha o hatayı asla yapmazdı. Yaşanan tüm bu süreç geleneksel toplumda adı konmamış olsa da bir eğitim biçimidir ve hayat okulunun ta kendisidir.
İşte, tarım ve toprakla iç içe olan geleneksel aile, yokluğu ve kıtlığı iliklerine kadar hissetmiş olmasına rağmen gerçekten huzurluydu. Eşler arası yaşanan geçimsizlik elbette vardı ama bunlar oldukça sınırlı sayıda münferit olaylardı. Fakat kadın veya erkek evi terk etmek yerine akil insanları dinler, yaşlıların da katkısıyla bir şekilde ailenin devamından yana karar alınırdı. Ne erkek ne de kadın, henüz insanlığın yıkımına sebep olan özgürlük kavramıyla tanışmamışlardı. O günün şartlarında din bilinçli bir yaşam biçimi olmasa da sosyal hayatta bir yaptırım gücü vardı. Dine kıyısından köşesinden inanan insanlar bile camiye gider, bilinçsizde de olsa diğer Müslümanlarla saf tutar hoca efendinin dediğini dinlerdi. Düğünlerde eğlenceler erkek ve kadın beraber değil ayrı mekânlarda düzenlenir ve eğlenilirdi. Herhangi bir ahlaki zaafa müsaade edilmezdi. Yine kadınlar evlerine su taşırken, sokakta ve tarlaya giderken asla bir erkeğin önünden geçmezlerdi. İstisnasız hiçbir kadının diğer erkek aile fertleri yanında ayak ayağı üstüne atmadığı gibi tüm davranışlarına dikkat ederdi. Yani birilerine göre medeniyet görmemiş bu geleneksel toplum birçok medeni davranış biçimini yaşayarak ortaya koyuyordu. Buraya kadar saydıklarımız, İslam aile yapısına ne kadar uyar bunu tartışabiliriz, ancak modern aile yapısına göre oldukça İslami olduğu da kesin.
Modern ailede çocuk ve genç
Yukarıda demiştik, bizim burada yapmaya çalıştığımız daha çok Müslüman ailelerin nerelerde hata yaptığını anlamak. Bunu anlamak içinde gelenekten modernizme evrilirken özellikle çocuk eğitimi alanında yaptığımız hataları konuşmalıyız. Bunu da yaparken bizim bir psikolog bir Sosyolog veya bir çocuk gelişimi uzmanı olmadığımız malum. (Gerçi Abdurrahman Aslan ağabey: “Uzmanlar toplumun şamanlarıdır” demişti ya). Bizim yapmaya çalıştığımız, bir Müslüman olarak sorunlarımızı dillendirmek ve hep beraber bir çözüm üretmek maksadıyla mütevazı bir katkı niteliğindedir.
Neden özellikle çocuk diyoruz? Çünkü küçük yaşlarda çocuğun kişilik kazandığını ve verilmesi istenen eğitimin bu yaşlarda olması gerektiğini hepimiz biliyoruz. Dolayısı ile ağaç yaşken eğilir atasözü de tezimiz açısından karşılığını bulmuş oluyor. Aksi halde gençlik dönemine adım atan ve kişiliği oluşan bir çocuk artık kırılmaya meyyaldir ve işimiz daha da zordur. Yine çokça dillendirdiğimiz şu hadiste Allah Rasulü: “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yapar.” (Buhari ve Müslim) buyuruyor. Demek ki ailenin yaşam biçimi, inancı, fikrî yapısı ve özellikle eyleme dönüştürdüğü tüm davranış biçimleri çocuk üzerinde bir etki bırakır ve kişilik oluşumuna katkı sağlar. Yani çocuk tıpkı hamur gibi şekil alır.
Yukarıda geleneksel aile yapısında çocuğun günlük hayatından bazı pasajlar sunduk. Şimdi bazılarımızın hoşuna gitmese de modern zamanların çocukları ile bir kıyaslama yapalım. Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde geriye dönüp baktığımızda artık geleneksel topluma dönüş mümkün değil, Kur’an’ın tabiriyle “geçmiş geçmiştir.” Ama Kur’an bizim geçmişe bakıp oradan dersler almamızı ısrarla istiyor. Çocukların modern zırha bürünüp dokunulmazlık kazandığı şu günlerde Müslüman ailelerin gerçekten geleneksel aile yapısından alacağı çok şey var diye düşünüyorum. Çünkü bizim için bir imtihan aracı olan (Enfal: 28) ve çobanlık yapmamız gereken çocuklarımız tabiri caizse artık bize ait olmaktan uzaklaşmıştır.
Geleneksel aile yapısını kıyasıya eleştiren biz Müslümanlar bugün gelinen noktada çaresizlik içerisinde kıvranmaktayız. Elbette ki geleneği tümden aklamak veya suçlamak taraftarı değiliz, ama modernizmin pisliklerine karşı geleneğe daha yakın durduğumuz da bir gerçek. Çünkü yaşadığımız tüm olumsuzluklar modern hayatın bize sunduğu ve bizim de nimet sandığımız ayartmalardan başkası değil. Örneğin bize sık sık telkin edilen birinci ödev, çocuğumuzun geleceği açısından özgüven kazanması. Birazcık içe kapanık ve çekingen çocuklar ebeveynleri hemen korkutur ve derhal bir uzmana başvurulur. Ve bu konuda istenenleri biz hiç tereddüt etmeden bir ödev edasıyla anında yerine getiririz. Peki, özgüven kazanan çocuk sonuçta ne oldu? Sürekli omuz silken, özgüveni yerinde kibirli ve ukala bir gence dönüştü. Daha küçük yaşta ona sunulan özgürlük sayesinde artık yiyeceklerini ve giyeceği elbisenin rengini, modelini kendisi seçer hale geldi. Çünkü biz seçimi ona bıraktık. Yiyeceği gıdalar öldürücü olmasına rağmen kendi özgürlüğünü kullandı ve istediği gıdayı tüketir oldu. Anne baba ise çocuğun bu seçim kabiliyetine tabiri caizse bıyık altından güldü, gururlandı. Artık çocuk verileni yemiyor, alınanı giymiyor, yemeğini de faydalı olanı değil zararlı olan gıdaları tüketir hale geldi. Ama sanmayın bu çocuğun kendi suçu. Onu katleden geleceğini karartan kendi anne ve babasıdır. Anne ve baba bir imtihan aracı olan çocuğuna aşırı duygusallık göstererek adeta tapmaktadır ve onun bir damla gözyaşına tahammül edememektedir. Ve çocuğuna bu özgüveni ve seçme özgürlüğünü kazandıran anne/baba tek kelimeyle suçludur, çünkü dengeyi kuramamış ve duygularının kurbanı olmuştur.
Geleneksel toplumda ebeveyn ne alırsa onu giyen ne verirse onu yiyen çocuk, artık modern kavram ve kelimelerin de desteğiyle artık değişmiştir, özgürleşmiştir ve benmerkezci bir kişilik sahibi olmuştur. Tabi iş yalnız bununla kalmıyor, anne/baba evlatlarına sürekli çocuk gözü ile baktığı için onlara zaman zaman kız ise “prenses” oğlan ise “kral” veya “paşa” olarak hitap ediyor. Oysa Müslümanlar çocuklarına Kur’an’dan isim ararlar ve çocuklarına bu isimleri verirler ki verdikleri isimin çocuk üzerinde bir etkisi olsun. Teori ve eylemde bütünlük arz etmeyen bu tür davranışlar gerçekten bizim çelişkilerimizdir. Hâsılı gelinen noktada çocukların sosyal medyayı da büyüklerden daha aktif kullandığını düşünürsek artık o, tarlada anne ve babası ile rızık temini için koşturan, ter atan çocuk olmaktan çıkıp sanal alemin nesnel bir üyesi konumundadır.
Kendi ellerimizle kazandığımız bu gençlerimizden şikayet edeceğimize, keşke yeni gelecek genç kuşaklar konusunda aynı hatayı yapmasak bu da yeter diye düşünüyorum. Çocuklara karşı olan aşırı duygusallığımız ve basiretsiz uygulamalarımız bizi hakikatten koparmış durumda. Adeta onların bir dediğini iki etmiyoruz. Ha, genç babaların ve annelerin hakkını teslim etmek gerekir. Çocuk gelişimi ve psikolojisi üzerine az kitap okumadılar. Diğer taraftan ne dede konumunda olanlar ne de büyük anneler doğru yönde bir torun yetiştirme diye bir dertleri yok. Yaptıkları tek şey çocuğu yanlış yönlendirme ve duygusal bir bağdan ibaret. Bunu Müslüman aile reisleri görüp doğru yönde tedbirler alması gerekir. Fakat bunu görecek baba ve anneler var mı bilmiyorum.
Sonuç olarak çocuklar bizim malımız değil, ama bizim eserimiz ve onlar bize Allah’ın emanetidir. Biz gerekeni hakkıyla yerine getirelim ondan sonra Hz. Nuh’u, (as) Hz. İbrahim’i, (as) Hz. Yusuf’u (as) ve Hz. Lokman’ı örnek verelim. İçimizde bu iş bu kadar kolay mı diyenler elbette var. Modern bir çağda bu iş hiç de kolay değil, kolay dersek meseleyi anlamamış ve basite almış oluruz. Fakat zorluğun enkazı altında kalıp sızlanmak bir işe yaramaz. Yaşadığımız toplum modern bir toplum olduğuna göre işimiz kat be kat zor, bunu itiraf etmek gerekir. Ancak gayretlerimize Rabbimiz şahit olmalı samimiyetimizi ortaya koymalıyız ki, Allah da işimizde bize kolaylık sağlasın. Tabiri caizse kendi küllerimizden yeniden doğmalıyız en azından harekete geçmeliyiz. Kimse kendi yaptığı yanlışlarla övünmemeli tam tersi bu işe gönülden kafa yoran, İslami aile yapısı konusuna kafa yoran üstatlardan yardım almalıyız. Ne filozoflar ne de demokrat kafa yapıları bizim derdimize derman olmaz/olamaz. Çünkü hayata ve ölüme farklı bakıyoruz.
Hz. İbrahim nasıl bir tevhidi bilinç verdi ki oğlu İsmail’e? … “Yavrucuğum” dedi, “Rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm; düşün bakalım sen bu işe ne diyeceksin?” Dedi ki: “Babacığım! Sana buyrulanı yap; inşallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın.” (Saffat:102). Burada İsmail’in aldığı tevhidi bilinçten ziyade İbrahim‘in (as) oğluna verdiği güven çok önemlidir diye düşünüyorum. Babasının yanlış bir karar vermeyeceğine bütün benliğiyle inanan İsmail (as) hiç tereddüt etmeden “emrolunduğun şeyi yap babacığım” diyebiliyor.
Son olarak Kur’an kıssalarını ve aileyi ciddi ciddi gözden geçirip İbrahim (as) ve Lokman’ın (as) öğütlerini de kendimize ilke edinerek yeni kararlar alırsak henüz ergenlik çağına ulaşmamış küçük çocukları bari kurtarabiliriz ve geriye içimizden iyiliği emreden kötülüğü men eden bir ümmet çıkarabiliriz. (Al-i İmran: 104). Ama bir şartla ki, bunu gerçekten istiyor muyuz? Eğer istiyorsak şunu asla unutmayalım ve şartları yerine getirelim. “O daha çocuk” sözünü asla tekrarlamayalım, çünkü çocuklar her şeyi bizim kadar anlıyor ve kavrıyor. Çocuk biyolojik olarak çocuktur bu inkar edilemez, fakat kişiliği de bu dönemde oluşuyor bu da inkar edilemez. En başta unutmayalım ki bu iş uzun bir yolculuğa benzer oldukça yorucudur ve sonuç başarısız da olabilir. Ama biz başaracağımıza inanarak yola çıkmalıyız ve eşler olarak sırt sırta vermeliyiz. Sadece anne veya babanın tek taraflı çabası kesinlikle eksik olur. Yani anne ve babanın beraber bu işi göğüslemesi gerekir ve hatta buna iman etmeleri gerekir.
Şunu da asla unutmayalım ki, çocuğuna aşırı derecede şefkat gösteren bir anne/baba ne kadar merhametli ise inanın çocuğunu bir disiplin üzere yetiştiren katı görünümlü bir anne/baba da o kadar merhametli ve şefkatlidir. Aradaki fark sadece metodiktir. Ama bu hata biz ebeveynlere çok pahalıya mal oluyor burayı unutmayalım. Hâsılı dengeyi mutlaka kurmamız gerekir çünkü hayat dengeden ibarettir. Bu dengeyi kurabilmek dileğiyle…