11-06-2014 06:56

Hayat ve İbadet

Bu neden­le Allah, vahyi ile birçok kez sadece ve her zaman kendisine ibadet edilmesini, ibadetin hiçbir şekilde başka şeylere veya kişilere yönelmemesini emretmiştir. An­cak bunu bildirip emrederken, insanların ibadetine muhtaç olmadığının, insanın ibadetinin sadece kendisi için olduğunu, kendisi için yapması gerektiğini de en küçük bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıklamıştır

Hayat ve İbadet

İnsanın yaratılış gayesi bir ayette 'Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsin­ler diye yarattım [1] şeklinde bildirilmiştir. Bu, diğer bazı ayetlerde, farklı ifadelerle birçok kez tekrarlanmış ve böylelikle insan için hayatın nedeni, doğum ve ölümün amacı açıklanmıştır.[2] Tüm bu ayetlerde yer alan ve konunun eksenini teşkil eden temel konu 'ibadet’ tir. Kısaca 'itaat etmek', 'tapınmak', 'boyun eğmek', 'kulluk etmek' gibi anlamlara gelen ibadet, Kur'ân'm başka kavramlarla da karşıladığı bir anlam alanım ifade etmektedir. Kur'ân bazen 'ibadet' yerine, onun­la eş anlamlı olmak üzere 'hudû', 'tezellü, 'istikâne', 'kurbet'i de kullanırken; iba­detle aynı anlam dairesinde yer almakla birlikte, ibadete göre kısmen farklı anlam­lan ifade eden 'dua', 'itaat', 'ittibâ', 'islâm', 'kunût', 'teşbih', 'zikir', 'nüsük', 'inâbe' yi de kullanmıştır. Tüm bunlar, ibadetin anlam dairesini tespit etmek, ibadetin son derece kapsamlı anlamını belirleyebilmek açısından dikkate alınması gereken önemli kavramlardır. Bu aşamada, ibadet ile aynı kökten türemiş 'ubudiyet' ve 'ubûdet' de ayrıcalıklı bir öneme sahiptirler, ibadet ile aynı kökten türeyen bu iki kavram, insanın bütün hayatını tamamıyla bir sorumluluk bilinci içerisinde sür­dürmesini, bu sorumluluğun gereklerine harfiyen uymasını ifade etmektedirler.

Kur'ân'ın kullanımıyla ibadet, son derece kapsamlı ve derinlikli anlamlara sa­hiptir. Bu özelliğiyle de Kur'ân'ın anahtar kavramlardan birisini teşkil etmektedir. Kur'ân, ibadet terimini hiçbir zaman, sadece belirli zamana ve mekana ait bazı törensel davranışların namaz, oruç, hac vb. ismi olarak kullanmamıştır. Diğer tüm dinlerin ibadet anlayışı böyle belirli davranışların ismi olmasına karşılık; Kur'ân ibadeti daha kapsamlı ve derinlikli bir anlamda kullanmıştır. Kur'ân'ın kullanı­mıyla ibadet, belirli zamana ve mekana ait törensel davranışların yanı sıra; Al­lah'ın varlık olarak birliğinin ve ilâhlığıyla, rabblığıyla, melikliğiyle, hüdalığıyla, eşsizliğini, ortaksızlığnı tasdik etmeyi; O'nun iradesine tam bir teslimiyeti O'nun istediği gibi yaşamayı; bireysel yaşantının her türlü gereklerinden, toplumsal ya­şantının bütün alanlarına kadar öncelikli ve en temel ölçü olarak O'nun ilkeleri­ne uymayı ifade etmektedir. Bu anlamıyla da bireysel ve toplumsal tüm hayat alanları ve gerekleri ibadet dahilinde anlam kazanmaktadır. Örneğin bir mümin, Allah'a karşı sahip olduğu sorumluluk bilincinin etkisiyle bir mahzunun göz yaş­larını silerken, kederli bir insanın kederine ortak olurken, felakete uğramış bir in­sanın yardımına koşarken, bir mazluma yardım ederken, çoluk-çocuk sahibi bir düşkünün elinden tutarken, hem maddî ve hem de manevî anlamıyla yolunu kay­betmiş birisine yol gösterirken, bir cahile ilim öğretirken, verdiği sözü yerine ge­tirirken, yolda kalmış birisini misafir ederken, canlıların hayatlarını tehdit eden kötülüklere veya zararlı şeylere engel olurken, insanlara zarar veya zorluk veren bir şeyi kaldırırken, insanlara doğru söz söylerken, insanlara güler yüzlü davra­nırken, her türlü kötülükten uzak dururken, fuhuştan kaçınırken ve cinsel ihti­yaçlarını sadece eşiyle karşılarken, işçisinin hakkı olan ücreti zamanında öderken, sorumluluğunda olan kişilerin ve kendisinin ihtiyacını karşılamak için çalışırken, anne ve babasına yardımcı olurken, zalim ve zorbalara boyun eğmeyip direnirken, zalime zorbaya karşı hakkı ifade ederken, iyi ve doğru şeyler düşünürken, Al­lah'ın yasakladığı içki, kumar ve faldan uzak dururken, hatta yemek yerken, hay­vanları beslerken tüm bu tutum ve davranışları yaparken ibadet etmiş olur.[3] Bu ki, Kur'ân açısından önemli olan bireylerin bazı davranışları değil; bir bütün olarak seçtiği ve sürdürdüğü hayat tarzının kendisidir.[4]

 

Kur'ân'ın açıkladığı anlamıyla kabul edilen ve failini esenliğe ulaştıracak olan ibadet sadece Allah'a olan ibadettir, ibadet, Allah'a karşı sahip olunan sorumluluk duygusu ve bu duygunun gerektirdiği hâl ve hareketlerdir. Ancak başka ibadetler de vardır. Kur'ân, Allah'a rağmen başka şeylere veya kişilere karşı sahip olunan sorumlulukları ve bu sorumlulukların gereklerini de ibadet olarak nitelemiştir. Bu açıdan, Kur'ân'a göre bir kişi her neye inanırsa inansın ve nasıl yaşarsa yaşasın tüm hayatı boyunca ibadet etmektedir. Çünkü, herkesin hayat tarzını şekillendi­ren bir sorumluluğu vardır. Herkesin sahip olduğu bir dünya görüşü, hayat anla­yışı, yaşantı tarzı vardır. Ve bütün bunlar ya Allah'a göre şekillenir ve Allah'ın bil­dirdikleri ile oluşur ya da başka şeylere ve kişilere göre. Böyle olunca Kur'ân için temel konu, insanın ibadet edip-etmemesi değil, kime ibadet ettiğidir. Kur'ân tüm ibadetleri iki ayrı eksende değerlendirmiştir. Tüm ibadetlerin şu iki hedeften biri­sine yöneldiğini açıklamıştır: Allah'a veya Tagut'a. Tağut, Kur'ân'ın bilhassa dik­kat çektiği, üzerinde özellikle ve ısrarla durduğu bir kavramdır. 'Andolsun ki biz, 'Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının' diye (emredip hatırlatmaları için) her üm­mete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmım doğru yola iletti. Onlar­dan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin so­nu nasıl olmuştur! [5] ayeti veya benzerleri, Allah-Tağut karşıtlığını ifa­de etmektedirler. Kur'ân, Allah'a iman edip O'na göre hayatlarını tanzim edenle­rin tağuta uzak ve muhalif olduklarını, tağuta iman edip ona göre hayatını tanzim edenlerin ise Allah'a uzak ve muhalif olduklarını açıklamıştır. Tüm bu kullanım­larda ise tağut, insanlar tarafından ilâh edinilmiş bütün batıl tanrıları, putları, in­sanları 'yoldan' saptıran insan ve cin şeytanlarını, insanı Allah'ın bildirdiği ilke ve şartlardan azdıran, saptıran heva ve hevesi, insanların Allah'a karşı sorumlulukla­rını iptal ettiren veya bozan her türlü anlayışı, düşünceyi, görüşü ifade etmekte­dir. O bu anlamıyla bazen Nemrud, Firavun, Ebû Cehil, Velid b. Muğire gibi in­sanlardan birisidir; bazen Lât, Uzza, Menat gibi ağaç veya taştan imal edilmiş hey­kel putlardır; bazen fitne ve fücuru fısıldayıp duran istek ve arzulardır; bazen in­sanı Allah'ın affediciliğiyle saptıran insan ve cin şeytanlarıdır; bazen 'bütün hayat bu yaşadığımızdan ibarettir' diyen ve insanın sorumluluğunu yok sayan dinler, ideolojiler ve düşüncelerdir; bazen sürekli sayılıp durulan, çokluğuyla övünülen paradır, altındır, gümüştü [6] bazen sahip olunan adamlardır, evlatlardır, yardım bazen evdir, arabadır, giysidir; bazen kadındır; bazen erkektir... Olmama failini cehenneme sürükleyecek olan ibadetler ise tüm bunlara göre şa­hin olunan sorumluluklar ve gerekleridir. İstenen, emredilen ibadet ise, failini esenliğe ulaştıracak olan Allah'a ibadettir, Allah'a karşı sahip olunan sorumluluk­tur sevgidir, saygıdır, korkudur ve  tüm bunların etkisiyle gerçekleşen, Kur'ân'ın emrettiği ve Resûlüllah'ın uyguladığı biçime uygun olan hareketlerdir. Kur'ân, risâletin her aşamasında, insanın sorumluluğunun en üst düzeyde Al­lah'a karşı olması gerektiğini ve bunun altında yer alan diğer tüm sorumlulukla­rın hiçbir zaman Allah'a karşı sahip olunan sorumlulukla çatışmaması gerektiğini bildirmiştir. Elbette ki her insanın hayatı boyunca sahip olacağı yığınla sorumlu­luk alanları ve bu sorumluluklarının yığınla kaynakları, hedefleri vardır. Ancak önemli olan, hiçbir sorumluluğun Allah'a rağmen olmaması, Allah'a yönelik so­rumlulukla çatışmaması, Allah'ın bildirdiği ilke ve şartlara ters düşmemesidir. Böyle olunca her sorumluluk olması gereken bir ibadet niteliği kazanır. Bu neden­le Allah, vahyi ile birçok kez sadece ve her zaman kendisine ibadet edilmesini, ibadetin hiçbir şekilde başka şeylere veya kişilere yönelmemesini emretmiştir. An­cak bunu bildirip emrederken, insanların ibadetine muhtaç olmadığının, insanın ibadetinin sadece kendisi için olduğunu, kendisi için yapması gerektiğini de en küçük bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıklamıştır. Şu ayetler bunun ör­neklerinden bazılarıdır: "Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da is­temiyorum.[7] 'Kestiğiniz kurbanların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin Allah'a karşı sorumluluk bilinciniz/samimiyetiniz (tak­va) ulaşır.[8]

Allah kullarının ibadetlerine muhtaç değildir; ama kullarından sadece kendisi­ne ibadet etmelerini istemektedir. Çünkü O, kullarının iyiliğini istemektedir. Zi­ra O, Rahman ve Rahimdir. Allah'tan başkasına ibadet edenler dünya ve ahiretlerini cehennem kılarlar, sıkıntı ve zorluklan hayatlarının değişmeyen unsuru hali­ne getirirler, sahte mutluluklarla avunur ve ebedi azaba yuvarlanırlar.[9] Allah ise insanın hem dünyada ve hem de ahirette esenliğe sahip olmasını, ebedî cennetin mensubu olmalarını istemektedir. Bu ise her şeyi ile doğru bir inanca ve hayat tar­zına sahip olmakla mümkündür. Tüm bu nedenlerle, yüce Allah'ın insana sundu­ğu bir hidayet rehberi olan Kur'an, insanın sadece Allah'a ibadet etmesi gerektiği­ni, tüm hayatını O'nun istek ve emirlerine göre şekillendirmesi gerektiğini açıkla­mış, hatırlatmış ve emretmiştir, insan, eğer dünya hayatını ve buna bağlı olarak ahiret hayatını esenlik kılmak istiyorsa bunu yapması zorunludur. İbadet Al­lah'adır ama faydası insanadır. Çünkü, Allah ibadetin ilke ve şartlarını sırf yaratı­ğı olan insanın sorumluluk bilincini ölçmek için bildirmemiş; İnsana en güzel, en mutlu, en doğru bir dünya hayatı sağlamak için de bildirmiştir.

Dipnotlar

 

[1] Zariyat, 51:56

[2] Sizi boşuna ve amaçsız yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? Öy­leyse artık bilin ki, Allah yücelerin yücesidir. Hakimiyet kayıtsız şartsız O'na aittir. O'ndan başka gerçek ilâh yoktur, çok cömert ve çok yüce hükümranlık makamının sahibi de O'dur.' (Mu'minun, 23:115,116)

'İnsanlar sadece 'inandık' demeleriyle bırakılacaklarım ve imtihana çekilmeyecekleri­ni mi sandılar?' (Ankebut, 29:2)

[3] İnsan, ahiretteki hesap günü, hayatım nerede tükettiğinden, servetini nasıl kazanıp ne­rede harcadığından, ne gibi işler yaptığından, bedenini nasıl yıprattığından ve bildikleri­ni yaşayıp yaşamadığından sorguya çekilmedikçe Allah'ın huzurundan ayrılamaz' (Tirmi-zî, Kıyame, 1).

'İçinde güneş doğan her gün, insanların her bir mafsalı için kendilerine bir sadaka gere­kir. Meselâ; İki kişinin arasında adaletle hükmetmen bir sadakadır. Hayvanına binmek is­teyen bir kimseye yardım ederek, hayvana bindirmek veya eşyasını hayvana yüklemek bir sadakadır. Güzel söz bir sadakadır. Namaza giderken atılan her adım sadakadır. Gelip ge­çene sıkıntı veren şeyleri yoldan kaldırmak bir sadakadır' (Buhârî, Sulh, 11; Cihâd, 72,128; Müslim, Zekât, 56; Müsâfirîn, 84; Ebû Dâvud, Tatavvu', 12; Edeb,160; Ahmcd, Müsned II, 316, 350, IV, 423, V, 178). Diğer yandan başka hadislerde, insanlara iyiliği em­retmenin (Tırmizî, Birr, 36; Müslim, Müsâfirîn, 84; Ebû Davud, Tatavvu, 12), Allah'a hamdetmenin ve O'nu teşbih etmenin bir sadaka olduğu bildirilmiştir (Müslim, Mûsafi-rin 84). Bir kimseye yol veya adres tarif etmek sadaka sayıidıgı gibi (Buhârî, Cihâd, 72; Ahmed, Mûined V,154), gönül alıcı yumuşak söz söylemek (Buhârî, Cihad, 72, Edeb, 34; Müslim, Zekât, 56), bir ağaç dikenin bu ağacından insan veya hayvanların yemesi ya da yararlanması da sadaka olrr-ak ifade edilmiştir (Ahmed, Müsned, VI, 362). 'Kim iyi bir çığır açarsa, bununla amel edenlerin ecri kadar ecri bu çığırı açan alır. Kötü bir çığır açan da, bununla amel edenlerin günahı kadar günahı yüklenir' (Müslim, îlim, 15; Zekât, 6Ç; Nesâî, Zekât, 64; İbn Mâce, Mukaddime, 14; Dârimî, Mukaddime, 44; Ahmed, Müsned, IV, 357, 359-361, 362).

'Resûlüllah üç defa tekrarlayarak 'Size günahların en büyüğünü söyleyeyim' dedi. 'Söyle' de­diler. Dedi ki: 'Allah'a şirk koşmak ve ana-babaya asi olmak1 (Buhârî, Edeb, 6). 'Sürünsün o kimse! Sürünsün o kimse ki, anne ve babasının yaşadığı zamanda yaşar da onları memnun etmemek yüzünden cennete giremez' (Müslim, Birr, 8). 'Allah'a yemin ederim ki, birinizin ipini eline alıp ormana giderek odun toplaması, sonra onu sırtında taşıyarak getirmesi ve böylelikle geçimini sağlaması, birine giderek dilenme­sinden daha hayırlıdır' (Buharı, Zekat, 50).

'İnsanın, bakmakla sorumlu olduğu aile fertlerini sefil bırakması, kendisine günah olarak yeter de artar' {Ebû Davud, Zekat, 45).

'Bir kimse, sevabını Allah'tan bekleyerek ailesi için harcama yaparsa, bu harcama onun için bir sadaka olur' (Buharı, iman 41, Meğazi 12, Nafakât 1; Müslim, Zekât 48). 'İşçinin ücretini, teri kurumadan (aksatmadan) ödeyiniz' (îbn Mace, Ruhun 4).

'Bir müslüman, bir ağaç diker yahut ekin eker de ondan başka insan yahut kuş yahut da başka herhangi bîr hayvan yerse, muhakkak surette bu, o insan için bir sadakadır' (Buha­rı, îtk, 2). 'Yemek yiyip şükreden, oruç tutup sabreden kimse gibidir' (Buharı, Et'ıme, 56).

'Resûlüllah 'Her Mûslümanm üzerine, sadaka vermek bir sorululuktuf deyince yanındakiler sordular 'Herhangi bir imkânı yoksa, ne olacak?7 Resûlüllah dedi ki: 'Kendi gücüyle kazan­sın; böylece hem kendisine faydalı olur hem de hayır yapmış olur'. 'Ya kazanç yolu bulamaz­sa?' dediier. Dedi ki: 'Zor durumda olana, mazluma destek olsun'. 'Ya buna da imkânı yoksa' dediler, dedi ki: 'O zaman gücünün yettiği başka iyilikler yapsın. Kötülüklerden uzak dursun. İşte tüm bunlar Müslüman için sorumluluktur; sadakadır' (Buhârî, Zekat, 30, Edeb, 33).

[4] Artık dine girmekte baskı ve zorlama yoktur. İslâm yeryüzünde duyulup bilinmek sure­tiyle doğruluk, sapıklıktan ayrılıp belli olmuştur. O halde taguta uymayı reddedenler ve Allah'a inananlar, hiçbir zaman kopmayacak en sağlam kulp olan İslâm'a tutunmuşlardır. Zira Allah her şeyi işitendir, herşeyi bilendir. Aliah, inananların dostudur, onları karan­lıklardan aydınlığa çıkarır, inkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları ay­dınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı ka­lırlar.' (Bakara, 2:256,257)

iman edenler, Allah yolunda savaşırlar, Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenler ise, ta-gut uğrunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın, şeytanın hile ve tuzak­ları kesinlikle zayıftır' (Nisa, 4:76)

[5] Nahl, 16:36

[6] Altına ve gümüşe kul olan sürünsün' (Buharı, Cihad, 70).

'Üç zümre vardır ki, kıyamet gününde onlarla hesaplaşacağım! Beni şahit tutarak söz verdikten sonra sözünde durmayanlar, insanları köle edinip onları satarak bedelini yiyenler ve İşçi çalıştırıp ondan yararlandığı halde ücretini ödemeyenler' (Buharı, Icare, 10).

'Bir müslüman anlaşma sırasında kabul ettiği şartlara uymak zorundadır1 (Buharı, Icare, 14).

[7] Zariyat, 51:57

[8] Hac, 22:37

[9] Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenler, cehenneme getirildikleri gün onlara: 'Bü­tün -güzel şeylerdeki payınızı dünya hayatında tükettiniz, öteki dünyayı hiç düşünmeden onlarla sefa sürdünüz' denilecektir. 'Yeryüzünde haklı bir gerekçeye dayanmaksızın bü­yüklük taslamanızdan ve Allah'ın dosdoğru yolundan çıkmanızdan dolayı, bu gün alçal-tıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız-' (Ahkaf, 46:20)

'Bilin ki ey insanlar! Bu dünya hayatı ve yaşantısı, sadece bir oyundan, geçici bir eğ­lence ve bir süs ve aranızda bir övünme ve böbürlenme aracıdır, mal ve evlat yarışın­dan ibarettir. Bu dünyanın durumu, hayat'getiren yağmurun hikayesine benzer: Yağ­murun yeşerttiği bitki, toprağı ekenlere sevinç verir, ama sonra kurur ve sen onun sarardığını görürsün. Sonra çör-çöp olmuş, dağılıp gitmiştir. Ve ahirette ise, Al­lah'tan gelen gerçekleri örtbas edenler için, çetin bir azap, kaat edenler için ise, ba­ğışlanma ve hoşnutluk vardır ve dünya hayatı, aldatıcı bir geçimlikten ve yararlan­madan ibarettir.' (Hadid, 57:20)

Celaleddin VATANDAŞ / Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Hayatı ve İslam Daveti - Medine Dönemi

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !