11-04-2007 16:21

Hz. Peygamber’i hayata taşımak

Rabbimiz, Hz. Peygamber’i, insanlar kendisi gibi olsunlar, O’nu örnek edinsinler diye göndermiş iken, tarihsel süreçte, “Biz kim oluyoruz ki O’nun gibi olabilelim” hurafesi üretilmiş, böylece kılıçla, okla engellenemeyen Nebevi mesaj, bu yaklaşımla hayattan koparılıp, efsanelere boğdurulmuştur.


Hz. Peygamber’i hayata taşımak

Hz. Peygamber’i hayata taşımak

 

Şükrü Hüseyinoğlu

 

Bir değerin hayatın dışında ve işlevsiz bırakılması, sadece o değere düşmanlık edenlerin yapıp ettiklerinin sonucu olarak orta çıkan bir durum değildir. Bunun yanında dostları da bir değerin hayatın dışında kalıp işlevsiz kılınmasında rol oynayabilmektedir.

Bir değerin dostları eliyle işlevsiz kılınması garip bir durum muhakkak ama insanlık tarihi bu garip durumun örnekleriyle dolu ne yazık ki. Özellikle de insanlık tarihinin etrafında şekillendiği Peygamberler tarihi buna çokça şahidlik etmiştir. Hemen bütün Peygamberler bir taraftan dünyaperest düşmanlarının taarruzlarıyla başa çıkmaya çalışırken, diğer yandan da kendilerine canı gönülden inanmakla birlikte, getirdikleri mesajı doğru kavramayıp yanlış bir kudsiyet anlayışı geliştiren bir kısım taraftarlarının “kutsa ve rafa kaldır” şeklinde özetlenebilecek tutumlarına maruz kalmışlardır.

Özellikle de Peygamberlerin vefatları sonrasında ümmetleri arasında, “kutsa ve rafa kaldır” şeklinde işleyen bu yanlış kudsiyet anlayışının yaygınlaştığını görmekteyiz.

Peygamberleri yeryüzünde “iz” bırakan beşer olmaktan çıkarıp, örnek alınması imkansız melekuti varlıklara dönüştüren söz konusu yanlış kudsiyet anlayışlarının yanı sıra, yine kendilerine canı gönülden inanmakla birlikte onların kadr ü kıymetini gereğince takdir edemeyen, bu hidayet önderlerine sıradan bir beşer muamelesi yapıp Peygamberleri adeta bir “postacı” konumunda algılayan dostları da onların ve getirdikleri mesajların yanlış anlaşılmasına ve işlevsiz kılınmasına yol açmıştır ne yazık ki.

Bu iki tutum birbirine tamamıyla zıt olmakla birlikte, Peygamberlerin ve onlar aracılığıyla insanlığa sunulan Rabbani mesajın hayattan uzaklaştırılıp işlevsiz kılınması noktasında aynı işlevi görmektedirler. Her iki tutum da Peygamberleri ve getirdikleri Rabbani mesajı özne olmaktan çıkarıp, nesne haline getirmekte, hayata müdahil olmaktan uzaklaştırmaktadır sonuçta.

Kadr ü kıymetini takdir edememenin neticesi olarak, Peygamberleri sadece “vahyin postacıları” olarak görmek ve yanlış bir kudsiyet anlayışıyla insanüstü bir konumda tahayyül ederek, Peygamberleri izleri takip edilecek örnek şahsiyetler olarak değil de adeta masal kahramanları olarak algılamak şeklindeki bu iki yanlış tutumdan ilki Yahudilerle, ikincisi ise Hıristiyanlarla özdeşleşmiştir tarihte.

Peygamberleri küçümseme, onlara itaat konusunda ayak direme ve işi yokuşa sürme, onlarla pazarlık yapma, onlara hakarette bulunma ve hatta Hz. Zekeriyya ve Hz. Yahya örneğinde olduğu gibi onları katletme gibi tutumlarıyla Yahudiler, Peygamberlerin kadr ü kıymetini bilmemenin temsilciliğini yaparken, diğer yanda Hıristiyanlar ise Hz. İsa’ya olan sevgilerinde o kadar aşırıya kaçmışlardır ki, O’nu insan olmaktan çıkarıp “Allah’ın oğlu” ilan etmişler, bu tutumlarıyla da Hz. İsa’yı izinden yürünecek örnek bir insan olmaktan çıkarıp “kutsa ve rafa kaldır” tutumuyla menkıbelere mahkum etmişlerdir.

Tarihte Yahudiler ve Hıristiyanlarla özdeşleşen bu iki yanlış tutum da, Hz. Peygamber sonrası dönemde Müslümanlar arasında kendini göstermiştir. Yukarıda da değindiğimiz gibi, alemlere rahmet olarak gönderilen ve Asr-ı Saadet’e öncülük eden Hz. Peygamber’i (s.a.v.), bir tarafta “postacılığa”, diğer tarafta ise “masal kahramanlığına” mahkum eden iki yanlış tutum ortaya çıkmış hala varlığını korumaktadır.

Oysa yüce Rabbimiz, tüm Peygamberleri, örnek olsunlar ve kendilerine tabi olanlarla birlikte hayatı inşa etsinler diye insanlar arasından göndermiştir. Nitekim Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’inde, Peygamberlerin davetine muhatap olan toplumların onların beşer oluşlarına yönelik itirazlarına değinmekte ve Peygamberleri insanlar arasından seçmesi hakkında şöyle buyurmaktadır:    

“De ki: "Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine), yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik." (İsra 17/95)

“Dediler ki: Bu elçiye ne oluyor ki, yemek yemekte ve pazarlarda dolaşmaktadır? Ona, kendisiyle birlikte uyarıcı olacak bir melek indirilmesi gerekmez miydi?” (Furkan 7)

“Biz, senden önce de peygamberleri başka türlü göndermedik, kuşkusuz onlar da yemek yiyorlar ve çarşılarda yürüyorlardı. Bir de kiminizi kiminize bir imtihan aracı yaptık ki, bakalım sabredecek misiniz? Rabbin, her şeyi hakkıyla görendir.” (Furkan 20)

Şayet Peygamberler melekler arasından seçilip insanlara gönderilseydi, hem “Peygamber gibi yaşamak lazım” denildiğinde “Biz kimiz ki Peygamber gibi yaşayalım, biz onun tırnağı bile olamayız” diyerek Peygamber ve mesajını işlevsiz bırakan yanlış kudsiyet anlayış sahipleri, hem de “Peygamber Kitab’ı getirmekle görevini tamamlamıştır” diyerek Peygamber’i devre dışı bırakan, O’nun kadr ü kıymetini takdir edemeyen yanlış anlayış sahipleri haklı olacaklardı. Çünkü melek bir peygamber, gerçekten de bizler için izinden yürünecek bir örnek teşkil edemeyecek, sadece Kitab’ı getirmekle yetinecekti. 

Rabbimiz Ahzab Suresi 21. ayet-i kerimede Hz. Peygamber’i bizler için "usvetun hasene", yani izi takip edilecek “en güzel örnek” olarak takdim etmektedir. Evet, O, bizim için yolu takip edilecek, izinden yürünecek örnek şahsiyet ve tabi olunması gereken biricik önderdir. O, hayatın içinde yaşamış, insanlarla birlikte gülmüş, insanlarla birlikte ağlamış, zulme ve haksızlığa karşı kılıcıyla mücadele etmiş, evlenip yuva kurmuş, eşleriyle mutlu günleri olduğu gibi sıkıntılı günleri de olmuş, gün gelmiş bir avuç hurmayla karnını doyurmuş, acıda, sevinçte hep ümmetiyle birlikte olmuştur.

Hz. Peygamber, ne bugün kendisini öveceğim diye adeta insan üstü bir varlık gibi anlatan, O’nun örnek hayatı yerine uçtulu-katçılı menkıbeleri topluma siyer diye aktaran bazılarının kafasındaki gibi bir “masal kahramanı”dır, ne de tek işlevi Kur’an’ı insanlara bırakıp gitmek olan ve vefatıyla işlevi tamamlanmış bulunan bir “postacı”dır. O, kıyamete kadar sürecek bir Nebevi örneklik ve önderliğin temsilcisidir.

Hz. Peygamber, geçmiş ümmetlerin Peygamberlerini övmek adına nasıl işlevsiz bıraktığını iyi bildiğinden bizleri şu şekilde uyarmıştı:

"Hakkımda, Hıristiyanların Meryemoğlu İsa'ya yaptıkları gibi aşırı övgülerde bulunmayın. Şurası muhakkak ki ben bir kulum. Benim için 'Allah'ın kulu ve elçisi' deyin." (Buhari, Enbiya 44) 

Kuran-ı Kerim’de Hz. Peygamber’in bir beşer oluşu ve kendi akıbeti hakkında bile bilgi sahibi olmadığı şu şekilde haber verilmektedir:

“De ki: Ben elçilerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vahy edilmekte olana uyuyorum ve ben, apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim.” (Ahkaf 46/9)

“De ki: 'Allah'ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için, bir uyarıcı ve bir müjde vericiden başkası değilim.” (Araf 7/188)  

Hz. Aişe’ye, Hz. Peygamber’in ahlakı sorulduğunda bu soruyu şöyle yanıtlamıştı: “Siz Kur'an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’an’dı” (Müslim, Müsafirin, 139)

Evet, Hz. Peygamber, validemiz Hz. Aişe’nin bu ölümsüz tesbitinde belirttiği gibi, Kur’an’ı ahlak edinmiş yürüyen bir Kur’an’dı. O, Kur’an’ı hafıza ve sayfalardan alıp hayata nakşeden, hayatın her anına Kur’an mesajının damgasını vuran ve Kur’an’ı hayatla buluşturan yaşamıyla, “Kur’an yürürse ne olur?” sorusunun cevabıdır. O, hayatıyla bu soruyu çok güzel bir şekilde cevaplandırmıştır. 

Rabbimiz, Hz. Peygamber’e tabi olmayı kendisini sevmenin ön şartı kılmıştır:

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olunuz ki Allah da sizi sevsin.” (Al-i İmran 3/31)

Ayette açıkça ifade edildiği gibi, Hz. Peygamber’e tabi olmak, Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş hali olan O’nun sünnet-i seniyyesini doğru bir şekilde izlemek, alemlerin Rabbi yüce Allah’ı sevmenin olmazsa olmaz şartı ve pratik ifadesidir. Bir kimse, yüce Allah’a olan sevgisini test etmek istiyorsa, Hz. Peygamber’in izinde bir hayat yaşayıp yaşamadığına bakmalıdır.    

Hz. Peygamber, yeryüzüne indirilen son İlahi mesaj hükmündeki Kur’an-ı Kerim’i insanlığa duyurmuş ve bu hidayet rehberini en iyi şekilde hayatına aktararak Müslümanlar için kıyamete kadar sürecek bir örneklik ve önderlik bırakmıştır. O, karşısına çıkarılan türlü engellere ve maruz kaldığı dayanılmaz baskılara karşılık dosdoğru olmaktan ödün vermemiş, yüklendiği ağır yükü sabır ve metanetle taşıyıp, bizlerin yolunu aydınlatmıştır. Böylece O, Rabbimizin “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin” (Kalem 68/4) şeklinde nitelendirdiği örnek bir şahsiyete ve hayata sahip olmuştur. Bize düşen, Hz. Peygamber’in getirdiği mesajı ve hayatını doğru olarak anlamak ve bugüne taşımaktır.

Kur’an’dan açıkça anlıyoruz ki, Peygamberlerin misyonu yalnızca insanlara yüce Allah’ın emirlerini bildirmekle sınırlı değildir. Onların asıl misyonu, yaşantılarıyla insanlara örnek, önder ve model olmalarıdır. Peygamberler hem davetleriyle hem de örnek yaşantılarıyla insanların önünde birer meşale olarak parlamakta, Allah’a kul olmanın nasılını onlara pratik olarak vaz etmektedirler. Nitekim Hz. Peygamber’in “Yürüyen Kur’an” olarak nitelendirilmesi bu gerçeğin güzel bir ifadesidir.

Peygamberler her konuda insanlara örneklik teşkil ederler. Mesela Hz. Peygamber’in hayatı incelendiğinde görülür ki, O, örnek kişi, örnek aile reisi, örnek davetçi, örnek arkadaş, örnek yönetici, örnek imam olmuş, tüm yönleriyle ümmetine örneklik teşkil etmiştir.

Bizler de örnek insanlar olabilmemiz için Hz. Peygamber’e itaat etmekle, O’nun yolunu takip etmekle emrolunduk:

“De ki: Allah'a itaat edin, Resûle itaat edin. Eğer yine yüz çevirirseniz, artık O’nun (Peygamberin) sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir. Eğer O’na itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz. Elçiye düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir.” (Nur 24/54)

Peygamber’e itaat, O’nun izini takip etmek, O’nun kulluğunu, mücadelesini, şefkatini, azmini… örnek edinmek demektir. O’nun mesajını savunmak, davasına omuz vermek, cihadına iştirak etmek demektir.

Hz. Peygamber, “kutsa ve rafa kaldır” mantığının temsilcilerinin zannettiği gibi ulaşılmaz, örnek alınamayacak insanüstü bir kimse değildir. “Peygamber gibi olmak lazım” dendiğinde, “Biz kim oluyoruz ki O’nun gibi olalım, biz O’nun tırnağı bile olamayız” şeklindeki yaygın mantık, Peygamber’i övüyor gibi görünse de esasında O’na ve O’nun getirdiği mesaja en büyük engellerden birini teşkil etmektedir. Zira insanlara örnek ve önder olsun diye seçilmiş olan Hz. Peygamber, bu mantıkla insanlar için örnek olma vasfını yitirmiş olmaktadır.

Peygamberler asla kutsansınlar, haklarında menkıbeler anlatılsın, yere göğe sığdırılamasınlar, efsanelere konu olsunlar diye gönderilmedi. İnsanları batıldan hakka, karanlıktan aydınlığa taşısınlar, onlara güzel örneklik ve önderlik teşkil etsinler diye gönderildi.

Ne var ki, Hz. Peygamber’in doğum yıldönümü vesilesiyle düzenlenen bazı programlarda, ne yazık ki O’nun örnek hayatı, zulme ve sömürüye karşı mücadelesi, tevhid ve adaleti hakim kılma cihadı söz konusu edilmek yerine, “kutsa ve rafa kaldır” tutumu kendini göstermekte, hayatla irtibatı olmayan insan üstü bir kişilik tablosu çizilmektedir. Hz. Peygamber, insanların örnek edinip izinden gidebileceği bir önder olarak değil de, bir masal kahramanı, bir efsane olarak vasfedilmektedir. Böyle olunca da O’nun emin oluşu, örnek insan, örnek aile reisi, örnek imam, örnek komutan, örnek devlet başkanı oluşu gündemden kalkmakta, bunun yerine bir yığın uydurma menkıbe, Peygamber hayatı diye anlatılmaktadır. Böylece, “kutsa ve rafa kaldır” cehaleti, toplumların Hz. Peygamber’i doğru anlamasının ve O’nun izini takip etmesinin önünde güçlü bir engel olarak yükselmektedir. Kuran-ı Kerim de zaten bu şekilde hayattan uzaklaştırılmamış mıydı? Yüce Allah, Kur’an’ı “kolaylaştırılmış apaçık kitap” olarak tanıtırken (Bkz. 36/69-70; 54/17, 22, 32, 40; 5/15; 22/16; 26/2; 15/1; 27/1-2; 2/118), kutsamak ve yüceltmek adına, Kur’an, kolay anlaşılmaz bir kitap olarak algılanıp anlatılmış, hürmet adı altında onu okumak yüce Allah’ın öngörmediği şartlara bağlanarak zamanla hayat alanlarından uzaklaştırılmış ve yüksek raflara mahkum edilmiştir.

İşte, Hz. Peygamber de aynı “kutsa ve rafa kaldır” mantığının kurbanı olmuştur. Rabbimiz, Hz. Peygamber’i, insanlar kendisi gibi olsunlar, O’nu örnek edinsinler diye göndermiş iken, tarihsel süreçte, “Biz kim oluyoruz ki O’nun gibi olabilelim” hurafesi üretilmiş, böylece kılıçla, okla engellenemeyen Nebevi mesaj, bu yaklaşımla hayattan koparılıp, efsanelere boğdurulmuştur.

Kur’an Hz. Peygamber’in kıyamete kadar sürecek örnek ve önderliğine helal getiren bu tür yaklaşımları birçok ayetiyle mahkum etmiştir. Kur’an’ın anlattığı haliyle Hz. Peygamber, Peygamberlerin sonuncusu olarak, insanlar için kıyamete kadar sürecek Kur’ani örnekliği ve önderliği temsil etmektedir. Rabbimiz bu hususu şu şekilde beyan etmiştir:

“Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik” (Bakara 2/151)

“O, ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları arındırıp-temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içindeydiler.” (Cuma 62/2)

Görüldüğü üzere, Kur’an açıkça belirtmektedir ki, Hz. Peygamber ne insanüstü özelliklere sahip bir melek veya efsanevi bir masal kahramanıdır ne de görevi sadece vahyi insanlara ulaştırmak olan ve vefatıyla işlevi bitmiş bulunan bir postacıdır. Hayır, O, insanlar izini takip etsinler, hayatını kendilerine örnek edinsinler diye insanlar arasından seçilmiş örnek bir şahsiyettir. O, İslam’ı insanlara tebliğ ettiği gibi, onun ölçülerini hem kendi hayatında, hem aile hayatında, hem de cemiyet hayatında hakim kılarak Allah’ın dininin apaçık şahidliğini en güzel şekilde yapmıştır. O’nun örnekliği ve önderliği, dünya durdukça Müslümanların yolunu aydınlatmaya devam edecektir. Hz. Peygamber’in mücadele azmi, hakka bağlılığı, merhameti, diğergamlığı, fedakarlığı, emin oluşu, kısacası Medine’de devlet başkanı, mescidde imam, evde aile reisi, savaşta komutan olarak ortaya koyduğu örnek şahsiyet, insanlar için kıyamete kadar sürecek bağlayıcı bir örnekliği teşkil ve ifade etmektedir.

Hz. Peygamber’i (s.a.v.) sevmek, O’nun örnek hayatını bugüne taşımayı gerektirir. Yoksa kuru kuruya bir sevgi ya da övgüye O’nun hiç mi hiç ihtiyacı yoktur. Zira, O, bizzat alemlerin Rabbi yüce Allah’ın sevgi ve övgüsüne mahzar olmuştur.

Bu itibarla Hz. Peygamber’i anmaya yönelik programlarda, O’nu sevmenin pratik şartları üzerinde durulmalı ve O’nun kutlu sünnet-i seniyyesini, Asr-ı Saadet ikliminin güzelliklerine susamış bugünün dünyasına doğru şekilde tanıtmaya yönelik çalışmalar ön plana çıkarılmalıdır. Hz. Peygamber’in kutlu mirasını tüketen değil, her daim yeniden üreten bir ümmet olduğumuzda, inşaallah yeryüzüne bir kere daha bizler varis olacağız. 

 

Kaynak: Anadolu Geçlik Dergisi 

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !