Namazı `başı dik` kılmak
İzzet ve onur ancak Müslümanca yaşama mücadelesinde kimliklerinden, ibadetlerinden ve değerlerinden utanmayan Müslümanlarındır. Kimliğini açıkça savunmak yerine gizlenenler, amellerini saklayıp ibadetlerini gözlerden uzaklaştıranlar, varlık sebeplerini inkarın derin açmazları içinde yaşadıkları savrulmalardan geriye anlamlı ve değerli ne kalacağını iyi hesap etmelidir. Ve asıl değerin, Müslüman kalmakta, Müslümanca yaşamakta ve bu güvenle dinini, ibadetini ve taleplerini yüksek sesle savunmakta olduğunu görmelidir.
Sizi namaz kılmaktan utanır hale getirmek istiyorlar; hâlâ susacak mısınız?
Beytullah Emrah Önce
Kendisine teslim olunan İslam, insana izzet ve onur kazandırır. Müslüman Allah’a imanı vesilesiyle adanmışlık kadar özgüven de taşıyan insandır. Ten rengini, gelir ve statü farklılıklarını ya da insanları birbirinden ayrıştıran tüm diğer öğeleri bir potada eriten ve Müslüman sıfatında birleştiren İslam; insana, kendisini neyin değerli ve neyin de aşağılık kılacağını öğretir. İslam’a teslimiyetin tam gerçekleşmediği zaman ve mekanlarda ise insanlar üstünlüğü başka yerlerde ararlar; buldukları, onlara belki toplum içinde bir mevki ya da statü kazandırır ama elde edilenlerin sadece dünyada kalacağı ve ahiret yurduna insanların kartvizitlerini değil amellerini götüreceği unutulur; çünkü unutulmak istenir.
Bugün, yaşadığımız coğrafyanın Müslümanlarına karşı izlenilen politika, tüm dünyada olduğu gibi, onları yalnızlaştıracak, tekilleştirecek ve nihayetinde güvenlerini eritecek bir politikadır. Müslüman olmanın ve Müslümanca yaşamanın izzet ve onurunun insanlara yetmeyeceğinin ve dahası Müslümanlığın utanılacak bir kimlik olduğunun gösterilmek istendiği bu tür politikalar, hayatın her alanını kuşatmaktadır. Müslümanların Müslüman olmaktan utanmalarını sağlamak amaçlanmaktadır. Laik bir toplum düzeninin hakimiyetinin, Müslümanların kimlik ve ibadetlerinin her mekandan uzaklaştırıldığında gerçekleşebileceği düşüncesinden hareketle, Müslümanların özgürce yaşamaları engellemekte, sistem içinde değer ve takdir görebilmelerinin çıkar yolu olarak ise asıllarını inkar etmeleri gösterilmektedir.
Değindiğimiz hususların sosyal hayattaki yansımalarına bir göz atalım: İlk husus başörtüsü olacaktır. Modern dünyada makbul kadın tipi, tanımını laiklikte bulduğu için, başörtülü olmak sizi ‘kabul edilemez’ kılan ve ‘değersizleştiren’ bir şeymiş gibi sunulur. Örneğin sistem, “başörtülü” bir memur, öğretmen, mimar, mühendis ya da doktor varlığını temel ideolojisinin temel tezlerini çürüteceğini bildiği için katı bir yasakçılığa başvurur. Şayet siz ‘başörtülü’ iseniz ne kadar başarılı da olsanız üniversiteden dışlanırsınız. Bu durumda ya talebinizden vazgeçeceksiniz ya da kimliğinizden...
Soruna fıkhi çözüm getirdiğini düşünenler, bu temel ikilime çözüm sunamamış, sadece kanayan yaraya tuz basacak formüller üretirken, başörtüsünü çıkararak okumayı tercih eden öğrencilerin yaşadıklarına ise kayıtsız kalmışlardır. Başörtüsünün Müslüman bir kadını değersizleştiren bir unsurmuş gibi gösterilebilmesinde, Müslümanların kendi değerler sistemini İslam ile örememelerinin de büyük payı vardır. Realite, hayatın ve zamanın şartları bahaneleriyle, Müslüman kadınların çabaları, ellerinde diplomalar ya da isimlerinin önünde unvanlar olmadığında değerli kabul edilmemiştir. Modern dünyada başörtülü bir Mümine olmak insanı tek başına değerli kılabilecek bir öğe gibi görülmemektedir, daha bir çok vasfınız da olmalı. *
Bu durum sadece kadınlara has bir sorun gibi değerlendirilemez. Müslüman kadınların tesettürüne yönelik laik operasyonlar, Müslüman erkekleri de hedef almıştır. Başarının ve değerin kendisini unvan, makam ve servet sahipliğinde gösterdiği fikrini tek gerçekmiş gibi sunan laik düşünceyi sorgulamayan bir çok Müslüman, kapıldığı değersizlik ve anlamsızlık hissiyle, dünyevi başarıları tek kriter kabul etme hastalığına yakalanmıştır. Sakallarından vazgeçerken, “sakalın aslında sünnet olmadığı” argümanını kullanmış ama farzlara ne kadar riayet ettiğini sorgulama ihtiyacı hissetmemiştir. Yükselme adına gümüş yüzükler parmaklardan kolaylıkla çıkarılırken, parlak takım elbiseler içine kravatlarla bir çırpıda kolaylıkla girilirken, laik projenin tek tipleştirme operasyonun neresinde konumlanıldığı konuşulmamıştır. **
Namazı hayattan kovmak
Bu operasyonlar sadece dış görünüme ilişkin değildir. Özellikle namaz ibadeti, hayatın içinden uzaklaştırılmış; açık olan camilerin sayısı bahanesi ardında namaz kılmaya kapalı olan kapıların sayısının görülmesi engellenmiştir. Namazı camiye hapseden bu söylem, Müslümanlar için her yerin mescit olduğunu gerçeğini kendi laik düzenine bir tehdit olarak algıladığından; namazı mümkün mertebe görünmez kılmak istemiştir.
Namaza yönelik bu harekat, üzerinde ciddi şekilde düşünülmesi gereken bir girişimdir. Düşünün ki, namaz kılmak istiyorsunuz, örneğin, ilk defa gittiğiniz bir devlet kurumundasınız ama nerede namaz kılabileceğinizi sormaktan çekiniyorsunuz. Size samimi gelen çehreler arıyorsunuz. Çünkü devlet dairelerinde kural gereği namaz kılınmaz. Pratikte ise ancak kenar köşelerde, gözden uzak yerlerde küçük bir seccade hazır bulunabilir, tek meseleniz oraya ulaşabilmektir. Ama bu esnada bu gizlenme ihtiyacının altındaki korkularla yüzleşmiyorsunuz. Niye herhangi birine nerede namaz kılabileceğinizi soramadığınızı düşünmüyorsunuz.
Kaç hastane biliyorum, insanlara namaz kılmak için ayrılan yer zemin katlarda ve morglarla yan yanadır. Bunu cami önlerine mezar koyarak, insanlara her vakit ölümü hatırlatmaya çalışan bir zihniyetin modern zamandaki yansıması görmeyiniz. Asıl etken, namaz kılanlara, içinde bulundukları düzenin biçtiği yeri belletmektir. Yine kaç okulda Müslüman öğretmen ve öğrenciler kalorifer dairesinde namaz kılmaktadır; kaç özel dershanenin arşiv deposu namazgahtır; kaç üniversitenin ya da kışlanın en karanlık ve soğuk odasında insanlar tedirginlikle ibadet etmektedir; düşünün...
Müslümanlar laik düzen tarafından adeta aşağılanmaktadır. Özgürce örtünmenin ya da namaz kılmanın engellenmesi, asıl aşağılığın kendi değerler sistemi olduğu gerçeğinin gün yüzüne çıkmasını engellemek içindir. Düzenin kendi inançlarına teslimiyeti olmadığından kaynaklanan özgüvensizliği ve tabanı bulunmayışının getirdiği korkular, İslam’ın kamusal alandan kovulmasıyla giderilmek istenmektedir. Tek başına kendisinin değersizliğini bildiği için de Müslümanları aşağı bir seviyede görmekte, uygulamalarıyla bunu göstermekte ve böylece kendisini yüksekte görebilmektedir. Kötü olan Müslümanların da bu durumu hayatlarında içselleştirebilmeleri, normalmiş gibi görebilmeleridir.
Ne yazıktır ki, 28 Şubat sürecinde bir çok Müslüman, kendisine yönelik yapılan bu ağır hareketlerin ve hakaretlerin iç yüzüne vakıf olamamış, olduğu noktada cesaret gösteremeyerek susmayı tercih etmiş ya da karşılaştığı sorunları basite indirgeyerek, başından savmaya kalkışmıştır. Müslümanların, Müslüman olmanın izzet ve onurunu tatmalarının engellendiği bir düzende, kendi küçük dünyalarında mutluluk arayanlar; ilişmedikleri yılanın bir gün daha da büyüyüp; kendilerini saklandıkları yuvalarda sokabilecek kadar güçleneceğini nasıl görmüyor?
Müslümanların inandıkları gibi yaşayabildikleri, özgür ve adil bir geleceği inşa etmek yerine, kendisine yapılan hakaretleri sindirmeyi tercih edenler, çocuklarına aşağılandıkları bir miras bıraktıklarını fark etmiyorlar mı? Kendisini değersizleştirme operasyonlarına karşı sessiz kalırken, kendi kimliklerini ve ibadetlerini sosyal hayatta görünmez ve etkisiz kılanlar, daha çok unvan, daha çok güç ve servet edinirken, dünyalıkların kendi değerlerini yükselttiğini mi zannediyor? Ne yazık onlara ki, nasıl bir dünyevileşme çukuruna düştüklerini görmüyorlar...
İzzet ve onur ancak Müslümanca yaşama mücadelesinde kimliklerinden, ibadetlerinden ve değerlerinden utanmayan Müslümanlarındır. Kimliğini açıkça savunmak yerine gizlenenler, amellerini saklayıp ibadetlerini gözlerden uzaklaştıranlar, varlık sebeplerini inkarın derin açmazları içinde yaşadıkları savrulmalardan geriye anlamlı ve değerli ne kalacağını iyi hesap etmelidir. Ve asıl değerin, Müslüman kalmakta, Müslümanca yaşamakta ve bu güvenle dinini, ibadetini ve taleplerini yüksek sesle savunmakta olduğunu görmelidir.
Çünkü Allah kamusal alanın da Rabb’idir.
Notlar
* Burada, Müslüman kadınların hayatın içinde yer almalarını ya da hayatını evde sürdürmelerini tartışmadığımız için, sözün bağlamında değerlendirilmesini gereksiz polemiklere girmemek adına hatırlatmak isterim.
** Bu noktada, Müslüman erkeklerin özellikle çalışma hayatında, rızkını sağlama adına verdiği tavizlerin, yeri geldiğinde kendini gizleyerek herhangi bir insandan farkı olmadığını gösterme ihtiyacı hissetmesinin nedenleri teslimiyet bağlamında iyi değerlendirilmelidir.
Kaynak: www.haksoz.net
-
rıdvan 08-03-2009 14:34
Hocam fikirlerinize katılıyorum bu ezikliğin tutsaklıktan farkı yok