02-03-2010 11:13

Hacc

Hacc ibadeti, İslam’ın emir ve yasaklarının espirisinin kalplerden silindiği, şekilciliğin egemen olduğu her dönemde, namaz, zekat, oruç gibi diğer kurumsal ibadetlerde olduğu üzere, geniş kitlelerce sadece ‘menasik’ine şekli anlamda uyulan bir ritüel olarak görülmeye başlanmıştır.

Hacc

Hacc

 

 

Hacc, İslam’ın en önemli kurumsal ibadetlerinden biridir. Günümüzde diğer pek çok ibadet gibi asli anlamlarından arındırılmış ve sıradan bir ritüele dönüştürülmüş olan Hacc, içinde nice önemli hikmetleri barındıran, dinin çok temel rükünlerinden birini temsil etmektedir. Bu nedenledir ki, fıkıhta İslam’ın 5 esasından biri olarak anılmış ve hem beden hem de mal ile yapılması gerekçesiyle, sadece beden ile yapılan namaz ve oruçtan ayrıca da sadece mal ile ifa edilen zekattan daha üstün tutulmuştur. Fıkıh dilinde "Arafat’da özel vaktinde bir miktar durmak ve ardından Kabe-i Muazzama’yı usulü üzere tavaf etmek" olarak tanımlanan Haccın eda şartları, ihram, Arafat’ta vakfe yapmak, Kabe’yi tavaf, Safa ile Merve arasında sa’y etmek ve başı traş etmek veya kısaltmaktır. Bu temel şartları yerine getiren mü’min kişiye Hacc (Hacı) denir ve Allah’ın kulu üzerindeki hakklarından birini yerine getirmiş bir kişi olarak saygınlık kazanır. Bunun dışında, Haccın bütün diğer şartlarını taşıyan, ancak sadece belli bir vakit şartı olmayan ibadete ise ‘umre’ denir ve her mevsimde yapılabilir. Umre ibadetini yerine getiren mümine de mu’temir denir.

 

 

Hacc ibadeti, İslam’ın emir ve yasaklarının espirisinin kalplerden silindiği, şekilciliğin egemen olduğu her dönemde, namaz, zekat, oruç gibi diğer kurumsal ibadetlerde olduğu üzere, geniş kitlelerce sadece ‘menasik’ine şekli anlamda uyulan bir ritüel olarak görülmeye başlanmıştır. Çok sağlam kuralları olması nedeniyle, İbrahim (AS)’dan beri, çağlar boyunca kurumsal varlığını sürdürmüştür, ancak Tevhidi bilincin yitirilmesiyle birlikte, menasikin de anlam içeriği daralmış ve neredeyse başkalaştırılmıştır. Bu nedenle Haccı anlamak ve gereği üzere ‘Hacı olmak’ için, bu menasikin ‘anlam’ı iyi bilinmeli ve idrak edilmelidir.

 

 

Bu bağlamda öncelikle Hacc kelimesinin içerdiği anlamların tahlili gereklidir. Hacc, "ziyarete yönelmek, gidip gelmek" anlamından türetilmiş bir kelimedir ve çoğunlukla da bu içeriğiyle kullanılır. Arap dilinde bir kimse bir şeye defalarca niyetlenip, ona sürekli gidip geldiği zaman "hacce fülanu’ş-şey’e" denilir. Bu anlama uygun olarak, aynı kökten türetilen ‘hicec’ kelimesi, insanlar her sene haccettikleri için sene/yıl (Kasas:27), ‘Zilhicce’ (kameri ay), ziyaretin çok olduğu ay, ‘mehacc’ (cadde) kelimesi ise insanların çokça gidip-geldikleri sokak anlamında kullanılmaktadır. Fakat h-c-c fiil kökünün ayrıca "münakaşa ve mücadele etmek, tartışmak" anlamı da vardır ki, Kur’an, daha çok bu anlamdan türetilen varyasyonları kullanmaktadır. Nitekim h-c-c fiili, Hacc formunda, Bakara:189, 196 197 ve 203; Tevbe:3; Hacc:27; Ali İmran:97 ve Tevbe:19. ayetlerde yaygın kullanımıyla geçerken, Bakara:258, Ali İmran:61 ve 66, En’am:80, Ali İmran:20 ve 65, Bakara:139; Şura:15 ve Mü’min:47. ayetlerde "h-c-c... fi..." kalıbında "çekişip-tartışmak" anlamında, "Bakara:76, Ali İmran:73, Şura:16. ayetlerde ve "h-c-c... inde ..." kalıbıyla "tartışmada delil öne sürme" anlamında kullanılmıştır. Yine Bakara: 150, Nisa:165, En’am:80 ve 149 ile Casiye:25. ayetlerde de delil getirme fiil kökeninden türetilmiş ‘hüccet’ formunda kullanılmıştır. ‘Hüccet’ formu, karşılıklı olarak ‘çekişip-tartışan’ muarızların kendi iddialarını kanıtlamak için öne sürdükleri karineleri karşılamaktadır. Bu anlamın, Hacc kelimesine hamledilmesi de mümkündür. Çünkü Haccın menasiki, kafir ve müşriklerin temel iddialarını çürütecek ve Tevhid dininin tezlerini kanıtlayacak pek çok ‘şiar’ ve ‘hüccet’ ile doludur. Bu açıdan Haccı, Tevhidin hüccetlerini açık bir şekilde gösteren ibadet olarak tanımlamak da mümkündür.

 

 

Haccın manasını gereği gibi kavrayabilmek için, Hacc menasikinin temel safhalarını ve bu safhalarda yer alan kavramları irdelemek gerekir. Öncelikle Hacı adayları, Mekke’ye ulaşan yollardan belirlenmiş noktalara, yani Mi’kat’e vardıklarında ihrama girerler. İhram, Haccın başlangıcını temsil eder. Bundan sonra, hacı adayları, belirlenmiş kurallara göre hareket etmek durumundadırlar. Eğer bir hacı, Mekke’ye vardığında umre yapmak isterse, Zilhicce’nin 7’sine kadar ihramdan çıkar ve onun gerektirdiği yasaklardan da kurtulur. Zilhicce’nin 8’inde Mekke’de tekrar ihram giyilir ve sonra Mina vadisine gidilir. 9’uncu gün Mina’dan Arafat’a geçilir ve o gün akşama kadar orada vakfe yapılır. Daha sonra Müzdelife’ye gidilir ve Zilhicce’nin 9’unu 10’una bağlayan gece, orada, namaz, dua, tefekkür ile geçirilir. 10’uncu günün sabahı tekrar Mina’ya gelinir ve orada kurban kesilir. Ardından ihramdan çıkılır ve Mekke’ye dönülerek Ziyaret Tavafı yapılır. Nihayet Mina’ya geçilir ve Teşrik Günleri’nde orada 2 ya da 3 gün kalınır. Bu vecibeler yerine getirildiğinde Hacc menasiki tamamlanmış olur ve kişi hacı olur. Bütün bu vecibeler Kur’an’da Bakara:196-203. ayetler ile Hacc:26-33. ayetlerde temel esasları ile anlatılmıştır. Fakat gerçek anlamıyla Haccı eda edebilmek için elbette bu menasikin engin anlamlarını kavramak gerekmektedir. Bu nedenle, ihram, Mescid-i Haram, İbrahim (AS), Safa-Merve arası sa’y, Arafat’ta vakfeye durmak, Şeytan taşlama, kurban ve Mina gibi önemli kavramların Tevhid dinindeki yeri ve öneminin izah edilmesi lazımdır.

 

 

Hacc menasikinin temelinde Beyt-i Atik vardır. Kur’an’ın ifadesiyle bu ev Hz. İbrahim’e Allah tarafından verilen emirle yaptırılmıştır ve Allahu Teala da bu mübarek mekanı ‘evim’ olarak tanımlamıştır (Hacc:26). Ali İmran suresi 96. ve 97. ayetleri bu hususu çok açık bir şekilde açıklamaktadır: "Gerçek şu ki, insanlar için ilk kurulan Ev, Bekke (Mekke)’de, o, kutlu ve alemler için hidayet olan (Ka’be)dir. Orada apaçık ayetler ve İbrahim’in makamı vardır. Kim oraya girerse o güvenliktedir. Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev’i haccetmesi Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır..." Ayetin "güç yetirenlerin Ev’i haccetmesi Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır" ifadesi o kadar güçlüdür ki, diğer pek çok ibadet için bu şekilde vurguya pek rastlanmaz. Hz. İbrahim Beyt’i inşa ettikten sonra, Allahu teala, ona "tavaf edenler, kıyam edenler, rüku ve seced edenler için Evimi temizle. İnsanlar içinde Haccı ilan et, gerek yaya, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler" (Hacc:26-27) buyruğunu bildirmiştir ve o günden beri, Hacc ibadeti, Müşriklerin kimi şartlarını ihlal ve menasiklerinin anlamlarını tahrif etmelerine rağmen, kurumsal bir ibadet olarak günümüze kadar yapılagelmiştir. Hacı adayı, bu bilinç ile, bütün dünyevi bağlardan kendini arındırarak ve sadece Allah’ın rızasını kazanmak için Allah’ın evini ziyarete koşar. Mi’kata gelindiğinde, insan karakterini örten, dünyevi makam ve statülerin, tercihlerin, farklılıkların ve ırksal, grupsal, ailevi ayrıcalıkların bir simgesi olan elbiseler terk edilir ve dikişsiz beyaz kumaştan yapılmış ihrama bürünülür. Bu çok önemli bir semboldür. Allah’ın karşısında bütün insanların bir olduğunu anlatır. Kişi, bütün benlik ve bencillik eğilimlerinden bu elbise ile kurtulur. Böylece Hacı adayı, bir kefeni sembolize eden ihramla, ayrıca ölümü ve ahireti hatırlar. Mikatta ihrama girmek için toplanan Hacılar sanki Mahşer Günü Allah’ın huzurunda toplanmış insanlığı temsil ederler. O günün tek hakimi nasıl Allah ise, Hacc günlerinin tek hakimi de O’dur ve Hacı, ihrama giren milyonlarla birlikte bu duyguyu yüreğinin ta derinliklerinde hisseder. Artık Hacılar, "insanları ve cinleri Bana ibadet etsinler diye yarattım" buyuran Rabblerine koşmuşlar ve Allah’ın üzerlerindeki haklarını eda etmek için bütün dünyevi istek ve arzularından sıyrılmış olarak O’nun huzurunda toplanmışlardır.  İhramlı iken, kadına yaklaşmak, günaha sapmak ve kavga etmek yasaktır (Bakara:197). Bu bağlamda, hacı, dikişli elbiselerini çıkarır ve sadece ihram giyer. Başını ve ayaklarını açık bulundurur. Silah taşımaz, zevcesiyle cinsel ilişkiyi terk eder. Güzel koku kullanmaz ve koklamaz. Avlanmaz, hayvan ve böcekleri incitmez. Bitkileri kırmaz ve koparmaz. Saçlarını kesmez veya kısaltmaz. Temizlenir, yıkanır ve abdest alır. Artık hacc başlamıştır. "Lebbeyk Allah’ım, lebbeyk! Hamd ve nimet senindir, mülk de senindir. Senin ortağın yok, lebbeyk" nidalarıyla telbiyede bulunan hacıların heyecanı, "Allah’ın evi" olan Kabe’ye doğru yaklaştıkça giderek artar. Ve Kabe’nin görünmesiyle birlikte, lebbeyk sesleri birden kesilir. Artık derin bir sessizlik vardır. Bu sessizliğin tek hakimi, Hacıların gönüllerine hükmeden Allah’tır. Bu bölgede namazlar kısaltılmaz. Çünkü burası Allah’ın evidir ve konukları da yabancı değildirler. Burada herkes güven altındadır. Zira herkes kendisini kendi evinde hissetmektedir. Ka’be, şatafatsız ve sade bir yapıdır ve insanı meşgul edecek her türlü tezyinattan uzak bir şekilde inşa edilmiştir. Çünkü Allah’ın evinde en değerli şey, takva süsüdür.

 

 

Umre ve Haccı birlikte yapmaya niyetlenen hacılar, Zilhicce’nin 7’sine kadar, umrenin gerekleri olarak, Ka’be’yi tavaf ederler, Makam-ı İbrahim’de namaz kılarlar ve Safa-Merve arasında sa’y ederek umreyi tamamlar ve ihramdan çıkarlar. Zira Büyük Hacc (Hacc-ı Ekber) için Zilhicce’nin 8’inde tekrar ihrama girecekler ve 9’unda da Arafat’a vakfe için çıkacaklardır. Hacı, tavaf ederken, güneş sisteminde kendi yörüngelerinde yürüyen yıldızlara benzer. Ka’be güneşi temsil eder ve insanlar onun etrafında dönen, ona tabi yıldızlar gibidirler. İşte bu nedenle tavaf, Tevhid’in bu dinin merkezinde yer alışının canlı bir timsalidir. Hacı, dairesel hareketlerle Kabe etrafında dönen insan seline katılır ve Allah’a bütün benlikleriyle teslim olmaya azimli Muvahhidlerin içinde kaybolur. Bu insan seli içinde benlik yoktur, biz bilinci vardır. Tavaf 7 kez yapılır ve Hacer-ül Esved’in bulunduğu noktadan başlar, oradan biter. Hacı, sağ eliyle Hacer’ül-Esved’e dokunmalıdır ki bu hareket, ibadet ve taat konusunda Allah’la ahidleşmeyi sembolize eder. Kimi hadislerde ifade edildiği gibi, Hacı, burada sanki Allah ile musafahalaşmaktadır! Ahidleşmenin ardından Makam-ı İbrahim’e geçilir ve 2 rekat namaz kılınır. Burası, Hz. İbrahim’in Ka’beyi inşa ederken ilk taşı (Hacer’ül-Esved’i) koyduğu mekandır. Allah’la ahidleşen hacı, artık İbrahim’in kimliğine bürünmeli ve tek başına bir Ümmet olan İbrahim gibi davranmalıdır (Nahl:120). Daha sonra Safa ve Merve tepeleri arasında bulunan Mes’a’ya gidilir. Tavaf ve ahidleşmeden sonra bu iki tepe arasında 7 kez gerçekleştirilen koşu, insanın dünya hayatındaki cehdini sembolize eder. Hacı burada Hz. İsmail’in annesinin su aramak için gösterdiği o büyük cehdi temsilen sa’yeder. Sa’y, dünyada insanın çalışıp-çabalamasının sembolüdür. İnsan, bu dünyaya kulluk için gelir; Allah ondan bu konuda söz alır ve bu ahidleşmenin ardından dünya hayatı başlar. Kul, bu yolda cehd ve cihad eder. İşte sa’yi böyle anlamak gerekir. Sa’y 7 kez yapıldığı için başladığı yer olan Safa’da değil, Merve’de biter. Bu da, insanın doğum ve ölümü boyunca izlediği doğrusal hattın karşılığıdır. Tavaf da dairesel hareketlerle aynı yere gelen hacı, Sa’y sonrasında, hayat serüvenini temsilen, başladığı yerde değil, yolun bitimindedir. Hacı, sa’y sonunda ahdine vefa göstermiş ve hayatını bu yolda çalışarak geçirmiştir. Zilhiccenin 9’uncu günü hacılar Arafat’a çıkarlar. Arafat, Hz. Adem’in Hz. Havva ile buluştuğu, birbirlerini ‘tanıdığı’ yer olarak bilinir. Burada hacılar vakfe ederler. Herhangi bir şey yapmadan sadece tefekkür ve dua ile orada beklerler. Arafat vakfesi Haccın iki temel rüknünden biridir. Büyük Hacc buradan başlar. Benliğine takvası ve fücuru ilham edilen Adem, işlememesi gereken günahı işlemiş ve ‘düşüş’ gerçekleşmiştir. Dokuzuncu günün öğlen vakti, güneş ışığının altında vakfe başlamıştır. Burası insanların Rabblerine dönecekleri güne kadar çıkacakları zorlu yolculuğun hazırlık safhasını temsil etmektedir. Vakfe akşam vaktine kadar sürer. Güneşin batımından sonra insanlar, güneş yönünde batıya yönelirler ve Meş’ar’a hareket ederler.  Oturmadan, dinlenmeden yapılan bir yürüyüşten sonra Meş’ar’a gelinir. Çünkü insanın bu dünyada vakti fazla değildir. Vazifelerini, gereği gibi ve sırasında yapmalıdır. Burada eğlenmek, vakit harcamak yoktur. Meş’ar amaçtır; insanlık için tek kurtuluşun Tevhid olduğunu simgeler. Bu yüzden hacılar, sanki geceden korkuyorlarmış gibi, karanlıklardan kaçarak, ışığa doğru yönelirler. "Arafat’tan boşanıp aktığınız zaman Meş’ar-ı Haram’ın yanında Allah’ı zikredin. O size nasıl hidayet ettiyse siz de O’nu öylece anın." (Bakara:198). Yol, ışık gerektirir ve Arafat bu nedenle Adem’in dünyaya inişini ve zorlu yolculuğunun başlangıcını temsil eder. Gece ise, ıssızlığı ve tefekkürü temsil eder. Hacılar Meş’ar’da iken, bütün dikkatlerini toplarlar ve gecenin sessizliğinde tefekkür ederler. Hacılar, Meş’ar’da düşünmek, plan yapmak ve zorlu Tevhid mücadelesinde kendilerini savaşa hazırlamak için bulunmaktadırlar. Bütün gece burada bekleyen hacılar, taş toplarlar ve savaş hazırlıklarını tamamlarlar. Bayram günü girdiğinde, Mina’ya yolculuk başlar. Tevhid ordusu, düzenli, çabuk ve kararlı adımlarla yola çıkar. Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte ordu, Şeytan’a karşı savaşına hazırdır artık (Bakara:199). Mina girişinde herkes durur ve güneşin ilk ışıklarıyla savaş başlar. Burada birbirinden yüz metre uzakta duran 3 şeytan vardır. Hacılar, önce, ilk ikisini geçip 3.cüsünü vururlar. Çünkü asıl hedef odur. Önde yer alanlar sahte putlardır ve Tevhid eri olarak hacı bunun bilincindedir. Şeytan taşlamadan sonra hemen kurban kesilmelidir. Çünkü artık her bir hacı, İbrahim’dir. Allah’ın her emrini yerine getirmeye azimli bir tevhid eridir. O halde, hacı, en sevdiği şeyden vazgeçebilmelidir. Bu ise İsmail ile sembolleştirilmiştir. İsmail, İbrahim’in göz bebeğidir, fakat ondan vazgeçmesi istenmektedir. O da emre uyacak ve İsmailini kurban edecektir. İhramı kuşanan hacı, nasıl bütün ayrıcalıklardan kendisini soyutlama sözü vermişse, şimdi bu sözün tutulması zamanıdır. Allah’a kesin bir teslimiyetle teslim olunma zamanıdır. Bu dünyada mallar ve evlatlar hep bir imtihan vesiledir (Enfal:28). O halde, en yüce değer uğruna bütün diğer geçici değerlerden vazgeçilmelidir. İşte bunu yapabilen hacı, sınavı geçmiş, kazananlardan olmuştur. Saçlar kesilir, ihramdan çıkılır. Artık sevinebilir ve kardeşleriyle kucaklaşabilir. İşte Bayram’ın anlamı da budur. Haccın rükünlerinin tamamlanmasından hacılar, Mina’da 2 ya da 3 gün kalırlar. Bu süre zarfında, Hacc esnasında yaptıklarını ve döndükten sonra yapacaklarını düşünürler. Dünyanın başka yörelerinden gelen, aynı duygu ve düşünceleri paylaşan kardeşleriyle sorunlarını tartışırlar. Bir büyük Kongre’dir orası. Hacılar, yek vücud olarak, şirk güçlerine karşı savaşacaklarına ve salih amellerde bulanacaklarına dair sözleşirler. Mina’da Bayram’dan sonra 3 gün süren Teşrik günlerinde kalmanın bir anlamı vardır. İlk gün büyük şeytanı taşlayıp bozguna uğrattıktan sonra, Şeytan’ın tamamen mağlup edildiğinden emin olmak için, ikinci ve üçüncü günlerde de sırasıyla birinci, ikinci ve üçüncü putlar taşlanır. Burada amaç, kesin bir zafer kazanmaktır. İlk gün Şeytan’a karşı kazanılan zaferden sonra, taşlar elden bırakılmaz, çünkü Şeytan’a karşı savaş, ancak bilincin sürekli uyanık tutulmasıyla mümkündür. İşte Mina’da beklemenin ve Şeytan taşlamaya devam etmenin anlamı budur. Mü’min her an cihada hazır olmalıdır. Her anı cihad üzere olmalıdır. Bilincini sürekli diri tutmalıdır, büyük zafere ancak böyle ulaşabilir.

 

 

İşte Hacc menasikinin taşıdığı bu anlamlar, Haccın niçin çok önemli bir kurumsal ibadet olduğunu açıklamaktadır. Bu büyük tecrübeyi yaşayan hacı, İslam’ın temelinde yer alan değerleri bizzat yaşayarak hisseder. Bu kadar önemli bir tecrübeyi yaşayan hacının, ülkesine döndüğünde de bütün söz ve hareketlerine dikkat etmesi gerekir. Bu yüzdendir ki, İslam ülkelerinde ‘hacı’ ünvanını almış kişilere büyük hürmet gösterilir. Fakat Tevhidi bilincin yitirildiği dönemlerde, her ibadet için olduğu gibi, Hacc’ın da içeriği boşalmış ve şekli bir ritüele dönüşmüştür. Tevhidi bilince sahip olmayan yığınların icra ettiği ritüel, bir ziyaretin ötesine geçemez olmuştur. Bu nedenle de Haccı eda eden kişiden beklenen ahlaki tavır, dönüşten sonra büyük kitlelerin hayatında görülemez olmuştur. O halde, Haccı gereği gibi eda edebilmek için öncelikle bir Tevhidi bilinç lazımdır. Bu ise, hayatın iman ve cihaddan ibaret olduğunun bilincine varmakla mümkündür.

 

 

Son olarak, Haccın şartlarından ‘emniyet’ şartı üzerinde durulmalıdır. Fıkıhta dahi, eğer yol emniyeti yoksa, yolda tehlike varsa haccın farz olmadığı fetvası yer almaktadır. Fakat bugün yol emniyetinden ziyade, Hacc’ın eda edileceği beldelerin emniyet içinde olmadığı görülmektedir. Bu durum, Müşriklerin egemenliğindeki Mekke ortamına benzemektedir. Hz. Peygamber’in Hacc etmek istediği ve fakat Hudeybiye Musalahası ile geri döndüğü malumdur. Bugün İslam ülkelerinin çoğunda benzeri bir özellik vardır. İslam ülkeleri çoktandır müşrik kavimlere boyun eğmiş, bağımlı ulus-devletlerce yönetilmektedir ve Haram Bölge’deki yönetim de bunlardan biridir. Suudilerin egemenliği, diğer ulus-devletlerin egemenliğinden farklı değildir. Örneğin bütün İslam ülkelerinde camiler vardır ve halkın namaz kılmasına karışılmaz. Ancak namaz, bir Tevhid eylemi olarak icra edildiğinde bu yönetimler, derhal ‘aşırı İslamcı’, ‘radikal’, ‘fundamentalist’ gibi suçlamalarla, muvahhidleri baskı altına almaya çalışırlar. Suudiler de, Hacc, şekli bir ritüel olarak icra edilirse buna itiraz etmemekte, ancak Haccın Tevhidi, siyasi ve sosyal boyutlarını öne çıkaracak şekilde bir tavır ortaya konulduğunda, buna en sert şekilde müdahale etmektedirler. 1979’da, müşriklerin ayak basması yasak olan Haram-ı Şerif’e Fransız askerlerini çağıran ve Ka’be’ye sığınan genç müslümanların pek çoğunu katleden Suudi yönetimi olduğu gibi, 1987’deki Hacc esnasında, Hacıların gösterilerini, silahlı bir şekilde bastıranlar da yine Suudilerdir. O halde, Haram Bölge’nin özde ‘emin’ bir bölge olmadığı açıktır. Ancak buna rağmen, Mü’minlerin Haccı terk etmek şeklinde bir tavır içine girmeleri gerekmez. Tıpkı bugünkü rejimlerin camilerinin, gerçek Mescidler hüviyetinden çıkarılmış olmasının, namazı terk etmeyi gerektirmeyişi gibi, Haccın da, sadece Haram Bölge’de icra edilen bir ibadet olması nedeniyle terk edilmesi gerekmez. Fakat tüm İslam beldelerinde olduğu gibi, yönetimin İslamileştirilmesi çabası, bundan önce gelir. Çünkü iktidarın İslam’a teslim edilmesi, pek çok ibadetin yerine getirilebilmesi için bir ön şarttır. Haccın menasikini gereğince idrak eden ve Hacc edip yurtlarına dönen hacıların, hacı olduktan sonra aynı bilinçle hareket etmeleri ve "fitne ortadan kalkıncaya ve din bütünüyle Allah’ın oluncaya kadar" cehd etmeleri gerekir. Haccın anlamına varmak, ancak bu bilinci kuşanmakla mümkündür.

 

 

İktibas Dergisi 2002 Kavramlar

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !