Kitap tanıtımı: `Müslümanların Sorunları`
Bu defa tanıtacağımız kitap, Hüseyin Bülbül’ün “Müslümanların Sorunları’’ adlı eseri. Kitap, Anlam Yayınları arasında Ocak 2008’de çıkmış.
Hikmet Ertürk / İslamvehayat
Bu defa tanıtacağımız kitap, Hüseyin Bülbül’ün “Müslümanların Sorunları’’ adlı eseri. Kitap, Anlam Yayınları arasında Ocak 2008’de çıkmış. Hüseyin Bülbül, iktibas Dergisi’ni takip eden kardeşlerimizin de yakından tanıdığı üzere 1976 yılından bu yana İktibas Dergisi’nin fikir hayatı içerisinde yer alan bir düşünür. 1996 yılından bu yana da İktibas dergisinin “Mektuplara Cevap’’ bölümünü hazırlamaktadır.
Tanıtacağımız kitap çalışması, 1996–2007 yılı içerisinde Müslümanların çeşitli konularla ilgili sordukları 500’e uakın soruyu kapsamaktadır. Yazarımız, kitap çalışmasının ana temasını izah ederken “Müslümanların hayatla ilgili tüm sorularını önce Kur’an’a götürmelerini ve Kur’an’ı bir ilmihal kitabı gibi kullanmalarını göstermeye çalıştığını” söylemektedir. Gerçekten de bu tabir, çok güzel bir bakış açısı sunmaktadır.
Kitabın önsözünde yazarın kitabın içeriği hakkında genel açıklamaları yer almaktadır. Dilerseniz bu açıklamaları sizlere aktaralım.
“Bizleri insan olarak yaratıp İslam ile şereflendiren, hesapsız nimetleriyle ödüllendiren, Kur'an ile bilgilendiren Allah'a sonsuz hamd, alemlere rahmet olarak gönderdiği bütün Peygamberlere salat ve selam olsun. O'nun rahmet ve bereketi, vahye teslim olan ve onu ahlâk edinen salih kullarının üzerine olsun.
İnsan için bahşedilen nimetlerin en değerlisi hiç şüphesiz akıl nimetidir.. Akıl olmayınca insanın, hayatın, dünya ve ahiretin hiçbir anlamı yoktur. Çünkü bunların hepsi ancak akıllı için bir anlam ifade eder. Aklını kaybeden kimse bütün değerlerini kaybetmiş demektir. Bu nedenledir ki Allah, akıl sahiplerini muhatap alarak:
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde akleden bir toplum için deliller vardır." (2/İ64) buyurmuş; akledeni ve anlayanı muhatap kabul etmiş, Akletmeyenleri ise "davarlara" benzetmiştir. (25/44, 7179) Akleden, iman eden ve Kitabı'nı ahlak edinenleri ise, "yaratılmışların en şereflisi "(95/4-6) olarak ilan etmiştir.
Kur'an’a muhatap olan ilk nesil bunun en açık örneğidir Elleriyle yaptıkları putları Allah'a ortak koşan kimselerden Allah, vahye iman eden, salih amel işleyen, Allah'tan razı olan ve kendilerinden de Allah'ın razı olduğu örnek bir nesil çıkarmıştır.
"İyilik yarışında önceliği kazanan Muhacirler ve Ensar ile, onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnutturlur. Allah onlara, içinde temelli ve ebedi kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır; işte büyük kurtuluş budur." (9/100)
Onlar bu noktaya gelmek için, Kur' anı hayatın merkezine koymuş; kendileri ise onun çevresinde pervane olmuşlardır. Hayat ve memat için yapılacak her şeye Kur' ana bakarak karar vermişler ve gönül rızasıyla uygulamışlardır. Ayetin beyanıyla onları takip edenler de böyle yapmışlardır. Ancak sonraki nesillerde tahkikin yerine taklit, İhlasın yerine ihtiras, Allah rızasının yerine dünya menfaati geçince hayatın seyri değişmiştir. Buna siyasi çatışmaların olumsuzluğunu, İslam devletine katılan yeni kavimlerin batıl inanç, gelenek ve teamüllerini, dünyevileşmenin din haline getirilmesini, arzuların ilahlaştırılmasını da ekleyince hayatın seyri değişti, hak ile batıl birbirine karıştırıldı.
Din'in günlük hayata ve olaylara intibakını sağlayacak olan İçtihad usulünün doğru tespitine rağmen doğru işletilmemesi ve giderek müçtehit imamlardan sonra "İçtihad kapısı tamamen kapandı"' diyerek bağnaz bir anlayışın arkasına sığınılması, Hint ve yunan felsefesinden etkilenen Müslümanların tasavvufa meyletmeleri, müslümanları Kur'andan ve Kur'anî bir hayattan uzaklaşmalarına sebep oldu..
Kur'an deyince ilk kuşakta anlaşılan şey: Peygambere vahyedilen hitabın yazıya dökülmüş hali olan metin, o metnin içerdiği mana ve o mananın anlaşılmasıyla insanda icra edeceği maksat idi. Bunu namaz örneğiyle açıklayacak olursak umarız daha iyi anlaşılacaktır: "Eqımissalah" ayetin metni, "namazı kılın " manası, namazı kılmanın maksadı ise:" Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir."(29/45) ayetiyle belirtilen hedeftir. Bu örneği çoğaltabilirsiniz. Bu gün hayata baktığınızda görünüşte her şey var ama hiçbir taş yerine oturmuyor. Müslüman çok, namazı kılan az. Namazı kılan var ama o namaz onları kötülükten ve aşırılıktan alı koymuyor. Namazdan maksat hasıl olmuyor. Bu işte bir bit yeniği var demek zorunda kalıyorsunuz. Müslümanlar Kur' anın mana ve maksadını bırakınca, elde sadece Kur'anın metni kalmıştır. Onu da fetişleştirerek / totemleştirerek yüksek yerlerde korumaya başlamış, Ona gösterilen sanal bir saygıyla kâğıdını kitabını öpüp başlarına koyar tatmine çalışırken, önerdiği yaşam biçimini ise hayattan uzaklaştırmışlardır. Kur'anın beyanıyla bu gerçek şöyle anlatılmaktadır:
"Eyvah, keşke falancayı dost edinmeseydim! Bana Kur' anın mesajı geldikten sonra o beni Allah'ı anmaktan alıkoydu. Zaten şeytan, insanı haktan ayırdıktan sonra yüzüstü bırakır. Peygamber de der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terk etti." (25/28–30)
Bu anlamda terk ettiğimiz Kur'anı ilk günkü yerine koymak için metniyle, manasıyla anladığımız dilden okuyarak manayı yaşamak, maksada ulaşmak zorundayız. Bunun için işi başkalarına ihale etmeden, üzerimize düşeni önce bizim yapmamız gerekmektedir. Biz düzelmeden ailemiz düzelmez, toplum düzelmez, alem düzelmez. Çünkü Kur’an bizim için gelmiştir sonuçta hepimiz ondan hesaba çekileceğiz.” (43/43-44)
Kitapta gönderilen sorulara cevaplar 16 ana başlığa ayrılmış. Her başlık altında sorulan sorular soru cevap şeklinde yer almış. 686 sayfa olan bu kitaptan sizlerinde ilgisini çekeceğini umduğum sorulardan güncel olanları seçmeye çalıştım. Sorulara verilen cevapları okuduğunuz da şunu açıkça göreceksiniz ki yazar hiçbir etki altında kalmadan sorulara Kur’an ne diyorsa onu açıkça yazmış. Kişiye göre, falanca ne der mantığına göre cevaplar verilmemiş. Herhangi bir kaygı, herhangi bir korku altında verilmiş cevaplarda değil. Kendi ifadesi ile gerçektende Kur’anı sorulara cevap veren bir ilmihal kitabı gibi kullanmış. Sorulara verilen cevaplara baktığınızda yazarın muhteşem bir Kur’an bilgisine sahip olduğu gözlerden kaçmıyor. İsterseniz şimdi soru cevap bölümünden seçtiğimiz örneklerimize geçebiliriz.
Soru 10: Kur'an'a göre şirk nedir? Peygamberimizin hadislerinde "gizli şirkin karıncanın ayak sesinden daha gizli olduğu" beyan ediliyor. Bir kimse bu tür gizli şirk ile de müşrik olur mu?
Cevap: Şirkin en kısa tanımı Allah'ın sıfatlarından birini her hangi bir varlığa vermektir. Yaratmada, yargılamada, bağışlamada, yardım etmede, hüküm kovmada, öldürme ve diriltmede, yerin ve göğün mülkünde, bütün mahlûkatı görüp gözetmede, toplum hayatının nizam ve düzenini koymada, ondan başkasına payeler vermek şirktir.
Bu ayet Peygamber efendimiz tarafından boynunda haç takılı olan Adiyy bin Hatim'e okununca Adiyy, Peygamber efendimize itiraz ederek;
"Ya Resulullah onlar Rahiplerine ve bilginlerine tapmıyorlardı ki" deyince Peygamberimiz;
"Ne münasebet! onlara Rahipleri ve bilginleri Allah'ın emrettiğini yasaklıyor, yasakladığını da emrediyorlardı. Onlar da bunlara itaat ediyorlardı. Böylece onlara tapmış oluyorlardı" buyuruyor.
Durum böyle olunca bugün bu rolü üslenen şahıs, grup, cemaat, kurum gibi herhangi birine itaat etmek Allah'a şirk koşmak anlamına gelmektedir. Allah'a isyanda mahlûka itaat yoktur kaidesi gereğince Allah bu hakkı hiç kimseye vermemiştir. Allah'a rağmen bu hakkı kendisinde gören kendini ilahlaştırmıştır. Ona itaat eden de onu Rab edinmiş ve müşriklerden olmuştur.
Şirk bugün gizli kapaklı değil çok açık bir icraatla icra edilmektedir. Allah'ı hayatlarından uzak tutanlar ya kendi hevasını Rab edinmiştir, ya da hevasını Rab edinenleri Rab edinmiştir. Bu nedenle yaşadığı hayat kişinin dininin dışardan görünüşüdür. İnsan şeffaf bir varlıktır. Duygu ve düşünceleri, olaylar hakkındaki tavır ve tepkileriyle onun asıl yüzü açığa çıkar. Asr-ı Saadet'te münafıkların hali sivri dilleriyle peygamberi ve müslümanları eleştirmelerinden biliniyor idi bugünde ehli nifak ve ehl-i şirk söz, sükut ve eylemleriyle bilinmektedir.
"Yoksa gönüllerinde hastalık olanlar, Allah'ın onların kinlerini dışarı vurmayacağını mı sandılar?"
"Eğer dileseydik biz onları sana gösterirdik, sen de onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki, sen onları konuşma tonlarından da tanırsın, Allah işlediklerinizi bilir."(47/29–30)
Müşriklerin bunca açık olduğu bir zamanda şirkin gizli kalmasına imkân olmayacaktır. Ancak her şeye rağmen bir kimse ömründe Allah'a bir ortak tanımışsa ve bunu inanç haline getirmişse elbette bu anlayış onu müşrik yapacaktır. Başkasına açmamış olması kendini kurtarmaz. Yanlışlığını görüp tevbe etmesi gerekir.
Soru 24: Günahkâr bir müslüman cehenneme girip günahının cezasını çektikten sonra tekrar cennete girecek midir?
Cevap: Kur'an'da belirtildiği kadarıyla müslüman olarak ölmeyi başaranların cehenneme gitmeyeceklerini anlıyoruz. Allah şirkin dışındaki günahları dilediğine bağışlayacağını bildiriyor.
"Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkulması gerekiyorsa öyle korkun sakın müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin, "
Yusuf (a.s) "Beni müslüman olarak öldür, salih kullarının arasına kat diye dua ediyor kendisi peygamber olduğu halde. Bizleri düşündürmeli değimli? Bu konuya şu ayetler ışık tutmaktadır:
"Bizim ayetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler varya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir. Suçluları işte böyle cezalandırırız."(7/40)
"İnanıp da iyi işler yapanlara gelince ki, hiç kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemeyiz, işte onlar cennet ehlidir. Orada onlar ebedi kalacaklardır.'’
"Cennet ehli Cehennem ehline: Biz Rabbimizin bize vaat etiğini gerçek olarak bulduk, sız de Rabbinizin size vaat etliğini gerçek buldunuz mu? diye seslenirler. 'Evet' derler ve aralarındaki bir çağrıcı 'Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun' diye bağırır."(7/44)
"İki taraf arasında bir perde var (cennetle cehennemlikler arasında) A’raf üzerinde herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır ki bunlar henüz cennete girmedikleri halde (girmeyi)umarak cennet ehline 'selam size' diye seslenirler.’’
"Gözleri cehennem ehli tarafına döndürülünce de 'Ey Rabbimiz bizi zalimler topluluğuyla beraber barındırma!' derler."
"Yine A'raf ehli simalarından tanıdıkları bazı adamlara seslenerek derler ki Ne çokluğunuz ne de taslamakta olduğunuz büyüklük size hiçbir yarar sağlamadı.."
"Allah'ın kendilerini hiç bir rahmete erdirmeyeceğine yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı? Bekleyen A'raf ashabına dönerek 'Girin cennete artık size korku yoktur ve siz üzülecekte değilsiniz' derler."(7/46-49)
Halkın dilinde dolaştığı gibi 'cehenneme girip sonrada çıkarak cennete gidecekleri belirtilen hiç bir zümreye Kur'an'da rastlamak mümkün değildir. iki tarafın sakinleri girdikleri yerde ebedi kalıcılar olarak belirtilmektedir
Gaybı en iyi bilen şüphesiz Rabbimizdir. Haddimiz olmayan şeyi söylemekten ona sığınırız. Bizler cennete girmenin, cehennemden de kurtulmanın yolunu tutmaya çalışmalıyız. Onların şevkini bizler yapacak değiliz. Allah'ın bildirdiği ile yetinip "işittik ve itaat ettik" deyip müslüman olarak ölebilmenin yolunu tutmalıyız. Bize düşenin bu olduğu kanaatindeyiz.
Soru 29: Peygamberimizin şefaat edip edemeyeceği tartışılırken halk arasında şehitler de şefaat etme yetkisine sahip olacaklar deniliyor. Ne derece doğrudur açıklar mısınız?
Cevap: Şefaat düşüncesi, müslümanlara ait bir düşünce olarak değil, müşriklere ait bir düşünce olarak Kur'an'da zikredilmektedir. Kur'an'ın üçte biri neredeyse bu düşünceyi red için hasredilmiş olmasına rağmen, ne hikmettir ki müslüman olduğunu iddia edenler de dönüp müşriklerin savunduğu düşünceyi savunur olmuşlardır. Sadece aracıların adı değiştirilmiş o kadar. Gerisi aynen devam etmektedir. Allah, kullarına yakınlığını şöyle ifade ediyor:
"(Ey Muhammed) Kullarım sana beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben gerçekten onlara yakınım. Dua eden bana dua ettiği zaman duasını kabul ederim; o halde onlar da Benim davetime koşsunlar ve bana iman etsinler ki doğru yola erebilsinler."(2/186)
Kullarına bu kadar yakın olan Allah şefaat konusunda da şu bilgileri vermektedir:
"Kimsenin kimse adına bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. (0 gün) kimsenin şefaati kabul edilmez, kimseden fidye alınmaz, onlara asla yardım da edilmez."(2/48–123) (2/254–255)
"Yoksa onlar Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: Hiçbir şeye güçleri yetmediği ve akıl erdiremedikleri halde de mi onlardan şefaat bekliyorsunuz?
"De ki; Şefaatin tümü Allah'a aittir; göklerin ve yerin mülkü O’nundur; sonra O'na döndürüleceksiniz."(39/43-44)
Bunları okuyan peygamber, şefaatin bir kısmı bana bir kısmı da falana filana ait der mi? Biz demeyeceğine inanıyoruz. Bu düşüncenin tevhide aykırılığını ayetin devamı şöyle ifade ediyor.
"Allah bir olarak anıldığı zaman ahirete inanmayanların kalpleri daralır. Allah'tan başkası anıldığı zaman ise hemen sevinirler"(ayette geçen başkası şefaatçilerdir.)
‘’Deki; Ey gökleri ve yeri yoktan var eden, görülmeyeni görüleni bilen Allah’ım! İhtilaf ettikleri şeyler hakkında kulların arasında hükmü ancak sen verceksin.’’ (39/45-46)
Bizler de bu ilahi kelamı yeniden hatırlatıyor, konunun gereğince düşünülmesini istiyoruz.
Soru 13: Kadının şarkı söyleyerek sesini başkasına duyurması haram mıdır?
Cevap: Hiçbir varlığın sesi haram değildir. Sesi haram saymak Sünnetullah’a karşı gelmekten başka bir şey değildir. Sesle anlaşma / konuşma özelliğini insana Rabbimiz vermiştir. Rabbimizin koyduğu bu yasayı kadının meşru bir şekilde kullanmasını günah saymak, doğru değildir.
Kadını potansiyel günahkâr ve suçlu sayan zihniyetin, kadın için öngördüğü bu yasağı dine dayandırmaya çalışması ise büyük bir talihsizliktir. Akletmeyen, bidat ve hurafeleri ya din edinen ya da edinenleri körü körüne taklit eden bu zihniyetin, İslam adına böyle bir iddiada bulunması gerçekte bir şey ifade etmeyip, tamamen kuruntuya dayanmaktadır. Ve İslam'a iftiradan başka bir şey değildir.
Gerek Kur'an, gerek sahih sünnette, kadının konumu ve özelliğinin apaçık bir şekilde belirtilmiş olması, kadının 'insan' olarak yaratıldığı gerçeği, haram ve günahların 'cinsiyet' farklılıklarına göre değil, 'insan'a mahsus olduğu ve bu konuda cinsiyet ayrımı yapmanın mümkün olmadığı kesin olarak ortaya konmuş olmasına rağmen cahili zihniyet mensupları kadın için özel haramlar ve günahlarlar icat etmişlerdir. Oysa ki haram ve günahın muhatabı 'insan'dır. Rabbimiz bu konuda cinsiyet ayrımı yapmamıştır. Yani, kadına haram ve günah olan bir şey erkeğe de haram ve günahtır. Bundan şu sonuç çıkar; eğer kadının sesi haramsa erkeğin sesi de haramdır.'Eğer erkeğin sesi haram değilse, kadının sesi de haram değildir.
Gerek kişisel, gerek toplumsal ihtiyaçlarda kadın ve erkek sürekli ilişki içinde olmak zorundadırlar. Ve bütün ilişkilerde konuşma yoluyla anlaşma, işin şartıdır. Bu kadar hayati bir fonksiyona sahip olan ses unsurunu, toplumun yarısına kullandırmamak veya kısıtlamak akla mantığa sığacak bir şey değildir. Bu, hayatı felç, sünnetullahı da iptal etmek demektir.
Hz. Aişe'nin, kadın erkek herkesin sorunlarını çözmek ve İslami konularda bilgi edinmek için sık sık başvurdukları bir şahsiyet olduğunu biliyoruz. İslam'ı tebliğ etmede kadının da mükellef kılındığı bir gerçektir. Kadın elbetteki tebliğ yaparken sesini kullanacaktır. Gerek Peygamber Efendimiz'in eşleri, gerek diğer İslam kadınları hemen hemen toplumun her kesiminde (savaş, ticaret, davet ve diğer konularda) aktif rol oynamışlardır. Bütün bu faaliyetlerin konuşmaya sese) dayalı yapıldığı düşünüldüğünde, kadın sesini haram sayan zihniyetin İslami bilinç ve bilgiden de ne kadar uzak olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. İslam’ın dikkat çektiği olay herhangi bir cinsin şahsiyetini değil de cinsiyetini öne çıkartmamasıdır.
Allahu Teâlâ, Peygamber (a.s)'ın eşlerini kastederek:
"Ey Peygamber'in hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınıyorsanız (erkeklerle konuşurken) sözü yumuşak bir eda ile söylemeyin ki kalbinde hastalık (kötü niyet) olan kimse ümide kapılmasın. Güzel (ve doğru) söz söyleyin"(33/32) buyurmuştur. İşte kaçınılması gereken budur. Toplumda cinsiyetimizi öne çıkarmadan şahsiyetimizle yerimizi almalıyız.
Sorunuz "kadının şarkı söylemesi" ile ilgili olduğu halde biz öncelikle kadın sesi konusu üzerinde durduk. Çünkü kadının sesini haram sayan bir zihniyetin varlığından hepimiz haberdarız. Bu bakımdan sorunuzun doğrudan cevabını vermeden önce konunun daha iyi anlaşılabilmesi bakımından bu açıklamayı yararlı gördük. Şimdi bu açıklamanın da ışığında sorunuzun cevabını vermeye çalışalım.
Sözleri 'münkerlik içermiyorsa, söyleyiş biçimi 'fahşa' değilse ve niteliği itibari ile "ifsad" edici yönü yoksa kadının şarkı söylemesi ve sesini başkasına duyurması haram değildir. Zira haram olan 'sesin kendisi' değildir. Şayet 'seslendirme biçiminde', 'sözlerde ve 'niteliğinde' fahşa ve münker bir unsur varsa, haram olan bu unsurlardır. Ve bu haram yalnız kadın için değil, erkekler için de geçerlidir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz, sadece sesinden dolayı, kadının şarkı söylemesini haram saymak doğru değildir. Ancak bundan kastınız bugünkü sahnelere taşan ve uygunsuz söz ve hareketler ile icra edilen icraat ise onun savunulacak tarafı yoktur.
Soru 3: Halkımızın özellikle Ramazan ayında ölülerin ruhuna bağışlamak üzere, Kur'an okuması veya okutması İslam'a uygun mudur? Peygamberimizin böyle bir uygulaması var mıdır?
Cevap: Kur'an, Ramazan ayında indirilmiştir (2/185). Kur'an'
Fakat Kur'an'ı okumak ve okutmak ne Ramazan ayına has bir ameldir, ne de Kur'an ölülerin ruhuna okunmak için gönderilmiştir. Allah, Kur'an'ın gönderiliş amacını şöyle açıklıyor:
"Biz ona (Muhammed'e) şiir öğretmedik. Zaten bu ona yakışmazdı da. Onun getirdiği sade bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır."(36/69)
"(Onunla) diri olanları uyarsın ve kafirler de cezayı hak etsinler diye"(36/70). Bu ifadelerin, daha çok Ölüler için okunan Yasin suresinde olması ne kadar manidardır. Dirilerin uyarılmasını isteyen Kur'an'ı ölülere okumak, Kur'an'ın gönderiliş maksadını göz ardı etmek olacaktır. Allah onu yaşayanların Kur'anla öğütlenmesi için gönderdiğini defaatla vurgulamaktadır. Kamer suresinde de bu ifade dört defa tekrarlanmaktadır:
"Yemin olsun ki biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Fakat düşünüp öğüt alan
var mı?."(54/17, 22, 32, 40)
"Ey Muhammed, sana vahyolunana sarıl. Sen, şüphesiz doğru yol üzerindesin. Bu
Kur'an sana ve kavmine bir öğüttür; (ondan) sorguya çekileceksiniz?"(43/43-44).
"Bu babaları uyarılmayan bir kavmi uyarman için üstün ve merhametli olan(Allah'ın) indirmesidir."(36/5-6)
"Bütün insanları uyarması için kuluna Furkan'ı indiren Allah'ın şanı cok yücedir."(25/l)
Kur'an'm gönderiliş amacıyla alakalı daha yüzlerce ayet hep bu minval üzere insanlara öğüt, nasihat ve uyarı için gönderildiğini vurgulamaktadır. İnsan onunla öğütlenmesi için onu, anladığı dilden okuması veya okuyandan dinlemesi gerekir ki, onun neleri içerdiğini, nelerin yapılması ve nelerin yapılmaması gerektiğini anlayabilsin.
Bu hayatta olan için bir öğüt olduğuna göre, ölüler için anlamadığı bir metni okuyarak ne ölüye ne de diriye bir fayda sağlamaktadır. Sadece "kubbede kalan hoş bir seda imiş" olmaktan başka.
Müslüman olduğunu iddia eden bu insanların ısrarla Kur'an'ı anlamadığı dilden okuyarak, ölüleri günahlarından kurtarmak, dirilere de sevap kazandırmak istemi, Kur'an'ın mesajına karşı pasif bir direnmedir. Kur'an hayatta iken okunup yaşanması gereken bir kitaptır ki Allah, ancak bundan razı olup gereğini yapana ecir vereceğini bildiriyor. Öldükten sonra Ölü için Kur'an okumak Kur’an’ın verdiği mesajın anlaşılmadığının bir kanıtıdır.
Diri olanlara, kendileri için bunu neden yaptıkları sorulduğunda:sevap kazanmak için" denilmektedir. Sevap kazanmak, Allah'ın rızasına uygun iş yapmakla mümkündür. Anlamadığınız dilden okuduğunuz ayetlerin sizden ne istediğini nasıl bileceksiniz ki onu amele dönüştürerek sevap kazanmış olasınız.
Bu konuda şöyle bir örnek verilir: İnsanlar helak olmuştur, alımler müstesna. Alimler de helak olmuştur, ilmiyle amel edenler müstesna. İlmiyle amel edenlerde helak olmuştur, amellerinde ihlaslı olanlar müstesna.
İş bu minval üzere olunca okumak yetmiyor; bilmek ve bilginin ihlaslı amele dönüşmesi gerekiyor. Kur'an'ı okumanın anlamı, anlamak için anladığın dilden okumaktır. Okumak da ancak yaşamak onunla amel etmek için olmalıdır ki maksadına uygun bir okuyuş olsun.
Geçen zaman ömürdendir. Doğrusu ve yanlışıyla geçip gider, bir daha dönmemek üzere. Bundan sonrası için Allah ömür vermiş ise henüz yaşanmamıştır. Bu durumda, bugünden tezi yok hemen Kur'an'ın anladığımız dil ile yazılmış bir mealini alarak işe başlamalıyız. Günümüzün en sakin saatlerini okumak için ayırmalıyız. Ağır ağır, anlaya anlaya okumalı ve not almalıyız. Anladığımız mesajların üzerinde durup düşünmeli ve o güne kadar kafamızdaki hurafeleri Kur'an'ın mesajıyla yıkamalıyız. Bu çalışma uzun vadeli devam etmeli, ulaştığımız noktaları muhakeme ve mukayese yöntemiyle pekiştirmeliyiz. Okuduklarımızı kendimiz için ve yaşamak için okumalıyız. Doğru olunduğundan emin olup, kalbimiz tatmin oluncaya kadar, yeniden yeniden okumalıyız.
İşte Kur'an'ın bizden istediği okuma, bu tür bir okumadır. Anlaşılan, düşündüren, değiştiren bir okuma.
"Bir kavim nefislerindekileri değiştirmedikçe Allah onların halini değiştirmez" (13/11) hükmü yeniden hatırlanmalı ve üzerinde düşünülmelidir. Anlamadığın bir şeyi yıllarca sen okusan ve senden sonra da başkaları senin için okusa ne değişir? Çünkü ne sen okuduğundan bir şey anladın ne de senin için okunandan. Bu nedenle de halini değiştirmedin. Nefsinde olanlar hep aynı kaldı. İşte toplumun açmazı budur. Günde milyonlarca hafız hatim yapsa insanların halinde en ufak bir değişme söz konusu olmaz, olamaz. İnsanın doğasına, eşyanın tabiatına aykırıdır. İnsanlar anladıkları sözden etkilenirler. Etkilendikleri içinde değişmeye çalışırlar. Kur'an'ı anladığımız dilden okuyunca Kur'an'daki ilahi hitap bizi etkileyecek biz de etkilenerek halimizi değiştirmeye çalışacağız. Biz halimizi (nefsimizde olanı) değiştirdiğimiz zaman: Allah da üzerimizdeki hükmü değiştirecektir ki, o asla vadinden dönmez. Biz bize düşeni yapalım. Onun da kendi vadini yerine getireceğinden eminiz.
Peygamberimizin ölülere Kur'an okuması vaki olmadığı gibi; anlaşılmadan Kur'an okumanın okumak olmadığını Abdullah bin Ömer hadisiyle anlatmaktadır. Özetle şöyle:
"Kim üç günden kısa bir zamanda Kur'an'ı baştan sona okursa, Kur'an okumuş olmaz. "Bu söz her gece Kur'an'ı hatmeden Abdullah'a hitaben söylenmiştir. Allah'ın, Resulü'ne önerdiği okuma biçimi, gecenin sakin saatlerinde tertil ile ağır ağır (düşünüp anlayarak) okumaktır.
Ölülere okuma konusuna gelince, Allah "sen ölülere duyuramazsın, bu Kur'an dirileri uyarman için indirildi" ayetlerini okuyan bir peygamber Kur'an'la çelişecek bir işi yapar mı? Peygamber (a.s) Kur'an'ı anlatmak için pazarlara, panayırlara, meydanlara ve Kâbe’ye gitmiştir. Hayatta olanlara duyurmak için istihza ve hakaretlere rağmen Kur'an'ı onlara okumaya ve anlatmaya çalışmıştır; ama mezarlıklara giderek böyle bir şey yapmamıştır. Düşündürücü değil mi? Bizler de düşünelim istiyoruz.
Soru 46: Kur'an tek başına yeterli bir kaynak mıdır?
Cevap: İslam'da dinin kaynağı Allah'tır. Allah ise dinini insanlığa Kur’an ile göndermiştir. "Kitap nedir iman nedir bilmezdin sana biz öğrettik" (42/53) buyurduğu ve kendisiyle elçiye bilmediğini öğrettiği kaynak da Kur’an’dır.
"İşte böylece sana Arapça bir Kur'an indiriyoruz ki, onunla Ana şehir(Mekke) halkını ve çevresindekileri uyarasın.. ."(42/7)
"Bu Kur'an Allah'tan başkası tarafından ortaya konacak bir şey değildir. O ancak kendinden öncekilerin doğrulanması ve kitabın açıklanmasıdır. O’nda şüphe yoktur ve alemlerin Rabbi katındandır."( 10/37)
"(Ey Muhammed)! Sana vahyedilene sımsıkı sarıl, muhakkak ki sen dosdoğru bir yoldasın. Doğrusu bu Kur'an sana ve kavmine bir öğüttür.Hepiniz ondan hesaba çekileceksiniz."(43/43-44)
Bu durumda hepimizin sorumlu tutulduğu kaynak belirlenmiş olduğundan
dersimize Kur'an'dan çalışmamız gerekecektir. Peygamber de on
dan hesaba çekileceğine göre durum bunu göstermektedir. Buna böyle inanan
Hz. Muhammed (a.s) da hayatı boyunca Kur'an'dan asla ayrılmamış, onu sünnet edinmiştir.
Sünnet, kelime manası itibariyle bir ömür takip edilen izi, sürekli gide gele yol edinmektir. Peygamberimiz Kur'an'ı bu manada yol edinmiş, asla onun çizdiği yoldan ayrılmamıştır. Biz sünneti bu manada anlıyoruz. Bu anlamda ki sünnet İslam'ı yaşama biçimi olduğundan her müslüman için takibi zorunlu bir fazdır. Bunsuz İslam ve İslami yaşantı da mümkün değildir. Bizim sünnetten kastımız budur. Farz ve vacibin dışında kalan nafileler anlamında, fıkıh dilinde kullanılan sünneti kastetmiyoruz. Peygamberimizin vahye muhatap olduğu günden ömrünün sonuna kadar, Kur'an'dan anladıklarıyla sergilediği anlayışını kastediyoruz.
Bu noktadan bakıldığında Peygamber içinde bizim içinde dinin kaynağı Kur'an'dır. Peygamber için yeterli olan bir kaynak elbette bizim içinde yeterli olacaktır. Bizim önümüzde Peygamberi bir örneklik olması ve bizim bu uygulamadan istifade edişimiz hiçbir zaman dinin "kaynağını ikiye çıkarmaz. Bu uygulamalar Kur'an'da var olan bir hükmün hayata geçirilmesiyle alakalıdır. Kur'an'a rağmen yapılan bir şey değildir olamaz da. Günlük yaşamın gereği olarak ortaya çıkan yeni durumlarla ilgili yapılması zorunlu olan içtihadi kararlardan hiçbiri dinin kaynağına aykırılık ve ona rağmen olamaz. Kur'an'la belirlenen ana ilkece uygun olmak şartı herkes için, her zaman ve zeminde geçerliliğini koruyan ana ilkedir. Bu nedenle meşruiyetin kaynağı Kur'an'dır ve her zaman yeterli bir kaynaktır. Çünkü çözümün ilkeleri ondadır.
Kur'an'ın dışında kalan hadis külliyatı, fıkıh külliyatı, siyer ve tarih kaynaklı Kur'an'a uygunluğu ölçüsünde istifade edebileceğimiz bilgiler ve yaşanmış tecrübelerdir. Bunların hayatımızdaki yeri bundan ibarettir. Geçmişin anlayış ve uygulamaları hiçbir zaman dinin kaynağı olarak görülemez.
Bu dinin Peygamberi yirmi üç yılık vahiy hayatı boyunca böyle bir şey yapmamış hep o konuda Allah'ın vahyini beklemiştir. Mekke hayatında içkiden şikayetle bulunmaya başlayan müslümanlara, herhangi bir yasak koymamış, konuyla ilgili gelen ayetleri okumakla yetinmiştir. (4/43), (2/219), (5/90–91)
Aynı durum faiz içinde geçerlidir. İlahi ikaz gelene kadar "eşyada aslolan
bübahlıktır" kuralı gereğince, Medine'nin son yıllarında ilgili ayetler gelene kadar herhangi bir müdahalede bulunmamıştır. Bu uygulama bir tesadüfün eseri
değildi almış olduğu vahyi disiplinin sonucuydu. Biliyordu ki din Allah'ındır.Allah ne vermiş ise ona teslimiyet gerekir.
Bizim için kemale erdirilip tamamlanmış bir din olan (5/3) İslam vardır. Ki bu Allah katında makbul olan bir dindir. (3/19) Bundan başkasının da Allah katında kabul edilmeyeceği (3/85) açıklanmıştır. Bu nedenle diyoruz ki, dinimiz İslam, kendimiz de muvahhid bir müslüman olmak istiyorsak yolumuzu belirleyen de Kur'an olmalıdır.
Soru 47: Ana kaynak Kur'an kabul edilmektedir. Ameli konuda ise Peygamberin sünnetine göre amel edilmesi söyleniyor, bu bir çelişki değilmlidir?
Cevap: Kitaplarımızda vurgulanan, itikadi konularda kaynak sadece Kur'an'dır. Çünkü itikat tamamen gaybidir. Gaybın salibi ise Allah'tır.
"Gaybın anahtarları Allah'ın katındadır onları ondan başkası asla bilemez..." (6/59) İddiamız budur. Peygambere bildirilenler Kur'an'da zikredilmiştir. Onun dışında Peygambere gaipten haber verdirenlerin iddialarına katılmıyoruz.
Ameli konulara gelince örneğin namazın kılmışı, haccın ifası, orucun tutulması gibi konularda Peygamberin sünneti Kur'an'ı yaşamaktır. Onun hiç terk etmediği sünneti Kur'an'ı hayata geçirmek olmuştur. Bu manada sünnet farz gibidir. Bizler bu konuda usulcülerin ortaya koyduğu nafile anlamındaki sünnetten bahsetmiyoruz. Peygamberin İslam'ı anlama ve hayata geçirme olarak taktakip ettiği "yol, usûl" anlamındaki sünnetini kastediyoruz,
Bu elbette bizim için farz gibidir. Bunu Kur'an'dan ayırmak mümkün değildir. Namazı Peygamberin kıldığı gibi kılmayan, orucu onun tuttuğu gibi tutmayan, haccı onun yaptığı gibi yapmayanın Allah indinde bir değeri olacağına inanmıyoruz. Bizim için güzel örneklik sadece Peygamberdedir diyoruz ve bu anlayışta da asla çelişki görmüyoruz.
Bahsini ettiğimiz konular kitlenin önünde yıllarca uygulanmış, Allah tarafından da yanlışlığı bildirilmemiş tamamen Kur'an'ın hayata aktarılmasıdır.
Bugün çelişki, Peygamberimizin vefatından yıllar sonra kaleme alınan hadis kitaplarının Kur'an'da bahsi bile geçmeyen gaybi konuları dile getiren Kur’an’ın dininden, anlayışından ayrı bir din ve anlayış ortaya koymasıdır. Bu sözleri Kur'an'ı getiren Peygamberimize isnat etmeleridir. Bunları kabul etmeyeni Hanife'yi bile zamanında tekfir eden de bu zihniyettir.
Zamanımızda da sünnet savunuculuğu paravanının arkasına sığınarak hurafe kusanlarda aynı zihniyetin savunucularıdır.
Kur'an hem Peygamber için hem de ümmeti için Furkandır. Söz ve amellerimizi onun onayına sunmak zorundayız. Aksi halde eli boşa çıkanlardan oluruz. Tahrim olayında açıkça Peygamberini düzelten Allah, bizi de Kur'an'la düzeltmek için aramızda kıyamete kadar tutacağını vaad ediyor. Bu nedenle diyoruz ki örneğimiz Peygamber, ölçümüz daima Kur'an. İşimiz, O'na iman ve salih ameldir.
Benim sizler için seçtiğim soru ve cevaplar bunlar. Ama merak edenleriniz diğer sorulara kitabı temin ederek bakabilirler. Şunu da belirtmeliyim ki Müslümanlar on yıllık süreç içerisinde sorulmadık pek fazla soru bırakmamışlar. Hemen hemen her konuda sorular ve bu sorulara verilen cevaplar mevcut. Sizlere hayırlı okumalar diliyorum.
-
... 09-06-2009 15:40
Kuranda çilek yemenin helal olduğu da yazmnıyor. kadın sesi helaldir diye yazmak zorunda değil..hükmen şudur hakkında haram olduğuna dair kesin bir kanıt olmayan şeyler helaldir....
-
ahmet 27-02-2009 02:05
Selam aleykum, Yazmış olduğunuz bu güzel kitaptan ötürü size teşekkür ederim. Allah sizden razı olsun. Çalışmalarınızın devamı ümidiyle kalın sağlıcakla...
-
URFALI ABDULLAH 25-02-2009 18:28
Hüseyin abiden Allah razı bu kitabı yayınladığından dolayı.gerçekten günümüzde insanımızın kuranla aralarına set çektikleri bir dönemde kuran merkezli böyle bir eserin çıkmış olması gerçekten bizler için sevindirici olsa gerek.kitap zengin bir içeriğe sahip kuranın konuşturulduğu bir kitaptan ziyade kuranın konuştuğu bir kitap olması ayrıca sevindirici birşey.böyle bir kitabın tanıtımı için mesai harcayan hikmet ağabeymizdende Allah razı olsun.hayırlara vesile olması temennisiyle tüm Kuran sevdalılarına selam olsun
-
mamakzindanlari 25-02-2009 09:33
selamun aleykum... öncelikle verdikleri emek ve özveri için hem Hüseyin Bülbül beyefendiye hemde Hikmet Ertürk'e teşekkürlerimi sunuyorum... Ancak bununla beraber Kur'an'ı merkeze almanın ötesinde ''sadece'' Kur'an'ı ön plana çıkaran ve sünneti çok arkalarda bırakan bir anlayış seziyorum.yazarımız bu hususta ehl-i sünnetin düşüncelerini benden daha iyi biliyordur eminim.Konuların ayetlerle açıklanması bulunmaz bir nimet olmakla beraber sünnetin yani sizin deyiminizle 'hadis külliyatında olan'hadislerin tamamlayıcı nitelikte olduğunu ve sadece amelde değil itikadda da başvurulacak ikinci mercii olduğunu düşünüyorum.Çok zayıf ve mevzu hadislerin varlığından haberdar olmakla ve tehlikelerini bilmekle beraber 'hadis ilminin'temellerini atan alimlere ve medine amelini delil olarak gören 'imam malik'e olan saygım bu yazıyı okurken daha da ön plana çıktı ve ''geçmişin anlayış ve uygulamaları hiçbir zaman dinin kaynağı olarak görülemez''ibaresi beni fazlasıyla üzdü.Elbette ehemmiyet sıralaması vardır ve bunun başında hayat kitabımız Furkan gelir fakat bunun yanısıra diğer delillerimizi unutmak yada önemsememek bizi sıkıntıya sokacaktır.Bununla beraber''sahih hadis külliyatımızda''şefaatle ilgili hadisler bulunmaktadır.ve kanaatimce şefaat haktır ve vardır.ancak şefaat ne peygamberden ne de ALLAH dışında kimseden istenemez.tevhide aykırı olan ALLAHtan başkasından istenmesidir.bu ve diğer konuları konuşmak uzun zaman ve uygun mekan ister.sünneti hayatımızda oturttuğumuz yer çok önemlidir eğer bundan bir kaç adım geri veya ileri geçersek olayları değerlendirme uslubumuz çok farkılaşacaktır... Selam ve dua ile...
-
huseyn 25-02-2009 01:30
Günümüz sorunlarına eğilen bir bilgi kaynağının oluşmasında ve kurani bir referansın alınışı biz müslümanları mutlu etmekte. Hüseyin abinin bu değerli çalışmasından ötürü Rahman olan Rabbim kendisinden razı olsun. Kitap’ın kendisi baskısı itibariyle de güzel bir şekilde basılmış olduğunu buradan dile getirmek gerekir. Özellikle müslümanların sorunlarına kuran ayetlerinden cevap vererek ayetler ışığında bir çözüm yolunun izlenmesi tek kelime ile hak olan kuranı tanıma ve anlamaya büyük bir katkı sağlamış. Hikmet abiyi de unutmamak gerekir tabii bu güzel kitabın derinliğinde olan bilgileri bizlerle paylaştığı için Rahman kendisinden razı olsun. Rahman İlminizi hayır üzerine ve kalbinizi inşirah eylesin inşallah. Urfadan sizlere selam olsun...
-
Hubeyb 19-02-2009 13:39
Sorun Şeri delil kaçtır? Bu soruya herkes ”Kitap, Sünnet, İcma ve kıyas ”der. Birinci olarak sayılan kitaba, yani Kurana hayatlarının sonuna gelir ama başvurmazlar. Kuranı başta sayar, ama en sonuncuya takılır bir türlü kurana sıra gelmez. Hâlbuki kişi, öldükten sonra bu kitaptan imtihana çekilecek, Ne Ebu Hanefi fıkhından, Ne Said-i nur sinin risalelerinden, ne imam Caferi fıkhından suale çekilecektir. Kitabın Kuran ve yaşamlarımız arasına oluşmuş duvarlarda kapılar açması duasıyla, Allah razı olsun.
-
aykut akça 18-02-2009 09:51
kur'an-ın saygı(!) adı altında duvarlara ,kitablıkların en üstlerine hapsedildiği bir toplumda , ''Müslümanların hayatla ilgili tüm sorularını önce Kur’an’a götürmelerini ve Kur’an’ı bir ilmihal kitabı gibi kullanmalarını gösterme çalışması'' olan böyle bir kitab gerçekten çok önemli bir boşluk dolduracak kanısındayım. Kur'an-ın tekrara hayatın merkezinde yer alması duası ile Allah razı olsun insallah.
-
hümeyra 18-02-2009 09:39
dönemimiz için çok faydalı ve hayırlı bir çalışma ve emek olmuş.inşallah; devamını getirmesi dileğiyle.allah razı olsun.
-
appiah 17-02-2009 20:35
kitabınız islami yaşama ve anlama yolunda güzel bir ışık . inşallah devamıda gelir . Allah razı olsun.
-
mustafa 17-02-2009 17:02
selamun aleyküm kadın sesine helal demekle şarkı söylemeye de helal demiş bulunmuyormusunuz soruya bakarsak. Kadın sesi için ayet göstermişiniz peki bana şarkının helal olduğuna dair bi ayet hadis gösterebilirmisiniz lütfen
-
ADEMOĞLU 17-02-2009 16:23
Hüseyni davaların hüseyni olmak ve hüseyince yaklaşanlara selam olsun.Allah razı olsun.
-
tapusuz 17-02-2009 16:22
Yaptığınız bu tanıtımdan dolayı Allah razı olsun. Hiç bir tereddüte mahal vermeden ayetler ışığında sorulara cevap veren hüseyin bülbül beye ne kadar teşekkür etsek azdır.Allah ondan razı olsun. şimdiye kadar takındığım sorulara açık ve net cevaplar buldum. Her müslümanın elinin altında bulunması gerekli bir kitap olduğunu düşünüyorum.
-
mustafa 17-02-2009 15:57
kitapta kadın sesi helaldir denilmiş lütfen bana açıklarmısınız hangi kaynağa dayanarak bu cevabı verdiniz cevabı e mailime atarsanız çok memnun olurum saygılarımla
-
Zumer 17-02-2009 14:42
Allah razı olsun çalışmalarınızdan dolayı. Rabbim bizleri kuranın resulun ve selefi salihinin yolundan ayırmasın bu yolu takip edenler vasat bir yol üzerinde olurlar inş
-
salih 17-02-2009 11:29
selamunwleykum kitab tanıtımı oldukca önemli birkonu `, bu konunun uzerinde durulmalı insanlar tanıtımagöre olaya şartlanırlar hayatı önyargılara mahkum eden bir toplumun icerisinde tanıtımın degeri tartışılmaz bundan dolayı yapılan tanıtma işi uzerinde calışılmalı allah yardımcınız olsun selamunaleykum
-
mehlika 16-02-2009 15:55
sormak istediğim sorulara ayetlerle birlikte cevaplayan cok güzel bir kitap Allah razı olsun
-
bünyamin 15-02-2009 17:28
bahsi geçen kitabı aldım ve inceledim.gerçekten hüseyin bülbül hocaefendiden allah razı olsun günümüz meselelerine çok güzel cevaplar vermiş.hikmet bey de tanıtım için seçtiği eserde çok isabet etmiş allah razı olsun ve öngörülerinizin devamını nasip etsin.islam için çalışanları ve çalışanları destekleyenleri ve onları sevenleri rabbim dünyada da ahirette de bir ve baraber eylesin.
-
Adatepeli 14-02-2009 20:24
Öncelikle Hikmet beyden Allah razi olsun "Müslümanlarin Soru(n)lari" kitabini genis bir sekilde tanitmis... Sayin Hüseyin Bülbül ün kitabini gecenlerde temin ettim Hikmet beyin dedigi gibi sorulara Kuran penceresinden bakarak cevaplar verilmis... Ilk elime aldigimda kitabi hacimli görünce okumakta sorun cekerim diye düsünmüstüm... ama aksine kitaba baslayinca baktimki her sorunun bitiminde yeni sorunun cevabini merak ettigimden kitap kendini okutuyordu... Kitapda sorularin konular bütünlügünde siralanmasida cok güzel olmus biz okurlar icin kolaylik olmus.. Burdan Hikmet beye bu kitabin tanitimini bizlerle paylastigi icin tesekkür ediyorum... H. Bülbül beyede bu calismasindan dolayi kutluyorum Allah kendisinden razi olsun, kendisinde böyle kalici eserlerinin devamini bekledigimi iletmek istiyorum... selam ve dua...
-
DENİZ 13-02-2009 15:40
Piyasadaki onca içerigi net olmayan,kimi yerlerinde kur'an la çelişik ilmihal kitaplarını görünce bu çalışmayı yapan emegi geçen, her keze teşekkür ediyorum.Yıllarca soru soracak sordugumuz sorulara net cevaplar alabilecek birikimli hocalarımıza hasret kaldık.İnşallah bu kitabın devamı da gelir.Tekrardan Allah Razı olsun.