27-11-2008 11:37

Periyodik kitap tanıtımlarına başlıyoruz: İlk kitap Ali Şeriati`den `Hacc`

İslam ve Hayat’ta inşallah bundan sonra düzenli olarak kitap tanıtımları yapmaya çalışacağız. Siz kardeşlerimize ilk olarak tanıtmaya çalışacağımız kitap, Ali Şeriati’nin “Hacc” adlı eseri.

Periyodik kitap tanıtımlarına başlıyoruz: İlk kitap Ali Şeriati`den `Hacc`

Sitemizde zaman zaman kitap tanıtımlarına yer vermekteyiz. Lakin bugüne kadar bunu belli bir sistematik çalışma olarak gerçekleştirememiştik.

 

Hikmet Ertürk kardeşimiz bu yükü üstlendi ve biiznilllah artık sitemizde düzenli aralıklarla kitap tanıtımları yer alacak. Hikmet kardeşimizin sizlere tanıtacağı ilk kitap Ali Şeriati'nin manifesto niteliğindeki eseri, "Hacc".

 

Hacc ibadetinin yaklaştığı günlere denk gelmesi bu kitabın tanıtımını daha da önemli hale getirmektedir.

 

Hikmet Ertürk / İslam ve Hayat

 

Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla.

 

İslam ve Hayat’ta inşallah bundan sonra düzenli olarak kitap tanıtımları yapmaya çalışacağız. Siz kardeşlerimize ilk olarak tanıtmaya çalışacağımız kitap, Ali Şeriati’nin “Hacc” adlı eseri. Elimizdeki bu kitabın Özgün Yayıncılık’tan 1999 yılında yapılmış ikinci baskısı var. Çevirisini ise Farsça aslından Mustafa Çoban yapmış.

 

Şüphesiz Ali Şeriati, yaşadığımız yüzyılın en çok dikkat çeken Müslüman aydınlarından birisidir. Tüm eselerinde anlatmaya çalıştığı gibi o, halkın İslam’ın çehresini kavrayış yeteneğinin çok eksik olduğunu söylemiştir. Yapmaya çalıştığı şey ise, özellikle genç kesimi dikkate alarak İslam’ın anlaşılmakta sönük kalmış/hayatiyetini yitirmiş kavramlarına yeni ve canlı bir ruh üflemekti.

 

Ali Şeriati kavramların hayatiyetini yitirmesi meselesini çok tesadüfî ya da basit kendiliğinden olan bir mesele olarak görmüyor. Bu konuyu Hacc kitabında şöyle aktarmaktadır.

 

"Sanki bütün maddi, manevi etkenler ve imkânlara sahip bir güç; bazen gizli, bazen açık bir biçimde, değişik kesimlerden insanlar görevlendirmiştir. En mahir, en dağarcıklı tarih felsefecilerini, sosyoloğları, antropoloları, felsefecileri, teoloğları, sosyal psikoloğları, politikacıları, oryantalistleri, İslam bilimcileri, Kuran bilimcilerini, fakihleri, İslami edebiyat, irfan ve hikmet uzmanlarını, Ortadoğu halklarının gelenek ve göreneklerini en iyi bilen araştırmacıları, bunların zayıf noktalarını ve duyarlılıklarını, davranış değerlerini, sosyal sembollerini, şahısların rollerini, güç sahiplerini en iyi analiz edenleri bir amaç doğrultusunda istihdam ettirmişler. Ne için? İslam'ı, halkını ve çevresini en ince ayrıntısına kadar çözümleyecek, İslam'ı kelimenin tam anlamıyla, "ters yüz olmuş posta" dönüştürmek için!

 

Zira, apaçıktır ki konu, bir dinin tabii değişimi veya zayıflaması değildir. Belki İslam'da ortaya çıkan şey "ters yüz olma" dır. Bu öy­lesine ince ayarlı ve yanıltıcıdır ki, bir rastlantı olması imkânsızdır. Bu, geçmişteki bilinçsiz tabii etkenlerin ve ya­bancı kültürlerle etkileşimin getirdiği bir ters yüz olma de­ğildir. İslam'a giren milletlere özgü sınıfsal, geleneksel ve milli görüşlerin ve bakış açılarının İslam'a mal edilmesin­den kaynaklanan bir mesele de değildir. Normalde bir dü­şünce okulu veya dini inanç üzere eser ortaya koyup onu değiştiren, amacından saptıran diğer tarihi, toplumsal ve kültürel sebeplerin, şartların gerektirdiği bir durum da de­ğildir.

 

Tam tersine, öyle görülüyor ki, İslam'daki bu "ters çevrilmişlik", çok bilinçlice, ustaca ve ince ayarlı olarak çıkmıştır. Onun en gelişimci itikadi ve ameli esasları, en geriletici anti sosyal amillere dönüşmüştür.

 

Şeriati, bu bağlamda şu tespitte bulunuyor. "Her hakikatin sapma ve bozulma derecesini, o hakikatin kendi öz mecrasıyla ve başlangıç noktasıyla değerlendirmek gerekir. Oysa Dinlerin ‘’hakikati’’ ile ‘’pratiği’’ arasında bir karşılaştırmaya gidilecek olsa, ‘’ihtilaf’’ sözcüğü kullanılabilir. Fakat böyle bir kelime, İslam’ın ve mezheplerin serüvenleriyle İslam ve ekollerinin kaynağının karşılaştırılmasında pek işe yaramaz. Çünkü ihtilaf kelimesi yerine, çelişki, tezat, tenakuz sözcükleri daha uygundur."

 

 Ali Şeriati’nin Hacc ibadetinin tanımına yaptığı vurgular kitabının da ana vurgusunu oluşturmaktadır. Hacc nedir sorusuna; ‘’ Bu sorunun cevabı belki Hacıların sayısı kadardır. Deği­şik değişiktir. Hacc hangi manasıyla anlaşılırsa anlaşıl­sın kendinden Allah'a doğru toplu halde harekettir. Hacc, müteşabih bir harekettir. Müteşabih ayet gibidir! Diye cevap veriyor ve devamında ise ‘’Benim gö­zümde hükümler de ayetler gibi ikiye ayrılır; muhkem hü­kümler, müteşabih hükümler. Cihad, bir muhkem(sabit bir manası olan) hükümdür, Hacc ise bir müteşabih(birkaç manalı) hükümdür. Bu müteşabih hükmün kavranmasını zorlaştıran sebep şudur: Bu hükmü anlatmak için kullanılan dil! Remizlerle dolu bir dil, moda terimle; sembolik bir lisan. Anlaşılmasını daha da zorlaştıran şey ise, bu sembolik dilin bir "lafız" olmayıp, bir "hareket" olmasıdır.’’ Şeklinde bir aktarımda bulunuyor.

 

Şeriati, Haccı tanımlarken, çok anlamlı/müteşabih hükmüne uygun düşecek şekilde şu ifadelere yer veriyor; "Bu felsefenin muhtevasının, somuta dökülmesidir. Tek kelimeyle Hacc, bir "yaratılış tiyatrosu"dur. Aynı zamanda bir "mektep temsili"dir, "ümmet piyesi"dir. İtikadı toplum, İslam'ın insanlar arasında oluşturmak istediği toplum modelidir.

 

Hacc, "insanın yaratılışının" tiyatrosudur, "İslam mektebi" sahnesinin bir gösterisidir. Bu sahnenin yönetmeni Allah, lisanıysa harekettir.

 

Asli karakterler: Adem, İbrahim, Hacer ve İblis

 

Sahneler: Harem, Mescid-i Haram, Sa'y alanı, Arafat, Meş'ar ve Mina.

 

Semboller: Kabe, Safa, Merve, gündüz, gece, gün doğu­mu, gün batımı, kurban.

 

Elbise ve traş: İhram, namaz kısaltma.

 

Oyuncular?

 

Şaşırtıcı!

 

Yanlızca bir kişi; sen!

 

Kim olursan ol, kadın, erkek, genç-yaşlı, kara-beyaz. Bu sahneye katıldığına göre, başrol senin.

 

Allah-İblis zıtlaşmasında, hem Adem, hem İbrahim, hem de Hacer karakterini oynayacaksın. Burada fert ve cinsiyet yoktur. Yalnızca bir kahraman vardır, o da insan! Tek kişinin tüm rolleri oynadığı bir tiyatrodur. Sahne, yer­yüzündeki açık havada cereyan eder. Her yıl, tüm İbrahimî insanlar bu enfes tiyatroya katılmaya çağrılır. Dünyanın dört bucağından her kim mevsiminde ulaşırsa, sahneye da­lar ve başrolü üstlenir. Gösterinin kahramanı olur ve tüm rolleri kendisi oynar.

 

Burada ayrımcılık, fertçilik, derecelendirme yoktur. Hepsi birisidir, birisi de hepsi. İslam insanları böyle görür!’’

 

Asaf Hüseyin de, Ali Şeraiti’nin Hacc kitabında haccın asıl muhtevasına dönüştürmeye dair çabalarını çok güzel özetlemiştir. "İslamiyet’ten önce de Arap’lar, içi putlarla dolu Kâbe etrafında tavaf edi­yorlardı. Hz.Muhammed, Hac olayının formunu olduğu gibi korurken, manasını değiştirdi. Hac olayının yeni manası, eski manası ile taban tabana zıttı. Hz.Muhammed, Hac olayını, Allah’ın birliği ve insan­ların bütünlüğü esasına istinat eden muhteşem bir di­ni merasim haline getirdi. Bu durumda iman edenler, ebedi geleneklerinin yaşamağa devam ettiğini, doğruluğunu ve ruhları yıkayıcı vasfına hala sa­hip olduğunu hissetmektedirler. Dış formu mu­hafaza ederken, muhtevanın değiştirilmesini öngören bu yöntemle, bir kimse, bir devrimin zorunlu kıldığı cebri yöntemlere başvurmaksızın, büyük halk kitlelerini karşısına almaksızın devrimci amaçlarını gerçek­leştirebilir. Şeriati bu İslami metodolojiyi İran’a uygulamak suretiyle, halkının inancının temelini ve toplumun kendi kişiliğini algılama tarzını yeniden be­lirlemeğe muktedir oldu. Şeriati, Hac farizasının her safhasını Hz.Muhammed’in yöntemine göre yeni­den belirledi. Hacı adaylarının üç putu taşladıkları olay; Müslümanların kapitalizm, despotizm ve münafıklığı taşladıkları bir olay olarak sembolize edildi.

 

Hacc esnasında, Hz.İbrahim’in makamının önünde: İnsanları; zulüm, gericilik ve cehalet ateşinden kurtaracağınıza yemin edersiniz, insanları kurtarabilmek için gözünüzü kırpmadan kendinizi ateşe atma­ğa hazır olduğunuzu beyan edersiniz. Hz.İbrahim’in ya­şadığı şekilde yaşayacağınıza, kendi zamanınızın inanç Kabesinin mimarı olacağınıza söz verirsiniz. Faydasız, kokuşmuş bir hayat tarzının içerisinde boğulan insan­ların üzerindeki uyuşuklukları atmalarına, dolayısıy­la zulme başkaldırır hale gelmelerine yardımcı olaca­ğınıza söz verirsiniz. Faydasız, kokuşmuş bir hayat tarzının içerisinde boğulan insanların üzerindeki uyu­şuklukları atmalarına, dolayısıyla zulme başkaldırır hale gelmelerine yardımcı olacağınızı ifade edersi­niz.

 

Şeriati’ye göre, Hacc farizasının tamamı, Hacı adayının tüm insanların problemlerine çözüm arayan bir fedai haline kendisini dönüştürmek suretiyle takva ehlinden olmanın yolunu aramasıdır. Takva sahibi olmak derviş münzevi olmakla, kendi rızasıyla kendisini in­sanlardan tecrit etmek suretiyle gerçekleşebilecek bir iş değildir. Allah’ın rızasını kazanmak için çıkı­lan yolda bir kimsenin kendi arzularından vazgeçme­den, esarete, işkenceye, sürgüne, acıya, bitmek tüken­mek bilmez tehlikelere göğüs germeden ilerleyebilme şansı yoktur. Bu nedenle de, takva sahibi olabilmek kolayca gerçekleşiverecek bir iş değildir. Takva sahi­bi olabilmek, insanlarla birlikte, insanlar için her tür­lü sıkıntıyı göğüsleyerek, Allah’ın hak yolunda adım adım yürümekle kabildir.’’

 

 İşte bu bir hacc tahsilidir diyor Ali Şeiati. “Böylece elinden gelip yapabilmiş azınlık "pratik" olarak, yapamamış çoğunluk da "teorik" olarak Hacc'a katılmış olur.

 

Günümüz Müslümanlarının hacc etmekten ne anladıklarını görünce Ali Şeraiti bu konularla ilgili şöyle serzenişlerde bulunuyor.’’Keşke, başka şeylere dikkat edildiği kadar ihtimam gösterilseydi. Uyku, yemek, sağlık, hediyelikler, eşrafçılık ve ekabircilik, lükse düşkünlük gibi... Hacc karşıtı amiller kadar dikkat gösterilseydi. Dünyanın her yerinden, ücra köy­lerden, en geri kalmış toplumlardan Hacc'a gelen milyon­larca Müslümanı eğitmekle mükellef kişiler gerekli itinayı gösterebilselerdi. Hacc amellerindeki formel kalıplara gösterilen titizliğin, vesveseciliğin, kılı kırk yarmanın, fanatiz­min binde biri kadar da olsa bir mana ve muhteva anlayışı sergilenebilseydi! O zaman Hacc, her yıl, gerçek bir eğitim kursu haline gelebilirdi.

 

Bir aylık nazarî ve amelî İslamî ilim kursundan sonra, yüzbinlerce hür ve azimli temsilci, Hacc’ın ruhuyla, İslam misyonuyla, tevhid mektebiyle ve Müslüman milletlerin

kaderiyle aşina olabilirdi.

 

Elleri ve kalpleri dolu olarak ülkelerine dönüp, öğren­diklerini kendi halklarına öğretirlerdi. Bu şekilde Hacc, kaynayan bir zemzem olacak ve her yıl, İslam ümmetini, kendi iman ve fikir zülaliyle sulayacaktır. Bir Hacı, öpmüş olduğu taşa yemin etmekten başka, halk arasında, bir nur taşıyıcısı olarak ömrünün sonuna kadar ışık saça saça, ka­ranlığa gömülmüş muhitini aydınlatacaktır.

 

Hiç değilse eş-dostun ziyarete geldiği zaman oturdukla­rında herkes kendi anladığı kadar, etrafındaki kişilere tek­rarlanıp duran, insanları bezdiren yolculuk hatıralarına ek olarak Hacc okulunu anlatsa... Böylece Dünya Müslüman­larının tamamı da, yüz binlerce Hacc öğretmeni vasıtasıyla kurs görmüş olur. Bir Müslüman, yalnızca iki konuda ken­dini ziyaret etmeleri için başkalarını çağırabilir:

 

“Birisi Hacc, diğeri ölüm!”

 

Kitabın son bölümünde Ali Şeriaiti, dönüş hazırlığındaki Hacılara eşsiz ama çok farklı hatırlatmalarda bulunuyor.

 

Ey Hacı!

 

Şimdi nereye gidiyorsun? Eve doğru mu? Hayata doğru mu? Dünyaya mı? Hacc'dan aynen geldiğin gibi mi dönü­yorsun?

 

Asla!

 

Ey bu sahnede sembollerle İbrahim rolünü oynamış kişi

İyi bir sanatçı, kendini oynadığı karakterin kişiliğinde eritir, onunla şekillenir. Eğer rolünü iyi oynamışsa, sahne işi biter ama onun eseri bitmez. Öyle sanatçılar var olmuş­tur ki oynadıkları rolden sıyrılmamışlar, çıkmamışlar ve o rol üzere ölmüşlerdir!

 

Sen, ey İbrahim rolünü bir oyunla değil; ibadetle, aşkla üstlenmiş kişi! Allah'ın evinden kendi evine dönme, girdi­ğin İbrahim rolünden çıkıp kendi rolüne dönme!

 

İnsanların evini terk etme, kendi dünyana tekrar ayak basma, ihramım çıkarma, kendi kaftanına bürünme!

 

İsmail'inle birlikte Mina'dan Mekkeye dön!

 

Sen bir İbrahimsin. Tarihin büyük putkırıcısı, dünyada tevhidin kurucusu, kavminin hidayet elçisi, sabırlı bir baş kaldırıcı, isyankâr bir kılavuz. Öyle bir peygamber ki; yü­reğinde dert, kalbinde aşk, yüzünde nur ve... elinde balta!

 

Küfrün merkezinden yükselen iman, şirk bataklığın­dan fışkıran tevhid.

 

İnsan neslinin putkırıcısı İbrahim, kendi kabilesinin put yontucusu Azer'in evinden çıktı! Put kırdı. Nemrut'u yendi. Cehalet ve zulmü ezdi, uyuşukluğa savaş açtı. Zillet rahatlığına baş kaldırdı. Zulmün güvenliğine isyan etti.

 

Kavminin önderi, hareketin lideri, yaşam ve eylemin, amaç ve umudun, iman ve tevhidin öncüsü İbrahimsin sen!

 

Ateşin ortasına yürü! Zulüm ve cehalet ateşinin... Hal­kı, zulüm ve cehalet ateşinden kurtarmak için yürü. Mesu­liyet sahibi her insanın alın yazısında bu ateş vardır. Nur ve kurtuluştan sorumlu insanın kaderinde...

 

Fakat... İbrahim'in ilahı, Nemrut'ların İbrahimler üze­rine saldığı ateşi, kırmızı güle dönüştürür!

 

Yanmazsın, kül olmazsın. Maksat, cihad yolunda senin, "ateş"e kadar ilerleyebilmendir.

 

İnsanları ateşten kurtara­bilmek için kendini ateşe atmandır.

 

En acı verici şehadete ulaşabilmek için!

 

İbrahim'leştin! İsmail'ini kurban et. Kendi ellerinle bı­çağı boğazına daya.

 

İnsanların boğazlarındaki bıçağı kaldırabilmek için... İktidar saraylarının basamaklarında, yağmacı yuvalarının eşiklerinde, zillet ve Dırar mabetlerinin avlusunda kurban edilmekte olan insanların boğazlarındaki kılıcı alıp, kendi İsmail'inin boğazına daya ki; kılıcı cellatın elinden alabil­me gücünü kendinde bulabilesin!

 

Ama, İsmail'lerin fidyesini bizzat İbrahim'in ilahı öder.

 

Öldürmezsin, İsmail'ini yitirmezsin. Maksat iman yo­lunda, İsmail'ini kendi ellerinle boğazlama derecesine ka­dar ilerleyebilmendi.

 

Şehidlikten daha acı verici dereceye kadar!

 

Aşk tavafından çıktın, İbrahim'in makamında durdun ve onun makamına ulaştın!

 

İbrahim buraya geldiğinde feleğin çemberinden geçmiş­ti. Putkırıcılık, Nemrut'la savaş, mancınıkla ateşe atılış, İblisle kavga,.İsmail'i boğazlayış... Hicretler, yurtsuzluk-lar, yalnızlıklar, işkenceler... Hepsini tepti ve nübüvvetten imamete geçti. "Fertlıkten" "topluluğa", put yontucusu Azer'in evinden, tevhid evinin yapıcılığına!

 

İşte şimdi burada duruyor. Saçları ağarmış, ömrünün sonuna koca bir tarih sığmış. Allah'ın evini yapmış, Ha-cer'ul Esved'i yerleştirmiş... Yardımcısı ise, İsmail! Taş çe­kiyor, taşı babasına veriyor, babası da bu taşın üstüne çı­kıp Ev'in duvarlarım çekiyor, Ev'i yapıyor!

 

Hayret! İbrahim ve İsmail, Kabe yapısının taşeronları! Birisi ateşten kurtulmuş, diğeri ise kurbanlıktan! Şimdi her ikisi de Allah'ın memuru, halkın mesulü. Tarihin, ilk halk evinin, özgür evin, özgürlük evinin, aşk, ibadet ve Ha­rem Kabe'sinin, yeryüzünün en eski tevhid mabedinin mi­marları! İlahi melekutun, iffetin ve mahremiyetin bir sem­bolü.

 

Sen, şimdi İbrahim'in makamında, İbrahim'in ayak iz­lerine basıyorsun. İbrahim'in yükseliş merdiveninin en üst basamağında, İbrahim'in miracının en tepe noktasında, İb­rahim'in Allah'a en yakın olduğu mesafedesin:

 

Makam-ı İbrahim'desin!

 

Sen, Kabe'nin banisi, özgürlük evinin mimarı, tevhidin kurucusu, bilinçli, aşık, putkırıcı, kavmine önder, Nem­rut'un despotizmine baş kaldırıcı, şirk cehaletiyle savaşıcı, İblis'in vesvesesine "Hannas"â karşı cihad edici kişi! O Hannas, insanların içlerine vesvese atar!

 

Avareliğe, eziyetlere, tehlikelere, ateşe ve... İsmail'inin boğazlanışına tahammül göster!

 

Artık ne kendin için bir ev, ne de İsmail'in için bir barı­nak yap. İnsanlar için bir ev, sığmmasızlar için bir çatı, ta kip edilenler, kaçaklar ve kanları aka aka, korkmuş bir şe­kilde sığınacak yer arayan yaralı avlar için bir kapı meyda­na getir. Çünkü Nemrut her yerde onları takip ediyor.

 

Zulmetin şeb-i yeldasmda bir meşale yak,

 

Karanlık gecede bir haykırışta bulun!

 

Her yerin emniyetsiz ve utanç dolu olduğu bir dünyada, Allah'ın ailesi -insanlar- için temiz, serbest, güven dolu ha-rimdesin, haremdesin. Yeryüzü, hürmeti kalmamış, itibar­sız kocaman bir kerhaneye dönüştü!

 

İçinde, tecavüz ve bölüp parçalamaktan başka her hareketin yasaklandığı bir mezbaha haline geldi!

 

Ey ibrahim rolüne soyunmuş, ibrahim'in makamına geçmiş, İbrahim'in ayak izlerine basmış, İbrahim'in ilanıy­la biatleşmiş kişi:

 

İbrahim gibi yaşa, kendi çağında, iman Kabe'sinin mimarı ol. Kavmini, uyuşuk hayat bataklığından, sakin, ölü bir yaşamdan, zulüm zilletinden ve cehalet karanlığından kurtarıp hareket ver, yön ver. Hacc'a çağır, tavafa getir.

 

Sen, ey Allah'ın müttefiki, İbrahim'in izleyicisi. Tavaf eden insanların anaforunda, kendini fena ettin ve İbrahim suretinde çıktın. Kâbe mimarının, Harem şehrin, Mescid-i Haram'ın kurucusunun yerinde durdun, müttefiklerinle -Allah- yüz yüze görüştün.

 

Kendi toprağını Harem bir bölge yap!

 

Çünkü Harem bölgedesin,

 

Kendi zamanını Haram bir zaman yap!

 

Çünkü Haram vakittesin,

 

Yeryüzünü bir Mescid'ul Haram yap!

 

 Zira Mescidul Haram'dasın

 

Çünkü tüm yeryüzü, Allah'ın mescididir

 

Ama görüyorsun ki, şimdi öyle görünmüyor.

 

Evet, son cümleler bunlar: “Ama görüyorsun ki, şimdi öyle görünmüyor.”

 

Kitabın orta kısımlarında haccın sembolik yönüne ağırlık verilmiş. Giriş ve sonuç bölümlerinde anlatılanlar ışığında, yazarın sonuç bölümünde hacıların nasıl bir fedaiye dönüşmesi gerektiğini kitabın orta bölümlerinde ayrıntılı bir şekilde okuyacaksınız. Bu şekilde son bölümü de daha iyi anlamış oluruz. Bu bağlamda Kitabı okuduktan sonra hacca gidip dönen yakın akraba, eş-dost hacılarımıza Hacc’dan sonra ülkelerinin nasıl göründüğünü, kendi alışkanlıklarında bir değişiklik olup olmadığını sorabiliriz. O zaman bakalım Ali Şeraiti’nin gördüğü hususları görebilmişler, onun arzuladığı değişimi yakalayabilmişler mi?

 

Umarım tanıtmaya çalıştığımız kitapla ilgili sizlerde merak uyandırmışızdır. Eğer böyle bir merakınız oluştu ise hemen bu kitabı tedarik edip ertelemeden okumakla işe başlayabilirsiniz. Sizlere kolay gelsin. Allaha emanet olun.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !